A.T.R Bölüm 26)
''Betül, Manisa'nın görkemli ağaçlarında salınan nadide bir çiçekti. Bense, Antep'ten gelen çöl rüzgârıydım. Onu alıp savurdukça savuruyordum, büyük yazıktı.'' -Sultan B.
Avuçlarım tenimi sarmalayan çarşafı kavradı. Büktüğüm dizlerimi biraz daha kendime çektim. Köşeye sinmiş bedenim yerinde ufalanıp kaybolmak istiyordu. Tir tir titriyorum.
''Sus.'' dedi sigarasını yakarken. Sırtını ahşap dolaba yaslamış, çatılı kaşlarla temiz çarşafa bakıyordu. Islak saçlarından göğsüne birkaç su damlacığı daha süzüldü. Ruhundaki kiri, yıkanmış bedeni paklayamazdı. Sigarası dudakları arasında, gözleri hep aynı noktadaydı; kansız, kızarmamış çarşafta. ''Sus artık.'' diye yineledi. Titremekten birbirine çarpan dişlerimi çarşafa bastırdım. İçimdeki zehri atmak istercesine avuçladığım çarşafı ısırırken gözlerimi yumdum. Kan çanağına dönmüş gözlerimden büyük damlalar düşüp çarşafı sırılsıklam ediyordu. Ellerim ağzımı kapasa da iç çekişlerim dudaklarımı terk etmiyordu. ''Yeter Rihem!'' Kirpiğimin ucunda yaşlar toplanıp gözlerimin önünü perdelerken, olduğum yerde ileri geri salınarak kulaklarımı kapadım. O sesi duymak istemiyordum. Bir anda bileğime sarılması ile neye uğradığımı şaşırıp kızarmış gözlerle çehresine bakındım. Kan revan yüreğim aynı sahnenin tekrarını kaldıramazdı.
''Ben konuşurken sakın bir daha kulaklarını kapatma!''
Gözlerimdeki yaşlar dinmek bilmezken korkuyla onayladım. Bileğimi yana savurup çömeldiği yerden kalktı. Elleri belinde odada volta atmaya başlamıştı. Onu daha önce bu denli vahşi görmemiştim, korkunçtu! Hele ki çarşaftaki kırmızıyı görmediğinde...
''Benden-'' duraksadı. Sıktığı yumruğu duvara gömüp alnını yasladı. He uzvu acı içindeydi. ''Benden başkası olmuş muydu?''
Dizlerime yaslı çenemi usulca kaldırdım. Döndüğü sırtına baktım bomboş gözlerimle. ''Sen ne-'' bedenime yetmeyen nefesim konuşmamı zorlaştırıyordu. ''Ne dediğinin farkında mısın?''
Yüzünü çevirdiğinde gerileyip soğuk duvara biraz daha yaslandım. Öldürücü bakışlar savuruyordu etrafa. Ecelimin, ensemdeki üfleyişini hissedebiliyordum.
Ellerini yüzüne kapayıp sertçe ovaladı. Yorgun görünüyordu. Ne söyleyeceğini bilmez gibi gözlerini etrafta gezdirdi. ''İlk geceden hemen'' bir yay gibi gergin çenesini sıvazladı. ''Kan olmayabilir aslında.'' Utançla yüzümü çarşafa gömdüm. ''Bir doktor arkadaşım söylemişti.'' Kendi kendine teselliler sıralıyordu belli ki. ''Belki yarın...'' Homurdanarak yatağın kenarına tekmesini savurdu. ''Kahretsin! Emin misin?'' Yırtıcı bir kaplan gibi pençeleri dışarıda, kalbimi elleri arasında parçalanıyordu. ''İçtiğin su, soluduğun havadan haberim var ulan!'' inanamayarak başını salladı. ''Böyle bir şey olmuş olamaz.'' Saçlarıma geçirdiğim elim her bir teli yolmak istercesine çekiştirdi. Burnundan soluyarak kırılgan gözlerime bakıyordu. Bu tonda ilk kez iğrentiyi, tiksintiyi görüyordum. İlk kez nefesinde şüpheyi soluyordum.
