Yeni Üyelik
44.
Bölüm

BÖLÜM 42

@bukalemun7

A.T.R Bölüm 42)

''Seninle değilsem, şart mı başkasını sevmek?'' -Sultan B.


BETÜL'DEN:

Perdeleri aralayıp odanın biraz olsun aydınlanmasını sağladım. Bulanık hava yağmuru da beraberinde getirecekti. Pencereyi açıp içeri dolan havayı ciğerlerime çektim. Ah, Rihem'di bu. Yağmurdan sonraki toprağın kokusu. Ferahlatıcıydı.

Geriye çekileceğim sırada karşıdaki iki katlı evin yan tarafında bir siluet dikkatimi çekti. Ağacın altında, koyu giyimli birisi vardı. Ona baktığımı fark etmiş olmalı ki yerinde huzursuzca kıpırdanıp ters yönde yürüme başladı. Paltosu ile yüzünü siperlerken elindeki şemsiyeyi açtı. Şimdi yüzü hepten görünmüyordu. Elimi uzattım dondurucu soğuğa. Hayret, yağmur yoktu henüz. Tuhaftı.

''Canım.'' Gözlerimi kaldırımdan çekip zeytinden bir tane ağzına atan dayıma çevirdim. Peynirden de küçük bir küp alıp kravatını düzeltme çabalarına girişti.

''Hayırdır dayı ne bu acele?'' Göz kırpıp diğer elindeki stetoskobu gösterdi. Bu işe gidiyorum demekti. İmalı bakışlar attığımda gözlerini kaçırıp merdivenlere yöneldi. Aşağı kata inerken sesleniyordu.

''Dayını yolcu etmeyecek misin?''

''Geliyorum.'' dedim tebessüm ederken.

Hızla merdivenleri indim. Dayım kapı önünde botlarını ayağına geçiriyordu. Askıdaki paltosunu alıp giyinmesine yardımcı oldum. Bir şey soracaktım ama neşesini kaçırmaktan korkuyordum.

''Dayı.'' Yakasını düzeltip kalın tabanlı botundaki tozu silkeledi. Ellerimle tırnaklarımı soyuyordum.

''Ne söyleyeceksin dayısının bir tanesi?'' dedi şefkatle. Dudaklarımı büküp yanaklarımı şişirdim. ''Boşanma dilekçesi ona ulaşmış mıdır?'' Gülen yüzü ciddiyet ile kaplandı. Omzuma dokunup parmaklarını yanağıma yasladı.

''Elimden geldiğince bu işin en kısa sürede hallolmasını sağlayacağım. Sen merak etme canım.'' Gülümseyip sarıldı. Gerçekten ondan ayrılmak hızlı mı olacaktı? Belki kâğıt üzerinde öyle ama ya yüreğimde? O gibi kimse dokunamazdı bana. Muhtemelen ondan sonrası da olmayacaktı. ''Üzme kendini.'' dedi geriye çekilirken. ''Her şey yoluna girecek.'' Başımla onayladım. Açtığı kapıdan dışarı adım attığında saatine baktı. ''Yeni hastanem ve hastalarım beni bekler. Sende gir içeri üşüme.'' Dayımın içinde fırtınalar kopuyor ama bana yansıtmamak için güzel yüzünden gülümsemesi eksik olmuyordu, buna emindim. Buruk bir tebessüm sundum. Dünler yaşanmamış gibi hayata devam etmek ağır geliyordu.

El sallayıp kapıyı kapadım. Çelik kapıya sırtımı yaslayıp soluklandım. Soner boşanma davası açtığımı öğrendiğinde ne hissetmişti acaba? Nasıl bir tepki vermişti? Kırıp dökmüştür muhtemelen. Yok canım öyle olsa gelirdi. Belli ki vazgeçmişti beni sevmekten. Gözlerim dolu dolu olduğunda başımı geriye vurdum. Kendime gelemem gerekiyordu. Benimde istediğim onun beni bırakması, sevmemesi değil miydi zaten?

Yine yalnızdım ve böyle durumlarda düşüncelerim onunla dolup taşıyordu. Meşgul olacağım uğraşlar bulmam gerekti. Yanağımdan süzülmeden sildim akan damlayı. Hemencecik merdivenlere yöneldim. Bir an önce mutfağı toparlayıp akşama kurabiyeler yapacaktım. Belki kek de yapardım, sonra börek... Er ya da geç unutacağım.

