
Bölüm 9 (Mehir)
Güneş çayırları ısıtmıştı. Hayvanlar otlanırken çoban bir ağaca sırtını yasladı. Köpek havladı. Gelen Ağanın kızı Gülbin’di. Yine dalgın dalgın geziniyordu. Kızı bir karış toprak için ziyan ettiler diye düşündü. Sonra önündeki devasa sürüye baktı. Üç yüz koyuna çobanlık ediyordu. Kendinden hariç başka çobanlarda vardı. Koça çiftlikte keçilerin ineklerin tavukların çobanı başka başkaydı. Bu zenginlik bir an için başını döndürmüştü. Ne çok isterdi ağa kızını kendine verseydi. Köpeğin yeniden havlamasıyla silkelendi. O kimdi ki ağa kızını düşler olmuştu. Hem de kız evliydi, içinden defalarca tövbeler çekti.
Gülbin kır çiçeklerinin için de taze gelin gibi süzülüyordu. Mor çiçeklerin içinden geçiyor pembelerine dokunuyor, çayırı kokluyordu. Şöyle bir doğa içinde uyanmak ne büyük nimetti. Taze dumansız kokuyu yeniden içine çekti. Bu eşsiz doğaya gözlerini kısarak baktı. Kocasının gökdelenlerde ne bulduğunu bir türlü anlamayacaktı.
Bekir uzaktan kendisine bakıyordu. Yönünü çevirdi. Bir çobanla adı çıksın istemezdi. Hem uzun zamandır baba ocağında oluşu koca kasabanın diline düşmüştü. Dün gece annesi ile babası aralarında bu kadar ziyaretin çok olduğunu, bir sorun olduğunu, sulhun bozulacağını konuşuyorlardı. Aylar geçmişti.
Bütün bu olanların ne içinde ne de dışındaydı. Yalnızca yaşamak vazifesini yerine getiriyordu. Zira kocası artık telefonlarına hiç bakmaz olmuştu. Kendini zaman zaman değersiz bir çaput gibi hissediyordu.
Acı acı gülümsedi. Koyunlar meleşerek önünden zıplayıp geçti. Bir tanesine dokunup yününü okşadı. Kokusu genzine kaçmıştı. Birkaç defa öksürürken adının seslenildiğini işitti.
‘’Bacım o biraz hırçındır yaklaşma.’’ Bekir’di bu. Başını çevirip evin yolunu tuttu. Evli bir kadın olarak konuşmaya bile hakkı olmadığını düşünmüştü. Dedikodu çıksa sonra babası canına okurdu.
‘’Gülbin Bacı.’’ Çobanı duymazdan geldi. ‘’Gülbin bacı dur o tarafta-‘’ demeye kalmadan Gülbin yerin dibini boylamıştı. İçi toprakla dolu eski bir kuyunun üzeri çıta ile kapatılmıştı. Ne vardı ki çürümüş çıtalar ayaklarının altında kırılıp yeri boylamasına sebep olmuştu. Sızlandı. Bekir koşar adımlarla kuyunun başına geldi.
‘’İyi misin?’’ cevap yoktu. Elinde ki sıyrığı tutarken başını salladı. Çocuklar gibi ağlamak istiyordu. Yapmadı. ‘’Bekle bir ip getiriyorum.’’ Etrafa ne denli bakınırsa bakınsın ip yoktu. Çobandeğneğini bir koşu kapıp geldi. Aşağı sarkıttı. ‘’Tut bunu.’’ Denileni yaptı. Uzun uğraşların sonucunda Gülbin’i oradan çıkardığında kan ter içinde kalmıştı. İkisi de nefes nefeseydi. Minnettarlık içinde birbirlerine baktılar. ‘’İyisin değil mi?’’ Gülbin başını eğip sendeleyen adımlar attı. Oradan uzaklaşmak istiyordu. Biliyordu ki küçük bir merhamete bile çok muhtaçtı. Çoban Bekir’i geride bırakıp hızlı adımlarla konağa yürüdü.
Konağın içinden sesler yükseliyordu. Kaynanası ve kayın pederi avluda oturmuşlardı. Ellerinde hediye paketleri vardı. Annesinin baş işareti vermesiyle adımlarını büyüklerine çevirdi. Ellerinden öpüp geri çekildi.