''Bana öyle bakma!'' Boğazım yanıyordu. Dudaklarımı ısırdım. Buna alışık değildim. Bu gözlerde ben hep aşkı görmüştüm ben.
Pembemsi dudaklarını tek çizgi yapıp ağzına doluşan küfürleri susturdu. Dolaptan herhangi bir tişört alıp sert adımlarla kapıya yöneldi. Gidecekti demek? Pençelerini yüreğimde unutmuş gidiyordu, üstelik hiçbir suçum yokken. Peki, sırtını dönüp gidişini hangi özür telafi edecekti?
Nasıl oldu bilmiyorum ama çarşaf kızarmamıştı. Beynimin içinde sorguya çektiğim geçmişim tertemizliğini bağırıyordu suratıma.
Gürültülü kapının ardından halsiz dizlerim üzerinde doğruldum. Yatağa ilerledim ürkerek. Çarşafın üzerindeki temizlik kalbimin omuzlarına tonlarca ağırlık yüklüyordu. Kafam darmaduman neye üzülmem gerektiğini bile bilmiyordum. Soner de gitmişti.
Bedenimi tutan dizlerim üzerine düşüp kasıklarımı tutarak sessizce ağlamaya başladım. İçimdeki acıları gözyaşlarımla kusuyordum.
SONER'DEN:
Kalırsam, dilimden bir kaza çıkmasından korkup kapıyı çarparak çıkmıştım. Dışarı adımımı atar atmaz sabaha yakın gecenin serinliği yüzümü yalayıp geçti.
Aklım almıyor, çenemi ovuşturup duruyordum. Bakire olmaması mümkün değildi.
Ensemde gezinen elim boynuma dolanıp nefesimi kesen görünmez ipi çözmek ister gibiydi. Avluda bir o yana bir bu yana volta atıyorum dahası soluk alış verişlerim bana yetmiyordu. Rüzgârıyla başımı döndüren kadın şimdi içimi üşütüyordu. O sıcak bedenine benden başka bir elin dokunuşunu bedenim de, aklımda kaldıramazdı! Ya o dudaklarına... Yukarı çıkıp hesabını sormak istiyordum. Çekip kolundan, yeri bile titretecek kadar sarsmak istiyordum. Hayır, zarar veremezdim. Seviyorsam güvenmem gerekirdi.
Boğazımdan yukarı tırmanan haykırışı yeni yeni aydınlanan gökyüzüne bıraktım. Dişlerimi kenetlemekten çenem sızlıyordu. Hayır, aklım buna inanamayacaktı! Hem, tıp bu durumun tanımını da yapıyordu. Bir kez daha denemeliydim. Ellerimi ovduğum alnımdan çekip konak kapısına yöneldim.
''Soner ağam!'' Dudaklarımı ısırırken kâhyaya döndüm. Bu adama kaç kez demiştim ''Ağa'' deme diye. ''Şey... Soner Bey'im.''
Bir elim cebimde tek kaşım kalkarken ''Ne oldu?'' bakışı atıyordum. Kâhya başı önünde ellerini ovuşturuyordu mahcubiyetle. Ağzında bir şeyler geveliyordu.
''Bey'im Nesrin Ana kızıl çarşafı istiyor.'' Eğik başını yanlara çeviriyordu. ''Testiyi de kırmadın.'' Sert bir adım atışımla kâhya geriye sendeledi. Testi kırma, çarşaf kızardıktan sonra damadın yerine getirdiği adetlerden biriydi. İma ettiği erkekliğime bir hakaretti tabi. Kendimi kaybetmemin eşiğinde yumruğumu sıkıyordum. Korkudan titreyen kâhyaya var gücümle bağırdım.
''Söyle onlara kâhya, karışmasınlar işime!''
