Yeni Üyelik
35.
Bölüm

BÖLÜM 33

@bukalemun7

A.T.R Bölüm 33)

''Dudaklarında idam sehpası kurulu. Beni ha astın, ha asacaksın.'' -Sultan B.

SONER'DEN:

İncecik sızan gün ışığı kalbime düşen karaltıyı aydınlatmıyordu. Bileğimi sıkan urganları çekiştirirken sol elmacığıma sağlam bir yumruk daha yedim. Yana savrulan başımı güçlükle kaldırıp geriye attım. Güya ayıltacaklardı. Baygın bakışlarım bilmem kaçıncı kez havalanan yumruktayken loş deponun kapısı açıldı. İçeri giren adam ışık hızıyla yüzüme inecek olan yumruğu durdurmuştu.

''Sana uyandır dedim lan! Öldür demedim.'' Tartışmalarını algılayamayacak kadar yorgun hissediyordum. ''Tuna geldiğinde adamı baygın görürse belamızı ibikler.''

Bedenen ve ruhen öyle çok çökmüştüm ki en son ne olmuştu hatırımda yoktu.

Birisi göz bebeklerimin önündeki ışığa aç kapat yapıyordu. Karanlık ve aydınlık göz kapaklarımın önünde cirit atıyordu. Ağzımın içine yayılan paslı tat tek bir yerde toplandığında tükürdüm. Her taraf bulanıklaşıyordu. Karşımda tartışan iki adam siluetleri bir görünüp bir kayboldu. Başım üzerinde ağırlıklar vardı. Daha fazla taşıyamayacaktım. Sersemlikle çevirdiğim başım yana eğildi.

***
Bir rüya dehlizinin içine düştüm o sırada.

Mavi içine alıyordu. Boğazıma doluyordu hayat veren suları. Her yer buz gibiydi, üşüyordum. Bedenim titremelerin esiri altındaydı. Neredeyse iç içine geçecek dişlerim de güç vermiyordu. Birden ılıdı içine düştüğüm deniz. Mavi, usulca sularını çekerken yeşiller kaplıyor her yanı. Şimdi, baktığım her yerde o vardı. ''Betül'' diyorum. Adını söylediğim anda dudaklarımdan aşağı çiçekler dökülüyor. Mis gibi kokusu burnumdaydı. Onu arayan gözlerim etrafa bakıyor. Her yerde rengârenk kelebekler, çiçekler vardı. İlerliyorum. Kahverengi gül üzerinde yeşil bir kelebek görüyorum. İkisi de güzel. Uzatıyorum kemikli parmaklarımı ama dokunmaya kıyamıyorum. Güle dokunsam kelebek uçup gidecek; kelebeğe dokunsam gül incinecek. Durduramıyorum kendimi küçük bir dokunuş vaat ediyorum. Nazikçe, kırmadan, dökmeden... Ama gül kıskançlıkla kelebeği usulca içine alıyor. Parmaklarımı şaşkınlıkla geri çekiyorum. Yeşil kelebek, güle gömüldükçe hava soğuyor, kararıyor. Uzanıyorum kelebeği kurtarmak pahasına. Gül koyulaşıyor iyice, belli ki kızdı. Yine de elimi uzatmaktan çekinmiyorum. Tam dokunacağım sırada kararmış gül çatlıyor. Yaprakları cam olup yüzüme fırlıyor, canım yanıyor. Her yanım kan içinde ''Betül.'' diyorum. ''Seni korumak için kalbime aldım ama aşk ikimizi de yaraladı.''

O sırada ışıklar dokunuyor göz kapaklarıma. Sesler geliyor karmakarışık, algılayamıyorum.

''Doktor çağırın! İğne serum, ne bileyim bir şey yapsın lan!'' diyor birisi. Sahi ne diyordu? ''Tuna gelmeden ayıltın şu adamı, çabuk lan!''

Kâbuslar sarmıştı rüyalarımı. Oysa iç huzurumda dinlenmem gerekti.

***

Karanlıktan aydınlığa gelgitler yaşıyordum.
Açıp kapatıyorum gözümü yine ''O'' yoktu.
Bulunduğum yeri süzüyordum. Kolum sızlarken iç çektim. Keskin bir acı vardı omuzlarımda. Başımı silkeliyorum setçe. Önceki gecelere nazaran üzerimdeki ağırlığın hafiflediğini hissediyordum. Ben vücuduma gelen dinçliğe hayret ederken ışıktan yoksun odaya birileri girdi. Karşıma geçip dikilirken yaveri de kapıda beklemeye başlamıştı.

