Yeni Üyelik
20.
Bölüm

BÖLÜM 18

@bukalemun7

A.T.R Bölüm 18)

''Seni ağlatanı, bedenimde damar olsa bile keserim.'' -Sultan B.

SONER'DEN:

Açtığım kapıyı kırarcasına çarptım.

Betül'ün gözlerinde gördüğüm nefret sol yanımı deşip geçmişti. Az kalsın ıslak dudaklarına mühürlenecektim. Kendimi zor dizginlemiştim. Çareyi amcamları da ardımda bırakarak evi terk etmekte bulmuştum.

Zihnimi kapkara bulutlar kuşatmıştı. Yol boyu baktığım her yerde yeşil gözlerinin hayali vardı. Eve nasıl geldiğimi dahi anımsayamıyorum. Büyülü gözleri, yakından hissettiğim sıcak nefesi aklımı meşgul ediyordu.

Onu deli gibi istiyorum. Onu ölesiye seviyorum.

Oysa o?

Benden nefret ettiğini söylemişti.

Boynumu yana gerip dişlerimi gıcırdattım. Yumruk yaptığım elimi hızla masaya geçirdim. Beni sevmesi gerekti. Bedenim sarsılmaya başladığında yeni bir atak haberini veriyordu. İlaçlarımı içmeliyim ama hayır. Sevgi en büyük ilaç değil mi? Ben biraz olsun sevemez mi? Onu ne kadar sevdiğim korkusuz gözlerimden okunuyor. Dilimi nasıl çözemez? Hislerimi anlamamış olamazdı.

Giydiğim takımın iç cebinden çalan telefonumu çekip aramayı kabul ettim.

"Ne var?"

"Sakin kardeşim, benim." Arayan Emre'ydi. Şimdi o dahil kimse ile konuşmak istemiyordum. "Seni reddetti değil mi?" Kapayacağım telefondan duyduğum cümle beynimde sarsıntı etkisi oluşturdu. Sahi, reddetmişti değil mi?

Çaresiz halleri, ıslanmış yanakları bir kez daha canlandı gözlerimin önünde. Kahretsin! Ona zarar veriyordum. Elimi saçlarımın içinden geçirip yoğun tutamları çektim. Delirmenin eşiğindeydim.

"Hayır, reddetmedi! Benimle öyle ya da böyle evlenmek zorunda Emre."

Karşımda ki aynadan gözleri acıyla koyulaşmış adama baktım. Başım iki yana sallıyorken gözlerim alev kızılıydı. Allah’tan başka hiçbir güç onu benden koparamayacaktı.

"Bu kadar yıprandığın yeter. Bırak artık şu sapla-"

"Yeter!"

Hızla duvara çarptığım telefonum, kalbim gibi paramparça olurken çıkan ses ruhumu okşadı. Aynadaki aksime yaklaşıp içimdeki küçük çocuğa seslendim.

"Saplantı değil."

Gözlerimde kırmızı kılcallar belirmiş, boyun damarlarım kabarmıştı. Ruhuma kadar kasılı ve yorgundu bedenim. Aklımın içinde zonkluyordu zehir zemberek cümleler.

Senden nefret ediyorum.

Bırak beni.

Vazgeç.

Saplantıdan kurtul.

Açılıp kapanmaya başlamış göz kapaklarımla aynaya bakındım. Keskin bir acı beynimi ele geçirirken aynaya başka bir akis düşmüştü.

Ağlayan bir kız. Onu gözetleyen bir çift göz. Yakarışlar, bağrışlar.

"Hatırlamak istemiyorum!"

Yumruk yaptığım elimi hızla aynaya geçirdim. Ruhlar bir sis gibi uçuşurken, usulca gün yüzüne çıkıp süzülen kana baktım.

 Kan.

Yere düşen her bir damlanın içinde burukluğum vardı. Kanadıkça hafifliyordum. Koyu kırmızı, âşık olduğum yeşillerin hayali ile birleşip hürleşiyordu. İleri geri salınmaya başladığım sırada kulaklarımda kapanış öncesi acı bir çığlık koptu.

"Oğlum!"


***

BETÜL'DEN:


Bomboşum.

Hissiz ve de çaresiz.

Bulanık gözlerimle odamın penceresinden dışarıyı izliyordum. Kollarımla çevrelediğim dizimi biraz daha kendime çekip yanağımı yasladım. Burun kemiğimi yol edinen gözyaşlarım birbirine karışıyor, iki gün öncesi irislerimde çalkalanıyordu.

