14. Bölüm

14.BÖLÜM

Buket Demir
bukettdem

Bilinmezliğe doğru yol alıyordum, içimden bir ses ölümüne gidiyorsun eylem diyordu. Haklı olabilir miydi? İçten içe dua ediyordum birşey olmaması için. Bu yolda tektim, edayı ben kurtarıcaktım. Ne sinan abim ne de anıldan yarım almalıydım çünkü tehlikeliydi. Anılın kardeşileri sinan abimin ilgilenmesi gereken bir ailesi vardı ama benim kimsem yoktu, bir tek tarçın ona da selimler iyi bakardı. Eda küçük bir kızdı daha, bu psikolojiyi kaldıramazdı, kim bilir ne haldeydi.

 

Sinan abim mahallede durmuş ben tarçını selimlere bırakırken evime gidip dedemin benim için bıraktığı maaş kartını yanıma alıp derhal yola koyulmuştuk ve neredeyse 6 saattir yoldaydık. Yolun yarısını sinan, yarısını ben sürmüştüm ve nihayet gün doğumuyla muğlaya, kovulduğum şehrime geri dönmüştüm. Özlemiş miydim? Evet özlemiştim. Yaz aylarında sıcaktan denize giremeyip su savaşı yapmalarımızı, zeytin toplayışlarımızı, nefret ettiğim okula her gün lanetler okuyarak gidişlerimi, mahallenin çocuklarıyla komşunun ziline basıp kaçlarımızı, sokakta saklambaç oynamalarımızı. Kendimi acılarıma geri dönüyormuş gibi hissediyordum, sanki uzum zamandır bir uykudaydım ve şu an uykumdan uyanıyormuşum gibi, babannem ve kardeşim hiç ölmemiş gibi. Lanet olsun ki öyle değildi, ben acılarımla beraber büyümüştüm, babannem ve kardeşim ölmüştü, dedem gitmişti, ben para kazanmak için farklı yollara başvurmuştum. Bunların hepsi olmuştu. Çarşaf gibi denize bakıp bir küfür sallayınca sinan abim uyandı

 

"Geldik mi?" Onunla zorunda olmadıkça konuşmuyordum, bu yüzden sadece kafamı salladım, o da sustu. Benimle konuşmak istiyordu bunun farkındaydım ama sinan abim kalbimde koca bir delik açmıştı, beni görmezden gelerek. Ne kadar konuşmak istemesem de gözlerimi bir saniye yoldan ayırmadan "konağa asla gitmiycem, sende asla geldiğimi söylemeyeceksin" yerinde doğruldu "nerede kalacaksın?" İfadesiz yüzümden bir saniye dahi ödğn vermiyordum "sen beni dert etme" sesi biraz yükseldi "ne demek dert etme, ben senin a-" sözünü bıçak gibi kestim "sen benim hiçbir şeyimsin, tıpkı annem ve babam gibi" sustu, bu kez birşey demedi. Cebinden bir anahtar çıkarıp bana uzattı "zeytinlikteki konteynerın anahtarı, sokakta kalma" anahtarı almadım ama o deri ceketimin cebine koydu "kalmayacağım orada, boşuna uğraşma" arkasına yaslanıp kafasını geri yasladı "sadece seçenek sunuyorum"

 

Birşey demedim ve uygun bir yerde arabayı ona teslim edip çantamı alıp, kızıl saçlarımı siyah bir şapkayla örtüp yürümeye başladım. Muğlayı elbette unutmuştum, ama o konağın topraklı yolu aynıydı, fakat bu sefer yolum oraya değildi, o konaktan beni görecek tek isim edaydı, oğuza dahi kendimi göstermeyecektim. Sinanın dediğini yapmaktan nefret ediyordum ama gidecek bir yerim olmadığı için zeytinliğe yürümeye başladım.

 

O zeytinlikteki kontenırda genelde zeytin toplama malzemeleri ve ufak bir yatak bulunurdu, her ihtimale karşı. Tabi hala öyle duruyor muydu orası kesin değildi ama en azından ufak bir kartonun üzerinde uyumak daha güvenliydi, geceleri de kimse zeytinliğe girmezdi, biliyordum çünkü geceleri zeytinlik ürkütücü olurdu. Yaz geceleri mahalledeki çocuklarla saklambaç oynarken ben zeytinliğe saklanırdım, hiçbiri zeytinliğe girmeye cesaret edemediği için hep kazanırdım.

