Yeni Üyelik
47.
Bölüm

BÖLÜM 45 -FİNAL-

@bukalemun7

SON ღ FİNAL

Rigor mortis. Ölüm katılığı demektir tıpta. Ruh çekilir, beden katılaşır ve o an hangi şekilde ise olduğu gibi kalır, sertleşir. Eklemler ancak büyük bir miktar da kuvvet uygulanarak açılabilir. Artık ruh yoktur ve beden biraz olsun hafiflemiştir.

Geride kaldı bütün pişmanlıklar. Yaşanması gereken ne varsa ertelendi gururdan. Kavuştu derken sıyrıldı ikisi de dünyadan.

Morgun ortasında iki taş üzerinde solmuş çıplak bedenler yatıyordu. Morarmaya yüz tutmuşlardı. Boran BORAS gözleri yaşlı, başındaki şapkasını göbeği üzerinde sıkıyordu. Kamburu çıkmıştı dev adamın. Biri oğlu gibi gördüğü yağız delikanlısı idi. Kahverengi gözleri kapanmış, kalıplı, esip gürleyen o yiğit adam sessizce karşısında uzanıyordu. Beyazı oldu olası da yakıştıramazdı. Şimdi tek kıyafeti bu mu olacaktı oğlunun? Nefesi tıkana tıkana içine akıttı bir kaç damla da. Beyazın altından direnircesine uzanmış elini takip etti gözleri. Kenetli diğer elin sahibine baktı. Züleyha'nın kızı. Sevdiği kadının Rihem'i. Şimdi kokusunu bile yitirmiş, dünyaya yeşil gözlerini kapatmıştı. Solmuştu teninin rengi. Öyle çok özlemişti ki ikisini de. Dizleri büküldü. Bu defa sessizce koparıyordu fırtınasını Boran BORAS. Duyguları satın alamamanın yanında yaşamı da satın alamayacağını öğrenmişti. İçi kavruluyordu onun ve herkesin.

''Doktor.'' dedi ciğeri sökülüp ağzına gelircesine. ''Doktor uyandır!'' Elini bağrına atıp gömleğini çekti. Paltosunu çıkarıp attı morgun diğer yanına. Soğuktu burası ama içleri yanıyordu.

''Boran Bey.'' Böyle durumlarda doktor da nasıl davranması gerektiğini iyi biliyordu ama şuan ki durum bambaşkaydı.

''Doktor bak!'' dedi buz gibi olmuş ve de kaskatı kesilmiş, parmakları birbirine geçmiş Soner ve Betül'ün ellerine sarılırken. ''Elleri bile ayrılmıyor. Onlar daha çok genç! Daha aşklarını yaşayacaklardı. Ben ne edeyim onsuz konağı.'' Sümküre sümküre ağlamaya başlamıştı. Hiçbir şey ölümü geriye saramıyordu işte. İnsanoğlu bir yabancı bile öldüğünde üzülüyordu şimdi kendi başına gelmişti. Kanıydı, canıydı. ''Ben nasıl toprağın koynuna yaslarım onları, hı nasıl? Canımı söktüler. Canım söküldü yerinden doktor!'' İçi sızladı hayatı boyunca onlarca ölüme tanıklık etmiş doktorun. Oysa alışmıştı lakin bu defa farklı olan, bu ölümde biraz aşktan katık vardı.

''Boran Bey.'' Ellerini, soğuk zemine dizlerini yaslamış adamın omzuna attı. ''Sabır lütfen.''

''Olmuyor doktor.'' dedi ölümün tek gerçek olduğunu bildiği halde. ''Bak şunlara. Elleri bile ayrılmıyor, ben nasıl onları farklı şehirlerin toprağına koyarım?''

Hastaneye geldiklerinden bu yana çözülmemişlerdi. Yirmi sekiz saatin sonunda hâlâ katı ve kenetli idi bedenleri. Sanki kopmak istemiyorlardı birbirlerinden.

''Her nefis ölümü tadacaktır Boran Bey. ALLAH(c.c) sabrınızı arttırsın.'' Dev cüsseli adamı omzundan kaldırıp morgun kapısına yöneltti. Eşikte, başını soğuk demire yaslamış bomboş gözlerle bakıyordu Okan Bey. Züleyha Hanım'dan dolayı tanışıklıkları vardı elbette.

''En son benimle konuştu.'' dedi ağlamaktan kısılmış sesiyle. ''Ne yapacağını bilmiyordu. Seviyordu Soner'i. Gitmesini de ben söyledim.'' dedi ellerini yumruk yapıp başına vura vura. Sıktığı dişlerine gözlerinin damlası bulaşıyordu. Boran Bey üzerine çöreklenen ağırlığa inat zorlanarak Okan Bey'in karşısına geçti. ''Ablama gitti değil mi? Şimdi orada mutludur değil mi?'' Boran Bey'in bacaklarının bağı çözüldü. Sahi ya, Züleyha kavuşmuştu kızına ve damadına.

