Yeni Üyelik
10.
Bölüm

BÖLÜM 8

@bukalemun7

A.T.R Bölüm 8)

''İnsan, ulaşamadığının kölesidir.'' -Sultan B.

SONER'DEN:

Sıkıntı içinde yüzümü sıvazladım. Onu gördükçe kendime olan kızgınlığım giderek artıyordu. Hele ki ağladığını görmek, diri diri gömülmek gibi.

"Ağabey emin misin?" Derin bir nefes alıp Emre'ye döndüm. Geldiğimden bu yana yapmamam konusunda dil döküyordu. Tuna o evdeyken ben daha neyi bekliyordum ki? Kızı kendime âşık etme çabasını falan mı?

Onunla göz göze gelmiştim ve sanki gözlerimizden iğne iplikle dikiliydik birbirimize. Yemyeşil irislerine ilk kez bu kadar yakın olmuştum. Utangaç bakışları vardı. Betül'ü sırf bunun için bile sevebilirdim. ''Betül.'' İç çektim. Bütün kelimeler sussun ve sırf dilimden dökülen ad onun olsundu. Uzaktan seyretmeler içimdeki arzuyu doyurmuyordu. Hep yanımda olmalıydı, hep!

"Vazgeçsen?" Sinirli bakışlarımı ok misali Emre'ye fırlattım. "Belki saplantı olmuş-" Çenemi dikleştirdim.

"Değil!"

Sus pus oda da volta atmaya başladım. Onu istiyordum. İçimdeki burukluğun ilacı o idi. Hem, o da beni severse belki bende kendimi affederdim? Sonra o hiç bir şey öğrenmeden unuturdum her şeyi. Kahretsin! Hayatımı onun üzerine kurduğum varsayımlarla yaşıyordum. Aşkın mı yoksa vicdanımın mı kuklasıydım, belirsizdi.

Çalan telefonumun sesiyle elim cebime gitti. Arayan annemdi. İstemeye istemeye kaydırıp kulağıma götürdüm. Öfkemi bastırmaya çalışan nefesleri dışarı saldım. ''Efendim?''

"Neredesin oğlum?" Bilinen cevapların sorusu olmazdı.

"Bilmiyormuş gibi konuşma."

"Baban soruy-"

"Hayatıma karışmayı bırakın ve bana verdiğiniz sözü tutmaya çalışın. Ben sorumluluklarımı yerine getirdim şimdi sıra sizde."

"Çabalıyoruz oğlum sende biliyorsun."

''Neyse.'' Sözcükleri sırlamasına izin vermeden telefonu kapayıp cebime attım. Beni artık oyalamalarını istemiyordum.

Emre kurulduğu koltuktan kalkıp yanıma geldiğinde bir elini sırtıma yaslayıp dostça sıvazladı. Her şeyimi bilen tek dostumdu; tek dostuydum.

"Unutmaya çalışman en iyisi. Bir gün öğrenirse ne yapacaksın? O zaman gitme diyemezsin." Cümlesinin bitiminde düz çizgi olmuştu dudakları. Kendimden emin bir şekilde başımı iki yana salladım.

"Hiçbir zaman öğrenemeyecek." Kararlıydım.

"Kader." dedi uzun uzadıya bakarak.

***

BETÜL'DEN:

"Anlamak mı anlatmak mı?
Hiçbiri...
Hepsinden geçiyorum!
Birazcık aralasam satırları hüzne tekabül ediyor ne varsa...
Eksik diyorum, eksik!
Demini alamayan çay nasılsa
Şimdiki sevdalarda o hesaba..."

Penceremin kenarına kurulmuş, gecenin üçüne inat, uyanıktım. Parıl parıl yıldızların ve sokak lambasının aydınlattığı ışıkta Hikmet Anıl Öztekin/Eyvallah1 okuyordum.

Penceremi açıp temiz havayı ciğerlerime çektim. Dışarısının hanımeli kokusuyla yoğrulmuş nefis havası içeri doluştu. Gülümseyip tekrar pencerenin yanına kuruldum. Gözlerim hevesle kaldığım yeri taradı.

"Sanki şakağımızda bir zincir bağlıyor bizi haramlara. Sevdiğinin gözüne edepten bakamayan neslin yerini; gözleri bedenlerde gezen bir nesil aldı."

Bu adamın sözleri huzur veriyordu. Her bir satırı özenle seçilmiş cevherdi. Doğruydu. Edep yoktu şimdiki sevenlerde. Kaşını gözünü beğenmenin adı Aşk olmuştu. Üstelik Aşk dönemlere ayrılmıştı: yaz aşkı, okul aşkı ve daha birçok... Bu kadar basit değildi. Aşk, kendi içinde kendini tanımlayamamışken; Yusuf ile Züleyha'yı unutup bu devasa kalp sarhoşluğu dönemlere sığdırılamazdı. Evvela güzel şeydi.

 Aşk.

Tek hece, üç harf. Nasıl bir şey olduğunu henüz kalbimde hissetmediğim ama varlığına inandığım tılsımlı duygu.