''Amma uyudun!'' Daldığım köşe başından kafamı kaldırdım. İki gündür görmediğim esmer yüze tükürürcesine baktım.

''Öldürmeye mi geldin?'' Bu adi herifi ne zaman ansa dilim, küfürler dudaklarımı aşındırıyordu.

Ellerini cebine yerleştirip sırıtırken küçümser bakışlarını üzerime dikti. ''Yazık.'' Kaşlarını kaldırıp dudaklarını aşağı sarkıtırken eğildi. ''Ölü bir adam, öldürülemez.'' Karşı karşıyaydık. İki kızgın boğa kapışmak için burunlarından soluyorlardı. İçimde tutulu kötülükleri suratına tükürdüm. Kapayıp açtığı gözleri öfkeden kuduruyordu şimdi. Vahşi bir hayvan gibi üzerime saldırmasını beklerken sandalye çekip tam karşıma oturdu.

''Dışarı çık.'' dedi adının Ayhan olduğunu öğrendiğim adama. Kapı sesi Tuna'nın çektiği sandalyenin gıcırtısına karışmıştı. ''Tabi.'' Çenemi sıkıyordum. ''Yüzüme tükürmen Betül'ün hayatına tükürmene benzemez. Ben silerim geçer, peki ya Betül?''

''Karımın adını ağzına alma adi herif!'' Yerimde debeleniyordum. Elime geçtiğinde bu adamı mahvedecektim.

''Sen aldın da ne oldu?'' Sinirlerimi dürtüklüyordu kahkahası. ''Kızın hayatının içine ettiniz. Şimdi yüzleşeceğiz.''

Düğün günü, Betül ile konuşmaya çalıştığında bu adamı çoktan yok etmeliydim. Dişlerimi sıktım. Aklım başıma geç geliyordu. ''Gebereceksin!'' Yerimde tepindim. Kollarımda düğüm olmuş ipler bir türlü çözülmüyordu.

''Yavaş gel.'' Tısladı. İnip kalkan göğüslerimiz kapışmak için can atıyordu. Dudaklarımı ısırdım, soramıyordum. Koskoca adamım, iki cümle laftan korkuyordum. Ortaya çöreklenen sessizliği bozup attım.

''Doğru muydu?'' Dedim pütürlü sesimle. Kalbim büyük ağırlıklar sırtlanmış, eziliyordu. Kaybetmekten, vazgeçmekten ilk kez bu kadar çok korkuyordum. Onu son gördüğüm gün bir bebeğimiz olsun istemiştim. Onunla kurduğum nasılda güzel hayallerim vardı oysa. Üst dudağımı dişlerim arasına alıp ısırdım. Betül, bir sevdiği olduğunu dile getirmişti. Yoksa Tuna mıydı o kişi? Şu koca gövdem bir yere çöküp çocuklar gibi ağlamak istiyordu. Cevabı, cezam olacak sorumu yineledim. ''Doğru mu lan! Dokundu mu ona?''

Keyifle omuzlarını dikleştirdi. ''Anlatsana, nasıl bir duygu?'' İki yana açtığı dizleri üzerine avuçlarını yaslamıştı. ''Kanatların delik deşik ama ondaki ilkler sana ait olsun diye hâlâ çırpınıyorsun. Ha, nasıl bir duygu yenilgi?''

Kaşlarım çatılmış, dişlerim dudaklarımı kanatmıştı. Sözleri iyice kışkırtıyordu beni. ''Yalan, söylediklerin doğru değil!''

Kirli sakalını ovaladı. ''Söylediklerimin doğru olduğunu en az benim kadar iyi biliyorsun.'' Kaşları havalanmış, onaylamamı bekliyordu. ''Ne derler sizin oralarda?'' Düşünürmüş gibi yaparken yüzü alaylı bir ifade almıştı. ''Çarşaf kızarmadı.''

Gözlerim irileşti bir anda. Yutkundum.

''Nereden biliyorsun?'' Betül ile aramızda olan bu ufak sırrı nasıl biliyordu? Zarf atıyor olmalıydı ki inkâr edecektim. ''Yalan, hem öyle hemen olmayabili-''

''İnkâr etme.'' Şuh bir kahkaha daha attı. ''Sağlam kaynaklarım var.'' Doğrulup yana savurduğu sandalyeden kulak tırmalayıcı sesler çıkmıştı. ''Her şeyin sorumlusu sensin.'' Nefes nefeseydim. Yüzleşmekten kaçtığım gerçekleri önüme sunuyordu. Yüzümü buruşturdum.

