Yeni Üyelik
36.
Bölüm

BÖLÜM 34

@bukalemun7

A.T.R Bölüm 34)

''Bir deli nehrin suları çalkalanıyor gözlerinde, köpürdükçe köpürüyorsun. Oysa o gözyaşlarının boğduğu sadece kendinsin.'' -Sultan B.


SONER'DEN:

Siyah, yeryüzüne örtüsünü serip geriye çekilmişti. Önümde uzanan yol tükendikçe içimde bir yerde, bir şeyler de eksiliyordu. Nefes nefese kalmıştım ki dizime yaslanıp soluklandım. O ana kadar duymadığım ateş böceklerinin sesi kulağımın dibindeydi. Torba torba olmuş gözaltlarımı sildim. Doğru ya! Biz erkeklere hep öfke aşılanmıştı. ''Ağlamak'' gibi masumca bir duygu yakışmazdı. Ekilmemişti de kalbimizin topraklarına.

Dizlerime yaslı ellerimi öylesine gezdirdim yüzümde. Sonra koltuklarımın altına rüzgârı alıp koştum.

Koca konağın kapısında göründüğüm anda bekçi telaşla ellerini birbirine çarptı. ''Beyim!'' Çekik gözlerinde acınası siluetimi görüyordum. Bu aşk tüm gücümü almıştı benden, biliyordum. ''Beyim bu ne hâl?'' Sağ elimi kaldırıp susturdum. Derken konak kapısı açılıp kâhya görüş alanıma girdi. Önce şaşırıp ardından el pençe divan koştu. ''Ağam!'' Sesinde ki tını kendime acımama sebep oluyordu. Ses etmeden yürüdüm. Avlunun ortasına geldiğimde gözlerim 'onu' aradı. Çırpınıp ölecekti sanki kalbim.

''Nerede?'' dedim karşımda iki büklüm olmuş kâhyaya. ''Betül nerede?'' Ellerini ovuşturuyordu. Kaşlarım çatıp yorgun göz bebeklerimi yumdum. Yoksa yokluğumu fırsat bilip gitmiş miydi? Kâhyanın üzerine yürümemle birlikte dili çözülüverdi.

''Üst katta. Odanızda ağam.''

''Haber ver, herkes bu gece izinli kâhya!'' Yeri inleten adımlar atıyordum ki kâhya ardımdan seslendi.

''Ağam!'' Duymaksızın koştum. Ahşap merdivenler altımda gıcırtısı ile isyan ediyordu.

Odamıza geldiğim anda duraksamadan kapıyı yumruklamaya başladım. Ahşap ellerimi acıtsa da hırsımı alamıyordum. ''Rihem!'' Ana kucağı gibi sığındım kapıya. Omuzlarımdan çaresizlikler dökülürken alnımı yasladım. İçimi alevler sarmış; dışımda soğuk rüzgârlar vardı. Sessizliği yarıp gelen hıçkırık seslerine kulak kabarttım. Betül'üm. Yumruklarım yeniden kapıyı döverken bağırdım. ''Aç Betül'üm, aç!'' Günler sonra geliyorum, kapılar kapalı. Can mı dayanırdı buna? ''Yalvarırım aç, konuşalım.'' Kırarcasına tekmeler atıyordum ki kilit sesi ile geriye çekildim. Nihayet aralanıyordu.

Lambanın ışıkları ıslanmış gözlerinde yeşil ışıltıları saçıyor, eli dudaklarını örtüp içini çeke çeke ağlıyordu. Genzim acışarak burun kemerimi sıktım. Süzülen bir damla dudaklarıma dokunduğunda aralanan kapıdan bir hışımla içeri girip örttüm. Bir elim üzerimize kapanan kapıya yaslı, kilidi çevirdim. Bu gece aşk ve sevgiden yana tüm gerçekler, üzerlerinde ne varsa soyunacaklardı.

Derin bir nefes verip kızaran gözlerle, karşımda hıçkıran kadına baktım. Yaslanıp bütün acıları unutmak istediğim göğsü, hiddetle inip kalkıyordu. Dudakları titrerken sol gözü de seğiriyordu. Uzattığı eline baktım. Dokun kadın, dokunda iyileşeyim. Başımın sol yanına uzanan parmaklarını geri çekiverdi. Gözlerini yumuyordu sımsıkı. Birbirine bastırdığı dudaklarından damlacıklar süzülüp, bir inci tanesi gibi dökülüp yerle yeksan oldu.

''Çekme kadın, ellerini çekme kalbimden.''

Omuzlarından yakaladığımda kastığı bedenini çekmeye çalıştı.

''Dokunma.'' dedi çatallaşmış sesi ile. Şaşırmıştım.