Kurduğu yakınlık kişiliğimi zedelemişti. Tuna bitti derken Soner başlıyordu. Kendimi kullanılmış basit bir eşya gibi hissediyordum.

O gece hıçkırarak odama koşmuştum. Necla Hanım'ın benim odamdan çıkışını umursamadan içeri girip kilidi çevirmiştim. Hiçbir şey yemek istemiyordum. İçimdeki üzüntüyü kimseye açmadan sonumu bekliyordum. Namaz vakitleri dışında odamdan çıkmıyor, kilitli kapı ardından dışarıyı seyrediyordum.

Eylem aramıştı birçok kez. Tuna dahi aramıştı. Neden aradığını merak etmiyordum, yeni bir acıyı kaldıracak gücüm yoktu çünkü.

"Kızım." İki gün sonunda babam benimle konuşmayı yeni mi düşünebilmişti? Hedeflerini, hayallerini yıktığı kızı yeni akılına geldi demek. "Aç kapıyı, sana anlatacaklarım var.'' Sözcükleri benim idam sehpamı kuracaktı. "Hiçbir şey de yememişsin." Acıyla dudaklarım kıvrıldı. Bir mahkûm gibi vaktinde kapıma yemek bırakıyordu Necla Hanım. "Kızım." Titreyen sesi, gözlerimden ardı ardına yeni yaşları da beraberinde getirmişti. Boğazıma oturan dikenli koca yumruyu iteledim. "Gelmeleri yakın, hazırlanman da gerek." Kollarım sarmaladığım dizimden çözülürken başımı kaldırdım. Kaçtığım son gelip çatmıştı işte.

Huzursuzca ayaklandım. Duyduğum kilit sesinin ardından kapıyı yavaşça araladım. Ürkek bakışlarım babamın üzerinde gezindi. Elleri boştu. Yoksa son yemeğimi onlarla mı yiyecektim? Bu kadar çabuk mu satılmıştım?

"Baba." Kendim bile zor anlamıştım sesimi. "Beni gerçekten onlara verecek misin?" İç çekişlerim kelimelerimi bölüyordu. Babam başını yere eğmiş, susuyordu. Oysa konuşması gerekti. Soner'le evlenmemi istemediğini kulağıma fısıldamıştı o gün. "Evlendirmeyeceğini söylemiştin." dedim küçük bir çocuk edasıyla.

Karşı koymasına engel olan şey sadece ucuz bir senet miydi? Onun gözünde para benden önemli miydi? Omuzları çökmüş babam ardını döndü bana. Birkaç adımından sonra, aşağıdan gelen zilin sesiyle duraksadı. Kalbim, sanki ağzımın içinde atıyordu. Kirpiklerim titriyorken ellerim kurtarılmayı beklercesine uzanmışlardı.

"Geldiler." dedi babam.

Ayakları hareketlendiğinde çığırındım.

"Baba!" Gözlerimi kapadım. Aklımdan binbir cümle geçerken beni en çok üzeni dilime vurdum. "Seni bir kez affettim baba." Ayakları yeniden hareketlenip merdiven başına doğru ilerlerken acıyla inledim. "Seni bu kez asla affetmeyeceğim baba!"

Ses tellerim boğazımda can verdiğinde, adımlarımı odaya çevirip süratle kapıyı çarptım. Gürültülü sesin ardına sakladım öfkemi. Hıçkırıklarım sırtını kapıya yaslamıştı. Tutunacak neyim kalmıştı ki?

Yerimden doğruldum. Kapıyı kilitleyip gardırobun önüne dikildim. Hayır, yenilgiyi henüz kabul edemezdim. Kazağımın kolu ile gözaltlarımdaki ıslaklığı sildim. Aklımda kurtuluşuma yanan ampullerden birini seçtim. Bunu yapmaktan başka çarem yoktu.

Telefonumu çıkarıp Eslem'in numarasını çevirdim. Aynı bölümde okuduğum arkadaşlarımdan biriydi. Eğer kurguladığım planım tutarsa tamamen kurtulabilirdim. Hoş! Tuna'dan da kurtuldum derken daha beterine yakalanmıştım.

Birkaç çalıştan sonra açılmıştı.

"Betül?"

Ses tellerimin düzelmesi umudu ile hafifçe öksürdüm. Hâl hatır sormaları hızla geçip aklımdakileri ayrıntıya yer vermeden Eslem'e anlattım.

"İzmir'e geldiğimde görüşürüz. Allah’a emanet ol." deyip telefonumu kapattım ve yatağıma fırlattım.