 

Sabahın erken saatleri olduğu için etrafta çok insan yoktu, zeytinliğe girip en derinlerdenki konteynerın önünde dururdum. Burası çoğu zaman sinan abimle sığınma noktam olurdu, bazen oyun evi. Cebimdeki anahtarı çıkarıp kapıyı açmamla içerideki rutubet kokusu burnuma doldu. Konteynerına girip etrafa baktım.

 

Hala camın önünde tek kişilik eski bir yatak vardı, orada eski bir soba ve köşede ne az ne çok odunlar. Başka hiçbir şey kalmamıştı burada, şunu anlıyorum ki uzun zamandır zeytin toplamıyorlardı. Elimdeki çantayı bir köşeye koyup tekrar dışarı çıktım. Aşırı sessizdi, ben küçükken öyle değildi, zeytinliğin sonundan mahallenin sesi duyulurdu.

 

 

***

 

Akşam oluyordu, sinan abimden ses yoktu bu yüzden zeytinlikten ayrılıp sahile inmeye karar verdim. Yine şapkamı takıp üzerine hırkamın siyah köpüşonunu örttüm. Gördüğüm ilk tekel bayiden bira alıp denizin karşısında oturdum. Arkamda büyük bir arkadaş gurubu vardı, sesli şekilde gülüp eğleniyorlar, arabaları hakkında konuşuyorlardı. Umursamadan elimdeki biraya odaklandım, yarın benim için çok zorlu olabilirdi biliyordum, elimdeki birayla kafamı uçurmak istiyordum. Anılarıma, acılarıma, yaşadıklarıma defalarca sarhoş olmak istiyordum. Kopüşonu indirip saçlarımdaki şapkayı çıkarıp yanıma koydum. Bu şehir canımı yakıyordu, anılarımı canlandırıyordu, sevgisizliğimi daha da büyütüyordu.

 

İstanbula ilk gittiğim zamanlar dedem beni bir psikoloğa götürmüştü ama karşımdaki doktor o kadar umursamazdı ki bir psikolog gibi değildi, beni dinliyormuş gibi yapıyor, seansın ortasında durup makyajını tazeliyor ve böyle böyle para kazandığını sanıyordu. Dedemi doktora gitmemeye ikna etmiştim, tabi dedem bana başka bir uğraş yani beni sporla tanıştırana kadar. Bana demişti ki "içindeki öfke çok büyük güzel kızım, ama bunu sporla atabilirsin" dediğini yapıp spora başlamıştım ve beni ben yapan beni eylem yapan özelliğimi kazanmıştım.

 

Her ne yaşarsam yaşayayım, başıma ne gelirse gelsin günün sonunda bırakılan, kedi gibi sokağa bırakılan ben oluyordum.

 

Anılda bırakmayacağını söylüyor, ama biliyorum gidicek, çünkü hep öyle olur. Boşu boşuna sözler verilir, ümitler vaad edilir fakat saman ateşi gibi bir anda yanıp bir anda sönerler. Anıl çok iyi bir insandı, her ne kadar onunla ilk tanıştığım zamanlar ters düşsem de içindeki iyiliği net bir şekilde görüyordum.

 

Elimdeki biranın yarısına gelirken bir yandan denizi izliyordum "selam" sesin sahibine döndüm "tanışıyor muyuz?" Adam yüzüne bir gülümseme yerleştirdi ve yanıma oturdu "tanışalım o zaman" biradan bir yudum daha aldım "niye?" Yüzüme aval aval bakınca bakışlarımı ondan çevirip tekrar denize baktım "ikile hadi"

 