''Nasıl yaparım Rihem?'' Örtüsünü sıyırıp saçlarını parmaklarıma doladım. İpek gibi, tel tel... Burnuma götürüp nefesime kattım. Bir ben geçiyor kendimden. ''Kaçma benden Rihem, kaçma!'' Gürleyişimle birlikte yerinden sıçradı. Dirseklerinden çekip göğsüme yasladım. Sarıp sarmalıyordum. ''Kaçma.'' Gözyaşlarım, çenemi yasladığım saçlarına damlayıp parıldayarak tenine karışıyordu.

''Utanıyorum.'' Hıçkırmıştı koynumda. ''Sevme beni n'olur.'' Başına yaslı çenemi iki yana salladım.

''Olmuyor. Yemin ederim çok çabaladım, olmuyor.''

Göğsümde kıvırdığı elleri yıpranmış gömleğimi avuçları arasına alıp çekiştiriyordu. ''Olsun, adam.'' Kalplerimizin çarpıntısı birbirine vuruyordu. ''Burası var ya.'' diyor göğsüme yaslı avucu. ''Sende ben varım. Bende sen yoksun. Sol yanımın tahtının ta-'' Bir an için dursa da zehir zemberek sözcüklerini sıralamaya devam etti. ''Tacı sana ait değil.'' Yutkunuyorum. Tuna'nın söyledikleri paldır küldür düşüyor aklıma. Sarıp sarmalamalara doyamadığım bedenini uzaklaştırdım kendimden. Islak gözleri bırakma der gibi bakıyor sanki. Hayır Soner, diyorum kendime. Sen çok sevdiğinden oluyor bu düşler. Bu yeşillerde gördüğün her şey yalan!

''Ben inanmadım ona.'' dedim ağlamaklı bir çocuk edası ile. Şişmiş gözlerine baktım aşkla. ''Yalan değil mi?'' dedim korkarak, ürkerek, yaşlar akıtarak. Başını yere eğip tırnakları ile oynamaya başladığında bile hâlâ umudum vardı. Tekrarladım. ''Yalan değil mi?'' Konuşmasa da bitmiyor benden ona iltimaslar. Yeni umut sulayıp hemencecik büyütüyorum o anda. ''Yalan de!'' Bağırışım ile irkilip geriye adımlar attığında kirpiğinden yaşlar süzüldü. Dirseğinden çekiyordum ama itekliyordu. ''Kalbimi örselediğin yeter Rihem. Gör bak, ölüyorum!'' Ezildikçe eziliyorum karşısında. Paytak adımlarla ilerleyip yatağın bir ucuna oturdu. Ellerini kucağında birleştirip gözlerini dikti avuçlarına.

''Boşa beni, ayrı-'' Duraksayıp etrafına bakındı. ''Ayrılalım.'' İri bir damla düştü sol gözümden. Koşup dizlerine yaslandım. Daha ne kadar alçalacaktım?

''Sevgilim.'' Göğsümdeki kemiklere bir sızı musallat oldu. Sanki yüzüme yastıklar bastırılmış gibi nefes alamıyordum. ''Ne diyorsun sen? Korkuttu mu yoksa o seni?'' Ellerine uzanıp avuçlarım arasına aldığımda, kondurduğum öpücüklerimi geri iteledi. Biri görecekmiş gibi etrafına bakıyordu. Avuç içlerini ha bire ıslanan kanlanmış gözlerine bastırdı.

''Boşanacağım senden.'' Güçlükle soluklar alıp veriyordum. ''Ne sandın? O pembe aşk filmlerinde ki gibi sana âşık olup, iki de çocuk yapacağımı mı?'' İçim burkulup, düşlerim üzerime yıkılmıştı. Göz bebeklerim kadifemsi bir buruklukla süzüldü. ''Böyle olacağı belliydi Soner, sende üzülme.'' dedi beni umursarmış gibi. Parmakları ile oynarken gözlerini kaçırıyordu. ''Hem.. Hem seni sevmi-'' Öpücüğümle yarım kalıyor kalbimi kanatmaları. Sussun istiyordum. Kulaklarım duyarsa eğer o sözleri, geri adım atmayacaktım. Oysa şimdi kendimi yeniden inandırıyordum gerçek dışı hayallerime. İçime çekiyordum dudaklarını. Çektikçe kayboluyordum kurulu düşlerimde. Dilime tuzlu tatlar bulaşıyordu. Gözyaşlarımız dudaklarımızda karışıyordu.