Birkaç basamak çıkmıştım ki kapı zili çaldı. Kesin dayımdı. Ah, tabi! Çıkarken elinde hasta dosyaları yoktu. Almayı unutmuş olmalıydı. Adımlarımı geriye çevirirken seslendim.

''Geldim.'' Bu aralar fazla dalgın olmuştu bu adam.

Kilitleri tersine çevirip söylenerek tokmağı çevirdim. Kapıyı açıp gözlerimi yukarı kaldırmam ile birlikte donup kaldım. Pencereden gördüğüm ürkütücü adam şapkası ile yüzünü perdelemiş, beton merdivene dayadığı şemsiyesini ahenkle çeviriyordu. Tüylerim ürperdi. Boğazım korkudan kururken siyah şapkasını yavaşça yukarı kaldırmaya başladı. Önce kirli sakalı göründü. Ardından keskin yüzüne eşlik eden kahve gözleri. Elim, aralanan ağzımı kapatırken büyüdü gözlerim.

''Soner!''

Gittikçe uzuyordu bakışmalarımız. Sarılmak geliyordu içimden ama aklıma gelen karmaşık düşüncelerle yutkunup bu isteğimi geri çevirmiştim. Göğsü inip kalkarken gözlerim kıpırdayan dudaklarına kaydı.

''Sana böyle bakarsam beni affedeceğini söylemiştin.''

Bir bir düştü aklıma rüya gibi yaşananlar, verilen sözler. Kahveleri bir tılsım gibi büyülüyordu. Etkisi altına giriyordum böyle baktıkça. Affedemezdim. Gururum geri vites yapmama izin vermiyordu. Büyük bir çeviklikle suratına kapıyı çarptım. Alel acele çevirdiğim kilidin tok sesleri kulaklarımda acı bir sızı bıraktı.

Garipti. Kapı ardında ne bir yumruklama ne de bir sesleniş vardı. Yaslandığım duvarda kalbimin acısından kıvranarak süzüldüm. Ellerimi dizlerime bağlayıp buğulu gözlerle kapıyı seyrediyordum. Kalbim ağzımda idi. Sanki kırıp içeri girecekmiş gibi. Birden çakan şimşek sesi ile yerimden sıçradığımda sürünüp kapıya kulağımı yasladım. Yağmurun toprağı döven sesinden başka bir seda yoktu. Dudaklarım hüzünle büküldü. Yoksa az evvel aklım bana oyunlar mı oynamıştı. Titreyen ellerim kilitleri çevirdi. Usulca kapıyı araladığımda gözlerim boşluğa düşmüştü. Kimse yoktu! Eşiğe çöküp, yağmura eşlik ederek ağlamaya başladım. Deliriyordum işte! Ellerim dizlerimi döverken gözüm eşikten az ilerideki zarfa takıldı. Uzanıp aldım. Toprağa değen bir kaç damla üzerine sıçramıştı. Elimle silip burnumu çekerken yerimden doğruldum. Evirip çevirdim. Arkasında bir yazı vardı.

‘’BoşanMAMA Dilekçesi.’’ Yazıyordu. Altında da ''Gereğini kalbine arz ederim. Soner BORAS. Senin Ukala Zorban.''

İçeri girip kapıyı kapadım. Kalbim göğsümden çıkacaktı. Demek az önce gördüğüm sureti gerçekti. Öyle özlemiştim ki yüzünü.

Üst kata çıkan merdiven basamağına oturup başımı duvara yasladım.

Titreyen parmaklarım zarfı açmaktan bile acizleşmişti. Katlanmış kâğıdı açıp gözlerimin önüne getirdim.

''Sevgilim.
Sen benim tenimsin. İnsan kendi bedenine ihanet eder mi? Şimdi anlatıyorum saklanan gerçekleri. Beni affet.''

Avuçlarım arasındaki kâğıdı göğsüme bastırdım. Soner... Senden vazgeçeceğim tek bir satır yazmış olma n'olur. Çünkü sana kızarsam, diğer bütün adamlara da küsecek bir kadının ruhuna sahibim.

