Yeni Üyelik
26.
Bölüm

BÖLÜM 24

@bukalemun7

A.T.R Bölüm 24)

''Karşımda gördüğüm kız hangisiydi? Yarın öleceğini bile bile bugünden umutlu beyaz bir kelebek mi? Yoksa bedenine işlemiş günahı beyaz kefenle örtmeye çalışan bir ölümlü müydü?'' -Sultan B.

BETÜL'DEN:

Ellerim bembeyaz gelinliğin üzerine özenle bezenmiş işlemeleri okşadı. Soner'in o gün Manisa'da seçtiği gelinlikti bu. Yolda söylediği kadarıyla kaçtığım gece gelinliği göstermek için eve gelmiş ve tabii yokluğumu öğrenmiş. Başka bir şeyler daha sezinlemiştim ama sorgulamadım çünkü artık netice önemliydi. Evleniyordum!

Kar beyazların içinde kuğular gibi süzülüyordum. Boğazımdan yukarı yükselen hıçkırığı ellerimle kapadım. Avuç içime yakılan kınanın kokusu genzime ulaşmıştı. Kirpik atından koyu kınalı ellerime baktım. Gözlerim ne yanıma değse bedenimde evliliğin mührü vardı. Dudaklarımı ısırdım. Nerede, nasıl olduğumu düşündükçe beynim uyuşuyor, gözlerim ıslanıyordu.

Ellerimi kabarık gelinliğime yaslayıp, eğdiğim başımı yukarı kaldırdım. Titreyen gözbebeklerim aynada ki aksimi bulduğunda yutkundum. Ağlamaya ramak kalmış ıslak göz bebeklerimle kendimi süzdüm. Belime oturmuş üst yanı işlemeli ışıl ışıl bir gelinlikti. Kabarık etek kısmının uçları işlemeli taşlarla süslenmişti. Uzun duvağım, omuzlarıma dökülen gelin şalımın üzerinden yerlere kadar uzanıyordu. Çok güzel görünüyordum ve samimi olmak gerekirse hayal ettiğim gibi bir gelindim.

Ah, gelin oluyorum!

Son yaşadıklarım içimi üşüttüğünde alt çenem titriyordu. Hayallerimi bırakıp, geleceğimi elimin tersiyle iteleyip canımı yakan adamla evleniyordum. Ne ara bu hale gelmiştim? Daha bir ay öncesine kadar üniversitem vardı. İyi bir matematik öğretmeni olacaktım. Öğrencilerim olacaktı. Onlara yalnızca sayılar arasında kaybolan X'i değil; milyonlar arasında kaybolan insanlığı bulmayı da öğretecektim.

''Hanımım.'' Elime tutuşturulan mendili gözaltlarıma götürdüm. Akan küçük damlayı kurulayıp burnumu çektim.

Bir el kolumu içtenlikle sarmalamıştı. Ceylandı bu. ''Yengem.'' Gülümseyerek ellerimi sıvazladı. ''Bak gör ağabeyim seni çok mutlu edecek. Hem, sen ne zaman istersen de ailene götürür.''

Dudaklarımı dişlerim arasından kurtarıp zoraki gülümsedim. Bu tatlılığı kıramazdım ya.

Bir gerçek vardı. Her şey git gide sarmaş dolaş olup çözülemeyecek bir hal alıyordu. O gecenin sabahında Antep'te açmıştım gözlerimi. Soner yanımda babamı aramıştı. Telefondaki kükreyişi kilometrelerce öteden beni ürkütmüştü. Laf söz çıkacak diye ödü kopuyordu. Üstelik Soner'le kaçtığımı düşünüyordu. Kurtuluşum yoktu artık. Ne tarafa yönelsem Soner önümde sıradağ gibi dizili duruyordu.

Kapının tıkırtısıyla aklımdaki düşünceler devrilirken gözlerimi ellerime indirdim. Gelen Soner olmalıydı. Vücudumu anlamını çözemediğim bir heyecan kaplamıştı. Utangaç ve ürken gözlerimi, alık alık ardımdaki kapıya bakan Ceylan'a çıkardım. Yüzünden okuduğum hayran kalmışlığa bakılırsa abisine damatlığı yakıştırmış olmalıydı. Küçük bir öksürme sesi geldi. Israrla ardıma dönmüyordum.