Hızlı adımlarla konağa girip üst kata yöneldim. Odamıza geldiğimde eğitilmiş gibi duraksamıştı ayaklarım. Açtığım aralıktan içeri girip kapıyı kapadım. Odama sinen kokusu sakinleştiriyordu.
Yatağın kabarık olmayan tarafına sessizce iliştim. Sırtı dönük ellerini yanağının altına yaslamıştı. Seğiren omzu, titreyen kirpikleri onu ele veriyordu. Uyumuyordu. Günahkâr ellerimle ıslak saçlarını okşadım. Banyodan yeni çıkmış olsa gerek kokusu tazelenmişti.
Onu hayatıma zorla soktuğumda beri ne de çok değişiyordu ruh halim. Kırdığımı da biliyorum lakin ilaçlar olmadan sinirlerimi kontrolüm zor oluyordu. Ama direnecektim. Betül idi benim tek ilacım!
Şimdi belki bir kez daha deneyebilirdik. Boynuna düşen saçlarını ellerimle çekip minik bir öpücük bıraktığımda teni ürpertiyle irkildi. Öpücüklerim arsızlaşırken ellerim belini çoktan sarılmıştı. Vücudunu bedenime yaslamaya çalıştıkça kendi içinde gömülüyordu.
''Yalvarırım Soner...'' Başını yastığa gömmüş avuç içleri ile çarşafı sıkıyordu. Minik ellerinde ki kemikler belirginleşmişti. ''Bu kadarını kaldıramam.''
Hayalimin kırıklıkları hevesimin canını almıştı. Dudaklarımı ve ellerimi ait olduğu saltanattan çektim. Büktüğüm dizimin üzerine kolumu uzatıp sırtımı yatak başlığına yasladım. Bu nasıl bir çıkmazdı? Sabrım yoktu benim. Hele ki sinirlendiğimde ani kararlar verip sevdiklerimin hükümlerini kesiyordum. Sağımda, yatağın içinde küçülüp cenin olmuş kadına baktım. Uzanıp başına bir öpücük bıraktım. Yerimden doğrulup gardırobun önüne dikildim. Üst tarafa yerleştirilmiş silahı avuçlarım arasına aldım. Kaşlarım çatılı, silaha bakıyordum. Namlunun ucundan çıkan kurşun şerefimi kurtaracaktı. Güzel karım öfkemi ve ezilmişliği hak etmiyordu. Hızlı adımlarla geniş pencereye yürüyüp araladım. Silahın kızağını kaydırıp nişan aldım. Damın üzerindeki testi iki el ateşimle paramparça olmuştu. Dumanı çıkan silahın ucuna baktığım sırada hıçkırıkları kulaklarıma doluştu. Titreyen bedeni iç çekişlerle aşikârdı. Korkmuştu! İçim cız etti o anda. Bir türlü onu mutlu edemiyordum.
Yana düşen elimdeki silahtan gözlerini ayırmıyordu. Ağzımın içine dolan tesellileri yutkunup silahı aldığım yere bıraktım.
Yatağın boş kenarına usulca oturup göğsüne bastırdığı çarşafı çektim buz kesmiş ellerimle. Titreyişi suratıma küfürler vuruyordu. Aşkım onu üşütüyordu! Kırılgan bedenine sarılıp yatağa yatırdım. Korkudan çenesi kasılmış dişleri birbirine çarpıyordu. Titreyen başı bir türlü sabit durmuyordu. Üzerini örtüp kulağına fısıldadım. ''Uyu karıcım. Söz dokunmayacağım. Söz unutulacak her şey.'' Yatağın diğer ucuna çekilip sığıntı gibi kıvrıldım. Dokundukça, ateşim yakıyordu sevdiğim kadınımı.
Betül, Manisa'nın görkemli ağaçlarından salınan nadide bir çiçekti. Bense, Antep'ten gelen çöl rüzgârıydım. Onu alıp savurdukça savuruyordum. Büyük yazıktı.