‘’Kızımızı çok özlemişiz.’’
‘’Gelinimizi.’’ Diye düzeltti kayınvalidesi. Gülbin’in üzerinde ki toza kire pasa baktı. ‘’Ne oldu sana böyle?’’
‘’Kırda dolaşıyordum, düştüm.’’ Deyiverdi. Kaynanası burun kıvırdı. Bileğinden çekiştirdi. ‘’Artık biraz daha bakımlı, modern ol!’’
Gülbin kaşlarını büktü. Elbisesinin toz içinde olması hoşuna gitmemiş olmalıydı. ‘’Çıkıp üzerimi değiştireyim.’’
‘’Gerek yok!’’ dedi kayınvalidesi. Sonra ortamdaki gerginliği fark edip gülümsedi. ‘’Konağa dönmeliyiz Caner geldi.’’ Gülbin’in dudakları kıvrıldı. Hevesle başını salladı.
Konak ablası valizini getirdi. Ailesi ile vedalaşıp arabaya bindi. Hep böyleydi. İtaat eden taraf daima Gülbin’di. Ona bir şey söyleniyordu ve o da yapıyordu. Bu topraklarda ona öğretilen daima bu olmuştu.
Araç içinde sürülerin arasından geçerken penceresini indirdi. Püfür püfür esen yele saçlarını bıraktı. Uzaklardan Bekir’in yanık sesi geliyordu. ‘’Elfida, bir belalı başım. Elfida, beni terk etme sakın…’’ Ses giderek sönüp yok olmuştu. Gözlerini uzayıp giden yola dikti.
Yol çabucak bitmişti ne hikmetse. Konak kapısına geldiklerinde Hatice koşarak gelip valizini aldı.
‘’Önce yukarı çıkıp üstünü başını değiştir, sonra oğlumun karşısına gel.’’ Avlunun havasını içine çekti. Özlemişti.
Ses etmeden yukarı, odasına çıkmıştı. Kapıyı araladı içeri girip kapattı. Banyo kapının hemen karşısındaydı yan tarafa doğru bir adımlık hol yatak odası ile birleşiyordu. Yatağındaki kıpırtı gözünden kaçmadı. Kalbi yerinden fırlayacaktı.
‘’Caner!’’ dedi hevesle. Gözleri gövdesi ile birleşti. Sonra kirli sakalına kaydı. Uzamış, kilo almış ve oldukça kalıplaşmıştı. Yaşından büyük görünüyordu. Yıllar Caner’i öyle çok değiştirmişti ki. Sanki karşısındaki kocası değil de bir yabancıydı. Yaklaştı. Yatağa oturmuş pür dikkat Gülbin’e bakıyordu. Gülbin’in bir çiçek gibi serpilmiş olması onu istemeden heyecanlandırmıştı. Görmeyeli ne uzun olmuştu. Gülbin koşup sarılmak istedi. Bir iki adım attıysa da cesaret edemedi. Ne yazık ki yıllar aralarındaki soğukluğu arttırmaktan başka bir şey yapmamıştı.
‘’Değişmişsin.’’ Kekeledi.
‘’Sen de…’’
Üzerindeki tozu üstünkörü silkeledi. Ellerini nereye koyacağını bilemedi. Caner’in sesi bile değişmişti. Kalınlaşmış, tazelenmiş ve etkileyiciydi. Tıpkı yeni kokusu gibi… Kocaman üç yıl, diye içinden geçirdi.
‘’Üç sonbahar, üç kış, üç ilkbahar, üç yaz değişti.’’ Ahşap masanın önündeki sandalyeye oturdu. ‘’Bitti mi Caner? Ben mevsimleri artık seninle, senin yanında yaşamak istiyorum.’’ Caner yutkundu. Boğazındaki âdemelması oynamıştı. Kemikli uzun parmaklarını birbirine geçirdi. Suskundu.
‘’Ben…’’ diyebildi. Devamı gelmedi.
‘’Beni özledin mi?’’
Caner’in gözleri parmaklarından Gülbin’e kaydı. İrice açılmışlardı.
‘’Ben…’’ yutkundu.
‘’Hiç aramadın. Merak etmedin.’’ Sitemliydi cümleleri. İnsan karısını özlerdi. Caner’in kendisine hak vermesini bekledi.
