@bukalemun7
|
A.T.R Bölüm 43) ''Denizin kokusunda senin tadın var. Bu yüzden kıyıları severim.'' -Sultan B. Akan gözyaşım elim arasındaki kırışmış kâğıdın mürekkebini iyice dağıtmıştı. Her defa okudukça içsel bir savaşa girip kendimle kavgaya tutuşuyordum. Soner'den kopamıyordum. Onun suçu yoktu bu olanlarda ama mantığım Boran BORAS'ın kanının karıştıklarından uzak durmam için beni zorluyordu. Oysa diğer yandan kalbim geç olmadan sevgiliye koşmam için adeta çırpınıyordu. Perdeyi aralayıp göz ucuyla kaldırımı yokladım. Günlerdir yağmur rüzgâr demeden aynı yerinde bekliyordu, ağacın altında. Bu gidişle hasta olmasından korkuyordum. Perdeyi kapatıp bu ara işleri yoğun olan dayımın odasına ilerledim. Kapıyı çalıp mahcup bir eda ile içeri süzüldüm. ''Dayı.'' Tırnaklarım çenemi kaşıyıp yanına yaklaştım. ''Canım?'' İlgili gözlerle bakıyordu. Geçip masanın yanındaki koltuğa oturdum. Aklımdan geçen düşüncelerin ağırlığı ile dudaklarımı çekiştirip ısırmaktan kan emiyordum. ''Hâlâ dışarıda. Beni bekliyor.'' Dayım masa üzerine koyduğum elimi tebessüm ederek tuttu. Tam bir şey söyleyecekti ki telefonu ısrarla çalmaya başladı. Homurdanarak açtı. Karşı taraftan gürültülü sesler geliyordu ki dayım bir anda yerinden doğruldu. ''Bekleyin! Bekleyin geliyorum hemen.'' Alel acele telefonu cebine yerleştirdiğinde suratı da asılmıştı. ''Hay aksi!'' Doktor çantasını alıp birkaç dosyayı çeviklikle içine sıkıştırdı. ''Dayı ne oldu?'' dedim kötü bir şey olmasından korkarak. ''Oda 202'de yatan hastanın durumu kritikleşmiş. Ameliyatını ben yapmıştım.'' Dişleri birbirine geçmişti. Hastalarını kaybetmeye tahammül edemiyordu. Odanın kapısından çıkacağı sırada omzundan baktı. ''Canım üzgünüm, işim bittiğinde konuşalım. Ben gelene kadar kalbinin sesini dinle.'' Dudaklarını tek çizgi yapıp kaşlarını havalandırdı. Başımı salladım. Paldır küldür merdivenleri iniyordu. Kapı gürültü ile kapanırken omuzlarım çökerek odadan çıktım. Örtümü düzeltip pencere kenarındaki yerimi aldım. Çenemi elime yaslayıp dışarısında göz gezdirdim. Dayım çoktan aracına atlayıp yol almıştı. Yalnız kalmak artık benim için çekilmez olmuştu. Her boşlukta aklım onunla doluyordu. TV'yi açıp odanın ses ile dolmasına izin verdim. Bir tür saçmalık olan diziler ilgimi çekmediğinde müzik açtım. Kendime çay yapsam iyi olacaktı. Ayaklanıp mutfağa gideceğim sırada çalan zil ile duraksayıp adımlarımı aşağı çevirdim. Sıkıntılı adımlar atıyordum ki aklıma kötü şeyler geldi. Dayımın gitmesini fırsat bilip beni kaçırmaya kalkarsa ya? Temkinli adımlarla kapıya yaklaştım. Mercekten baktığımda kimseyi görememiştim. Belki de hep yaptığı gibi not bırakıp gitmiştir. Kapıyı açmam ile küçük bir çocukla karşı karşıya geldim. Kucağında boyundan büyük kıpkırmızı güller vardı. Şaşkınlıkla uzattığı güllere bakıyordum. ''Ellerimde tuttuğum şey umut.'' dedi siyah montlu çocuk. Israrcı bakışlar atıyordu gülleri yeniden uzatıp almamı işaret ederken. Yapraklarına yağmur taneleri dökülmüş gülleri taşımakta zorlandığı aşikârdı. ''Anlamadım?'' dedim gülleri kucağıma almaya çalışırken. ''Sen bir gül tanesi kadar güzelsin. Dünden ders alıp yarına umutlar açmalısın. Seni aşk ile sulayan birisi var. Kendini ondan mahrum edersen kuruyup gidersin.'' Boyundan büyük laflarını ağzım açık dinlerken yan taraftan bir çocuk daha çıkageldi. Ellerinde rengârenk balonların ipi vardı. Soğuktan kızarmış elleri sımsıkı tutuyordu ipin ucunu. ''Al, hadi.'' Birkaç adımda yaklaşıp uzattığı balonlara baktım. Kucağımdaki gülleri koluma biriktirip diğer elimde yer açtım. Uzatıp balonları tutacağım sırada bir anda çıkan rüzgâr şalımı savurup ipi ellerim arasına alamadan bulanık göğe havalandı. Dudaklarımı büzüp masum yüzlü çocuğa baktım. ''Özür dilerim.'' dedim. ''Tutamadım tatlım.'' Ellerini iki yana açtı. ''Gördün işte! Sana verdiklerim rengârenk fırsatlar idi. Tutamazsan eğer en ufak rüzgârda böyle uçup giderler, geri getiremezsin.'' Parmağı ile göğe doğru yalpalayarak yükselen balonları işaret ediyordu. Büyük bir üzüntüyle uçuşan balonları seyrederken yeleğimin çekiştirmesi ili başımı o yana çevirdim. Henüz dört beş yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim çocuk, yanaklarındaki gamzesini göstererek boşta kalan elime kâğıt tutuşturdu. ''Kimse, seni onun kadar güzel sevemez ki Rihem. ALLAH için onu affet.'' Soner BORAS. Bütün bu güzel şeyleri o hazırlamış olmalıydı. İçim ılıdı. Büyüyen gözlerim üç çocukta gezindiğinde genzim tuzlu su ile yandı. El sallayıp kaldırıma doğru koşan çocukların ardından bakakaldım. Kara bulutlarla kaplı gökte git gide küçülen balonlara bakıp içeri girdim. Kucağımdaki güllerin kokusunu içime çekiyordum. Onun eli değmişti. Kokusu kırmızı güllere sinmişti. Yanağımdan süzülen damla aralara sıkışmış yeşil yaprağa düşüverdi. Elimdekileri incitmeden kenara bırakıp kapı ardına çöktüm. Yukarı çıkmaya mecalim yoktu. Üç tatlı çocuğun söylediklerini düşündükçe bacaklarım titriyordu. Öyle çok haklıydılar ki. Soner, affetmem için elinden geleni yapıyordu. Hemen kâğıdı açtım. Yazdıklarını okudukça sesi kulağıma doluyordu sanki özlemim diniyordu. ''Sen benim şehrimsin! Sen benim şehrimsin! Sen benim şehrimsin! Sen benim şehrimsin! Sen benimsin.''
|
0% |