Yeni Üyelik
8.
Bölüm

BÖLÜM 6

@bukalemun7

A.T.R Bölüm 6)

''Kadın, adamın ruhuna işlenmiş nakıştı.'' -Sultan B.

Kapıyı ardımdan çekip odamdan çıktım. Bugün kahvaltıdan sonra elimdeki dikişi aldırmak için sağlık ocağına gidecektim. Aslında bir kaç ip atmıştı ama bunaldığımdan evden çıkmak için bunu bahanem edinecektim. Laf söz olur diye evden adım attırmıyorlardı ki.

Merdivenlere yöneldiğim sırada Tuna odasında çıkmıştı. İtirafından sonra birkaç gündür ortalarda görünmüyordu. Her neredeyse yeni gelmiş olmalıydı. Keza nerede olduğu umurumda değildi. Evde olmadığı zamanlar uykularım huzurluydu.

Kapının önünden geçip merdivenlere ilerleyeceğim sırada önüme geçti. Sağa adım attığımda aynı şekilde sağa kaydı. Sola yönelen bedenime ayak uydurup geçmeme engel oldu.

''Çekilir misin?'' Tuna günahtan başka bir şey değildi. Bu yaz bitse de üniversiteye dönüp dinimi hakkıyla yaşasaydım diye dualar ediyordum içten içe.

''I-ıh.'' Kafasını iki yana sallayıp pişkince sırıttı. ''Utanıyor musun benden? Asıl utanılacak şeyleri henüz yaşamadık küçük hanım.''

Yanaklarım alevlenmişti. Helalim olmayan bir erkekle bu tür konuşmalar yapmak temiz yanıma ağır bir darbeydi. Sinirden dişlerimi dudaklarıma geçirmiş, derisini soyuyordum.

''Aow utandı benim kelebeğim.'' Kaşlarım çatıldı. Ellerini beline yerleştirip sırıtarak yüzüme yaklaştığı sırada tık sesiyle irkilip kendime geldim.

Tuna ardımda bir yerlere bakıp göz kırptı. Geriye döndüğümde İdil bana küçümser bakışlar atıyordu. Hep yanlış zamanlamalara denk düşüyordu bu kız. Tuna'ya fırsat vermeden yanından hızla geçip merdivenleri inmeye başladım. Onları ardımda bırakmıştım.

Son basamağa da basıp birkaç adımdan sonra mutfak kapısından içeri girdim. Necla Hanım ve babam kahvaltı yapıyorlardı. Öylesine bir günaydın deyip sandalye çektim. Kahvaltıma başladığımda Tuna ve İdil hâlâ gelmemişlerdi.

İkinci çayımı dudaklarıma götürdüğüm sırada İdil ve Tuna mutfak kapısından içeri girdiler. Sandalye çekip oturduklarında Necla Hanım ayaklanıp, onlara has tebessümüyle, çaylarını doldurmaya başladı. Gözlerim telaşlı masada geziniyordu.

Babam boğazını temizleyip konuşacağını belli ederken iki dudağının arasından çıkacak sözcüklere odaklandım.

"İdil kızım okulların kapanmasına ne kadar kaldı?" Yüzüm istemsizce düşmüştü. Ben masaya geldiğimde tek kelam yoktu. Ben onun kızı değil miydim? İdil'i bu denli sahiplenirken beni sürekli göz ardı etmesi canımı sıkıyordu. Pekâlâ, olgun düşünebilirim değil mi?

"İki hafta sonra babacım." İdil her baba dediğinde içim daralıyordu.

"Betül, kızım." Necla Hanım'ın yaşama hevesimi çökerten sesini işittiğimde, istemesem de, bakışlarımı ona çevirdim. "Bugün İdil okula gitmeyecek. Tuna, İdille seni çarşıya bıraksın gezersiniz." İçten olmayan gülüşlerini perde misali gözlerine asmıştı.

Bana iyilik mi yapmaya çalışıyordu? Göz boyamaktan başka bir şey değildi bu. Babamın gururlu gülümsemesine bakılırsa iyi rol kesiyordu.

"Gerek yok, kendim gezebilirim." Kestirip attım. Babamın gülen yüzü yerini kızgınlığa bırakmıştı. Başını olumsuzca sallayıp kahvaltısına döndü. İdil ve Necla Hanım bana itici bakışlar atıyorlardı. Anlık bakışlarım Tuna'yı bulduğunda sinirlenmeye başladığını fark ettim. Hiçbirini umursamayıp çayımdan koca bir yudum içtim.

Ortamın sisli gerginliğinin farkındaydım. Geleli iki hafta olacaktı ve ben çoktan bu bunaltıcı atmosfere alışmıştım.

Masada sadece çatal kaşık sesleri vardı. Uzun sükûtun ardından babam ayaklandı. Tuna'ya bakarak beni işaret etti.