Kitabı kapadım. Nasıl bir şeydi acaba? Kim olduğu belirsiz birinin saçma sapan tavırlarına şahit olmuştum. Kalbimin içinde birkaç taş yerinden oynamış üstü kapalı hisler kaçışmıştı zindanımdan. Böylesini ilk kez yaşamış, o gün önce tepeye koşarak gitmiştim. Kendi omzumda hem ağlayıp hem dinlenmiştim. Geç vakit eve geldiğimde gözaltlarım şişmişti. Şükür ki geldiğimde sadece İdil vardı. Beni umursamayışına minnettardım.

Elimdeki kitabı gardırobun en üstüne yerleştirip odamın kapısına yöneldim. İçeceğim bir bardak su düşüncelerimi dağıtabilirdi.

Başımdaki yemenimi düzeltirken merdivenleri iniyordum. Son basamağa da basıp mutfağa geçtim. Işığı açıp mutfak dolaplarına ilerledim. Temiz bir bardak alıp suyumu doldurdum. Dudaklarıma götürdüğüm suyu yudumlarken gözüm pencerenin ötesindeki karaltıya ilişmişti. O da neydi? Oldum olası karanlıktan ve mistik şeylerden korkardım. Kendi kendime beynimde senaryolar üretirdim. Şizofren değildim ama ödlek bir tavuk olabilirim.

Elimdeki bardağı masanın üzerine bırakıp pencereye doğru yaklaştım. Sokak lambasının kısık ışık huzmeleri bahçede gölge yere ağaçların dallarının engellemesiyle kesik kesik vuruyordu. Üzüm asmalarının çevrelediği ağacın ardındaki karaltıda neydi?

Hareket etmesiyle içim buz kesti.

Göğsüm korkuyla inip kalkarken düşündüğüm tek şey odama çıkıp yorganı başıma kadar çekmekti. Gözlerim karaltının olduğu yeri gezinirken geriye kendimden emin olmayan adımlar attım. İçimden üçe kadar sayarken birazdan odama koşacaktım.

"Betül."

İşittiğim sesle çığlığı basmam bir olmuştu. Panikle geriye dönüp kaçayım derken yemek masasına takılıp soğuk zemine sırtüstü kapaklandım.

"Betül iyi misin?" Tuna hemen yanımda bitmişti. Telaşla koluma uzanan ellerini durdurdum.

"Ben kalkarım." Sere serpe iken doğruldum. Elimi belime götürüp sızlanarak göz gezdirdim. Kalçam da feci acımıştı. "Gece gece sabır. Ödümü kopardın!" Tek çizgi olmuş dudaklarını birbirine bastırmasına hayretle baktım. Yanakları da hafiften şişmişti. Gülmeyecekti değil mi?

Kaşlarım iyice çatılmıştı ki kahkahayı patlattı. Tabiri caizse böğüre böğüre gülüyordu. Avucumu yere vurup ayaklandım.

"Böğürme be!"

Tek ayağımla ritim tutarken o hâlâ gülüyordu. Tuna'yı ardımda bırakıp pencereye doğru yürüdüm. Kendi kendime gülümsedim. İlahi nasılda düşmüştüm. Kıkırdadım. Perdeyi biraz daha aralayıp karaltıyı gördüğüm yere bakındım. Hiçbir şey yoktu. Göz yanılmasıydı belki de. Şu aralar hayatımda fazla tuhaf şeyler oluyordu. Kafam sorularla doluydu. Listenin başını ise Soner BORAS'ın kim olduğu çekiyordu. Hafızamı tarayıp sonunda üniversiteden de tanımadığıma karar kılmıştım. Peki, Rihem'i nereden bilebilirdi ki?

"Ürkek kelebeğim."

Ensemde hissettiğim nefesi tüyümü diken diken etmişti. Kollarımı çözüp ardıma döndüğümde Tuna dibimdeydi. Sırtım pencere pervazı ile bütünleştiğinde ellerimi öne doğru siper ettim.

"Lütfen yaklaşma." Dişlerini göstererek sırıtıp ellerini tutuklu gibi havaya kaldırdı.

"Teslimim güzel bayan. Bu vücudu istediğiniz gibi kullanabilirsiniz."

Gözlerim kocaman olurken dudaklarım 'o' şeklini almıştı. Tuna'nın ahlaksızlığı karşısında başımı yere eğdim. Gözlerim telaşla aramızdaki mesafeyi taradı.

"Betül duygularını inkâr etme." Alaycıydı sesi.

"Ne saçmalıyorsun?'' İteledim ama kıpırdamadı. ''Çekil önümden!" Telaşla kıpırdadım. Biri çığırışlarımızı duyup gelse hiç hoş olmazdı.

"Saçmalamıyorum, hayatın gerçekleri bunlar. İkimizin de ihtiyaçları var."

"Biz hayatın gerçeklerine göre değil, ALLAH'ın gerçeklerine göre yaşıyoruz." Soluk soluğaydım. Küçük çaplı bir şaşkınlık geçirse de surat ifadesi hâlâ aynıydı.

"Söyle hadi." Olduğu yerden bir adım bile kıpırdamamıştı ama benim kalp atışım kulaklarımdaydı. İhtimalleri düşününce mesafe iyiydi. Bıkınca nefesimi dışarı verdim.