''Hanımlar.'' Kalın ve kabaydı sesi. ''Kardeşimle konuşmam için izniniz var mı?''

Gelinliği eteğimden kavrayıp sesin sahibine döndüm. Tuna!

Kibar gülümseyişine karşılık veremeyecek kadar afallamıştım. Ağzım açılmış, gözlerim yuvalarından fırlayacaktı. Burada ne işi vardı? Onun yurt dışında olması gerekiyordu.

Ceylan yanımdan geçip giderken bir eliyle de uzun abiyesinin eteğini toplamıştı. Kırıtarak kapıya ulaştığında zeytin karası gözlere uzunca baktı. Zarifçe başını eğip odadan çıktı. Peşin sıra konaktaki diğer kadınlarda çıkmaya başladı. En son konaktaki yardımcıların baş sorumlusu Pervin abla kapı eşiğinde durup, suratını ekşiterek Tuna'ya baktı.

''Kapıdayım hanımım.''

Tuna ile yalnız kalacağımın korkusu iliklerime ulaştığında dilimi oynattım. ''Gitme Pervin Abl-''

''Hayır.'' Tuna elini havaya kaldırdı. ''Gitsin.'' Sırıttı. ''Sizin geleneğiniz yok muydu? Neydi o?'' Durup düşünür gibi yaptı. ''Ağabeyleri, kız kardeşlerine gelin öğüdü verirlerdi. Hani kocası ile iyi geçinsin diye.'' Başını eğip kaldırdığında dalga geçtiğinin ifadesi yüzüne yansımıştı. ''İzin verin.'' Seviyesiz herif! Bir de utanmadan kardeşim diyordu. Pervin abla Tuna'ya ters ters bakıp gelin odasından çıktı. Kapanan kapının sesi tüylerimi diken diken etmişti. Onunla yalnız kalmak...

''Kelebeğim.'' Öfkeli bakışlarımı yüzünde gezdirdim. Üzeri mavi, altına bej rengi bir takım giymişti. Uzun siyah saçlarını geriye taramış, zeytin karası gözleri ışıldayarak üzerimi süzüyordu. Cebine yerleştirdiği ellerini çıkarıp kirli sakalını ovdu. Dudakları alaycı bir hal almıştı. ''Yarın öleceğini bile bile bugünden umutlu beyaz bir kelebek mi?'' Baştan boya süzdü. ''Yoksa bedenine işlemiş günahı beyaz kefenle örtmeye çalışan bir ölümlü mü?'' Göz kırptı. ''Hangisi sensin?''

Tiksinircesine ağzından çıkan sözcükleri beni kendime getirmişti. Sahi neye aittim? Gözlerim odanın duvarlarına dalıp giderken acıyla dudaklarım büzüldü. ''Ne fark eder?'' İçimdekileri atmak istercesine bir nefes verdim dışarıya. ''Her ikisinde de ölümün ağırlığı var ruhumda.''

Odağımı daldığım duvar köşesinden çektim. Göz bebekleri donuklaşmış, bomboş bakıyordu. Uzunca bir müddet etrafta sessizlik hüküm sürmüştü.

Ayaklarının altında uğultular bırakan adımlar atmaya başladı. ''Nefes kesici görünüyorsun, kelebeğim.'' Yeşil irislerime alayla baktı. Sesinin tınısı bana o kâbus gecesini hatırlatıyordu. Kalbim çoktan çırpınmaya başlamıştı ve tedirgindim.

''Kardeşinle konuştun, git artık.'' Tuna'dan yana hiçbir anlamı olmayan kelimeyi vurguladım.

Dişlerini göstererek kahkaha attı. ''Kardeş ha?'' İki eli havada olumsuzca sallıyordu. ''Az önceyi ima ediyorsun. Ha ben unutmuşum.'' Ellerini birbirine vurdu. ''İstesek de kardeş olamayız çünkü ben sana dokunmuştum deği-''

''Sus!'' Ellerim kabarık gelinliğimi kavramıştı. ''Defol git.''