"Nereye gideceklerse götür sonra dükkâna gelirsin." Konuşmak için ağzımı açmıştım ki işaret parmağıyla susturdu. Kelimeler boğazımda birbirlerine çarparak tıkanmışlardı. "İtiraz kabul etmiyorum! Tuna da dahil, bugünü İdille geçirip kaynaşacaksınız. Aranızda soğukluk olsun istemiyorum."

Yanağımın içini kemirmeye başlamıştım. Babam, annem kadar inançlı değildi. Olsaydı eğer nikâh düşen bir erkekle gezip tozmaya izin vermezdi.

Necla Hanım da babamı yolcu etmek için ayaklanmıştı. İkisi de mutfak görüş alanımızdan çıktıklarında Tuna yüzüme doğru eğildi. "Bugün çok eğleneceğiz küçük hanım." Kırmızı görmüş boğa gibi sıktığım çatalı masaya bırakıp ayağa kalktım. Tuna ve İdil'in izlemesi eşliğinde kendi bulaşıklarımı sudan geçirdim. Hızla makinaya yerleştirip mutfak kapısından çıktım. Necla Hanım çoktan TV karşısına kurulmuştu.

Merdivenlere yöneldiğimde adımı seslenmesiyle yüzümü çevirdim. Tek kaşım kaldırıp ne söyleyeceğini bekledim.

"Mutfağı temizledin mi kız?" Gözleri küçümsercesine kısmıştı. Babamın yanında ayrı, gidince ayrı…

Cevap vermeksizin yüzüne baktığım sırada yerinde doğrulup eline kırlenti aldı. Ben daha ne olduğunu anlayamadan yüzüme çarpan kırlent yere düşmüştü. Anın şokuyla gözlerim kapanmış, kalakalmıştım. Yerimden bir an olsun kıpırdamadım.

"Beyinden yoksun musun, sana diyorum?" Tiz sesi yüzümü ekşitmeme sebep olmuştu. Hâlâ kapalı olan gözlerimi açtım. Merhamet göstermeyeceğim insanlar bu evdekilerdi. Üzgünüm boğa kırmızıyı görmüştü.

Necla Hanım'a bakıp sırıttım. Bir şeyler çağırıyordu ama umurumda değildi. Tuna ve İdil sırtlarını kapı pervazına yaslamış, homurdanıyorlardı.

Hâlâ gülümserken eğilip yerdeki kırlenti aldım. Tek gözümü kapayıp odakladım. Ellerim arasında şişirdiğim kırlenti yukarı fırlatıp, yere düşerken sağ ayağımı hızla havaya savurdum. Kırlentten gelen darbeyle güzelim vazo yere serilirken çıkan seslerin arasından bağırdım. "Gol. " Zevkle gülümsüyordum. Necla Hanım korkuyla yerinden doğrulmuş kırılan vazoya acıyarak bakıyordu.

"Besleme!"

Anne kız aynı anda söylemişlerdi. Necla Hanım'a yaklaşıp aramızdaki koltuğa ellerimi yasladım.

"Sana söylemiştim. Ezdiğin o küçük kız yok karşında, yıllar çok şey değiştirdi." Göz kırpıp geriye döndüm. Tuna ve İdil taş kesilmişlerdi.

Hızla merdivenleri çıkıp odama ulaştım. Kapıyı ardımdan kapayıp kilitledim. Yatağıma oturup bir çırpıda sol ayağımdaki sabitleyiciden kurtuldum.

Bu yaptığımın yanlış olduğunu biliyorum. Çok merhametli biriyim fakat annemin yerine geçmeye çalışan o kadına tahammülüm yoktu. Evet, bu beni haklıda göstermez maalesef.

Odamda biraz oyalandıktan sonra gardırobun kapağını açtım. İçinden uzun bol elbise ve uygun bir şal seçtim. Hızla üzerimi değiştirdim. Uzun uğraşlarım sonucunda örtümü de taktım. Dikişler için sağlık ocağına gitmeye; sonrasındaysa biraz olsun dolaşmak için hazırdım. En alt çekmeceden kumbaramı açıp dayımın verdiği paradan bir miktar çantama attım. Son kez odayı kontrol edip çıktım.

Merdivenlere yönelip basamakları arşınladım. Evdekilerle karşılaşmamak için büyük çaba sarf ediyordum.

Babetlerimi ayağıma geçirip çıkmaya yeltendiğim sırada Tuna'nın görüş alanıma girmesi çabamda pek de başarılı olmadığımı gösteriyordu.

"Beraber gidecektik, nereye böyle?" Umursamayıp kapıdan çıkacağım sırada kolumdan tutup çekmesiyle geriye sendeledim. Parmakları arasından kurtulup kızgınlıkla yüzüne baktım.

"Ne var, ne?" Bağırmıştım. Başını yana çevirdi. Dişlerinin arasına aldığı dudağını serbestçe bırakırken yan gözlerle baktı.

"Sana nereye gidiyorsun dedim! Gideceğin her ne lanet yerse beraber gidecektik!"

