A.T.R Bölüm 35)
''Bir insanı tanımak isterseniz gözlerine bakın. Çünkü gözler yalanı da, mutluluğu da, acıyı da, aşkı da saklayamazlar. Gözlerin hangi renk, acın kaç ton?'' -Sultan B.
BETÜL'DEN:
Gözler duyguların dilidir. Düşün, öyledir. Mavi, yeşil, siyah, kahverengi her neyse. Ağlayacağın vakit ilk tepkiyi gözlerin verir, ıslanarak. Sevindiğinde dudaklarından önce gözlerin kıvrılır. Hislerin rengini gözler taşır. Aynalarda dön de bir bak, irislerinin yükü ağırdır. Bundandır ki her şeyin öncelik hakkını kendilerine tanırlar.
Sabahın ışıkları perdeden sızarken kirpiklerimi kırpıştırdım. Sancıyan karnıma gitti ellerim. İçimde bir ağrı kol geziyordu. Kalbim, Soner'in acısı dışındakileri görmezden geliyordu. Ellerimi rahatsızca karnımdan çekip ıslanan yastığıma koydum. Sırtımız dönük, aynı yatakta iki yabancı gibi en uzağa çekilmişiz. Kan kokusu yayılmış odada iki beden de eğreti duruyordu. İç çekiyorum. Belli belirsiz alıp verdiği nefesleri kulaklarımı yalıyordu. Bu sessizlik fazlasıyla can yakıcıydı. Saatler sonra şehirler ötesine savrulacaktık. Bu yakınlığı bile özleyecektim. Gerçi onu anımsatan her şeye imrenerek, buruk bir yürekle bakacaktım bundan böyle.
Yatağımın ucunda gözlerimi kaçırıyordum ha bire. Rihem'in kopuk başı, köşeye düşmüş gövdesi vardı. Genzim sızlamıştı. Bembeyaz özgürlük kan pıhtıları ile kaplıydı. Süzülüp burnumu kaşındıran birkaç damlayı hemencecik sildim. Gözlerimin önünde film kesitleri gibi geçti kısacık mazi.
Arabasının çarpması ile burkulmuştu bileğim. Koyu kahve harelere ilk kez o gün yakından tanık olmuştum.
İstemeye geldiklerinde ışıldayan gözlerinde görmüştüm AŞK'ı. Müptelası olmuştu sanki kirpiklerimin.
İlk öpücüğünün yeri kaşınıyordu. Yanağımdaki eksikliğini yokluyorum, dudaklarım titriyor.
Hele o... Hele o kemikli ellerini hafif boğumlu parmaklarıma dolayışı... Verdiği o heyecanı özlüyorum.
Üzerime titreyişleri, sol yanımda yer edinebilmek için çırpınışları... Hep, hep çok sevmeleri, hiç vazgeçmeyişleri kıymetleniyor kendimce.
Derin bir nefes veriyordum ki yatağın diğer yanı kıpırdamıştı. Ah, dönsem! Dönsem de sıvazlasam sırtını. Kulağına fısıldasam onu ne kadar çok sevdiğimi. Sarılsam içime kata kata. Göğsümde nefes alsa deli yürekli adam. Gömseydim burnumu yumuşacık, gür saçlarına. Bu ayrılık yalan olsaydı. Küçülüp yatak içinde cenin olduğum sırada, kafamda dönüp duran seslere dışarıdan bir yenisi eklendi.
''Kalk hadi.'' Tınısı kalındı sesinin. ''Seni özgür bırakacağım, Rihem.''
Bundan gayrısı yalan geliyordu, ayrılacaktık. Hiçbir zaman özgür olamayacaktım. Hem onsuz olacaktım, hem de başından iş geçmiş damgası yiyecektim toplumca. Ah baba! Gayrı senin en büyük utancındım. El âlemi kınardın şimdi kızının başına geldi söylediklerin.
İstemesem de yerimden doğruldum. Kurumuş kan pıhtılarından gözlerimi kaçırıyordum adeta. Soner çoktan ayaklanmış kapıya doğru ilerliyordu. Uzun boyunun ardından hüzünle baktım. Keşke gerçeği anlatabilseydim ona. Tuna beni seninle, şerefimle tehdit etti diyebilseydim. Bütün mahalleye bedenime dokunuşlarını anlatmakla korkutuyor diyebilsem. Sana dokunmasın diye yalana sığındım diyebilmeyi ne çok isterdim. Elleri kapı kulpuna yaslı, omzunun üzerinden baktı kaşları çatılı. Kalbim yerinde çırpınıyordu. Bin bir cümle dilimin ucunda kıvrılsa da en basitini söyledim.
''Zor olacak.''
***
Aynadaki aksime baktım. Kızarmış gözler hafiften beyaza bırakıyordu yerini. Şiş gözaltlarıma masaj yapıyordum. Öyle ya! Ağladığım anlaşılmasındı. Trençkotumun kuşaklarını kurdele yapıp üzerime çeki düzen verdim. Aynada, aklımı meşgul etmek için, kendimi seyre öyle dalmıştım ki Pervin ablanın aniden elini çırparak tühlemesi ile yerimden sıçradım.
''Vah vah! Beyim gözünden bile sakındığı bu kuşa bunu nasıl etmiş?'' Hissettiğim suçluluk duygusunu bastırmak için duymazdan geldim. Bavuluma uzanıp son kontrollerimi yaptım her şey yolundaymış gibi. Arada bir gözüm takılıyordu Pervin ablaya. Birden sulu kovadan ellerini çekti ve aceleyle üzerine silip kuruladı. Gözlerimi kaçırdım suçlanarak. ''Hanımım.'' Telaşlıydı. ''Hanımım nazar mı ettiler ağama? Bütün bunlar neyin nesi?'' Nasırlı elleri ile kanı kurumuş halıyı, kırmızıya boyanmış kovayı gösteriyordu. Titreyen dudaklarımı dişlerim arasına aldım. Dudaklarımı değil de aslında içimi kemiriyordum. Pervin ablaya ağlamaklı gözlerle bakıp odanın içinde gezinmeye başladım. Ahşap yatak başlığını okşadı ellerim. Soner'in giysilerine dokunurken diğer yandan kokluyordum. Bunun geri dönüşü olmayacaktı. Yeniden valizimin yanına geldiğimde nefesim boğazımda tutulu, yanıyordu. Pervin abla bir yandan beni seyrederken diğer yandan yemenisinin ucu ile gözlerini kuruladı. Valizimi çekip odadan çıkmak için yönelmiştim ki Pervin abla karşıma dikildi. ''Hanımım, gel etme böyle.'' Boynunu bükmüştü. ''Hem... Ağam göndermez ki seni.'' dedi olanlara inanamayarak. Belli ki epey şaşırmıştı. ''Ağam, ağam nasıl gitmene izin ver-''
''Pervin abla.'' diyerek kestim sözünü. Boğazımdan yukarı tırmanan ağıtları geri iteledim. ''Lütfen.'' Tek bir kelam daha etmesindi kimse. Aylardır yeterince yıpranmıştım. Belki de gitmek en iyisi olacaktı.
Valizimi tutan ellerime sarıldı parmakları. Hayal kırıklığına uğramış gözlerini üzerimden çekmiyordu. ''Sen gidersen ağam perişan olur.'' Mısır tanesi büyüklüğündeki yaşlar dudaklarımı yalayıp geçtiğinde valizimi hızla çekip kapıya ilerledim. Düşünceler bir sis dumanı gibi çevrelemişti etrafımı.
Ardımda bıraktığım insanlara Pervin ablada eklenince birer birer indim basamakları.
Elimin tersiyle yanaklarımı kurulayıp avluya ilerledim. Koca konaktaki tek ses valizimin tekerleklerine aitti. Başım yerde avlunun ortasında onu beklemeye koyuldum. Çok geçmedi. Önce ayakları altında ezilen betonun cırt sesi geldi kulaklarıma. Sonra karşıma dikildi uzun, kalıplı gövdesi. Ellerimle oynamaya başlamıştım. Öksürüklerle boğazını temizledi. Ardına dönmesi ile valizimi tutup onu takip ettim. Bu umursamazlığı beni çok üzmüştü. Gözlerinde ilk kez bana bakarken böyle bir boşluk görmüştüm.
Konak kapısında durdu. ''Özgürsün.'
Senin yanında hürüm. Senin yanında bir ben varım. Yoksan yarımım, diyemedim. Harfler talan ediyordu kalbimin odalarını. Kelimeler dudaklarımdan uçup Soner'e kalmam için yalvarmak istiyordu. Ağzımda kaynayan bütün kelimeleri susturup sadece birine izin verdim:
''Peki.''