Eğer bu planım tutarsa en kısa zamanda dayımın orada olacaktım. Önce İzmir'e gidecektim. Eslem'de kalıp gecede yurt dışına uçacaktım. Dayıma her şeyi anlatırsam beni saklar, korurdu.

Elimin tersi ile yanaklarımı kurulayıp odamın kapısını açtım ve banyoya yöneldim. Yüzümü yıkayıp aynada ki umut dolu güçlü kıza fısıldadım.

"Her şey geçecek."

Hızla abdest alıp odama koştum. Bu rahatlatıyordu. Gardırobun önünde amaçsızca birkaç saniye geçirdikten sonra içinden simsiyah bir elbise seçtim. Aynı tonda siyah bir şal ve bone çıkardım.

Tepeden tırnağa ölümün rengine bürünmüştüm. Birazdan kendi cenazeme katılacaktım. Kapı kulpunu tutan ellerim titriyordu.

Merdivenlere doğru yavaşça ilerledim. Basamakları ağır adımlarla yürürken yerdeki başımı kaldırdım.

"Boran, bu yaptığın adilik!"

Mutfaktan sesler geliyordu.

"Keyfin bilir Murat! Kızına her şeyi anlatırım."

İşittiğim sesler babam ve Boran Bey'e aitti. Hararetli bir tartışmanın içindeydiler. Temkinli birkaç adım daha atıp konuşulanları duymaya çalıştım.

"Oyunu adil oynamadın sen Boran!" Babamın yüksek çıkan sesi beni yerimden sıçratmıştı.

"Sen oynadın mı ki? Yaptığın dün gibi aklımda!"

Ağzıma götürdüğüm ellerimle olanları anlamaya çalışıyorum. Bahsettikleri şey tam olarak ne idi? Birkaç adım daha attığım sırada, bir el dirseğimden kendine çekip duvara çiviledi. Elleri dudaklarımı örterken gözlerim korkuyla yüzünü taradı. Koyu kahveleri gözlerimi tutsağı altına alırken dudakları tükürük saçarak bağırdı.

"Boran amca!"

Ellerini çekip dirseğimden tuttuğunda ardından sürükledi. Soru dahi soramadan salona girmiştik. Bütün gözler bize çevrilmişken afallayarak etrafı taradım. Geniş salonun ortasına bembeyaz tüllerle örtülü masa yerleştirilmişti. Üzerinde mor güller vardı.

Salon tanımadığım yüzlerle doluydu. Neler oluyordu? Bu insanlar neden buradaydı? Bakışlarımı Soner'e çevirdim. Beklediğim açıklamayı yapmıyordu. Başımı yere eğdiğim sırada bandajlanmış bileğini ve elindeki kesikleri fark ettim. Sol tarafımı anlık bir üzüntü kapladıysa da hemencecik savurdum o hüznü. Hayallerime el koymaya çalışan adamdı o.

Bizi süzen yüzlere döndüm. "Başlayalım mı?" Boran Bey'e anlamayarak baktığım sırada koltukta oturan iki genç adam ayaklandı.

Babamın yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim diğer adam sandalye çekip otururken bize bakarak "Buyurun." dedi.

Kaşlarımı çattığım sırada Soner elimi kavramıştı. Ayakuçlarımdan yükselen dalgaları hissetmemle birlikte elimi geriye çektim. Gözlerim dolmuştu. Soner bütün ilklerimi kendine sunulmuş hazine gibi sahipleniyordu. Oysa evleneceğim adama saklamıştım kendimi.

Elimi yeniden sımsıkı kavrayıp sandalyeye oturttu. Avuç içi terlemiş kenetli ellerimizi masanın üzerine çıkardı. Utançtan başımı kaldıramıyordum. Soner yüzüme doğru eğildiğinde sıcak nefesi içimi ürpertmişti.

"Şimdi dini nikâhımız kıyılacak Rihem. Antep'te de resmi nikâh olacak."

Büyümüş gözlerim, kıvrılan dudaklarında kurulu idam sehpamı görmüştü o an. Titreyen elimi tekrar çekmeye çalıştım. Bir su dalgasına kapılmış kalbim hangi taşa çarpsa bölünüyordu. Yine de, kenarlara kaçmış cesaret kırıntılarıma uzanıp dilimde toparladım. Acınası acizliğimle İmam Efendi'ye döndüm.

"Ben evlenmek istemiyorum!''

 

Loading...
0%