''Değilim'' dedim kendim bile inanmayarak. Oysa bu hikâyede en günahkâr belki de bendim. İnkâr, vicdanın sesini kısmaktı ve ben inkârlar bürünmüştüm. ''Değilim!'' Alnımdan yol alan ter damlacıkları gömleğime düştü.

Sesi sinir bozucu derece de sakindi. ''Sensin.'' Etrafımda dönüyordu. Bu adamı bizden uzak tutmamakla, önlemimi baştan almamakla hata yapmıştım.

''Bütün bunları nereden biliyorsun? Ne istiyorsun? Ulan senin bizimle derdin ne?'' Öfkemden kan ter içinde kalmıştım. Elim kolum bağlı iken kükreyişlerim de nafileydi.

''Betül.'' dedi kısık sesle. İçime hapis olan nefesi bitkinlikle dışarı üfledim. ''Betül'ü istiyorum. Ondan ayrılacaksın.'' Büyümüş gözlerim nefretle fokurdadı. Bileğimi sıkan urganı çekiştirdim. Ondan ayrılmam ölmem demekti. Onsuz yaşayamazdım!

''Benden ne istediğinin farkında mısın adi herif? Ölümün ellerimden olur!''

Sırıtıyordu. Sol çenesine sert yumruklarım yakışacaktı.

''Anlatırım.'' Sakinliğini korurken gözlerimi kıstım.

''Neyi anlatacaksın lan, neyi?''

''Betül'ün bu halde oluşunun sebebi sizsiniz! Ellerine bak, Züleyha Hanım'ın üzerini örten toprağın tozları var. Sizsiniz sebebi!'' Yüzüme dalgalar halinde çarpan geçmiş, hırçınlıklarımın ağzını bağlamıştı.

''Ne?'' demekle yetindim. İğneleyici bakışları üzerimdeyken yerdeki sandalyeyi kaldırdı. Ters çevirip, meydan okurcasına oturdu.

''Yalan mı?'' dedi kafasını iki yana sallarken. ''Sen söyle, yalan mı söyleyeceklerim?''

Doğruydu, kahretsin ki doğruydu! Hızlı ve derin nefesler alıp vermeye başlamıştım. Gözlerim yerde geziniyordu. Kaçtığım geçmiş gelip önüme oturmuştu işte. Yüzleştikçe yüzsüzleşiyordum. İnkârım artık fayda etmeyecekti. Titremeye başladım. Hayır! Tuna'nın karşısında, bir aciz gibi, öfke nöbeti geçiremezdim.

''Hatırlatma geçmişi!'' Bir yandan bağırırken diğer yandan kafamı omzuma gömmeye çalışıyordum. Çabalasam da, bacaklarıma bağlı iplerden ayaklarımı kendime çekemiyordum. Betül'ün bütün bunları öğrenmemesi gerekti. Mektuplar yazdım gerçeği anlatan. Ancak ölürsem eline geçecekti. Şimdi veremezdim. Tiksinerek bana bakan yeşil gözlerine dayanamazdım.

''Bedelini ağır ödeyeceksin.'' Göğsümde ince biri sızı vardı.

''Hayır.'' dedim. Dudaklarımı hırslı tükürükler donatmıştı. ''Bunu başlatan amcamdı. Ben, ben daha çocuktum.'' Dilim damağım kurumuştu.

Tam karşımda, ayaktaydı. İşaret parmağını gözüme sokacaktı neredeyse. ''Sen bir korkaksın!'' Çenem seğiriyordu. ''Betül'ün karşısına çıkmak yerine ona zorla sahip oldun. Şimdi de ayrılacaksın.''

Fazla ileri gidiyordu. ''Beni kışkırtma! Onu bırakmam.'' Alnımda ufacık ter damlacıkları geziniyordu.