"Sana söyleyebileceğim tek şey şu: çekilmezsen babama seni şikâyet ederim!" Omuzlarımı dikleştirip güçlü imajı vermeye çalıştım. Yüzünü yaklaştırırken bakışları arsızca dudaklarımı süzüyordu.

"Ne şikâyeti?" Gözleri dudaklarımı kuşatması altına almıştı. Eğer büyüsüne kapılırsam fetih yakındı. "Kelebeğimin de benimle seviş-" Yüzüne geçirdiğim tokatla cümlesi yarım kalırken başı yana savruldu. Çenesini sıkıp ovduğunda gözleri boşluktaydı.

Yine titremeye başlamıştım. İşaret parmağımı yüzüne doğru savururken "Beni ucuz eğlencelerinle karıştırma!" diye tısladım. Gözlerim yanmaya başlamıştı. Boğazımın sızısını yutkunarak geriye iteledim. Yanından geçmeye yeltendiğim sırada sol elini duvara yaslayıp geçiş alanımı kısıtladı. Kusma isteği yandıran yakınlığı bunaltıyordu. Ne vardı babamda annem gibi inançlı olsaydı. Şimdi burada, bu halde günaha çekiliyor olmazdım! "Ne yaptığını sanıyorsun lanet olası!"

Patlattığı şuh kahkahaya şaşkınlıkla bakındım. Koyulaşan gözleri bir anda ciddileşti. Yutkundum. "Tokadın hesabını ağır ödeteceğim sana!" Sert sesi içimi titretse de yaptığımın arkasındaydım. "Şimdi değil ama ileride mutlaka. Belki de bekâretinle. Hı?" Hiçbir erkekten duymadığım sözcükler Tuna'nın ağzında her defasında ahlaksızca dışarı sıçrıyordu. Gözlerimin ardındaki yaşlar kendini belli ederken sağ elimi kaldırdım. Dokunmaya çekingen parmak uçlarım tam kalbinin üzerinde durdu. Ellerim zangır zangırdı.

"İşte tam burası..." Manevi olarak yorgundum. "Burası bomboş." Sesim dudaklarımda çatlamış, acı bir boğukluk içindeydi. Ardımda bırakıp yanından geçtiğim sırada istemsizce omzuna çarpmıştım.

Bedenimi taşımakta güçlük çekiyordu bacaklarım. Üçer beşer merdivenleri çıkıp odama geldim. Ben bu sözleri hak edecek bir şey yapmamıştım ki! Reddetmek suç muydu? Bu yaşıma kadar kötü sözlerden kendimi hep korumuştum. Oysa babamın saçmalıkları yüzünden kurt sofrasında kuzu olmuştu bedenim.

Yatağıma attım kendimi. Bekâretimle tehdit edişine hala inanamıyorum! Oysa her şeyimi değişmeyen kaderime saklamıştım. Kirleri kenarlarından sarkan bir geçmişle kaderimdeki eşimin karşısına çıkamazdım. Geçmiş bırakmazdı ki peşimizi. Yorganı ısırıp dudaklarımdan kaçacak hıçkırıklara kilit vurdum.

"Betül." Adımın seslenilmesiyle yorganı üzerimden atıp hızla kapıya koştum. Hareketlenen kapı kulpu panik katsayımı artırırken tüm gücümü kapıya verip açılmasını engelledim. Ellerim titreyerek kilidi çevirdiğimde ince bir damla alnımdan süzüldü.

"Betül ben..."

"Tuna git!" Ne yapmaya çalışıyor? Eğer İdil de duyarsa her şey fazlasıyla karmaşık bir hal alırdı.

"Ben öyle demek istedim. Özür yani... Bir anda şey ol-"

"Tuna defol git! Dinlemek istemiyorum seni." Hiçbir özrü söylediğinin kefareti olamazdı.

"Tamam, beni affet evden defolup gideyim. Bir daha olmayacak." Doğruyu söyleyip söylemediğinden emin değildim ama bütün hücrelerim gitmesi için haykırıyordu.

"Tamam. Git."

"Betül seni seviyorum. Bunu görmemiş olamazsın.''

İnanmalı mıydım bilmiyordum. Kadın, canı yakılarak sevilmezdi ki. Biri erkeklere sevmeyi öğretmeli.

Tuna'nın da kendine has cazibesi vardı. Görünüşü ile etkileyebilirdi fakat kişiliği benim karakterime uymazdı. Hem durumlarımız çok karışıktı. Merhametimi sömüren tek kadın onun annesiydi. Belki Tuna ile başka türlü karşılaşsaydık... Neler düşünüyordum ben! Aklımın bulanıklığı mantığımda saçmalıklara yol açmıştı.

Sesler kesildiğinde Tuna'nın çoktan gittiğini anlamıştım. Yatağıma doğru ilerledim. Gözümdeki son damlayı da silip burnumu çektim.

Hemen sabah olmalıydı. Yarın anneannemi arayıp burada kalmak istemediğimi söyleyeceğim.

Loading...
0%