"Ah, tabi size hesap vermeliyim efendim." Alaya aldığımı fark etmiş olmalı ki ellerini beline yerleştirip öfkeyle gözlerini kapattı. Yumulu gözlerini açmadan kapıdan hızla çıktım.

"Betül!"

Ardıma bakmadan bahçenin soğuk demir kapısını açıp sokağa attım kendimi. İsmimi sesleniyordu ama umurumda değildi. Onlarla aynı çatı altında kalmaya tahammülüm yokken bir de gezmek mi? Bugünümü onlarla geçirip mahvedemezdim.

Arkamdan gelip gelmediğini kontrol ederken adımlarım oldukça hızlıydı. Ama ses yoktu ve gelmiyordu.

Evden biraz da olsa uzaklaşmış sokağı arşınlamaya başlamıştım. İki sokak aşağısında sağlık ocağı vardı. İlk olarak en yakın arkadaşlarıma uğramam gerekti. Onları da yanıma alıp önce sağlık ocağına sonra ise gezmeye gidebilirdik.

Melodisi ile duraksayıp telefonu çantamdan çıkardım. Eylem arıyordu. Gülümseyerek telefonu açıp kulağıma götürdüm.

"Öhem öhhemm. Kiminle görüşüyorum acaba?" dedim şakacıktan.

"Kim mi? Sen iyice unuttun bizi. Hayırsız Betüş! Geldin geleli uğramadın!" Eylem karşı taraftan ciyaklıyordu. Başımı iki yana sallarken gülümsemiştim. Deli kız.

"Dur saki-"

"Sus, konuşma hakkın yok senin! Çabuk buraya geliyorsun." Başım yerde, bütün dikkatim Eylem'in tatlı sesindeydi.

Onların benim yanıma gelmemelerine kızamıyordum. Necla hanımın gazabından korkuyorlardı.

"Gelsem mi acab-"

"Betül!" Eylem çirkefliğini gösterip ardı ardına laflar savururken, Defne'nin de karşı taraftan sesi geliyordu. "Bağırma be!" Didişiyor olmalıydılar.

"Eylem, nefes al ve bekle." dedim.

Eylem soluk soluğaydı. "Hı aldım."

"Tamam, şimdi Defneye bak iyi mi?" Kıkırdadım.

"He! İyi, MaşaAllahı var ne oldu ki?" Ağzı yarı açık, ayran budalası gibi, Defne'ye bakındığına emindim.

"O kadar konuştun ki kız tükürüğünde boğuldu sandım." Birbirine bastırdığım dudaklarımın ardında kahkahalar gizliydi.

Eylem yeniden çirkefleşmeye başladığında taş yoldan başımı kaldırdım. Önümde ilerleyen siyah, filmle kaplı araç gülümsememi yüzümde dondurmuştu. Tedirgin etmişti. Hızı adımlarım gibiydi.

Vakti geldi...

Sen benimsin.

"Betüş. Allooo." Telefondan gelen ses ile kendime gelip duraksadığımı yeni fark etmiştim.

Bakışlarımı arabadan çekip adımlarımı hızlandırdım. "Dalmışım."

"Aklın hangi kurnazlıkları düşünüyordu?" Elimi savurup boş kuruntularımı geçiştirdim. Araca bakmamak için çaba sarf ediyordum. "Telefonda özlem giderilmez, gel hadi bekliyoruz güzelim." Dikkatimi yeniden Eylem'e verdim.

"Ah, yirmi dakikaya oradayım bebeğim." deyip kıkırdadım. Kahkaha sesleri geliyordu. Çocukluk arkadaşlarım Eylem ve Defne ile hep böyleydik.

"Senin beni tamamlamanı seviyorum." Deli ve de tatlıydı bu kızlar.

"Bende seni seviyorum."

"Geldiğinde görüşürüz canım." Ve telefon yüzüme kapandı. Şaşırmamıştım çünkü Eylem'in sadece sevdiklerine gösterdiği naçizane tavırlarından biriydi bu. Başımı iki yana sallayarak sesli güldüm.

Adımlarım hızlanırken öndeki araç hâlâ aynı yavaşlıkta ilerliyordu. Saniyeler sonra geniş yolda araç hızlandı. Boşuna evhamlanıyordum.

Yere eğdiğim başım ani fren sesiyle sendelediğinde bakışlarım aracı bulmuştu. Önüme direksiyonu kırmıştı. Kalbimin çarpıntısına bacaklarımın titremesi eşlik ederken tırnaklarım çoktan avuç içime geçmişti. Soğukkanlılığımı korumaya çalışarak adımlarımı çevirmiştim ki arabanın ön kapısı açıldı. Aynı hızla kapandığında çıkan ses sanki içimde gümlemişti.

Geniş omuzlarını geriye atıp üzerime doğru ilerleyen adam hiç şüphesiz kahve harelerin sahibiydi. Kaşlarım altındaki gözlerim tedirgince bakarken korkuyla yutkundum.

Bu, o adamdı.

Soner BORAS'tı.

Loading...
0%