''Neler bildiğimi, bilmiyorsun.'' Başını alayla yukarı kaldırdı. ''Anlaşılan, örnek vermeden ciddiyetimi anlamayacaksın.'' Bir elini beline yerleştirip diğer eli ile başını kaşırken düşünüyormuş gibi yapıyordu. ''Planın aynen şuydu.'' Ellerini iki yana açtı. ''Betül dayısı ile yaşarken ona zorla sahip olamayacaktın. Ama dayısı giderse işin kolaylaşacaktı. Sen de, yurt dışındaki hastane ile anlaşıp yüksek bir meblağ serdin Okan'ın önüne. Kimse hayır diyemezdi buna. Babasının Betül'e yurt dışı izni vermeyeceğini de biliyordun. Nitekim öyle de oldu. Betül babası evine döndü.'' Kan çanağına dönmüş gözlerim yuvalarından çıkacaktı. ''Vakit kaybetmeden amcanı devreye sokup Betül'ü satın aldın!'' Ağzım açıktı. Omuzlarım çöküp başım yere eğilmişti. Çırpınsam, küfretsem nafileydi bunu biliyordum. Alnımdaki damlacıklar şimdi soğuk deponun zeminini ıslatıyordu. ''Ama geç hesap ettiğin bir şey vardı. Ben ona çoktan sahip olmuştum. Hem kalbine, hem de bedenine.'' Öfkeyle dikleşen çehrem saldırasıya gözlerinin içine baktı. İpleri koparmak istercesine debelendim. Urganların acısı yoktu elimde. Kalbim kavruluyordu, kalbim! Altımdaki sandalye depoyu cırtlak sesi ile inletirken sol yanıma düşmüştüm. İnan, sol kolumun değil de kalbimin acısıyla dudaklarımı ısırmıştım. Sol dizime yerdeki betonun çıkıntıları batıyordu. Umurumda yoktu. Boğazımdaki damarlar çatlayacaktı neredeyse. Galiba ölüyordum.

Onu uzaktan sevmeye devam etseydim bunlar başıma gelmeyecekti. Kadere yön vermeye(haşa) çalışmıştım. Başımı zemine vurdum. ''Bu acı başka Allah’ım.''

Güldü. ''Betül'ün her karışını ezberledim. Toprağının her karışında gezindi ayaklarım.''

''Sus.'' Başımı göğsüme gömmeye çalışırken inledim.

''Onu sevdiğimi fısıldadım kulağına.'' Ayakları başımın yanında duraksamıştı. ''Bilirsin, kadınlar sever böyle yalanları.''

''Sus. Geberteceğim seni!'' Kalbim acıyordu, sızlıyordu, paramparçaydı. Seni dağladılar gönlüm. Oysa sevmiştim. Alnımın terine sol gözümün yaşı karıştı. Erkekler de ağlardı. Bir kadın elbet bir erkeği yıkabilirdi.

''Ondan ayrılmazsan eğer, bütün bunların fazlasını anlatırım.'' Yineliyordu. Kapadım gözlerimi. Gülümseyen yüzü, ışıldayan yeşillerinin hayali karşımdaydı. Elleri elime dokunduğunda hayat bulan ben, onu bir başkasına veremezdim.

''Yine de yapamam.'' Yattığım sol yanımda can çekişiyordum. Bedenim ufalıp kaybolmak istiyordu. ''Yapamam.'' Sol alnımı da, kalbim gibi, yerden yere vurdum.

''Ona git.'' dedi çömelip ipleri çözerken. ''Kulaklarınla duy, seni sevmiyor. Bedeni de, kalbi de sana ait olmayan bir kadını yanında tutacak kadar gurursuz değilsin?''

İpler çözüldüğünde uyuşmuş ellerimi kendime çekip bir solucan gibi kıvrıldım.

Rihem.

Oysa onun sıcacık elleri bir beni ısıtacaktı. Yatağıma sinen kokusu bütün sinirlerimi alıp götürecekti. Sonra... Sonra çocuklarımız olacaktı bizim.

Rihem.

Böyle hayal etmemiştim. Hiçbir şey böyle olsun istememiştim/k/

Ağzından köpükler saçılan bir kaplan gibi hırlayarak yerimden doğruldum. Yumruklarım suratını parçalamanın hırsı ile üzerine atılmıştı. İçimde kaynayan öfkeyi, suratına peşin sıra inen yumruklar soğutmuyordu. Koluma asılan eli iteleyip çıkışa doğru koştum. İri cüsseli adamlar karşımdaydı.

''Bırakın, gitsin.'' dedi yerde kıvranırken.

Koştum.

Ona gidiyordum.

Betül'üme...

Hiçbir şeyin önemi yok kadınım. Tek bir soru soracağım sana. Vereceğin cevap rüzgârımız olup savuracaktı bizi. O rüzgâr ki; belki bir çöl ortasına atar kavruluruz, belki bir deniz kıyısında aşkı kucaklarız.

Dudakların, ruhumun idam sehpası olacak ve tek bir soru soracağım sana kadın.

Loading...
0%