''Sevmeyenim.

Küçük bir çocuktum dev cüsseli adamın ardından koşarken. Sanki onun evladıydım öyle çok severdi. Bir gün, yine şehir dışına çıkacağı sırada ağladım beni götürmesi için. Kızdı amcam. Dört- beş yaşında, inatçı ve de kararlıydım. Herkes odamda uyuduğumu zannederken ben arabanın arkasına saklanmıştım. Görsen minicikti ellerim. Birde saklandığım yere uyuyakalmışım.'' Güldüm. Küçükken de yaramazdı demek canımın içi. ''Uyandığımda amcam tepemde bakıyordu. Muzırca güldüğümde hemen sarılıvermişti. Annenle işte ilk o zaman tanışmıştım. Meğerse amcam onunla özlem giderecekmiş. Buluşmalarındaki davetsiz misafirdim. Annen çok iyi bir kadındı. Müthiş bir gün geçirmiştim ikisi ile.
Şimdi duyacaklarına üzüleceğini bilsem de sana söz verdim, anlatacağım.

Amcam ve annen üniversitede nişanlanmışlardı. Mezuniyete amcam ve annen çift olarak katılmış. Bir ara annen tuvalete diye çıktığında geri gelmemiş. İşte o gün Murat ACAR çok içmiş ve gaflet ile büyük bir zinayı işlemiş. O geceden sonra bir daha hiç içki içmemiş zaten. İçene de kızarmış Tuna söylemişti bunu. Amcam yıkılmış olanları öğrendiğinde. Babana saldırmış önceleri. Kabul etmese de ortada büyük bir gerçek vardı. Hem annen o geceden sonra kimsenin yüzüne bakamaz olmuş, iffetli kadındı. Amcam yalvarmış seni böylede severim diye ama annen hamileymiş. Bütün bunları çok sonraları öğrendim.'' Hıçkırıklara boğuldum. İşlenen bir günahtım demek. Dudaklarımı kanatırcasına ısırdım. ''Amcam Züleyha Hanım'dan sonra hiç evlenmedi. Onu çok sevmişti. Bizde adettir evlenip erkek torun almak ama amcam kendisini evliliğe itenlere 'Ben aşığım, bir Züleyha'yı sevdim.' der geçermiş.

Beni erkek evladı bilir, her şeyi öğretirdi. Hani insan böyle anlarda tutunacak dal arardı ya işte amcam bana sarınmış, benimle avunuyordu. Yanından ayırmazdı ama haftada birkaç sefer bensiz şehir dışına çıkardı. Geldiği geceleri uyumaz, çatı katında derin düşüncelere dalardı. İlerleyen zamanlarda bunu gariplik olarak sezdim amcamda. Bir gün annemi sıkıştırdım. Öyle bıktırmıştım ki kadını, olanları ağzından kaçırdı. İyice sıkboğaz ettiğimde geri kalanını da anlattı. Canımdan çok sevdiğim amcamın bu haline çok üzülmüştüm. Sonra bir söz verdim kendime. Bu adamın hep yanında olacaktım. Onu üzeni kırıp dökecektim ki öylede yaptım. Nereden bilebilirdim kendimi yakacağımı?

Amcamın hasretliği bitmiyordu. Bir defasında yine şehir dışına çıkacağı vakit ısrar ettim onunla gitmek için. Kabul etti. Sigarasını yakıp yol boyu içti. Nereye gidiyoruz diye sormadım. Mahallenin aşağısındaki yola aracı bırakıp yürümeye başladık. İki katlı bir evin kenarına geldik. Küçük bir kız kollarını iki yana açarak uçuyormuş gibi bahçede koşuşturuyordu. Siyah saçları rüzgârla dalgalanırken, güneş yeşil gözlerinde parlıyordu. O kız sendin Betül'üm. Seni de ilk o zaman görmüştüm. Güvercin kadar berraktın. Bu yüzden güvercinim vardı ve adı da Rihem'di.

Ben seni seyre dalmışken kanatların takıldı ve düştün. Bir anda kızım diye koşup geldi bir kadın. Yüzünü çevirdiğinde bu Züleyha Hanım'dı. İçim yandı. Amcam ağlıyordu elinin sırtını gözlerine bastırarak. Çok seviyordu. Benim seni sevdiğim gibi.