Adam gitmek yerine elini uzattı "adım can" bir eline bir ona baktım. Ona adımı söyleyemezdim, bu riskli olurdu bu yüzden sadece elini sıktım "sen adını söylemeyecek misin?" Siyah şapkamı tekrar taktım " gerek yok zaten bir daha görmeyeceksin" yerimden kalkıp tam gidecekken tekrar durdurdu "yarışa var mısın?" Ne yarışından bahsetttiğini anlamıştım ama bu çocuk başına bela arıyordu. Bıkkınca nefesimi verip ona döndüm "eğlenicek başka birilerini bulsana" adam ayağa kalkıp karşımda durdu "şöyle yapalım, yarışı kim kazanırsa onun dediği olsun. Ben kazanırsam bu gece benimle ol, sen kazanırsan istediğin olsun" göz kırptı "nasıl teklif"

 

Adamın bakışlarından midem bulandı. Esmer teni ve kıvırcık saçları ve benimle hemen hemen aynı boya sahipti. Kendine olan bu öz güvenini kırmak çok istiyordum. Kaybettiğinde yüzünün aldığı ifadeyi görmek. Şu an yapıcağım şeyi anıl görse eminim beni hemen buradan uzaklaştırırdı. Ama anıl şu an burada değildi.

 

Adama biraz yaklaştım "tamam öyle olsun,ama ben araba kullanmayı bilmiyorum. Gösterirsin değil mi?" Bu ukala adamın mors olmasını istiyordum. Adam yaptığım yalandan cilveye karşılık elimdeki birayı alıp içti "gösteririm güzelim" kusmak üzereydim ama hız şu an iyi gelebilirdi.

 

Adam birayı bana verip arkasını döndü "gel benimle" elimdeki birayı denize fırlatıp onu takip ettim ve arabaların olduğu yerde durduk. Yeşil toyota supranın kapısını açıp içindeki adama "in" dedi. Adam da ikiletmeden inince bana döndü "atla" bütün gurup bizi izliyordu.

 

Şoför koltuğuna oturunca can da diğer koltuğa oturdu "drift çekmeyi biliyor musun?" Masumca başımı hayır anlamında sallayınca büyülenmiş bir şekilde beni izledi "senin bu yarışı kazanamayacağın kesin, direkt bize mi geçsek güzelim" eli tam saçımı tutacakken durdurdum "denemek istiyorum yine de" can ona yaptığım cilveden o kadar etkileniyordu ki numara yaptığımı dahi anlamıyordu.

 

Arabanın içindeki yeşil led ışık ikizin de yüzünü aydınlatırken can fren ve gazdan başlayarak arabayı anlatmaya başlamıştı. Ben elbette onu dinlemeyip etrafı inceliyordum.

 

Grup çok kalabalıktı ve hepsi bana öldürücü gözlerle bakıyordu, kiminin elinde kelebek, kiminin belinde silah dahi görmüştüm. Ama ben sadece yarışmak ve yanımdaki ukalayı mors etmek için buradaydım.

 

Cana döndüm ve anlıyormuş gibi başımı salladım "tamam sanırım yapabilirim" gözlerindeki muzip bakışla bütün vücudumu süzdü ve hiçbir şey demeden arabadan inip yanımdaki kırmızı supraya bindi.

 

İki arabanın ortasında file çoraplı, kot şortlu saçlarını maviye boyamış bir kız durup belinden bir silah çıkarınca emniyet kemerini takıp direksiyonu sıkıca tuttum.

 

Kadın kırmızı dudaklarının arasından ağzındaki sakızı patlatıp silahın emniyetini açıp havaya kaldırdı. Yan arabadaki cana kısa bir bakış attım ve o anda silah patladı.

 

Ben gaza abanırken can kaybediceğimi düşünüp peşimden acele etmeden geliyordu. İkimizde arabayı trafiğe çıkarıp kapışmaya başladık.

 

Can hala olayın ciddiyetinde değildi ve bu beni daha da gaza getiriyordu. Yarışı tekrar sahile döndüğümüzde bitirecektik bu yüzden biraz daha hızlandım.

 

Can olayı fark edince bana yetişmeye başlamıştı. Direksiyonu önüne kırıp beni geçmesini engelledim. İçimdeki hız tutkusunu susturamıyordum. Gaza bastıkça basıyordum, tehlikeli makaslar atıyordum bazı arabalarla çarpışmaktan teğet geçiyordum ama bu durum beni sadece gülümsetiyordu.

 

Can bana yetişmeye çalıştığını gördükçe dikiz aynasından bakıp kahkaha atıyordum. Tekrar sahil yoluna çıkmak için yasak bir u dönüşü yapmamla arkamdaki tır frene basıp konasını öttürdü.

