Yeni Üyelik
7.
Bölüm

BÖLÜM 5

@bukalemun7

A.T.R Bölüm 5)

''Sakladıkça korkak, konuştukça özgürsün ama sustuysan en akıllı ve tehlikeli...'' -Sultan B.

Sırtımdan gelen derin sızıyla yerimden doğruldum. Neredeyse bir hafta geçmişti üzerinden ama sağ kürek kemiğimin orada ki kas hâlâ sızlıyordu. Şimdiye acısının dinmesi gerekirdi oysa. Gel gör ki sırtıma merhemi sürecek birisi yoktu. Annem olsa merhemim olurdu.

Her neyse fazla sulu gözlü olmuştum bu aralar. Gözaltlarımı çıkartmak istercesine siliverdim.

Orta sehpanın üzerindeki kumandayı alıp aptal kutusunu açtım. Evde kimse yoktu. Bu iyiydi çünkü kimseyle muhatap olmak istemiyordum.

Baharda başlayıp yaz sonu bitecek olan tatilim ilk defa bu kadar sıkıcıydı. Oflaya puflaya kanalların birini açtım. Taksinin arka koltuğunda boş bakışlarla etrafını süzen bir kız vardı. Bir şeyler anımsadım o anda. Bakışlarım ekranda donuklaştığında aklım birkaç gün öncesine gitti.

Yol tarifini alan taksicinin uzattığı mor tomurcuk güle bakakalmıştım. Sarkıntılık yaptığını düşünüp ürkmüştüm. İnmek içim hamle kolladığım sırada şoför konuşmuştu.

''Beyefendi size bu gülü iletmemi söyledi.'' Ellerim istemsizce güle uzanırken şaşkınlıktan aralanmış ağzımı kapadım. Bedenim iyiden iyiye buz kesmişti.

Sessizliğin hâkim olduğu taksi evime doğru yol alırken gül üzerinde asılı not dikkatimi çekmişti. ''Mor tomurcuk gülün anlamını biliyor musun?'' Sersem bakışlarımı taksinin tavanında gezdirmiştim.

Beynim bununla savaşırken taksi evimin önünde durmuştu. Teşekkür edip, sızlayan bileğime dikkat ederek bahçe kapısından içeri girdim. Gülü elimdeki poşete atıp zile bastım. Açılan kapıdan Necla Hanım göründü. Ayak bileğime geçirilmiş bandaja, ardından dikiş atılmış elime baktı. Bir ton lafı yüzüme sıralarken elimdeki poşete uzanmasını engelledim. ''Neredeydin kız sen? Çıkarken elin boştu, ne bu?'' Necla Hanım'ı umursamadan odama yönelmiştim.

Odama girip poşetin içindeki gülü ve notları kalp çarpıntısıyla çekmecenin birine attım. Necla Hanım kapıyı açıp elimdeki poşete hızla atılmıştı. Sıkıntıyla iç geçirdim. O gün babam eve geç gelmişti, sonrasında ayrıntıya inmeden anlatıp bu olayın üzerini kapamıştım.

TV den gelen ani ve de yüksek ses düşüncelerimi dağıttı. Ah, aptal kutusu işte! Hemşirenin verdiği notu henüz okumadığım aklıma düştüğünde kumandayı alıp TV'yi kapadım. Zihnim büyük bir karmaşıklık içindeydi ki tamamen unutmuştum.

Bileğime dikkat ederek üst katın yolunu tuttum. Aslında iyileşmişti ama ben her ihtimale karşı sabitleyiciyi düzenli kullanıyordum.

Odamın soğuk metal kapısını kavramıştım ki alt kattan gelen zil sesiyle omuzlarım düştü. Oy zaten zar zor çıkmıştım merdivenleri. Beynimdeki düşünceye hayali koca bir balyoz indirdim. Ayaklarım olduğu için şükretmeli!

Zil art arda çalıyordu. Adımlarımı dikkatle aşağı kata yönlendirdim. Ne vardı yani şu zile sürekli basmasalar. Evde varsam zaten gelip kapıyı açardım. Alnıma ufak bir şaplak atıverdim.

Araladığım eşikte, kucaklarındaki mağaza poşetlerinden Necla Hanım'ı ve İdil' göremesem de, kulak tırmalayıcı seslerinden onlar olduğunu hemen anlamıştım. Söyleniyorlardı. Alt tarafı geç açmıştım başımın etine ekmek bandılar resmen!