Okan Bey'in boynuna elini yaslayıp çekti. Sarıldı, yoksa başka türlü azalmazdı bu acı. ''Ocağıma ateşler düştü Okan!''

Elini Boran Bey'in ince gömleğine yaslayıp avucunda sıktı. ''Kimsesiz kaldım!'' Çenesini adamın omzuna yaslamış, soğuk betonda uzanan cansız bedene baktı. ''Betül'üm.'' dedi dudaklarını ısırarak. Gözlerinden bir bir geçti çocukluğu. Dayı, deyip koşup boğazına atlayışı canlandı gözünde. Şimdi kim gevezelik yapacaktı başında, kim güldürecekti onu? Kahvaltıları yarım, ekmeği tuzsuz olacaktı şimdi. Ya Soner'i beklediği pencere? Orası boş kalacaktı. Annesi ve ablasından sonra sevgili yeğeni de kendisine veda etmişti. Ağlayan bir erkek çaresizliğin en doruğunu yaşıyor demektir. Boran Ağa ve Okan Bey birbirine sarılıp ağlıyordu üstelik. Elinden hiçbir şey gelmeyeceğinin kabullenişidir bu. Her yolu denerdi erkek ve güçlüydü ama ölümün karşısında herkes çaresizdi. Ölüm, kusursuz bir boyun eğiştir. Çünkü ne zengine fazla, ne fakire eksik davranır. Eşit ve adaletli.

Boran Bey kollarını çözüp morgdan diğer doktorla çıktığında Okan Bey omuzları çökmüş kıpkırmızı gözlerle yaklaştı. Aynı şekilde dokundu kenetlenmiş sıkı sıkıya sarılı ellere. Önlüğünü çıkartıp bıraktı yere. Doktordu ya! Hiçbir işe yaramıyordu. İsyan dilinin ucunda düğüm kurmuştu.

Dudaklarını kenetli ellere bastırdı. Ruhlarını özgür bırakıp toprağa dönmeleri için bedenlerinin çözülmesini bekliyordu herkes. Korkmadan fısıldadı.

''Söz veriyorum. Yaşarken ayrı kaldınız, şimdi yan yana uzanacak bedenleriniz.'' Bir kere daha ikisinin soğuk ellerini öpüp alnını yasladı. ''Ebedî yolculukta yan yana olacaksınız. Size söz veriyorum.'' Çıtırtılar gelmeye başladı etraftan ve daha da buz kesildi her yan. Sonra birden çözüldü tutuşan eller ve alnı ileri gitti Okan'ın. Kolları aşağı düşmüş, parmaklarının uçları değiyordu şimdi ölü bedenlerin. Gözlerinden damlalar süzülürken avucunu yere bastırarak soğuk betona oturup dizlerini kendine çekti. ''Büyüksün Allah’ım.'' Derince bir soluk verdi ağlayarak.

***

Kürekler bir elden diğerine geçiyor herkes toprağını atmıştı.

Hafiften atıştırıyordu şimdi Manisa yağmuru. Defin işlemi çoktan bitmiş, son görevlerini yapanlar gitmişti. Anneannesi yanında annesi, onun yanında da Betül vardı, hemen yanında da Soner. Oysa Betül'ün yanı Okan'a aitti. Büyük fedakârlık yapmıştı Okan. Bir avuç toprak alıp parmakları arasında süzdü.

''Yerim helali hoş olsun Soner. Gittiğiniz yerde mutlu olun.'' Çiçekler bıraktı aile mezarlığının etrafına. Yağmurun inatla ıslattığı toprağa birkaç suda o döktü. Dualar etti. Artık onun da meskeniydi mezarlık. Kimsesi kalmayanın bayramları yoklayacağı evdir mezarlıklar, mezar taşı öpeceği eldir.

Günlerdir ağlamanın, koşturmanın yorgunluğunu yaşıyordu Okan. Şimdi nasıl Kütahya'ya dönüp yeni bir hayat kuracaktı. Gücü yoktu buna.

Hiçbir teselli kalbini soğutmuyordu ve hep dalgındı. Adımları, sonsuz yalnızlığına yürürken yanından geçen siyahlar giymiş adamı fark etmedi bile.

***

Bakıyordu.
Saatlerdir orada öylece bakıyordu. Eli topraklarına dokunur dokunmaz ürperdi. Belli ki toprak altındaki ruhlar huzursuz olmuştu. ''Kızım.'' Bir babadan çok, bir günahkârın pişmanlığıydı bu. ''Nasıl başlasam bilmiyorum kızım. Bir sürü hayatı mahvettim nefsim yüzünden. Kendim şerefimi düşünürken başkalarının namuslarına göz diken bir adiyim!'' Toprağını kokladı. ''Betül'üm. Babam deyip sarılsan keşke. Kaçıp gitsen evden, vallahi gözümde olmaz el âlemin ne dediği. Hata yapmıştır, çocuk o der bağrıma basarım.'' Omzuna dokunan elin sahibine çevirdi yaşlı gözlerini.