Ben kapıyı gösterirken umursamazca omzunu silkti. ''Teninde izim var Betül.'' İmalı bakışları beni korkutuyordu. ''Anlayacaksın.''

Ezildiğim sözleri altında ha ağladım, ha ağlayacağım. Bütün bunlar o kadar ağır geliyordu ki. ''Sen neden bahsediyorsun sevimsiz?'' Sabrım taşmıştı. ''Git Tuna.'' Kınalı elimi gözlerinin hizasına çıkardım. ''Bak, ben evliyim.'' Gözlerimiz alyansın hizasında birleştiğinde kalakaladım. Ben neler söylüyordum? Çaresizliğim dilime dolanmış, cümlelerim fikirlerim ile bağdaşmıyordu. Titreyen dudağımı ısırdım.

''Pek heveslisin.'' dedi kaşları kalkarken. Havadaki elimi indirip kabarık gelinliğimi kavradım. Tülünü avuçlarım içinde sıkıyordum. ''Soner BORAS ile evleneceksin hı?'' İşaret parmağını yüzüme uzatıp vurguladı. ''Kiminle aynı yatağa gireceğini bilseydin eğer ölümü deli gibi isterdin.''

Yanağımdan yaşlar süzülürken alnımı ovaladım. ''Yeter bu kadar terbiyesizlik.'' Aceleci tavırlarla yanağımı kuruladım. ''Sözlerine dikkat et!''

Cümleleri öylesine iğneleyiciydi ki sanki Soner'in olmaya çok hevesliydim! Severken ağlatan adamın karısıydım. Güzel sevmeyi bilmeyen bir adamın... Düşünceler aklımın çukurlarında çalkalandıkça bilincimi kaybedecek gibi oluyordum.

''Gerçi...'' Ellerini birbirine çarpması ile odaya gürültülü bir ses eşlik etti. ''Kendi babasını bile doğru dürüst tanımayan, bir aydır gördüğü birini nasıl tanısın?'' Ellerini iki yana açtı. ''Değil mi?''

Acımadan oklarını üzerime fırlatıyordu. ''Yeter artık Tuna.'' dedim tekdüze bir sesle. ''Çıkar içindeki ukdeyi.'' Söyleyeceği her ne ise net olmalıydı.

Ellerini belinden indirip cebine yerleştirirken birkaç metre öteme adımladı. Makyaj masasının üzerindeki kutuyu usulca kavradı. Sanki çok ilgisini çekmiş gibi açıp incelemeye başlamıştı. Elindeki kutuyu çevirirken gözleriyle gösterişli altın gerdanlığı işaret etti.

''Sahi, kaça satılmıştın?'' Bütün ağırlıklar göğsümün üzerine yığılmış gibi nefesim kesilmişti. ''Ucuza gitmeyecek kadar güzelsin.' '

Tuna kalbimi yerinden sökmek ister gibi konuşuyordu. Amacı neydi? Yıpranmışlığımı görmüyor muydu? Yaşlar yanağımı okşayıp geçerken iki elimle gelinliğimin eteğini toplayıp kapıya yöneldim. Henüz ikinci adımımı atamadan kalın parmaklarını koluma geçirdi.

''Şşhh nereye?'' Çatık kaşlarının altındaki gözleri ölümcül bakışlar atıyordu. Kolumu silkeleyip parmakları arasından kurtuldum.

''Pervin Ab-'' Dudaklarımı örten elleri başımı göğsüne yaslamıştı.

''Kes sesini!'' Kınalı avuçlarımı koluna indirirken debeleniyordum. ''Şaka yapıyordum kelebeğim sakin ol.'' Korku en ücra köşelerime kadar sinmişti. ''Dinleyeceğine söz ver, bırakayım.'' Biri bizi bu halde görse kim bilir neler düşünürdü? Yüzüm daha kaç kez kızaracaktı?

Kabul edercesine mırıldandım. Helalim olmayanın bedenime dokunmasından nefret ediyorum. Kapadığım gözlerimden akan yaş onun esmer tenine karışırken, omzumdan yukarı baktığım da gözlerimiz birleşti. Elleri dudaklarımdan geriye çekilir çekilmez göğsünden iteleyip geriledim.

''Bana yaklaşma sakın!''

Hakaretlerim canına dokunmamış olmalı ki pişkince sırıtıyordu.

''Yazık.'' Kafasını iki yana sallarken cıkladı. ''Kime küfür etmen gerektiğini bilmiyorsun.'' Sabır dilenerek yukarı bakındım. Kendini bilmez pişkin tavırları sinirlerimi hoplatıyordu.

''Tuna artık git. Beni yıprattınız, duygularımı yıprattınız.'' Bir umut, can havliyle yine kendime tutunmaya çalıştım.

''Kelebeğim.'' Manidardı. ''Sana iyilik yapıyorum. Kocanın kim olduğunu bilmiyorsun.'' Usanmıştım.

''Söyle o zaman!'' Yüksek çıkan sesimin ardından kapı açılıp birisi içeri atıldı. Gürültüyle kapanan kapının eşiğinde hırıltılı nefesler alan yüze çevirdim.

Cilalı ayakkabıları üstündeki siyah takımları, dar beyaz gömleğinin altından inip kalkan göğsü, yeni tıraş olduğunu bildiren keskin yüz hatları, koyu kahve gözlerinin üzerinde çatılmış kaşları, dağılmış saçları... Soner'di bu.

Hayatımı avuçları içinde ufalayan iki adam. Beni en güçlü zaafımdan vuran, tenime dokunma cüretini kendinde bulan, nefretimin iki sebebi. Aynı odada. Biri ile bir ömür geçecek, öbürünün kaderimdeki yeri belirsiz.

''Ooo kimler gelm-''

Tuna'nın yanağında patlayan yumruk cümlesini yutturmuştu. Kınalı ellerim ağzımın içine dolup taşacak çığlıklarımı tıkadı. Tuna üzerindeki sendelemeyi atıp Soner'e dirseğini gömerken telaşla etrafa bakındım. Yardımda çağıramazdım ki. Hem, Soner ne yaptığını sanıyordu? Derdi neydi de bir öfkeyle gelip Tuna'nın boğazına çökmüştü? Yoksa yanlış mı anlamıştı bizi?

''Durun!'' Bağırdığım sırada kapı aralanıp içeri bir adam girdi. İşte şimdi diğerleri de gelecekti. Bu rezilliği hangi yalan örterdi?

''Ne oluyor?''

Aniden gelişen durumu algılayamamıştım ve yapacak hiçbir açıklamamda yoktu. Boş gözlerle ona baktığım sırada aceleyle yumrukların uçuştuğu kavgaya ilerledi. Soner'i kolundan çekiyordu fakat Tuna canına susamış gibi saldırıyordu. Odaya gelen adamda gözleri dönmüş iki kaplanı ayıramıyordu. Üstelik bir yumruk da o yemişti. Müdahale etmeliydim. Gelinliğimin ucundan toplayıp kavgaya doğru ilerledim. Acele etmezsem herkes başımıza üşüşecekti.

Adam Soner'i omzundan çekip, Tuna'yı göğsünden itelediği sırada Soner'in ellerine yapıştım. Kemikli ellerine doladığım parmaklarımla kendime çektim. Bir elim yanağını bulurken usulca okşayıp dikkatini üzerimde topladım. Kahve çekirdeği gözleri yeşil irislerime dokunduğu sırada sakinleşmişti. Öyle yoğun, öyle derin bakıyordu ki gözlerimi ondan çekemiyordum. Sıcacık parmakları yanağında unuttuğum ellerimi sarmaladı. Midemin içini ürpertiler teğet geçerken saatler durmuş gibiydi. ''Lütfen, sesimizi duyup gelecekler. '' dedim fısıltı ile. Kavradığı elimi dudaklarına yaslayıp gözlerini kapadı. Minik buseler bırakıyordu. Başımı yere eğip kenetli ellerimize baktım. Onu böyle tanımak istemezdim. Madem kaderimiz birleşecekti, içimi önce üşütüp sonra ısıtan bu adamla tatlı bir karşılaşmamız olsun isterdim. Kenetli parmağımı usulca çekmeye çalıştım. Sevgisi ile ruhumu sarıp sarmalasa da yaşattıklarının acısı derine işlemişti.