Omuzlarımdan iten ellerin hiddetiyle gözlerim açılıp uyandım hülyalardan. Diz çöktüğüm ılık zemin içimi üşütmüştü. ''Sakın söyleme.'' Yeniden uzanıyordum öpmelere ki, omuzlarımdan itelemesi ile sırt üzeri düştü yorgun bedenim. İşte o an devleşti kinim, gözümden düştü sevinçlerim. Düşkünleştim. Boğazımı sıkıyordu umutlarım. Pes etmenin 'henüz' eşiğindeydim. Bunca aşağılanmaya karşı yılmayışım aşk değilse, bendeki nedir diye sorgulamadan edemiyordum.

''Anla işte.'' Tok tutmaya çalışıyordu sesini. ''Seni sevmiyorum!'' Ve işitiyor kulaklarım kaçtığı birkaç harflik cümleden. ''Ben her şeyim ile Tuna'ya aitim.'' Gövdemde çalkalandı söylentiler. Beynimden vurulmuşa döndüm o anda. Dünya ters düz oldu ve ben henüz sormadan cevabımı almıştım. İdam sehpasında sallanıyordu kalbim.

BETÜL'DEN:

İyi görünmüyordu. O İyi değildi; iyi olamazdım zaten.

Donup kalmıştı korkmuş çocuk misali. Kızarmış gözlerinden ardı ardına yaşlar akıyordu. Adem elması ha bire oynarken ağzı açılıp kapanıyor, konuşamıyordu bile. Son bir dayanma diledim rabbimden. Ah bu adamı ne de çok sevmişim ben. ''Boşa beni.'' diye bağırdım yıkılmış bedenine. Gözümden akacak yaşları zorla tutuyordum içimde. Kasılmaktan kemiklerim içine geçecek gibiydi, canım acıyordu. Canımın canı acırken duygusuzmuşum gibi davranıyordum. Düştüğü yerden sersem misali kalkmaya çalıştı. Şaşkınlıktan ellerini nereye koyacağını bile bilmeden yalpalıyordu. Ah benim sevdiğim! Kalk da git! Yoksa şimdi göğsüne sokulup sakın bırakma beni diye ağlayacağım.

Bitmiş bir adam vardı karşımda. Gözlerinde parıldayan kahverengi ışıkları sönmüştü. Duvarlara tutunarak ilerledi. Ha düştü, ha düşecek! Dönük sırtına ellerimi uzatsam da dokunamayacaktım. Kapıyı vurup çıkması ile bedenimi yere bıraktım. Yumruklarım yeri döve döve ağlıyordum. Üzerimi gelişi güzel yoklayıp elbiselerimi çekiştirdim. Geçmiyor kendime olan kızgınlığım ve babama kırgınlığım. Beynimde çanlar çalıyordu. Sebebi babam diyordum. Dayımdan koparmasaydı beni bütün bunlar başıma gelmeyecekti. Ellerim kapatıyor ağzımı ''Sus!'' diyorum kendime ''Sus!'' İsyan etmeyecektim. Sabırdı. Az dayan yüreğim geçecek bu dağlanmalar, kavrulmalar. Kendimi yine kendim teskin ediyordum.

Yaşları kuruladıkça yenisi ile ıslanıyordu gözaltlarım. Soner'in son görüntüsü aklımdan çıkmazken nasıl dindirecektim bu yaşları. Onu bu ellerimle itelemiştim. Yüzümü kapadım. Hıçkırıklarıma telefonun sesi eşlik ediyordu. Alnımı sıvazlayıp saçlarımı çekiştirdim. Uzandığım telefonda onun adı vardı.

''Oldu mu?'' dedim yüreğim buruk.

''Şşhh kelebeğim.'' İlk kez sol göğsümde kin denen duyguyu hissediyordum. Yanlış olan bu duyguyu hissetmekten alıkoyamıyordum zihnimi.

''Ondan ayrılamam. Onu seviyorum.'' Yakarışlarıma karşılık acımasız kahkahasını işittim.

''Sakın, beni oyuna getirmeyi düşünme kelebeğim.'' Duygudan yoksundu. ''Ondan boşanacaksın ancak o vakit seni rahat bırakırım.''

