A.T.R Bölüm 40)
''Yaprak, dalını bırakıp giderken yas tutar mıydı?'' -Sultan B.
SONER'DEN:
Konağın dev kapısının önünde arabadan indiğimizde üzerimdeki yorgunluğu yeni yeni hissetmiştim. Bir an önce odama çıkıp sıcak bir duşun ardından Betül'ün koynuna sokulup uyumak için sabırsızlanıyordum. Gecenin yarısı olmuştu. Dinlenmeyi hak etmiştik.
Fabrikaların şehir dışından uzakta olması gidiş gelişleri yorucu kılsa da, insan sağlığı için böylesi gerekliydi.
''Bir gün daha gitti ömrümüzden oğul.'' dedi amcam omzuma vurarak. ''Epey yorulduk.''
''Geç olmasaydı gelinimizin elinden de bir kahve içerdik değme keyfimize!'' Babam tebessümle elini sırtıma yaslamıştı. Betül'ün evimize getirdiği mutluluk tarif edilemezdi. Kadın en güzel çiçekti ve dokunduğu her yeri rengârenk bahçelere çeviriyordu şüphesiz.
Amcam köstekli saatine bakarken başını salladı. ''Eh, sabaha artık.'' Esen rüzgâr tenimizi okşayıp geçerken üşüdüğümü hissettim. Ekim yakındı.
Konak kapısını aralayıp aşağı avluya adım attığımızda gözlerim etrafı yokladı. Herkes uyumuş diye düşünürken yukarı avluya yaklaştıkça, ağıt sesleri gelmeye başladı. Amcam babama, babam bana baktığında başımı sorar ifadeyle yana eğdim. Karışık, anlamsız sesleri algılamayı bir kenara bırakıp tozu dumana katarak yukarı avluya doğru koştum. Yüreğim güm ediyordu.
Annem divanın kenarına çökmüş bağrına vuruyordu. Ceylan'ın göz pınarlarından yaşlar boşalırken etraftakilerin tesellisini kulaklarını tıkayarak geri çeviriyordu. Yokluğu hemen gözüme çarptığında bütün uykularım dağılmıştı.
''Anne.'' Ağlayan gözlerin rotası olduğumda sessizlik çöreklendi konağa. Hayra alamet değildi. Büyük adımlarla varıp dizlerinin dibine çöktüm. ''Anne ne oldu?'' Ağzımın içindeki sıvılar geri çekilip dilimi kurutmuştu.
''Gitmiş.''
Üzerine konduramadım. ''Kim gitmiş?'' Yanaklarımı avuçları arasına aldı. Göz kenarlarındaki kırışık deriye yaşlar birikmişti.
''Betül gitti oğul.''
Alayla güldüm. Annemin ellerini avuçlarım arasına alıp öpücüklere boğdum. ''Güzel annem yanlışın var. Biz birbirimize söz verdik. Gitmez ki!'' Acıyan bakışlar içinde ayağa kalktım. Amcamla babama baktım. ''Gitmez.'' Gülen dudaklarım tek çizgi olurken çatık kaşlarımın altındaki kahveler dalgındı. Genzim sızlarken bulanık yıldızlara baktım içime nefesler çekip. Çenemi kaşıdı sıcak bir damla. Köpürüp gelen denizler gibi kabaran çığlığı uzaktaki yıldızlara haykırdım. ''Ah be!'' Acımın sesi boğazımı kısana dek bağırmıştım. Ellerim, damarları kan ile dolmuş boğazımı sıktı. Gücüm tükendiğinde dizlerimin üzerine çöktüm. Parmaklarım cansız bir varlık gibi kucağımda toplanmış, gözlerim ağlamaların esiri olmuştu. ''Nasıl gider?'' Zihnim, tonlarca demir yüklü kamyon gibiydi.
''Hem de onunla gitmiş.'' Omzuma dokunan parmakların sahibine çevirdim bakışlarımı. Gözyaşım burnumdan akıyordu. ''Soğuk odada Tuna yok.'' dedi gözlerini kaçırarak. Titrek bir nefes doluştu içime.
''Yalan!'' Amcam gözlerini karanlık göğe yükselttiğinde ellerini itekleyip etrafıma bakındım. İstiyordum ki âşığı olduğum yeşiller çıkıp gelsin bir yerlerden. Şapkasını elleri arasında ezip büzen bekçiye koşup kollarından yakaladım. ''Kaçmadılar değil mi?'' Yumruk yaptığım ellerimi başıma vurdum. Belki de Tuna intikam için Betül'ümü kaçırmıştı? Üstümü başımı çekiştirdim. ''Konuşsana be adam!''