 

Artık can yan şeritte kalmıştı ve anlık şaşkın yüz ifadesini görmemle kahkahayı patlattım. Önümdeki kaplumbağa hızında giden arabayı sollayınca kırmızı ışığı fark etmeyip geçtim ve bir arabaya çarpmaktan son anda kurtulmuştum.

 

Hiçbir şey beni durduramıyordu, içimdeki hız tutkunu eylem konuştukça konuşuyordu ve ben ona hayır demiyordum. Sahile giden yola direksiyonu kırınca arkamda can belirdi.

 

Gurubun toplandığı yeri ilk ben geçince arabayı sürmeye devam ettim. Can durmuş hatta arabadan inmişti, ama ben devam ettim. Aynı hızla canın üzerine arabayı sürerken grup çığlıklar içinde kaçtı, can hariç.

 

Canın tam önüne kadar gelip el frenini çekip direksiyonu kırdım. Etrafında tozu dumana kata kata drift çekiyordum o ise sadece memnun olmuş yüz ifadesiyle beni izliyordu.

 

Arabayı durdurup tozun içinden geçip canın önünde durdum "güzel yarıştı" anahtarı ona verip tam gidecekken sağ bileğimden tutmasıyla sol elimle yumruğu yüzüne indirdim "kime dokunduğuna dikkat et üç harfli" çocuk kaşını tutarken ben gitmek için adım atmıştım ki tekrar tuttu "bence yine de takılabiliriz alev kadın ne dersin?"

 

Tuttuğu elimle göğsünden ittirdim "rüyanda bile göremezsin derim" açılan kaşına eliyle baskı uyguluyordu "yumruk hesapta yoktu, borcunu öde" gülümseyip kaşına baktım "ödeyeyim" yumruğumu kaldırdım "pos cihazın var mı şekerim" hareketimden memnum olmuşcasına dudaklarını yaladı "tam aradığım kadınsın" yakasından tutup kendime çektim "bana bak üç harfli, çok oluyorsun" psikopatça güldü "borcunu öde yada bu gece benimlesin" grup etrafımı sarınca hepsine göz gezdirdim

 

İyice beni ortalarında sıkıştırılarken tam yanımdaki adamın arkasındaki silahı hatırladım "borç falan yok, yarış istedin yenildin uzatma" canın yakasını bıraktım. Parmaklarındaki kanı dudaklarına götürüp emdi "sence buradan öyle kolayca çıkabilecek misin?" Gülümsedim "ateşle oynuyorsun" ona doğru bir adım attım "ve ben ateşle oynamayı severim"

 

Can karşımda sadece muzipçe sırıtıp beni izliyordu "ateşle oynadığın için mi alev gibisin? Bence bu geceyi tatlıya bağlayabiliriz" kusmamak için kendimi zor tutuyordum ama bu yüz ifademi iğrenir gibi yapmama engel değildi.

 

O da bana bir adım attı "ne diyorsun alev kadın" canı bir anda belinde silah olan adama ittim ve ikisinde yere düşmesini sağlayınca bir hızla silahı adamın belinden çekip aldım, alıp onlara doğrulttum.

 

Can düştüğü yerden bana bakıp yanındakine döndü "madem o silahı beline alıyorsun sahip çıkmayı da biliceksin gerizekalı" kendimi bir iki adım geriye alıp grubu karşıma aldım.

 

Can yerden kalkıp bana bir adım atınca silahın emniyetini açıp havaya bir el ateş edip tekrar ona doğrulttum "ne kadar ciddi olduğumu tahmin dahi edemezsin" ellerini havaya kaldırıp silaha baktı "sakinleş, anlaşabiliriz" tek kaşımı havaya kaldırdım "öyle mi?" Hızlıca başını salladı "sadece indir şunu" bana bir adım atınca bir adım geri gittim "sakın"

 

Gözleri bir bana bir silah arasında gidip geliyordu "vazgeçtim buradan öylece gitmeyeceğim, araba da benimle geliyor" can arabaya döndü "delirdin mi sen o arabalar olmaz" başımı salladım "ben delireli epey uzun zaman oluyor" can tam bana bir adım atınca parmağımın altındaki tetiğe basmamla bir el kolumu yukarı kaldırdı. Havaya üç el ateş ettim.

