Yeni Üyelik
9.
Bölüm

BÖLÜM 7

@bukalemun7

A.T.R Bölüm 7)

''Öpersem, dudaklarındaki zehir kalbime bulaşır mı?'' -Sultan B.

Soner BORAS'tı bu adam.

Yutkundum.

Keskin bakışları yerime sinme isteği uyandırıyordu. Kâğıtta yazılanlar... Allah’ım, başıma bir iş gelse ben ne yapardım? Bakışlarıyla delip geçiyordu.

"Kimdi konuştuğun?" Yüksek çıkan sesi ile yerimden sıçradım. Bela falan mıydı acaba? Korkuyla yutkundum. Ben daha cevap veremeden yanımda bitip öfkeli bakışlarını gözlerime kenetledi. Yeşil irislerimi acemice taş yola çevirdim.

"Anlamadım. Be-" Kolumu sarmalayan kemikli ellerinin acısı ile sesim kesildi.

"Sana kiminle konuşuyordun dedim!" Her bir harfini bastıra bastıra dişleri arasından tıslamıştı.

Kaşlarım çatılı "Arkadaşım" dedim. Pençelerini kolumdan çekip tek elini beline yerleştirip yüzünü sıvazladı. Ellerim benden bağımsız az evvel pençelerinin geçtiği yeri okşadı.

Burnundan soluyarak döndüğünde birkaç adım sendeledim. "Telefonunu ver!" Bu kadarı fazlaydı ama!

"Nesin sen zorba mı?" Kısıktı sesim. Anlık gelen konuşma cesaretime de şaşırmıştım.

"Yeter Betül! Ver şu lanet telefonu." Kolumdaki çantamı bir çırpıda çekip aldı. İyice korkmaya başladım. Hırsız falansa alıp gitsin ama bana dokunmasındı. Saçmalıyordum! Altında lüks arabası var, hırsızlık mı yapacaktı? Kayıtsızca izliyordum. Diz çöküp çantamı ters çevirdi. İçindekiler taş zeminle buluşurken aralarından telefonumu alıp ayağa kalktı. Kalbim, göğüs kafesimin altında soluksuz çırpınırken endişeyle etrafımı taradım. Bir gören olsa ne derdim? Yanlış anlaşılır laf söz çıkardı. Çünkü insanlar bilmeden yargılamanın aşığıydı.

"Aç şu kilidi!" Titreyen parmaklarım ikiletmedi. Kudurmuş kaplan gibi karşımda dikiliyordu ve ben tanımadığım bu adamdan korkuyordum. Hem, ne istiyorsa yapıp bir an önce gitsindi.

Elimden telefonu kaptığı gibi birkaç dokunuş yapıp kulağına götürdü. Şaşkın gözlerle süzdüm baştan boya. Ne yapıyordu bu adam? Dudaklarımı aralayıp konuşacağım sırada karşı taraftan o tanıdık ses geldi.

"Romantikliğini bozduğum için bana kızmazsın ne oldu bebeğim, aradın?" Eylem şu an olanlardan habersiz neşeli sesiyle sözcükleri sıralıyordu.

Kahve harelerin üstündeki çatılı kaşları genişledi. Yüzünden okuduğum kadarıyla beklediği bu değildi. Amacını hâlâ kavrayabilmiş değildim.

Kulağındaki telefon yavaşça inerken usulca uzattı. Yoğun bakışlarının arasından telefonu aldım. Hani annemden sonra her şey yolundan sapmış gibiydi. Deli gibi sevdiğim bu şehirden gitmek istiyordum. Kütahya'da zaman zaman izlendiğim hissine kapılırdım ama his zararsızdı. Oysa burada sürekli bir şeyler oluyordu.

"Betül?" Şu anki durumun açıklaması ne olabilirdi ki? "Betül bir şey mi oldu? İyi misin?"