Yeşiller kahverengi harelere dokundu. Sanki zaman yavaşlamıştı. Rüzgârda savrulan eşarbım bile ağırlaşmıştı. Uzun uzadıya baktım yüzüne. Çehresinin her bir yanını ezberime aldım. Bu defa acının tonu hiç şüphesiz yeşildi.
Bitti.
Omuzlarım eğilmişti çaresizlikle. Gözlerimi çekmiştim ki konak kapısı gürültü ile açıldı. Mirzanın arkasından hışımla giren yüzü görmemle şok dalgaları yüzüme çarptı. Soner gözlerini aralamıştı bu beklenmedik misafir karşısında.
''Heyt!'' Seksenlik zinciri ceketinin cebinden sarkıyordu. ''Ne oluyor burada!'' Dar gelen ceketini düzeltip içeri adım attı. Ardından pos bıyıklarını sıvazlayarak Mehmet Bey ve düğünde gördüğüm uzun boylu bir adam girdi. Nesrin Hanım ve Ceylan pür dikkat bizi seyrediyorlardı. Dudaklarımı birbirine bastırırken Soner'e baktım. Parmakları sakalını sıvazlarken düşünceli bakışları yerde gezindi. İşlerin iyice karışacak olmasının tedirginliği bindi üzerime. ''Neler oluyor Soner!'' Yanı başımda kalın gür sesi konağı yerinden oynatmış, herkes avluya üşüşmüştü. Soner öfkeli bakışlarını genç adama doğrultmuştu. Üzerindeki şaşkınlığı atan Soner, Boran Bey'in eline sarılıp alnına koydu. Boran Bey sinirle kafasını sallarken saygımı gösterip ellerini öptüm. Bu fasılda geçmişti ki Boran Bey'in öfkesi yeniden alevlendi.
''Sana, ne oluyor burada dedim ulan!'' Köpürüyordu adeta. ''Bu valiz de neyin nesi?''
''Anlattın mı yoksa Emre?'' diye genç adamın üzerine yürümüştü Soner. Boran Bey göğsünden iteledi.
''Ağır ol! Ne zamandan beridir büyüklerine danışmadan kendi başına karar verirsin oğul? Bu hâl neyin nesi gelin?'' Bütün oklar bana çevrildiğinde donup kaldım.
''Gidiyor.'' Dedi Soner etrafta göz gezdirerek. ''Biz ayrılacağız.''
''Höst ulan!'' Bu sefer Mehmet Bey'di konuşan.
Boran Bey konağın kapısını gürültüyle kapatıp hıncını almaya çalışıyordu. ''Kâhya!'' diye bağırdı hemen yanındaki adama. Kıpkırmızı kesilmişti yüzü. ''Çabuk bütün valizleri odaya çıkar! Betül gelinin valizini de.'' Adımın yanındaki sıfatı vurgulamıştı.
Kâhya başı ile onaylayıp valizime uzanacağı sırada Soner'in hezimetine uğradı. ''Hayır!'' dedi kaşlarını çatıp amcasına yönelirken. ''Gidecek bu konaktan!'' Gözlerim doldu hemencecik. Tepeden tırnağa titremelere sarılmıştım. Hiç mi üzülmüyordu bu sözleri sarf ederken?
''Sen ne dersin?'' Mehmet Bey öfkesini yatıştıramamıştı. ''Bu konağa gelinlikle giren kefeniyle çıkar!''
Soner saçlarını çekiştirip işaret parmağını yüzüme doğrulttuğunda irkintiyle geriledim. ''Seni istemiyorum!'' Dişlerini sıkmaktan kıracaktı. Kapadığım gözlerimi açtığımda yanağım çoktan ıslanmıştı. Karnıma sancılar saplanırken iki büklüm oldum. Sanki midemin içindeki sular çekilmişte, iki zar birbirine yapışmıştı. Ceylan ve Pervin abla hemen kollarımdan kavradı. İnleyerek kalkmaya yeltendiğimde herkes endişeli idi, o hariç. Umursamaması kalbime çöreklenmişti. Acı mı çektirmek istiyordu? Ben onun tonunu okuyup anlıyordum hislerini. Oysa o yeşil tonu okuyup ona olan sevgimi seçip çıkartamıyordu.
''Ne oldu kızım?'' dedi Nesrin Hanım. Bir anda saplanan sancı çekilirken sırtımı dikleştirdim. ''Odana çıkalım gel.'' Yerimden dahi kıpırdamadım.