''Sana diyoruz niye açmıyorsun kapıyı!'' Duymazdan gelip merdivenlere ilerledim. Bu defa o kâğıdı okumalıydım.

''Betül!'' Necla Hanım'ın sesiyle omzum üzerinden bıkkınca bakındım. Koca koltuğa gövdelerini sermiş, söyleniyorlardı.

''Su getir!'' Ayak parmak uçlarımdan saç diplerime kadar kasılırken bunun şüphesiz kızgınlıktan olduğunu biliyordum. Bana emir vermekten vazgeçmiyordu bu kadın. ''Duymadın mı kız! İki bardak su.'' Sabır Betül, annen ne demişti: büyüklere saygı.

Yavaş adımlarla mutfağa ilerleyip iki bardak suyla salona döndüm. Elimdeki su dolu bardakları orta sehpaya bırakıp hiç vakit kaybetmeden üst katın yolunu tuttum. Birkaç adım atmıştım ki sırtıma gelen darbeyle sendeledim. Ardıma baktığımda, hemen dibimde bir mağaza kutusu vardı.

''Cici Annen ve biricik kardeşinin sana hediyesi.'' Çatılan kaşlarımla Necla Hanım'a baktım. Pis pis sırıtıyorlardı. Sabrımın sınırını mı öğrenmeye çalışıyorlar? Sabır raddem onlar için eksilerdeydi çünkü.

Eğilip mağaza poşetini yerden aldım. Başımı kaldırıp onlara bakındığımda dudağımın kenarı kıvrılmıştı. Suratlarındaki pis ifade solarken bileğimin izin verdiğince onlara yaklaşıp elimdeki kutuyu olabildiğince hızla orta sehpaya vurdum. Geniş salonda yankılanan çığlıklar umurumda değildi. Dolu su bardakları parkede sekip parçalara ayrılırken çıkan sesi zevkle dinliyordum.

Necla Hanım'ın gözleri irileşmiş, elleri başında ve dirsekleriyle de siperlenmişti. İdil de kendine çektiği bacağını ağır çekimde eski haline çevirirken yüzünde gördüğüm dehşete düşmüşlük, dudağımdaki kıvrımları daha da arttırdı. Bunlar huyum değildi aslında. Ani ataklarım sadece annemin resimlerini yakan bu kadına özeldi. Belki de ona karşı içimde devleşen bir kin vardı. Herkese sessiz sakinken ona volkandım.

Kendine gelmek için damağını kaldıran Necla Hanım'a gözlerimi sabitledim.

''Cici anneye sevgilerimle, bence haddini bilmelisin.''

Açılan ağzından çıkacak sözcükleri duymak istemiyordum. Hızla merdivenleri arşınlarken istemesem de tiz sesini kulağıma geliyordu.

''Görüşeceğiz seninle.''

Hah, gülerdim buna! Bu eve gelmemden başka hayatımda ne olabilirdi? Boş versene olacak her şeye hazırdım.

Odama ulaştığımda kolu çevirip içeri girdim. Kapımı kilitleyip sırtımı yasladım. Evde sürekli hale gelen bu zıtlık huzurumu bozuyordu.

Gözlerimi kapadım. Sakinleşip o notu bulmalıydım. Evet, şimdi okuyacaktım.

Telaşla çekmecelere yöneldim. İlk çekmeceyi açacakken kendimi durdurdum. Niye bu kadar merak ediyordum ki? Belki de sadece geçmiş olsun yazıp bırakmıştır.

Omuzlarımı sallayıp çekmeceyi karıştırmaya başladığım sırada telefonumun sesi kulaklarıma doldu. Ah bu kimdi?

Masanın üzerindeki telefonuma uzanıp ekrana baktım. Anneannem arıyordu. Geldim geleli bir defa uçaktan indiniz mi diye aramıştım. Bu daha çok sorumsuzluk değil de dikkat çekme çabasıydı belki de. Bilinçaltım kırgınlığını böyle yansıtıyor olmalıydı: herkesi görmezden gelerek.

Telefonu açıp kulağıma götürdüm.

''Anne.'' Annemi, anneanneme benzettiğim için ona böyle hitap etmeyi seviyordum.

''Kınalı kuzum. Yavrum sen hayırsız mı çıktın başıma? Söyle bakayım bana?'' Kıkırdayıp sesime tatlı bir tını takındım.