''Beyim ben ne olduğunu anlayamadım.'' dedi gözleri etrafta gezinerek. ''Kapı bir açıldı içinden hanımım çıktı.'' Boğazıma yumrular oturmuştu. ''Hanımımın beti benzi solmuştu. Ben şokunu atlatamamıştım ki o bey çıkıp üzerime atıldı. Sonra...'' Geveleyip duruyordu.
''Sonrası ne?'' Dudaklarıma dökülen yaşları ısırıyordum.
Kekeledi. ''Bayılmışım.'' Betül'ün onunla gitme ihtimalini aklım almıyordu. Tırnaklarım etimin canını almak istercesine yoldu.
''Ağabey!'' Ezile büzüle kendimi parçalıyordum. ''Ağabey!''
''Ne var, ne?'' En derinlerimden kopan çığlığım boğazımı yırttı. Ceylan gözlerinin şişine aldırış etmeden akıttığı yaşları kurulayıp elindeki buruşmuş kâğıdı uzattı. ''Kötü zanda bulunmayın. Yengem onunla kaçmadı! Oku, bak.'' Etrafımdaki tedirgin bakışları geçip hışımla kâğıdı kavradım. Kenarına dokunan ıslaklıklar kurumaya yüz tutmuştu. Anlaşılır bir mırıltı ile okudum.
''Bu soğuk beton yığını hücreden kaçamayacağımı mı sandın? Eğer hâlâ buradaysam sana gerçekleri anlatmak için kelebeğim. Baban seni onlara vermek zorundaydı. Her şeyi anlatacağım yeter ki yanıma gel. Dilşah sana yardım edecek. -Tuna-''
Her şeyi öğrenmiş olabileceği düşüncesi canımı sıkmıştı.
Ellerim arasında paramparça ettiğim kâğıt yere dökülüverdi. Gerisin geriye kaçmaya yeltenen Dilşah ile göz göze gelmemle birlikte yerine çakıldı. Elleri gerdanını okşuyordu. Gözlerimi boşluğa diktim. Artık sorgulamak yoktu. Giden gitmişti işte. Hem de bir daha gelmemek üzere.
Şimdi kaç sövüş onu bana geri getirirdi? Esip gürlesem de, artık sesim onun kulaklarında çınlamayacaktı. Ellerim hayalini yoklayacak, kokusu bir daha burun deliklerime dolmayacaktı. Beyin ölümü gerçekleşen bir hasta gibiydim. Yaşamım Betül'e bağlı, kesik nefesimle hâlâ umut veriyordum.
Gözlerim, kâğıt parçacıklarına dalıp giden amcama ilişti. Derken konakta başka bir ses çalkalandı. ''Ağam!'' Mirzan'dı bu. ''Betül hanımım gitmiş. Emre Bey'im size ulaşamayınca beni aradı. Oğuzeli'nde görmüşler. Havaalanı...'' Gevelemeye başlamıştı. ''Ağam, hanımım dayısı ile gitmiş.'' Ellerini büyük bir mahcubiyetle göbeğinde kavuşturduğunda soluk soluğaydım. O an bütün duygularım köşelerine çekildi. Her biri ayrı yere savrulmuş yaprak tanesi gibi ağaçtan düşmenin yasını tutmaya başlamıştı.
''Gel buraya!'' Amcam Dilşah'ı kolundan yakalamış, avlunun ortasına getiriyordu. Kızcağız acısından iki büklüm olmuştu. Herkesin gözlerindeki ıslaklık şaşkınlığa banıp yosun tutmuştu. ''Densiz, nasıl yardım ettin? Köpek bile yediği kaba pislemez!'' Saçlarımı çekiştirip cansız adımlarla aşağı avlunun merdivenlerine yöneldim. ''Mirzan! Tez vakit gelinimi bulup getirin.'' Duraksayıp ağırlaşan başımı yerden kaldırdım. Bu adam hâlâ neyin çabasındaydı? ''Bu yanlış anlaşılma dü-''
''Yeter be!'' Kanların içinde kalan aslan son çırpınışlarını yapıyordu avuçlarımda. ''Yeter!'' dedim hırçınca. Amcamın eli havada asılı kalmıştı. Dilşah'ın koluna geçirdiği parmaklarını çekip üzerime gelmeye başladı. Geriye gidiyordum. ''Bitsin artık amca. Görmüyor musun? Senin yaşadıkların şimdi de benim başımdan geçiyor. Züleyha Hanım ve senin kaderinizin taklitçileriyiz biz ve ben senin gibi Betül'ü sonsuza kadar kaybetmekten korkuyorum.'' Hiç çıkarmadığı şapkasını başından sıyırıp yüzünde gezdirdi kıvranarak.