 

Elimdeki silah çekilip omuzumdan tutulunca arkama döndüm. Bu oydu, beni bulmuştu.

 

Simsiyah gözleri gözlerime beni yiyecek gibi bakıyordu. Kumral dağınık saçları, kemikli yüzü ve delip geçen gözleriyle karşımdaydı "tehlikeyle oyun olmaz eylem" elindeki silahı arına uzatırken gözleri bir an olsun benden ayrılmıyordu, tabi bende ondan "temizle silahı postala şunları arın" arın derhal denileni yaparken anıl karşımda ellerini cebine koydu.

 

Kızıl saçlarım sert esen rüzgardan uçuştu "seni beş dakika yalnız bırakmaya gelmiyor eylem aktaş. Nerede bir bela gelip seni buluyor" bende ellerimi cebime koydum "ne yapıyim kan çekiyor" anıl belinden bir anda silah çıkarıp bana uzattı "silahla iyi anlaşmışsın bakıyordum da, göster bana marifetlerini"

 

Ne demeye çalıştığını anlamaya çalışırken göz kontağımızı bozup etrafa bağırdı "boşalt burayı arın" grup dağılırken arın canı itti "siktir git elimde kalıcaksın" dümdüz bakışlarımla onları izlerken can önümde durdu "demek arkan sağlammış, ama bi ara takılalım" yanımdaki anıl birden canın yakasından tuttu "kime yürüyorsun lan sen" can anıla karşılık vericekti ki anıl bir anda bileğini arkadan büküp yere yığılmasını sağladı "kime bulaştığına dikkat et" elini bırakıp cana bir tekme attı.

 

Aynı sinirle yanıma gelip kolumdan tutup çekiştirmeye başladı "sen gel bakalım senin cezanı daha kesmedim" kolundan çıkıp anılı ittim "ceza kesilecek bir şey yok" iki kolumdan tutup beni kendine çekti "bana ne yaşattığının farkında mısın sen?" Simsiyah gözlerinin içinde korku dolu bir adam vardı "sinanla çıktım evden sorun yok" kollarımı bırakıp konuşmaya devam etti "sorun var eylem, sen tehlikeye bodoslama dalarken sorun hep olucak" ellerimi iki yana açtım "ne yapmamı istiyorsun anıl edayı kurtarmalıydım" anıl ellerini saçlarına daldırıp bana arkasını döndü ve bir süre öyle durdu

 

Sanırım sakinleşmeyi bekliyordu "edayı kurtarman gereken sen değilsin eylem" sakinleşmemişti.

 

Hatta burnundan soluyordu "kim yapıcak anıl korkak babam mı?" Anılın üstüne gitmemeliydim onun siniri de en az benim ki kadardı bunu görebiliyordum ama altta kalmak yapımda yoktu istemsizce karşı çıkıyordum.

 

"Sinan yapıcak bunu eylem, gerekirse ben... sen değil eylem" saçlarımı karıştırdım "seni yada sinanı tehlikeye atamam anıl" bir adım attı "niye çok mu kıymetli o abin" bir adım daha attı bende bir adım geriye "anlamıyorsun değil mi?" Başımı salladım "neyi?" Bir adım gidecekken belimden tutup kendine çekti "ödüm kopuyor sana bir şey olucak diye"

 

Dondum, hiçbir şey diyemedim. Tek yaptığım anılın gözlerinin içine bakmak oldu, endişeli yüz ifadesini şimdi daha rahat görebiliyordum. Çenesini sıkıyordu, yüzümün her bir zerresini özenle izledim, kısık sesiyle "sana bir şey olucak diye aklım çıktı" nefesim kesildi. Bir şey demek istemedim ve sadece anılı izledim.

 

Anıl belimi bırakıp belindeki silahı tekrar çıkardı "ama madem çok iddialısın" duvarın önüne ilerleyip yerdeki beş tuborg şişesini dikleyip yanıma geldi "al" silahı bana uzattı, yüzüne ciddi misin der gibi baktım "al, çok ciddiyim" elinden silahı aldım "vur" bıkkınca bir nefes alıp silahı şişelerin üzerine doğrulttum, tam ateş edicekken anıl tekrar konuştu "tek bir ıskanda cezanı keserim" durup ona baktım.