Sonra yine gittim onunla. Hep gördüm seni. Uzaktan sevmeyi seninle öğrendim. Seneler geçtikçe büyüyordun. On beş yaşını doldurmaya az kalmış, serpiliyordun. Züleyha Hanım'a benziyordun zaman geçtikçe.

O gündü. Amcam kafayı sıyıracaktı artık. Gözü döndü. Babanın, hem anneni bırakmayıp hem de Necla Hanım'ı metres tutmasını hazmedemedi. Necla Hanım amacına ulaşmıştı ama amcam yıllardır aşkın acısı ile kavruluyordu. Öyle kızmıştım ki babana! Annen çarşıya çıktığında posta kutunuza Necla Hanım ve babanın fotoğraflarını koyup kaçtım. Amcamın bu yaptığımdan haberi yoktu.

Annen pazardan sonra babanın dükkânına geçmiş. İçmek için çay söylediklerinde amcam devreye girip çaya potasyumdan zengin bir ilaç katmıştı. Baban bunu içtiğinde vücut ritmi artacaktı ve bu kalp krizi geçirmesi için bir ön senaryo idi. Ama annen almış yanlış bardağı. Üzgünüm Betül, üzgünüm! Bilmiyordum amcamın böyle bir şey yaptığını.'' Soluğum kesildi. ''Akşam oldu. Amcamla Necla Hanım'ın evine geçtik, İzmir'e. Kimsenin sabrı kalmamıştı. Amcam Necla Hanım'ın yakasına yapıştı. Eğer Murat Bey'i aramazsa öldürmekle tehdit etti. Can havliyle telefonu çevirdi kadın. Biz Murat Bey'i aradığını zannederken o evinizi, anneni aramış.'' Duvara asılı kalmıştı boşluğa süzülen bakışlarım. Demek o gece konuştuğu Necla Hanım'dı. ''Ahize kapandıktan sonra öğrendik evi aradığını. Geç oldu hepsi için. Kanına karışan potasyum annenin kalbinin ritmini bozmuştu ve duydukları ile bedeni ruhunu yitirdi.

Özür dilerim. Affet Rihem.'' Kuruyan boğazıma öksürükler yapıştı. ''Küçük yanlışlarımız büyük yaralar açtı şimdide kapanmıyor. Üstelik kanı içimize akıp gölleniyor, irinleniyor. Biz böyle olsun istemedik. Amcam istemedi sevdiği kadının tabutunu taşımayı. Ben istemedim seni mezarın başında ağlarken görmeyi. İstemedim. Affet.'' Elim ayağım titriyordu. Ne yapayım Allah’ım? Hangi derdime nasıl yanayım? Acımı da sırtlanıp sana sığınırım. Islanan gözlerimden akan damlalar kâğıdın mürekkebini siliyordu. Nefesim kesile kesile devam ettim.

''Kadınım.

İnan seni mutlu etmek için elimden geleni yaptım.

Bütün bunları anlatacaktım, beklemedin. Dinlemeden gittin evimden, yatağımdan. Mutluluk ateş böceği misali yanıp söndü benim için. Giderken hiçbir şey söylemedin. Hâlâ da gelmiyorsun. Kaç omuz gerek seni unutmam için bari onu söyle? Gözlerim hangi dizeye dokunsun senin sözlerin gibi tatlı gelmesi için? Kaç bahar gelip geçerse eskir içimdeki aşkın? Bari bunları söyle.

Zaman acısıyla tatlısıyla bize bir şeyler yaşattı. Biliyorum ne benim halimden ne de seninkinden eser kaldı.

Bencil aşkımdan ötürü üzgünüm. Affet beni. Yine sen benim yanımda, dalgaların kıyıya yakın olduğu gibi kal. Benimle kal.

Seninle değilsem şart mı başkasını sevmek? Kimsenin gönlünde uslanmayı arayamam, takatim de isteğim de yok zaten.

Sözünü tut. Sana öyle bakarsam affedecektin beni.

Seni çok seviyorum güzel karım.''

 

Loading...
0%