''Hayır oğul.''
''Yama, elbisenin yırtık olduğu gerçeğini değiştirmez amca. Bu böyle.''
Gözleri titredi. ''Git oğul, peşinden git. Sen kaybetme benim gibi.''
Yanımda, ölü bir bedene ait gibi ağırlaştıkça ağırlaşan kollarımı kaldırıp iki yana açtım. ''Tutma amca sen de. Bırak o sıkı sıkıya sarıldığın dikenli teli. Kana bulandın. Üstelik beni de yara bere içinde bıraktın.'' Göz çukurları ıslandı. ''Bırak o teli benim elime tutuşturmayı. Bırak, kanımı ona sıçratmadan uzaktan seveyim.''
''Soner evladım.'' İki yana savurduğum ellerimle susturdum bütün sesleri.
''Tuna az ile yetinmeyecek. Kanının damlaları onda da var amaca! Onunda canını yaktın. Karşılığında her şeyi Betül'e anlattı belki de.'' Göğsümü yakan nefesi dışarı salıp gözlerimi sildim. ''Emre haklıydı. Hiç girmemeliydi hayatıma ya da zorla tanışmamalıydık. Belki de en başında kendimi sevdirip, sonrasında gerçekleri anlatmalıydım.'' Sırtımı döndüm koca aileme. Alçalan basamaklara adımlar attım.
''Nereye oğlum?'' Annem elini uzatmıştı.
Omzum üzerinde yarım bir bakış attım. ''Layık olduğum yere. Bilmiyor gibi sorma anne.''
Çığnadıkça eziliyordu ayaklarım altındaki basamaklar. Konağın arkasını dolandım. Baktığım her yerde yemyeşil irisleri vardı. Gözlerimi sımsıkı yumup açtım.
Titreyen bacaklarım demir kapıyı iteledi. Tüylerim ürperip anılar bir yarasa gibi üzerime üşüşürken soğuk dama girdim. Kanım sanki damarlarımda pıhtılaşıyordu. Kapattım kapıyı. Küçük pencereden süzülen ayın ışığı odayı aydınlattı. Göz bebeklerim büyüyüp kahveleri yutarken bir köşeye çöküp ellerimi dizlerime doladım. Karanlığa gömüldükçe geçmişe çekildi zihnim.
Annem kızınca, amcam bağırınca koşar gelirdim bu odaya. Betül ağladığında, amcam ataklar geçirdiğinde, sinir krizlerime tutulduğumda soluğu bu odada alırdım. Dört duvar içinde bir ben bir O(c.c) vardı. Hatalarımı suratıma vururdum kendimin. Teselliyi ise onda (c.c) bulurdum. İtaatkârdı bu oda. Ona(c.c) konuştuklarımı kimseye anlatmazdı.
''Allah’ım.'' Dudaklarımı ısırırken duvarlara tutundum. Emre haklıydı. Büyük konuşmalarımı dilimin ucuna mühürleyip çıkmalarına izin vermemeliydim. İnsanın konuştukları yaşayışlarına dönüşürdü. Bense susmayı bilmeden ömrüm boyu ahkâm kesmiştim.
Af diledim ondan.(c.c) Bildiklerini yeniden anlattım. Dinliyordu beni. Bu gece öyle kuvvetli hissediyordum ki varlığını. Deneyin. Derdi ona(c.c) anlatıp ruhunuzu yaslayın. ''Allah’ım.'' dediğinizde ''Kulum.'' derdi. En ücra yerdeki duygularınızı siz dilinizi oynatmazsanız da anlardı.
Ağladım ve yalnızca tek bir şey diledim.
''Ayrı olsak bile canımı onunla birlikte al rabbim.''
Bu dünya bizi kavuşturmuyor, bari ruhumuz yan yana sonsuzluğa uçsundu.