''Annem.'' dedi Tuna mezarlığın kenarındaki arabayı göstererek. ''Seni bekliyor, gelsin dedi.''

Başını eğip kızının toprağını öptü adam. ''Yanımızdayken kıymet bilip öpemediklerimizin gün geliyor topraklarını öpüyoruz. Hayat mı garip, yoksa biz insanlar mı?'' Avucuna aldığı toprağı, gözleri yaşlı, sıkarak yerinden kalkıp arabaya ilerledi. Şu sıralar öyle sersemdi ki, kim ne derse itaat ediyordu.

''Hayatı garip eden biz insanlarız.'' dedi ellerini birleştirip bir dizi üzerine çökerken Tuna. Mezar üzerindeki küçük otları kopardı. ''Ah Betül, babana bazen çok kızıyorum. Kendi anneme de tabii.'' Önünde yığılı duran mezarlıklarda göz gezdirip Soner'in toprağına bakıp tısladı. ''Acıyorum babana. Evet başlatan o oldu, devamını ben getirdim ama bunun bir yerde bitmesi gerekiyordu. Bu hikâyenin başkarakteri sizdiniz, ölürseniz her şey bitecekti. Benim nefretimde! Öyle de oldu. O yağmurda freni tutmayan tırın şoförünü satın aldım. Biliyordum ki senin aşkın ağır basacak ve Soner'i affedecektin.'' Ellerini dizlerine yaslayıp ayağa kalktı. Uzanmış bedenlerin bir yorgan misali üzerlerine örttüğü toprağa küçümseyerek bakıyordu. ''Aslına bakarsan tır, siz arabaya bindiğinizde çarpacaktı ama kendi canını da düşünerek fikrini değiştirmiş. Hiç önemli değil, sonuç yine istediğim gibi.'' Elindeki iki karanfili öylesine fırlattı nemli toprağa. ''Baban her gece ağlıyor Betül. Annemden duyumlarıma göre hep kendini suçluyormuş. Bu arada akli dengesi de pek sağlıklı değilmiş, annem söyledi.'' Kahkahası mezarlıktaki zebanileri kıskandıracak cinstendi. ''Yakındır, annem de babanı terk edecek.'' Geriye adımlar atıp sırıtan yüz ifadesi ile ardına döneceği sırada duraksadı. ''Unutmadan söyleyeyim, bir de neye üzülüyorum biliyor musun?'' Kaşları gözlerine inecek kadar sinsice çatıldı. ''Keşke o gece gerçekten tadına bakmış olsaydım Betül.'' Sırıttı. ''Ama tebrik et yine de beni. İntikamımı aldım!''

''Tebrikler!'' Sesiz mezarlıkta alkış sesi patladı. Sağır vicdanını silkelemek istercesine dünya başının etrafında döndü. Yutkundu önce Tuna ama taviz vermedi. Kendinden emin bir şekilde ardına döndüğünde gözleri irileşti. Derken çepeçevre silahlar doğrultuldu.

''Sen ha?'' Polislerin yanı başında duran adama baktı uzun uzun. Tek bir adımını dahi atamadan enselendiğinde sinirden kuduruyordu. ''Bırakın lan!''

''Tuna...'' Şöyle bir başını salladı. Acıyarak baktı vicdanını köreltmeye çalışan adama. ''Bir fidan alıp dikmemiş insan gibisin. Sanki hiçbir sokak hayvanının başını okşamamış ellerin. Bir vazoda çiçek sulamamış gibisin. Geceyi süsleyen yıldızlara bakıp hayal kurmadın mı hiç? Bir pencere köşesine yaslanıp yaşamı sorgulamamış gibisin. Pul pul dökülen toprağa dokunmadı mı hiç ayakların? Avuçlarına doldurduğun suyun akışını seyretmemiş gibisin.'' Başını iki yana sallayıp parmağını yukarı kaldırdı. ''Sen Tuna, sen yaşadığını sanan o ölülerdensin.''

''Gazel okuma!'' Çırpınsa da kelepçeler çoktan bileklerini sarmıştı.

''Bir gün bütün kötülükler ölecek.'' dedi sakince. ''Ve sen başı çekeceksin Tuna!''

''Ekrem!'' Adeta dişlerinin arasında avı olan köpek gibi haykırdı Tuna. ''Beni satışının bedelini ödeteceğim sana!''

Kim bilir, belki...

Loading...
0%