''Ağabey.'' Savrulan küfürler, Soner'i de beni de içinde bulunduğumuz sarhoşluktan koparmıştı.

''Ulan, heves gözlerinden okunuyor!'' Tuna, ağzından köpükler saçarak nefretini kusarken kim olduğunu bilmediğim adam kabaran göğsünden onu tutuyordu.

Soner adım atacağı sırada yeniden ellerine asıldım. ''Rezillik çıkacak, korkuyorum.''

Tuna'nın gözleri kenetli ellerimize odaklandı. Öfkesi bütün uzuvlarından okunuyordu. Ağzının içine doluşan zehir akmak için hareketlenmişti. ''O tuttuğun elin sahibi var ya! O seni-'' Yanındaki adam, karnına sert bir tekme indirmesi ile Tuna cümlesini yutmuştu. Üzerimde ki şaşkınlıkla Soner'e döndüm.

''Hasan!'' diye uyardı Soner.

Adam başıyla onaylarken mırıldandı. Tuna'yı kolundan sürükleyip kapıya doğru iteledi. Eşikte silkelenip kollarını kurtardı Tuna. Yakasını düzeltip ''Az kaldı Soner BORAS!'' dedi. ''Kendi ellerinle kelebeğimi bana getireceksin.'' Zırvalıyordu.

Gürültüyle kapanan kapının ardında Soner ile yalnız kalmıştım. Utanarak yerde gezdirdiğim gözlerimi Soner'e çıkardım. Burnundan süzülen kan telaşlanmama sebep olmuştu. ''Soner burnun!'' Ellerimi çekip gelinliğin izin verdiğince ilerledim ve makyaj masasının üzerinde ki mendili kaptım. Ardıma döndüğümde Soner dibimdeydi. Dolgun dudaklarına süzülen kana baktım. Mendili yaklaştırıp usulca bastırdım ve temizlemeye başladım. Belime dolanan elleri kendine yaklaştırırken kalbim göğsümün altında kıpırdadı. Dokunuşu vücudumda kıvılcımlar oluşturuyor, ellerimi yalayıp geçen nefesi tenimi ürpertiyordu. ''Daha iyi misin?''

Dudakları kıvrılıp beyaz dişleri göründü. Ona isteğimle bu kadar yakın olmak hislerimin aklını karıştırmıştı.

''Benimle konuşuyorsun ya, kollarımın arasındasın.'' Gözleri cam gibi parlak ve saf aşktandı. ''İşte şimdi çok-'' Gülümsedi. ''Çok iyiyim kadınım.''

Temizlediğim yerden parmaklarımı çekerken yüzüm düştü. Kara bir anı olarak tarihime geçmişti son olanlar. O geceden bu yana Soner'e dilimi bıçak açmıyordu. Belki de şimdi konuşmamın nedeni, Soner'le evlenirsem paklanacağımı düşünmemdi. Ama onun karısı olmaya da hazır değildim. Bütün bu sorumlulukları üstlenmeye hazır değildim.

Parmakları yanağımı okşarken gözyaşım tenini suladı. ''Seni çok seviyorum.'' Gözlerini gözlerime sabitledi. ''Hayran kaldığım yeşillerinden yaş akmasın artık ne olur.''

Dudaklarımı büzüp göğüs kafesimi daraltan nefesi dışarı saldım. Parmakları çenemi yukarı kaldırıp gülümserken yaklaşıyordu. Nefesi tenime çarparken açılan kapıyla ürküp başımı yana çevirdim.

''Hanımın.'' Pervin abla mahcup bir edayla ellerini ovuşturdu. ''Soner Bey'im davetliler töreni bekliyorlar da onu haber edeyim dedim.''

Soner bakışlarını Pervin abladan çekip ellerimi sımsıkı tuttu. Gözlerinden parıltılar, dudaklarında gülücükler saçılıyordu az evvele nazaran.