''Oy tontonum. '' Gülümsediğine emindim. Ne zaman ona tontonum desem yelkenleri indirirdi.

''Sen beni unutuverdin kuzum.'' Sesini mahsustan kızgınmış gibi yapıyordu.

Bu kadının sesi huzurdu. Şimdilik mektubu aklımın bir köşesine fırlatıp, sadece tontonumun sesinde huzuru yakalamalıydım.

Uzun sohbetimiz de dayımın yoğunluğundan, hastaneden anlattı. Türkiye'yi özlediğinden bahsetti. Kelimesi yettiğince evi, eşyaları tarif etti. Beni de özlemişti.

***

Anneannemle uzun ama bana salise gibi gelen sohbetimizi sonlandırıp telefonumu masanın üzerine bıraktım.

Pencereye doğru bakındığımda hava epey kararmıştı. Yaklaşıp perdeyi araladım ve açtığım pencereden başımı uzattım. Koca bir nefes çektim içime. Bir sürü çiçekle harmanlanmış gecenin hanım eli kokusu burun deliklerime doluştu. Havası güzel memleketim. Yüzümde anlamını bilemediğim bir gülümseme oluşmuştu ki kapım tıklatıldı. Muhtemelen babamdı ve ben gel demeden içeri girecekti.

Ellerimi pencere pervazından çektim. Yüzümdeki tebessümle arkamı döndüğüm de gülümsemem yüzümde dondu. Tuna yarı çarpık gülümseme ve kısık gözlerle bakıyordu.

''Ne o? Geldiğime sevinmedin mi?'' Bana doğru yaklaşırken kendimi köşeye çektim. Gözleri baygındı. Ne olmuştu buna?

''Dur orada!'' Ellerimi panikle ileri doğru savururken kahkahası odada yankılandı. Kısa bir adım daha atarken tek kaşını kaldırdı. Hızla gözlerimi yere indirip geriye bir adım atmıştım ki sırtım gardıropla buluştu.

''Benden neden kaçıyorsun Betül? Benimle konuşmak için sıraya girmiş kızlar varken beni elinin tersiyle iteleme.''

Gözlerim yerde titrerken başımı kaldırdım. Zinaya yaklaşıyordum, bu haramdı! Babamın düşüncesizliğiydi bu. Ben yerimde kıvranırken o kısa bir adım daha attı. Tuna'nın varlığı karanlık, sessiz bir odadan gelen boğuk sesten daha korkutucuydu benim için.

''Düşünme bunları ucuz malın alıcısı çoktur.'' Deyiverdim. Zihnim tehlike sinyalleri çalıyordu.

Bir anlık afallasa da baygın gülümsemesini yüzüne takındı. Elleri cebinde olduğu yerde kaldı. Hafif bir rüzgâr pencere pervazını yokladığı sırada ellerimi önümde birleştirdim. ''Çık odamdan.''

''Sana olan zaafımı anlamıyor musun?'' İrileşmiş gözlerimi yüzüne çıkardım. Beklenti içindeydi.

Cılızdı sesim. '' Sen ne dediğinin fark-''

''Farkındayım!'' Yüksek çıkan sesiyle yerimden sıçradım. ''Senden hoşlanıyorum.''

''Ne?'' Elimle ağzımı kapadım. İrileşen gözlerim donup kalmıştı.

Yukarı bakındı. Adem elması oynadı. Beklentiyle yüzüme bakıp bir adım daha attığı sırada odamın kapısı gürültüyle açıldı. Onun adımı hızla geriye dönerken, gardıropla bütünleşmiş vücudumu kurtarıp yana kaydım.

''Yemek hazırda ben şe-''

''Kapı çalma diye bir adap var! Değil mi İdil?'' Tuna kardeşine bağırırken gözlerim ikisi arasında gidip geldi. Lütfen İdil yanlış algılamasın. Gerçi duyduklarımdan sonra doğru ne onu da bilmiyordum

''T-tamam'' Gözlerimi ikisinden de çekip aralarından hızla geçtim. Onları ardımda bırakıp merdivenlere ilerledim.

Az evvel olanlar tam bir rezillikti. Bu evde günahın dibine çekilip kendimi kaybetmeden gitmeliyim.

Ahşap merdivenlerden çıkan tok sesler ardımda olduklarının kanıtıydı. Son basamağa da basıp mutfağa ilerledim.