''Ben iyiyim.'' dedim Soner'in gözlerinin içine bakarak. Yardım ellerini üzerimden iteledim nazikçe. ''Gitmem ger-''
''Pervin, Ceylan! Onu yukarı çıkarın.'' Sözüne karşı gelmeme iyice sinirlenmişti Boran Bey. İtiraz dahi edemeden kolumdan tutan ellerin ayaklarımı yönlendirmesine müsaade ettim.
''Amca!'' Son derece sesi yüksekti Soner'in.
''Yeter ulan! Kıs o sesini yoksa elimden bir kaza çıkacak!'' Yaşlı gözlerim ardıma döndü büyük bir kalp kırıklığıyla. Aylar önce peşimi bırakması uğruna savaşlar verdiğim adamın şimdi beni köşeye itelemesi, yokmuşum gibi farz etmesi ciğerlerimi söküyordu. İçim titrerken döndüm ardımı.
SONER'DEN:
Arkasını dönüp konağa girene kadar sustum.
Onu umursamıyor gibi yapmak fazlasıyla zor olmuştu. Dalmıştım ki amcam kolumdan yakaladı. ''Sen değil miydin Betül için ölüp dirilen! Ne değişti oğlum?'' Sakalımı kaşıdım. Anlatamazdım ki ona Tuna'nın bize ettiklerini. Bedenine ilk dokunanın, kalbinde ki tahtın sahibinin ben olmadığımı açıklayamazdım. Babamın keskin gözüne baktım. Duysa Betül'ün cezasını keserdi ama amcam öyle değildi. Züleyha Hanım'a olan saygısından Betül'e ses edemezdi, etmezdi. Yere boş bir vuruş yapıp ardıma döndüm. İki elimle yüzümü sıvazladım. Yok, bir çıkış yolu yoktu.
''Amca.'' dedim sonunda derin bir nefes bırakarak. Derdimin vesilesi, dermanımın çaresi olacak adam babama döndü itiraz kabul etmeyen yüz ifadesi ile.
''Sen gelme!'' dedi kolumdan sürürken. ''Emre ile işleri kolaçan edin ne âlemde.'' Bizim âdetimizde baba vefat ederse, büyük amca baba yerine geçerdi. Bundandır ki babam ona hiç ses edemezdi saygısından.
Önümde paldır küldür yürüyüp üst kata çıktı. Sonun da hep yüzleştiğimiz o odadaydık. İçeri girip kilidi çevirdim.
Hiç oturmadan dayım söze başlamıştı. ''Anlat bakalım oğul, bu haliniz neyin nesi? Sen değil miydin Betül için bu odada annenin şartını kabul eden?'' Dün gibi aklımdaydı bir türlü silinemeyen anılar. Henüz on sekizimde idim. Onu görmek için Kütahya'ya gitmiş, büyük bir vicdanı yüklenip geri dönmüştüm Antep'e. Annesi için yaktığı feryat sürekli kulaklarımda çınlıyordu. Ağladıkça yeşili açılıyordu gözlerinin. Bir insana ağlamak bile bu kadar mı yakışırdı? Üzerimde ki yük yetmezmiş gibi birde bu kadının aşkına kapılmıştım. O gece annemin dizlerine yaslanıp Betül için ağlamıştım. Hala aklımdaydı, bir şart sunmuştu içinde bin bir şartlar gezen. Bir söz vermiştim o gece herkese. Tedavi olup babamın işlerinin başına geçecektim. Antep'te başarılarım konuşulacaktı. Biz hayatı kendimize göre değil, el âlemin ne dediğine göre yaşayan insanlardık sonuçta.
O güne kadar reddettiğim tedaviyi Betül için kabul etmiştim. Eğer dediklerini yaparsam Betül benim olacaktı. Amcam vermişti bu sözü ki tutmuştu. ''Emre de haber vermese... Tövbe!'' Amcamın dürtüklemesi ile kendime geldim. Dudaklarımı kuruladım. Emre'nin onları çağırması iyi olmamıştı. Hayır, belki de ben çok inançsızdım da bu şerden bir hayır çıkacaktı. ''Eee anlat oğul!'' dedi amcam geçip otururken. İşaret ettiği koltuğa bedenimi attım. Ellerimi diz kapağımda birleştirip tek çizgi olan dudaklarımı araladım.