"Ben şey... İyiyim. Sadece... Bugün gelmeyeceğim. Üzgünüm." Eve gitmeliydim. Ya da annemin beni hep götürdüğü tepeye gidip kendimle baş başa kalmalıydım. Bu savruluşta bir sığınak arıyordum hiç şüphesiz.

"Ne oldu?"

"Bir şey sorma lütfen. Sonra anlatırım." Yanağımdan akan damla usulca yol alırken konuşmayı sonlandırıp telefonu kapadım. Ürpertici bir his dizlerimin bağını çözmüştü.

Onun bakışlarının hâlâ üzerimde olduğunu hissedebiliyordum. Eğilip çantamı toparladım. Ne olduğu belirsiz birisi gelip önümü kesmiş, üstelik saçma sapan hareketlerde bulunmuştu. Aklım mantığımdan açıklama istiyordu. Taciz desem, değildi bu. Çantamı omzuma astım. Geldiğim yola doğru dönüp yürüyeceğim sırada kolumdan tuttu. Sırtım çevrili duraksadım. Tutuşunda hırçınlık yoktu, incitmekten korkar gibi narindi. Kolumu yavaşça çekişimle eli yana düştü. Bu kadar güçsüz değildi aslında.

"Lütfen gitme. Seninle konuşacaklarım var." Az evvelki gürlemesine tezat bu defa sesinde bitkinlik vardı.

"Söyleyeceklerin umurumda bile değil lütfen... Lütfen bir daha karşıma çıkma." Asi ve emin bakışlarımı gözlerine çıkardım.

"Yapamam." Kaşarını hüzünle eğip başını iki yana salladı. "Ben sandım ki sevgilinle konuşu-"

Cesurca boşlukta elimi savurdum. "Kiminle konuştuğum seni ilgilendirm-"

"İlgilendirir!" Sesim boğazıma sindi. Gözlerim puslu görüş alanım daralırken tek adımda aramızdaki mesafeyi kısalttı. Yanağımdan sırasını bekleyen damlalar süzülürken bakışlarımı inip kalkan göğsüne sabitledim.

Sağ eli yavaşça kalktı. Parmak uçları bir karartı gibi sağımdaydı. "Ağlama. Sana kıyamam."

Elleri yüzümü bulamadan gözyaşlarımı sertçe sildim. Görünüşü gibi soğuk olan ellerini tenimde hissetmek istemiyordum. Hem, tenime değmesin el izi. Avuçları yumruk olup toparlandı.

Bacaklarımın titrediğini, gövdemin taşıyamayacak kadar ağır gelmesinden anlıyordum. Ardımda bıraktığım adamın sihirli sözcüğü ile yerime çivilendim.

"Rihem!"

Okurken titremiştim. Şimdi bu sözcüğü iki dudağının arasından duyuyordum. Yüzüne baktığımda anımsadığım bu adamda kimdi? Görsem unutmazdım bu tonu oysa. Nasıl da güzel bir kahverengi idi, kahve çekirdeği gibi. Düşüncelerimin edepsizliği saklı kutudan çıkıvermişti bir anda. Omuzlarımı dikleştirip koşmaya başladım. Olabildiğince hızla ve kelimeleri savura savura. Koştum. Gözlerimden yaşlar akarken ayaklarım birbirine çarpa çarpa.

"Rihem!"

Bir an için durup bıraktığım enkaza döndüm. Omuzları çökmüştü adamın. Dolguna yakın dudakları kıpırdadı ama duymuyordum.

"Her şey için affet beni."

Başımı olumsuzca iki yana salladım. Hani, onca şey olur kırmaz, dökmez, kızmazsın da; bir şişe çarpar ayağına, ağrımaz ama ağıtlar yakarsın ona. İşte bu acının kalbinde birikip, devleşip kendi içinde sana yer kalmaması sonucu oluşan patlamadır.

"Seni hep sevdim."

Anlamıyordum dudaklarındaki zehri. Merak da etmiyordum. Yanağımdaki son damlayı da silip yeniden koşmaya başladım.

Loading...
0%