Babam eliyle oturmamı işaret ettiğinde kırık bir tebessüm bahşettim. Sandalyeyi çekip oturacağım sıra da Tuna ve İdil de gelmişlerdi. Necla Hanım yüzüne eğreti gülümsemesini yerleştirip servislere başladı.

Yemeğimi yerken aklım az evvel olanlardaydı. Beni sevdiğini söylemişti. Allah’ım ben ne yapacaktım? Bunu bile bile bu evde, onunla birlikte nasıl kalacaktım? Fikirlerim fırtınalı bulutlu. Belki iyi bir görünüşü olabilir ama bildiğim kadarıyla karakteri berbattı. Kabul. Önce görünüşe bakıp sonra da aşık oldum derdi insan. Yahu, bir de kişiliğe bak. Görüp beğen; kişiliğe bakıp değerlendir. Gerçekten farkında değiller mi? Buruş buruş olunca görünüşleri değil, karakterleri yerinde olacaktı. Üstadın biri der ki: ''Göze her güzel gelen, gönüle güzel gelmeyebilir. Gönüle güzel olan, göze de zaten güzeldir.''

''Kızım?'' Elime dokunan parmakları içimi ürpertti. ''Ne düşünüyorsun?'' İç yolculuğumdan sıyırıp gerçek dünyaya döndüğümde yemeğimle oynadığımı yeni kavradım.

''H-hı? Şey ben tokum, sanırım.'' Sorusuna tezat cümle kurmuştu dudaklarım. Elimdeki çatalı yavaşça tabağımın kenarına bırakıp ayağa kalkarken konuştum. ''Size afiyet olsun.'' Herkesin yüzü bana çevrildi

Mutfak kapısına yöneldiğim sırada babamın sert sesiyle yerime çakıldım.

''Saygısızlık yapma.'' Anlamayan gözlerle ona döndüm.

''Anlama-'' Eliyle sözümü kesti. Bir şeylere kızmıştı da en ufak çıngıdan alev almaya yer mi arıyordu?

''Necla senin için yaptı bu yemekleri!'' İnsanlar tok hissedebilirdi oysa. Üstelik masadan saygısızlık yaparak da kalkmamıştım.

''Be-ben... Tokum.''

''Onlar seni fazla şımartmışlar anlaşılan! Nezaket kurallarını unutmuşsun.'' Ayaklanmıştı. Şaşkındım. Direnmesem gözlerimin ardındaki kara bulutlardan fırtınalı yağmurlar kopardı.

''Tamam.'' Çaresizdim ve karşımdaki de babamdı. Gözüm Necla Hanım'a kaydı. Halinden keyif alırmışçasına bir ifadesi vardı.

Tuna elindeki çatalı sıkarak bir bana bir de diğerlerine bakıyordu. Beni önemsemiş miydi? Ah ne ironik değil mi? Aciz hissedince hep birilerine sığınma ihtiyacı hissederiz.

Dolan gözlerimi yere eğip mutfaktan çıktım. Odamın olduğu kata çıkan merdivenler ayaklarımın altında acı seslerini bırakıyordu. İdil'e sevgiyle yaklaşan babam bana ters cevaplar veriyor. Ben bu evde fazlalıktan başka bir şey değildim.

Odamın kapısını kilitleyip yatağıma attım kendimi. Cenin pozisyonu aldı bedenim. Yanağımdan süzülen yaşları umursamıyordum. Sanki biri yüreğimi dirgenle yerinden söküp, har har yanan sacın üzerinde kavuruyordu. İçim yanıyordu, içim!

Hıçkırıklarım odayı çınlatırken öksürük krizine girdim. Sendeleyerek yerimden kalkıp pencereyi açtım. Derin bir nefes çektim ciğerlerime. Elimin tersiyle ittim gözyaşlarımı. Biraz olsun rahatlamıştım. Dışarından gelen aromatik kokular enfesti. Hele de, pencere kenarındaki begonya çiçeğim... Gözlerimi kapayıp küçük bir şükür çektim rabbime.

Rahatladığımı hissettiğimde odadan çıkıp banyoya gittim. Güzelce abdestimi alıp odama yöneldim. Kimseler görünmüyordu. Kapımı kilitleyip seccademi serdim ve kıbleye yöneldim her şeyimle, bütün inancımla. Beni gerçekten anlayana(c.c) yöneldim. ''Rabbim.'' dediğinde ''Kulum.'' diyen sımsıcak ilahıma yöneldim.