''Yalvarırım onu çok seviyorum, yapama-''

''Kes sesini! Sen neleri göze aldığının farkında mısın? Dediklerimi yapmazsan baban ve bütün mahalle aramızdaki ilişkiyi öğrenir. Bununla da kalmam Soner'i perişan ederim! Anladın mı? Hem-'' Gürültüyle açılan kapı, irkilip telefonu elimden bırakmama sebep olmuştu. Araması devam eden telefon kayıp Soner'in ayakuçlarında durdu. Dudaklarımı ısırarak yerimden doğruldum. Karşımda ki adamın bir elinde güvercin, diğerinde keskinlikten gözümü alan bir bıçak vardı. Dişlerini sıkıyordu ki çenesi gerginleşmişti. Eğilip telefonu aldı. Bir kaç saniye dinlemenin ardından telefon duvarla buluşup parçalandığında ellerimi göğsümde birleştirdim. Ani gelişen durum karşısında ne söyleyecek tek bir lafım, ne de verecek herhangi bir tepkim vardı. Her ne duyduysa büyümüş kan çanağı gözleri kurşun misali irislerimdeydi. Parmakları bıçağı sıkarken sol elinde ki güvercin çırpınıyordu. Hatırlamıştım o beyaz özgürlüğü. Pencereme konup gül uzatan güvercindi bu.

''Demek.'' Yanaklarından süzülen yaşlara inat dilini ağzı içinde geveleyerek güldü. ''Sevimsiz diye kayda tuttuğun çok muhterem peze**ndi. Ha?'' Delirircesine bir kahkaha attı. ''İyiymiş!'' Kabadayılar gibi burnunu çekiyordu. Onu ikinci defa böyle görüyordum. Baktıkça korkuyordum halinden. Hiçbir şey bilmiyordu Soner. Onu ne kadar sevdiğimi bilmiyordu.

''Soner ben...'' Dolu ellerini sallayıp susturdu. Dinlemedi.

''Ne dedi biliyor musun?'' Başımı yana eğdiğimde artık gözyaşlarımı tutmuyordum. Lütfen daha fazla canımı acıtma sevdiğim. ''Çok özlemiş seni. En yakın zamanda koynuna davet ediyor!'' Bedenime sardım kollarımı. Ucuz bir insanmışım gibi imalarda bulunuşuna kırılmıyordum, kızmıyordum da. Bilmiyordu sevdiğim ve onunda en az benim kadar canının yandığını düşünüyordum. Başımı iki yana sallarken bakışlarımı kaçırdım. Ne desem düzelmezdi bu yanlış anlaşılma.

Susuyorum/z

Keskin bıçağı havaya kaldırıp güvercini gözlerim hizasına uzattı. ''Hatırlamışsındır.'' Küçülmek istiyordum, küçülüp kaybolmak. ''Hatırlarsın ama hikâyesini bilmezsin!'' diye gürledi. İrislerimi kahverengi gözlerine diktim. İstiyordum ki acımı yeşil tonumdan anlasın. Fark edemedi belli ki, devam etti. ''Sen diye sevdim bu güvercini. Sekiz yıldır benimle! Rihem dedim ona da, senin adın. Hep seni anlattım, ilk ona ağladım sen diye. Her uçuşunu ağzım kulaklarımda izledim. Kirlenmesin diye kimseye dokundurtmadım. İncinir diye kışkışlamadım bile. Tüylerini okşardım, sana dokunurmuş gibi. Bir tek kokusu sana benzemezdi. O gün pencerene uçurduğumda gülü verip, kokunu çalıp getirmişti. Baştan aşağı bir sen yetiştirdim içimde, etrafımda!'' Başımı eğdim. Zamansız sevmişim; zamansız gelen seni diyemedim. ''Sen yeşilimdin, o ise beyazımdı.''

''Beni affet adam.'' Fısıltım duyulmayacak cinstendi.

''Söz verdim kendime. Beyaz Rihem'in bir yanı benim yüzümden kan akıtırsa senden vazgeçecektim.'' Gözlerim dehşet içinde yerden kalktı. ''Bu nedenle iyi baktım ona, hiç yarası olmadı mesela.'' Yüzünü öylesine ekşitiyor, dişlerini sıkıyordu ki damarları tek tek belirmişti. Bir anda gerilen keskin bıçak çırpınan güvercinin boynuna dayanmış, kesmişti. Fışkıran kana ellerimi siper ettiğimde kalbimin sesi çınladı. Nefesimi tutmuştum. Elim ayağım zangır zangır titriyordu. Kurumuş ağzımın içine sıvılar dolmuyordu bir türlü. ''Yaşarsan her gün acı çekecektim. Tarih at, bugün gömüldün yaralı yanıma. Bundan sonra arada bir hatırlayıp su dökerim gözlerimde gömdüğüm toprağına.''

''Soner.'' Yüreğim dağlanırken sızlandım.

''Rihem.'' dedi. Kulaklarım adımı onun dudaklarından son defa duyacak olmanın korkusu içindeydi. ''Dünyanın en güzel kokusuydu senin adın.''

Titreyen parmaklarımda ki kana bakındım. Dönüp içime bakındım. Kahverengi tona bakındım. Baktıkça lime lime oluyordu etlerim. Öldükçe ölüyordum.

 

Loading...
0%