 

Yüz ifadesi çok ciddiydi. Anılın arkasındaki arınla göz geldim "abimin damarına bastın yenge" yenge mi? İç sesim birden bağırdı. Konumuz bu mu şu an da.

 

Gözlerimi şişelere çevirip odaklanmaya çalıştım. Daha önce bırak atış yapmayı elime silah dahi almamıştım bu yüzden denk getirmeye çalışıcaktım. Silahın tetiğine basmamla kurşun duvara isabet etti.

 

Omuzlarımı indirip anıla baktım. Şeytanı sırıtışıyla beni izliyordu. Nefesimi bıkkınca bıraktım ve tam gidecekken anıl belimden tutup beni kendine çekti.

 

Arkama geçip kolumu şişelere doğru uzattı "ayakların omuz genişliğinde açık olucak" bir anda ayağı ayağıma vurunca sendeledim ama hızlıca toparladım. Uzun kolları bedenimi sardı, ellerini ellerimin üstüne koydu ve saçlarıma eğildi "iyi hizzalaman gerek, tek gözünü kapat" dediğini yapıp tek gözümü kapattım

 

Silahı tam şişelerin üzerine getirip bir anda tetiğe basmamla şişe patladı. Silahı indirip gülümsedim, işte şimdi olmuştu. Anıl önüme geçip elimdeki silahı aldı "şarjör nasıl açılır biliyor musun?" Gözlerine bakıp başımı hayır anlamında salladım. Silahı kaldırıp nasıl açılacağını bana gösterdi "bu silah onaltı artı bir, yani eline silahı alıp şarjörü çıkardığında silahta o artı bir kalır, bu yüzden silahı sakın boş sanma" resmen bana silahı öğretiyordu, işte bu beni şaşırtmıştı "şurası silahın kızağı" kızağı çekip bana baktı "yapabilir misin?" Bana uzattığı silahı alıp kızağı yukarı kaydırdım. Silahı geri ona verirken bana hayranlıkla bakıyordu "bu işlere elinin yatkın olması beni delirtiyor" esen soğuk rüzgar ikizi de üşütüp saçlarımızı savuruyordu, anıl bu soğuk havada bile içimi nasıl ısıtıyordu anlamış değildim.

 

Silahı tekrar bana uzattı "baştan göster bakalım, silahı ateşlemek için hazırla" silahı elinden alıp şarjörü açıp doluluğunu kontrol ettim, ardından emniyet kilidini açıp kızağı kaydırdım. Kafamı kaldırıp anılın gözlerinin içine bakarken silahı şişelere doğrultup ateşlememle şişeye bakmadan vurdum.

 

Anıl bana hayran gözlerle bakarken yüzüme yaklaştı "bana bahsettiğin ateş eğer buysa o ateşte yanmak istiyorum" nefesim kesildi ve kalp atışlarım hızlandı. Anılın kemikli yüzüne dokunmak, yumuşak saçlarını ellerimde hissetmek istiyordum ve anılın gözleri dudaklarımdayken bunu yerine getirme fikri aklımdan çıkmıyordu. Bu adamdan nasıl uzak kalınırdı ki?

 

Göz kontağımızı bozan arın oldu " abi gitsek iyi olur, silah sesine polis falan gelir şimdi" arına başını sallayıp elimdeki silahı alıp beline koydu "yürü bakalım ayaklı bela" eli elimi kavrayınca istemsizce ellerimize baktım. Sıcacık elleri buz gibi ellerimi anında ısıtmaya başlamıştı . Adımlarımı adımlarıyla uydurmaya çalışırken arının muzipçe gülen yüzünü gördüm. Yanaklarımda sıcaklık hissettim ve başımı yere eğdim.