‘’İş kurdum.’’ Gömleğindeki iki düğmeyi açtı. Derin bir nefes aldı. ‘’İkimiz için de iyi bir hayat istiyorum.’’ Bakışlarını kaçırıyordu.
Gülbin’in dikkatini çeken o sihirli sözcüktü: İkimiz.
‘’O zaman ne demeye beşik kertmeni buralarda bırakıp gurbete gidiyorsun?’’ Caner elini havaya kaldırdı.
‘’Şu kelimeyi kullanma lütfen.’’ Dikkatini çeken bir başka şey de Caner’in şivesinin artık olmayışıydı. Elin memleketinde gevur dili konuşmaktan dili gelişmiş olmalıydı. Caner hakkında ne kadar da çok fikir yürütüyordu. Neredeyse beş yıllık kocasını hiç ama hiç tanımıyordu.
‘’Hangi kelimeyi?’’
‘’Beşik kertmesi.’’ Elini savurdu. ‘’Eşim bile diyebilirsin ama şu kelimeyi kullanma rica ediyorum.’’
‘’Bile mi?’’ Acı acı güldü. Caner sesini duymamıştı.
‘’Seninle konuşacaklarım var.’’
Gülbin dizlerini iyice birbirine bastırıp başını biraz daha öne eğdi. ‘’Buyur tabii.’’
Eli ile alnındaki teri sildi. Ne söyleyecekse ıstırap içinde kıvranıyordu. En sonunda ağzındaki baklayı çıkarıverdi. ‘’Evli olduğumuz için elbette bu konuyu en önce sana açacağım.’’ Gülbin başını salladı. ‘’Bir İnşaat şirketi kurdum. Bu şirketi genişletmek için başka bir şirket daha kurmak istiyorum. İş makinaları alıp kiralayacağım. Bunun için senin desteğine ihtiyacım var.’’ Donakalmıştı Gülbin. Bunca yıl yan yana geliyordu ve işten mi bahsediyordu? Yüzüne bir kırgınlık yerleşti. ‘’Ne oldu, iyi misin?’’
Başını salladı. ‘’Okulun bitti mi?’’
‘’Bitti. Diplomalıyı aldım ama sen anlamazsın mastır yapmak için bir yıl daha yurtdışında kalmam gerek.’’ Caner bilmeden ne de çok kırıyordu Gülbin’i. Sükûnet içinde kalmayı tercih etti.
‘’Yine mi gurbet?’’
Ellerini ovuşturdu. ‘’Bir şey daha var.’’ Kaşlarını sıvazladı. ‘’Annemler seni yanımda götürmem için ısrar ediyor.’’
‘’Ne güzel.’’ Dedi Gülbin dinginlikle.
Caner hınçla ellerini dizine vurdu. ‘’Sana mastır yapmam lazım diyorum!’’ Bir anda celallenmesi Gülbin’in gözünde korkulu bir bakışın oluşmasına sebep olmuştu. ‘’Şey…’’ Kendine çeki düzen verdi. Birkaç defa boğazını temizledi. ‘’Bunun vizesi, pasaportu bir sürü işlemi var seni nasıl götüreyim? Biraz daha sabret.’’ Uzanıp Gülbin’in ellerini avuçları arasına aldı. ‘’Senden iki şey isteyeceğim: İlki ne olur sabret. Geri döndüğümde seni yanıma alacağım, İstanbul’a.’’ Gülbin başını eteğine eğdi. ‘’İkincisi de şu ki: Babamın sana Mehir diye verdiği tarlayı satmam lazım.’’ Sert bakışlarını Caner’e çevirdi. ‘’Anla beni bu parayı babamdan isteyemem.’’
‘’Mehir nedir biliyorsun. Hem baban orayı ben ölmeden satmayın dedi.’’
‘’Nereden bilecek canım.’’ Ayağa kalktı, boyu posu belli olmuştu. Ellerini cebine attı. Delikanlılaşmıştı. ‘’Hem orası merkeze daha yakın diye babam sana verdi. Ederi üç beş kuruş.’’
‘’Üç beş kuruş senin işini çözecek mi?’’
Tek kaşı havalandı. Bıyık altından güldü. ‘’Bakıyorum da yıllar çenene vurmuş. Dilin epey uzamış.’’