''Seni bir ömür seveceğim.'' Dudaklarını yaladı. ''Şimdi sende gülümse, sevgilim.'' Bu defa kıramadım.

Adımlarımızı eşikten atıp uzun ve geniş holde yürümeye başladık. Bütün vücuduma sıcak bir heyecan yayılmıştı. Bu benim düğünümdü. Salona yaklaştığımız sırada kırmızı halının iki kenarına özenle dizilmiş insanlar, davulcular, zurnacılar dikkatimi çekti. Soner'e baktığım da beyaz dişleri gün yüzünde, gülümsemekten dudakları kavuşmuyordu. Tebessüm ettim.

Biz uzun kırmızı halıya adım atar atmaz, hazırda bekleyen davulcular tokmaklarını indirdi. İnsanlar ellerindeki gülleri, süsleri başımızdan aşağı savuruyorlardı. Kırmızı halı boyunca ritimle çalan davullar zurnalar insanın içinde devasa bir coşku oluşturuyordu. Kırmızı halının bitiminde, salonun ortasına giriş yaptığımız sırada havai fişekler patlamaya başladı. İnsanlar ayağa kalkmış, alkışlar coşkulu ezgilere karışıyordu. Fişekler durmaksızın patlarken, davul zurnanın sesini slow bir müzik aldı. Soner'in elimi tutan parmakları heyecandan titriyordu. Belime dolanan elleri beni kendine çektiğinde kollarımı boynuna doladım. Alkışlar usulca dinerken dans etmeye başlamıştık. Yanaklarım al al olmuştu.

Yeniden ardı ardına patlayan fişekler yıldızları yeryüzüne indirmiş gibiydi. Yanıma küçük mor bir balon düştü, sonra sarı bir balon daha… Başımı yukarı kaldırdığımda rengârenk balonlar havada süzülüyordu. Güller düşmeye başladı sonra. Süsler patlatılıyordu. Her şey o kadar hareketli, o kadar mükemmeldi ki; bir ara kendimi sevdiğim adamın kollarında sanmıştım. Oysa dilimi yakan acı bir gerçek vardı.

Kulaklarıma doluşan dans müziği bedenime ahengini verirken gülümseyen dudak kıvrımlarına bakındım. Ona aittim. Soner başımı göğsüne yaslarken yüzüme ılık nefesini üflemişti.

''Beğendin mi?'' Gözlerimi kapadım. Hazırlıkların uzun sürmesini şimdi anlayabiliyordum. ''Hep yanımda kal karıcım ve benden önce sakın ölme.''

Dudaklarım gülümsemekle hüzne bürünmek arasında gidip gelirken müzik dinmişti. Soner ellerimi sarmalayıp konuklar arasından nikâh masasına yönlendirdi. Her yer masallardaki gibiydi. Yalancı masalın yürüdüğümüz ışıl ışıl yolunda gözlerim ona takıldı. Mahcup bakışlarım babamın kırgın bakışlarında duraksadı. Yüzündeki ifade beni üzmüştü. Omuzları çökük ve de yorgun duruyordu. İçim cız etmişti.

Soner'in çektiği sandalyeye dikkatlice oturdum. Gelin çiçeğimi masaya bırakıp etrafa bakındım. İnsanlar pisti doldurmaya başlamıştı. Herkes kendi halinde eğleniyordu.

Prensesleri kıskandıracak kadar görkemli bir düğündeydim. Kendi düğünümün sonu belirsiz masalındaydım. Peki ya sonra? Saz da, söz de bitecek ve herkes köşesine çekilecekti. Peki, benim Soner'e olan kırgınlığım, kızgınlığım da kalbimin sinesine çekilecek miydi? En zor olanı da beni hayallerimden, hayatımdan koparan adamın yanında uyanacaktım her sabah.

Salonun ortasında akıp gidiyordu insanlar. Neşelenmeye hasret kalmış yüzler gülümsüyor, bedenler çalkalanıyordu coşkuyla. Antep, en görkemli düğününü gerçekleştiriyordu.

 

 

Loading...
0%