 

Anılın arabasına yaklaşınca bu arabadaki en son anım gözümün önüne geldi, anıla baktım, sadece önüne bakıyordu, aklına gelmemesi açıkcası beni rahatlatmıştı. Anıl beni kapıya kadar götürüp, açıp bana binmemi işaret etti "nereye gidicez?" Omuzunu silkeledi "otele" elini bırakmaya çalışınca daha sıkı tuttu "benim kalıcağım yer farklı" kaşlarını çattı "neresiymiş senin kalıcağın yer?" Nefesimi verdim "zeytinikte" bana ciddi misin der gibi baktı "sokakta kalıyorsun yani" başımı salladım "hayır, konteynerde" ne dediğimi bir süre anlamaya çalıştı sonra gözleriyle tekrar arabayı işaret etti "gir hadi eylem" beni koltuğa doğru yönlendirince kalbine elimi koyup onu durdurdum "muğlada görünmem tehlikeli olur anıl, en az hasarla ayrılmaya çalışıyorum buradan" anıl nefesini verip elini ensesine koydu, gözlerini bir süre kapattı ve arına döndü "siz otele geçin"

 

"Sen neden gitmiyorsun?" Bana bakıp kafamdaki şapkayı aldı "sen yanımda olmazsan içim rahat etmez çünkü" yüzüme yerleşen gülümsemeyi durdurmaya çalışıyordum "benimle zeytinlikte mi kalıcaksın?" Saçlarımı geriye atıp boynumu ortaya çıkardı "evet baş belası" sırıtmamı tutmayıp gülümseyince anılda gülüşüme gülüşüyle karşılık verdi "ama burdaki olayı unutmıycam, burağın hesabı da aklımda" bir süre ne dediğini düşündüm ve sonradan aklıma gelince tekrar sırıttım "ben ona numaramı vermedim ki?" Tek kaşını kaldırdı "salladım numarayı, kim çıkarsa artık" yüzümü süzüp ciddi olup olmadığıma baktı ama ben kahkaha atarken bu çok uzun sürmedi "napıcam ben seninle"

 

Arabaya binip zeytinliğe yol aldık, gün boyu bir şey yememiştim bu yüzden anıl yol kenarında durup yemek için birşeyler aldı. Arabayı park edip yürümeye başladık "sen burada tek mi kalmayı düşünüyordun" gülümsedim "ilk kez kalmıyorum tabiki daha önce bir çok kere kalmıştım" anıl etrafına baktı "korkmaz mıydın yani?" Omuzumu silkeledim "neyden korkucam, buraya geceleri kimse cesaret edip girmez" bana baktı "ama sen edesin" başımı salladım "korkulucak birşey yok çünkü" karalıkla eli tekrar elimi tuttu "hadi insan gelmiyo, hayvan da mı gelmiyor?" Elimize bakıp yutkundum ve ona döndüm "geliyor ama içeriye girmediği müddetçe sorun yok, hem dedim ya ilk defa kalmıyorum küçükken sinanla kalırdık"

 

Konteynerın önüne gelince anahtarı cebimden çıkarıp kapıyı açtım. İçeriye geçince anıl bir etrafa bir bana baktı "sen asker falan mısın?" Güldüm "neden?" Etrafı gösterdi "kimse otel yerine ormalığın ortasındaki konteynerda kalmaz eylem" kamp sandalyelerini alıp dışarı çıkardım "kimse benim gibi tehlikede yaşamıyor, eğer öyle olsaydı onlar da benim gibi yapardı" konteynerda ışık yoktu bu yüzden anılın telefon ışığıyla önümüzü görebiliyorduk.

 

Kamp sandalyesine oturup poşetin içindeki sodaları çıkarırken anıl da yanımdaki sandalyeye oturup arkasına yaslandı. Soda kapağını dişimle açıp birini anıla uzatınca bana tuhaf gözlerle bakmaya başladı "ne?" Parmaklarıma dokunarak elimdeki sodayı aldı "biraz yavaş ol, yoksa kalp krizinden ölücem" yutkundum "neden?" Şişeyi dudaklarına götürüp bir yudum aldı "şu hareketi leyana asla yaptıramazsın" gülümseyip bende sodamdan bir yudum aldım.