''Tuna...'' Şah damarım seğiriyordu. ''Betül'ü seviyor, Betül de onu.'' Kaşları çatılırken sırtını dikleştirdi.
''Olmaz oğul!'' Ellerimi çeneme koyup boş duvarlara çevirdim bakışlarımı. ''Bu mümkün değil.''
'Mümkün işte amca.'' Bu gerçeği doğrulayan kızarmayan çarşafı ona anlatamazdım. Avuçlarımı kaşıyıp göğsüme tebelleş olan çarpıntıları savuşturdum. Uzun zaman sonra kriz geçirmek düşüncesi ürkütüyordu. Pencereyi açmam ile soğuk rüzgâr suratımı okşamıştı. Sonbahara giriyorduk.
''Betül'e sordun mu? Nasıl vardın bu kanıya?'' dedi amcam da ayaklanırken. Pervazdan uzaklaşıp ellerimi boynuma doladım. Ayrıntı vermeden, kırmadan dökmeden, yıkmadan bahsetmeliydim.
''Otur amca, anlatacağım her şeyi.''
Tek başıma omuzlanmaktan yorulduğum yükü anlattım suç ortağıma. Olaylara cımbız daldırıp seçerek anlattım.
Düğün günü Tuna'nın açılışa kırk beş dakika kala karşıma dikilip ikimizin sırrı ile tehdit ettiğini, gönderdiği hediye kutusunda Betül'ün onu sevdiğinden bahsettiğini, notu alıp yazdığı adrese gittiğimde söylediklerini... En çarpıcısıda dün geceyi anlattım. İçim sızlayarak anlattım. Rihem'in kanının avuçlarımda kuruduğunu bile anlattım. ''Böyle işte amca. Dün söyledi onu sevdiğini. Bir ara göz bebekleri titredi sanki amca.'' Dudaklarım acınası bir hâlde kıvrıldı. ''Yok, bana öyle geldi. Son söylediğimi unut.'' Pencereden dışarı daldım, salınan yapraklarda gezdirdim gözlerimi. ''Zaten ne bekliyordum ki! Para ile kızın bedenini satın-ki onu bile alamamıştım- almıştım. Duygularını da alamazdım ya.''
Burun kemerimi sıkıp amcama baktım. Tek kaşı havalanan bu adamın kafası zehir gibiydi. Bir şey dikkatini çekmiş olmalıydı ki cebindeki saati çıkarmış akreple yelkovanı izliyordu. Emindim, aklında bir şeyleri ölçüp biçiyordu.
''Tuna yalan söylüyor.'' Yüz ifadesi kendinden emindi. Geniş gövdeli adamın gözleri kısıldı. ''Seni sırrımızla tehdit etmiş Betül'ü bırak diye ama hâlâ kimseye hiçbir şeyden bahsetmemiş.''
''Sırrınızı biliyorum diyerek oyun mu oynuyor bize yani? İyide Betül'ün dayısı Okan'ı yurt dışına benim gönderdiğimi biliyor.'' Amcam başını salladı reddederek.
''Hayır oğul bahsetmemesinin sebebi sırrımızı bilmeyişi değil. İyi düşün. Eğer Tuna ve Betül birbirini gerçekten sevmiş olsaydı; Betül'ü istemeye geldiğimizde, en başta dini nikâh olacağı vakit karşı çıkardı ama o ne yaptı? Düğün günü gelip seni tehdit etmekle yetindi. Sevdiğin kadın başka bir adamla evlenecek, ellerin kolların bağlı duracak ha?'' Mantığını kullanarak söylediklerini büyük bir ilgiyle dinliyordum. ''Sevmiyor, bu işte bir bit yeniği var Tuna başka bir şey yapmaya çalışıyor olmalı ama ne?''
''Diyelim ki bu işte bir bityeniği var Tuna sevmiyor, peki Betül?''
Amcam küçük çaplı bir kahkaha attı. ''Sen körsün oğul, körsün. Rengini babasından almış ama gözlerinin dili aynı annesi.'' dedi amcam dalıp giderken. ''O gözler sana ilk gün baktığı gibi nefret kusamıyor, hırçınlaşamıyor.''
Amcam gibi ben de her gece koynuma pişmanlık alıp uyumak istemiyordum. Bundandır ki beni sevmediğini söyleyene kadar ısrarla çabalamıştım. Kendimden geçip, yine de ondan vazgeçmeyerek.