Karanlıktı gece ve ben şunun bilincindeydim. Herkes ardını dönse de, yüzü sana hep dönük olan Allah’tır. Ve gün gelir annen bile bırakır seni ama o(c.c) hep yanındadır.

Yatsı namazımı ve şükür namazımı kıldıktan sonra dualar etmiştim. İçimde yeşeren huzur yüzümü güldürmüştü. Seccademi toplayıp dolaba yerleştirdim.

Üzerimi çıkarıp geceliğimi giyindim. Omuzlarıma kadar gelen koyu siyah saçlarımı salık bırakıp kurumuş ellerimi nemlendirmek için çekmeceyi açtım. Ellerimi uzattığımda gözlerim mor tomurcuk güle ilişti. Yüzümün önündeki tutamları kulağımın ardına iteleyip mor gülü avucuma aldım. Anılar aklımda depreşirken gül üzerindeki notun anlamını düşündüm. ''Etrafında kimseyi göremeyecek kadar büyük bir aşka yakalanmak. Gülü verdiği kişiyi tanımak.'' Mor tomurcuğun anlamı kafamı karıştırmıştı. Nasıl bir mana çıkarmalıydım ki?

Aceleyle gülü yerine bırakıp çekmeceleri hızla karıştırdım. Bir yandan da söyleniyordum. Neredeydi bu kâğıt? Alt üst ettim ama not yoktu. Diz çöküp çekmecelerin altında elimi gezdirdim. Hah! İşte buradaydı. Heyecanla elimdeki notu alıp, yatağıma jet hızıyla atladım ve bağdaş kurdum. İnşaAllah şimdi öğrenecektim neler yazdığını. Saçlarımı geriye attım. Hevesle kâğıdı açıp okumaya başladım:

''Muhtemelen kâğıt eline geçer geçmez okumadın.'' Gözlerim irileşti. İyi tahmindi. ''Beni hastanede göremediğinde de, zannımca, kaçtığımı sandın. Hemşire sana bütün masrafların karşılandığını söylediğindeyse vicdanımı bu şekilde rahatlattığımı düşündün değil mi?'' Mümkünmüş gibi daha da fazla açıldı gözlerim. Umarım bir müneccimle karşı karşıya değilimdir. İçim ürperirken devam etim:

''Ve eminim ki şu an yeşilin en güzel tonuna sahip gözlerin irileşti. Rihem seni tanıyorum, anlamış olmalısın.''

Okuduklarım hem korkutuyor hem merakımı kamçılıyordu.

''Ensende nefesimi hisset Rihem. Manisa'ya dönmen düşüncelerimi değiştirdi. Üvey ağabeyinle aynı evde kalman beni delirtiyor! Hiçbir şey bilmiyorsun.

Sen benimsin. Bana aitsin. Senin eksik kalan yanın benim; benim yaralarımın merhemi ise sensin.

Hata bende fazla bekledim ama vakti geldi.

Rihem. Adın ne güzel kadın.

En güzel geleceğin, Soner BORAS''

Ateşe değmişçesine kâğıttan elimi çektim. Geriye sürüdüğüm bedenim yatak başlığına yaslandı. Gözlerim telaşla etrafı tarıyordu. Rihem demişti, Rihem. Bunu bilmesi olanaksızdı.

Rihem, annemin bana seslendiği isimdi. Babamdan başkası da bilmezdi bu ismi.

Yağmurdan sonraki toprağın kokusu demekti. Huzur demekti. Annem, üzüntüsünün ya da sevincinin doruklarında bana sarılır ve Rihem diye hitap ederdi. Durumun vahametini Rihem demesinden anlar, anneme sarılıp huzur verirdim.

''Sen benimsin.''

Bu ne demekti? Yolda gördüğüm kimliksiz adamın sözlerine hangi anlamı yüklemeliydim?
Dahası neyin vakti gelmişti? İçime bir korku yayıldı. İlk kez böyle bir şeyle karşı karşıyaydım. Siması tanıdık bu Adamda kimdi? Rihem'i bildiğine göre belki de hep hayatımdaydı.

Kahretsin! Ne oluyordu?

Beceriksizce kâğıdı katlayıp yatağımın kenarındaki komodinin çekmecesine attım. Işığı kapayıp yorganın altına girdim.

Soner BORAS.

Kimsin ve benden ne istiyorsun?

Loading...
0%