‘’Yapamam bunu. Babana söz verdim.’’
‘’Yapman lazım. Yoksa o parayı kazanmak için yurtdışında daha uzun süre kalmam gerekecek.’’
Aklına kayınvalidesinin acı kırbacın deriyi yağmalaması gibi kalbini yaralayan cümleleri geldi: Beceriksiz, kocanı eve bağlayamadın.
‘’Eğer o arsayı satarsan ne kadar sürede dönersin?’’
Caner hevesle ellerini Gülbin’in dizine yasladı. İçi gıdıklanmıştı kızcağızın. ‘’Taş çatlasın bir, bilemedin iki sene.’’
Gülbin bacaklarını çekti. Caner’in eli boşluğa düşmüştü.
‘’Hayır! Altı ay sonra burada olacaksın.’’
‘’Yapma! Bu nasıl olur, o kadar kısa sürede bir sürü masrafla nasıl dönerim yurtdışından.’’
‘’Masraf dediğin ne ki Caner. Emrin de bir sürü uşak ve güç var.’’
‘’Anlamıyorsun. Bir köylü kızının beni anlamasını beklemem hata!’’ Gülbin o laftan sonra hışımla ayağa kalktı. Asi yanı ağır basmıştı.
‘’Sen ne söylediğin farkında mısın?’’ Caner dudaklarını birbirine bastırıp birleştirdiği ellerine alnını yasladı.
‘’Tamam, affedersin.’’ Birkaç dakika durdu. ‘’Yurtdışında en az bir sene kalmam lazım ama sana söz veriyorum ilk yarıyıl da yanına geleceğim. Prosedür böyle, anla lütfen.’’ Caner’in karşısında cahil görünmek istemiyordu.
‘’Peki.’’ Dedi çaresizce. ‘’Anlaştık.’’
Elini uzatıp Gülbin’le bir ortak gibi tokalaştı. Caner iş çantasından bir evrak çıkarıp uzattı.
‘’İmzalamasın. Vekâletini bana verdiğine dair.’’
‘’Neye yarayacak bu?’’
‘’Sen eskiden böyle her şeyi sorgulamazdın. Sana ne oldu şimdi? Ya gerçekten hiçbir şey bilmiyorsun ya da bana güvenmiyorsun.’’ Eğer çıkarı olmasaydı cümlelerini yumuşatmayıp direkt cahil damgası vuracaktı. Gülbin’in hiçbir şey anlamaması bilmemesi canını fazlasıyla sıkıyordu. Etrafında kendi ayakları üzerinde duran hep okuyan, gören, gezen o kızları göre göre kafasındaki kadın fikri okudukça değişmişti.
‘’Her neyse. Uzatmayacağım.’’ Kafasında kendisini eleştiren bin bir sekme açılmıştı. ‘’Peki, ne zaman döneceksin?’’
‘’Kızma bana.’’ Kollarından çekip sarmaladı. İlk defa böyle bir şey yapıyor olması Gülbin’in başını döndürmüştü. İçi bir tuhaf oldu. ‘’Bu gece uçağım var.’’ Gülbin kolları arasında mızmızlandı. ‘’Ama biraz hasret giderebiliriz’’ Yatağa çekiştirdi. ‘’İmzayı sonra atarsın, gel.’’
‘’Üzerim toz içinde duşa girmem lazım.’’
‘’Hmm’’ mırıldandı. Muzipçe güldü.
‘’Hiç birlikte duş almamıştık.’’
‘’Şey, ama…’’
Parmağını dudaklarına bastırdı. ‘’Şşşh.’’
Gülbin’i çekiştirdi.
Soğuk banyo fayansına ayakları birbirlerine dolanarak adım attılar. Gülbin’in bacakları titredi. Nefes alışverişi hızlanmıştı. Caner bir yaklaşıp bir uzaklaşarak Gülbin’in dengesinin şaşırmasına sebep oluyordu.
Gülbin Caner’in kendisini yönlendirmesine izin verdi. Kaynanasının sözleri kulağında çınladı. Bu defa olacaktı. Kocasını kendisine bağlayacaktı.
Bir bebeğin tohumlarının rahmine atılmasını umarak kendisi onun kucağına bıraktı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |