Yeni Üyelik
31.
Bölüm

BÖLÜM 29

@bukalemun7

 

A.T.R Bölüm 29)

''Her acı, zamanın göğsüne yaslanıp avunur ve sonra unutulurdu.'' -Sultan B.

Rüzgâr perdeme işveli dokunuşlar sunuyordu. Pencere pervazına sokuldum iyice. Görüş alanıma ikindi sıcağının altında bağrış çağrış kahkahalarla oyunlar oynayan çocuklar ilişti. Kırmızı kazaklı çocuk, ona göre kısa olan arkadaşından topu çelimlemeye çalışıyordu. Köşede ki bir grup çocukta uzuneşek oynuyorlardı. İki grup arada bir birbirlerine sesleniyorlardı.

''Yasin! Gelin uzuneşek oynayalım le.'' Kırmızı kazaklı çocuk kaşlarını çatıp kendisine seslenen arkadaşına baktı. Hoşuna gitmemişe benziyordu. Yeniden topa yönelip çelimlemeye çalıştığı sırada yere düşüverdi. Yerimden doğrulmuştum. İrkilen ellerim dokunamayacağını bilerek çocuğa uzanmıştı. Hayattan alacağı en hafif yarayı az evvel bedenine işlemişti kırmızı kazaklı çocuk. Sıyrılan dirseğine bakıyordu. İçim sızlamıştı.

''Hanımım.'' Ardımdan gelen sese dönmeye tenezzül bile etmedim. Kibrimden değil, söyleyeceklerini az çok tahmin edebiliyordum.

''Görüyor musun?'' dedim çelimsiz sesimle, çocukları işaret ederek. ''Düşe kalka oynuyor oyununu. Aldığı yarasını kendisi üfleyip iyileştiriyor. Küçük bir çocukken hayat sana öğretiyor yaşamanın yara bere içinde kalmak olduğunu. Ve anlarsan, sızını sadece kendi nefesin dindirir.'' Buruk bir tebessüm yayılmıştı yüzüme. ''Bu nedenle kendim üflemeye çalışıyorum yaralarıma ama nefesim yetmiyor Pervin abla.''

''Hanımım.'' Görmüyordum ama biliyordum ki şu anda başparmağını avuçları arasında ovalıyordu. ''Günlerdir sessizlik içindesin. Korkarım, sağlığına bir şey olacak.''

Çenemi avucum arasına alıp dirseklerimi pencere pervazına yasladım. Omuzlarımı silktim. ''İnan, önemi yok sağlığımın.'' İçimde tutulu nefesi verdim kırmızı kazaklı çocuğa bakarken. ''Kimsem de kalmadı. Kimin umurundayım ki?''

''Benim!''

Gözlerimi daldığı yerden çekip sert sesin sahibine çevirdim. Pervin abla el pençe divan durmuş, yana çekilmişti. Acıma her defasında tuzunu basan adam kapı eşiğinde gözlerini üzerime dikmişti. Baş işareti ile birlikte Pervin abla odadan çıkıp kapıyı örttü. Düşüncelerimi yeniden çocuklara yöneltip sesleri ile aklımı meşgul etmeye çalışıyordum. Olmuyordu. Pencere önünden çekileceğim sırada parmakları belime dolanıp sırtını göğsüme yasladı. Ellerimi göbeğimin üzerinde birleştirip avuçları içine hapsetmişti. Sıcacık ısısı vücuduma yayılıyor, kulağımda gezinen nefesi içimi gıdıklıyordu. Avuçlarını göbeğime yapıştırıp haylazca gezdirdi.

''Burada...'' Dokunuşu midemin içerisinde tuhaf şeylerin olmasına sebep oluyordu. ''İkimize ait bir şey olmalı.'' Kirpiklerimi kırpıştırdım. ''Bizi birbirimize kenetleyecek bir bebek.'' Kalbim ağzımda atıyordu. Ellerimi avuçlarından çektim. Onunsa parmakları göbeğimi rahat bırakmıyordu. ''Annesi sen, babası ben. Cıvıltısı ile yuvamızın içini dolduracak bir bebek.'' Boğazımda taşlaşan o şeyi yutkundum. Ellerini hızla göbeğimin üzerinden iteleyip kolları arsından kurtulduğumda, içimde tutulu nefesimi dışarı saldım. Göğsüm inip kalkıyordu. Başımı iki yana sallarken dudaklarımı ısırdım. ''Betül.'' Sesinde usanmışlık olsa da hiçbir zaman pes etmeyecekti. Kollarımı göğsümde bağladım.

''Çok erken.''

Odanın içindeki ayak sesleri kulağımda uğuldadı.

''Minik elleri olan, boğumlu parmakları... O gülünce çiçekler açacak evimizde, mutlu olacağız. Güzel değil mi hayatım?'' İçimde ya da dışımda ona ait olan bir şey istemiyordum. Son birkaç aydır yaşadıklarım zaten tam bir sarsıntıydı. Hâlâ aklımın yerinde olmasına şaşıyordum. Bir de bebek olursa hâlâ var olan umudum da yok olacaktı. Alayla güldüm. Birkaç gün önce dayım boynuma geçirdiği halkaların ucunu Soner'e uzatmıştı. Kurtulmaktan yana hâlâ umutlu olmam takdir edilir cinstendi.

''Zorlama istemiyorum.''

Kemikli parmakları yeniden omuzlarımdaydı. ''Hazır hissetmiyor olab-''

''Hayır!'' dedim omuzlarımı silkip yüzümü ona dönerken. ''İçimde sana ait bir şey istemiyorum Soner.'' Gözbebekleri büyüyüp birden küçülürken kaşları da çatılmıştı. Bir elini beline yerleştirdi. Sinirlendiğinde hep böyle yapıyordu. Diğer eli ile yüzünü sıvazlayıp alnında duraksadı. Dişleri arasında tuttuğu dudaklarını tek çizgi yapmıştı. İrileşmiş gözlerimle öyle dikkatli bakıyordum ki, kirpiklerim kaşlarıma dokunarak kararlılığımın imzasını atıyordu.

''Dinle.'' Birkaç saniye kapalı tuttuğu gözlerini yeşil irislerime kenetledi. Aşkına meydan okurcasına tek kaşımı kaldırdım. ''Şimdi üzgünsün, sağlıklı düşünemiyorsun. Bu bebek ikimize de iyi gele-''

''Yeter!'' dedim işaret parmağım havalanırken. ''Ne şimdi, ne de sonra.'' Gözlerimi, patlayacak volkan gibi kızaran kahvelerinden ayırmadan cümlelerimin altını çiziyordum. ''O dediğin hiçbir zaman olmayacak Soner.''

Kaşları havalanıp birkaç saniye öylece kalakalmıştı. Üzerine abanan his karmaşasını atlattığında başını iki yana çevirdi. Baştan aşağı üzerimi süzüp alaycı bir gülüş takındı suratına. ''Demek öyle.'' Parmakları kemiklerimi kırmak istercesine bileğime sarıldı. Bir vahşi gibi ardından sürüklerken bedenimi önüne savurup göğsüne çarptım.

''Ne yaptığını sanıyorsun?'' Alaycı gülümsemesi genişledi.

''Odamıza gidelim de çocuk yapacağım.'' Gözlerini kıstı. Bileğimden çekiştirirken yeniden direnip göğsümü siperlendim.

''Sen busun işte'' Duraksamıştı. ''Sana ait olmayana, seni istemeyene cüret edecek kadar küstahsın.'' Gözlerini kapatıp açtıktan sonra pembemsi dudaklarını yaladı. Bakışları yeşillerimi delip geçmek istercesine keskindi. İki kolumdan kavrayıp bedenimi göğsüne çarptı.

''Sözlerine dikkat et, Rihem!'' Aramızda milimler vardı. Korkudan titresem de geri adım atmayacaktım. Sabrına oynayacaktım ki bıksın ve bıraksın istiyordum.

''Rihem.'' Sözcükler, ağzımın içindeki salgıya takılıp düşüyorlardı. Toparlanmak için sinir bozucu bir kahkaha attım. ''Beni benden iyi bilen sen, sana tahammül edemeyeceğimi de düşünmeliydi.'' Kollarımı bıraktığında sendelemiştim. Soner ellerini saçlarına götürüp çekiştiriyordu.

''Hiç mi sevmiyorsun beni?'' Kalbimi yokladım buruk bakışları karşısında. Bu sorunun tam cevabını hiçbir zaman veremezdim.

''Hayır.'' Çatılı kaşları bu defa kederle kıvrıldı. Dudak kenarlarında çektiği acının çizgileri vardı. ''Dolu kalbimde sana yer yok.'' Söylediğim yalan o kadar saçmaydı ki... Eğdiği gözleri irileşerek beni buldu. Dişlerini sıkıyordu ve yüzü kıpkırmızı geçmişti. Üzerime doğru gelmeye başladı. Yutkunmalarım ağzımın içindeki sıvıyı tüketmiyordu. O eli havaya kalkarsa yaşayamazdım. Bu defa çizgiyi haddimden fazla aşmıştım, biliyordum.

''Soner Bey'im.'' Pervin ablanın sesi az sonra çağıracağım imdadıma çoktan yetişmişti. Kısıldığım kapandan kurtulmak için kapı eşiğindeki Pervin ablaya bakındım. Bir anda gelen gürültü ile Soner'e döndüm. Sert yumruğu sehpanın sol yanını çatırdatmıştı.

''Onu götür buradan.'' diye kükredi. Benden mi bahsediyordu? Gözleri boşlukta soluk soluğa kalmıştı. Elini yasladığı sehpadan çekerken yüzünü ekşitse de hızla eski halini almıştı.

''Tamam, Beyim ama bu... '' derken elindeki büyük siyah kutuyu işaret ediyordu. ''Betül Hanım'a gelmiş. Düğün hediyesi demiş getiren hanım.''

Soner, inip kalkan göğsündeki havayı boşaltıp avuç içini gözlerine bastırdı. Elini uzatırken işaret ediyordu. ''Getir onu bana.'' Kimdendi acaba? Pervin abla hızlı adımlarla yaklaşıp kutuyu yere bıraktı. ''Çıkarken kapıyı kapat! Bir daha da ben gir demeden girme.'' Öfkesi yatışmıyordu. Pervin abla ile birlikte eşiğe yöneldiğim sırada yeniden kükredi. ''Sen kal, Rihem!'' İkiletmedim. Pervin ablaya yakarışlarla baksam da boşunaydı.

Soner bir dizini kırıp yerde ki kutuya eğildi. Ürkerek yanına yaklaştım. Her an bağırıp çağırmasından korkuyordum. Belki de bu denli kışkırtmamalıydım. ''Bizi mutlu sanıp hediyeler gönderiyorlar.'' dedi alaycı tavırlarla. Korkudan nefes alıp veremiyordum ki cevap vereyim. Kucakladığı siyah kutuyu salon masasının üzerine yerleştirdi. Kurdeleyi çözüp kapağını açacağı sırada ardına döndü. ''Yanıma gel!'' Titreyen bacaklarım emrine amadeydi. Bakışlarımı kaçırdım. ''Sen aç istersen.'' Yüzünü buruşturup kutunun kenarlarını süzdü. ''Siyah hediye kutusu mu olur?'' Söyleniyordu. Söylensindi, az evvelki öfkeli halinden daha iyiydi.

Kapağı usulca açtığım anda balondan kelebekler odaya süzülmeye başlamıştı. İlginç olan hepsinin beyaz ama kanatlarında kana benzer kırmızı, şekilsiz boyamalar olduğuydu. Ağzım şaşkınlıkla aralanmıştı. Bu bana, hatırımdan silmeye çalıştığım birini anımsatıyordu. Soner, balonlara anlamsız bakışlar atıp çatık kaşlarıyla kutunun geri kalanına yönelmişti. Kalbime kapkara bulutların kasveti çöreklenmişti bir anda. Gözlerimi balonlardan alıp kutuya çevirdiğim sırada Soner'in elindeki çarşafa bakakaldım. Benim çarşafımdı bu, hani evde Necla Hanım'ın sermiş olduğu. Gözlerimiz birleştiğinde kafamı iki yana sallıyordum. Çarşaftaki kırmızılık aklıma kötü şeyleri getiriyordu. Kızarmış çarşaf, Soner'in avuçları arasından süzülüp düşmüştü. Ürken adımlarla yaklaşıp kutunun içine baktım. Parmaklarım kutu içindeki nota dokunamadan Soner ışık hızı ile kavrayıvermişti. Avuçlarında ki not buruşmuştu. Kalbimi kaplayan korkunç his bacaklarımı titretiyordu. Bütün bunlarda neyin nesiydi?

''Sone-''

''Kes sesini!'' Tükürükler saçan dudaklarına şaşkınlıkla baktım. Gözlerim dolmuştu. Öfkeyle doğrulttuğu parmağını çekip not yazılı kâğıda odaklandı. Alel acele notu okuduğunda yüzü sapsarı kesilmişti. Neler oluyordu ALLAH aşkına? Notun arkasını çevirdi. Küfür duymadığım dudaklarına, ayıplar şimdi mesken kurmuştu. Kulaklarımı kapadığım sırada dolu gözlerle bana baktı. Yutkunamıyor bir ileri bir geri gidiyordu. Karşımdaki Soner değil, kalbi ezilmiş bir çocuktu sanki. Sol gözünden akan yaşı belli etmemeye çalışarak sildi. Bir çift kahve, erkekler ağlamaz yalanını çürütüyordu.

''Olmaz!'' Yumruğu salon masasına indiği anda not savruldu. Vahşete dönen öfkesinden bedeni çalkalanıyordu. Duvarda asılı fotoğrafları bir bir odanın ortasına atıp kırıyor, konak korkudan titriyordu. Oysa depremlerin en büyüğünü içinde yaşıyordu koskoca adam. Boğazından göğsüne doğru çektiği tırnakları ile kendini yaralıyordu. Dokunmaya korkuyordum, durduramazdım onu. Dudaklarımdan hıçkırıklar kaçıyordu. Ağlıyordum bu anlamsız davaya. Soner odada ne varsa yerle bir etmişti. ''Dokunmasınlar!'' Boğazından yükselen çığlıkla birlikte gömleğini yırtmıştı. ''Yalan bu!'' Zangır zangır olmuş bedenimle yerdeki nota uzandım. Soner tam kapıdan adımını atacaktı ki karşısına geçtim.

''Ne oldu bize?'' Yıkılmaya ramak kalmış bedeni çökmüştü. Omuzlarımdan ittirip dışarı fırladı. Semaya yükselen çığlıklarım şaşkınlığımı kırbaçlıyordu. ''Nereye?'' Böylesine tanık olmamıştım. Onu böylesine çığırından çıkaran gerçek, benim kefenim mi olacaktı?

Ardından koşuyordum. Konaktakiler sesle birlikte toplaşmışlardı. Soner, Mirzan'ın yakasına yapışıp yumruklar indiriyordu köşeli suratına. Karnına inen tekmeler konağı iniltisi ile çınlatıyordu. Gözü dönmüştü Soner'in. Adamın bedenini bir çöp misali yana fırlatıp, tehditlerini savurdu.

''Evden dışarı adım atarsa, ölürsün!''

Salya sümük ağlıyordum. Ardından koştum. Omzuna dokunup kendime çevireceğim sırada bedeni hareketlenip eli havaya kalktı. Suratıma inmesini beklediğim tokat boşlukta yumruk olurken, gözlerimden yaşlar boşalıyordu. Vursundu, ama suçum ne?

''Odana çık!''

Başımı iki yana salladım. ''Gitme.'' Omuzlarımdan yakalayıp gözlerini gözlerime dikti. O kahvelerden aşk silinip yerini öfkeyle doldurmuştu sanki.

''Ne o! Mutluluğunuzu bozacağımdan mı korktunuz?'' Söylediklerini algılayamıyordum. Anlamıyordum da üstelik. Elimin tersi ile yanağımdaki ıslaklıkları silerken omuzlarımdan iteleyip hışımla ardına döndü. Gerisin geri sendeleyen ayaklarım beni yere sürüklemişti. Düştüğüm yerde sıyrılan elimin acısı ile inlerken, omzunun üzerinden baktığı gözleri ile irislerim birleşti. Bu defa acıması yoktu, çekip gitti. Koca konak buz kesmişti.

Kollarıma yapışan eller düştüğüm yerden kaldırmaya çalışırken direniyordum. Gözlerim konak kapısında, hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Ben onu sevmiyorum derken yalan söylemiştim. Kalbim dolu derken onun varlığını kastetmiştim.

Her ne olduysa geri dönmeliydi.

''Benim sana ihtiyacım var Soner.''

Ellerim tuğladan zemini dövdü. Kendimden emindim oysa.

Loading...
0%