 

Anıla yemeğimizi yiyip sohbet ettikten sonra sandalyede gözlerim yavaş yavaş kapanmaya başlıyordu "eylem" kafamı kaldırıp anıla baktım "arabada uyumak ister misin?" Ayağa kalktım "ne arabası burda uyuruz" içeri geçip kapıyı kapattık "eylem cidden mi?" Dudaklarımı büktüm "evet" tek kişilik yatağa gidip kontrol ettim "gayet iyi durumda, sinan değiştirmiş bu yatağı eskisi daha beterdi" anıl yatağa geçip ellerini başının arkasına koydu "iyi o zaman" bir yatakta kalan boş kısma bir etrafa baktım "ben yerde yatarım"

 

Tam arkamı dönüp gidicekken bileğimden tutup beni yatağa çekti. Beni kollarının arasına çekip elini belime koydum "sen git diye yatmadım herhalde bu yatağa" yakınlığımızdan dolayı kalp atışlarım hızlansa da ısrarla gözlerinin içine bakıyordum "ne için peki" parmakları saçlarımda gezindi, önüme gelenleri kulağımın arkasına koydu "senden ayrı kalmamak için" tekrar nefesim kesildi. Bütün bir gece anıl bana bu kadar yakınken nasıl uyuyabilirdim.

 

Parmakları yüzümde gezip çeneme yol aldı, hafifçe çenemi yukarı kaldırdı. Bacaklarını bacaklarıma doladı. Ve bunu yaparken gözlerini gözlerimden çekmiyordu, biraz daha yaklaştı "eğer bana bu gözlerle biraz daha bakmaya devam edersen kendimi tutamayabilirim" gözlerimi kaçırdım "şey, gide-" beni çevirip sırtımı göğsüne yasladı "gitme" işte buna anlam veremiyordum. Bir sürü kavgaya karışmıştım, bir sürü maça çıkmıştım ama aralarında kimse beni anıl gibi bi anda tek hamlesiyle çevirmemişti, ya ben formdan düşmüştüm yada anılın kasları sandığımdan daha güçlüydü.

 

Dudakları saçlarıma değince gözlerimi kapattım

 

***

 

İçeriye vuran güneş ışığıyla gözlerimi araladım. Dün gece anılın kollarında nasıl uyuduysam öyle uyanmıştım, kendimi yavaşça anıla döndürüp uyuyan anıl girayı seyrettim. Ona karşı nasıl olur da uzak dururum bilmiyorum, ama anıl bendeki bu psikolojiyle baş edemezdi. Ruhumdaki sanrılarla baş edebilir miydi yada sevgisizliğimle. İçimdeki olumsuz eyleme el hareketi çektim. Ona karşı boş olmadığını sende biliyorsun, aşık oluyorsun dedi içimdeki umutlu eylem. Başımı elime yaslayıp anılı izlemeye başladım, parmaklarımın uçlarıyla saçlarına dokununca anıl kıpırdandı. Bu haline gülümseyip tekrar saçlarını okşamaya başladım. Evet ona karşı birşeyler vardı içimde bunun artık farkındaydım ama aziz giraya çok büyük konuşmuştum, ona karşı bir açıklamam yoktu.

 

Anılın cebindeki telefona ard arda iki mesaj gelince rahatsız etmemesi için elimi pantalonunun cebine sokup telefonu aldım. Tam telefonu sessize alıcakken arının mesaj attığını gördüm ve bir mesaj daha geldi. Telefonu açıp mesaj balonuna girdim

Gelen: arın

- abi kızın yerini sarp buldu

Gelen: arın

- sen ne zaman dersen o zaman harekete geçelim

Gelen:arın

- adres bu konum abi

 

Bulmuşlardı, edayı bulmuşlardı. Konumu açıp baktığımda bir depo olduğunu gördüm. Bu depoyu biliyordum ama konumu benim olduğum yerden epey uzaktı. Anıla baktım, onu tehlikeye atmam yanlış olur bunu biliyorum, edayı kurtarması gereken anıl değil bizden biri olmalıydı. Anılı bu işlere bulaştırmam onu tehlikeye atmam demekti bunu ona yapamazdım. Telefonu yatağa bırakıp anılın beline elimi uzattım. Silahı parmak uçlarımda tutup yavaşça belinden çekip aldım.

 

Yataktan kalkıp üzerimi düzelttim, silahın doluluğunu kontrol edip anıl gibi belime koydum. Çantamın içinden kelebeği ve siyah bandanamı aldım. Bileğimdeki anılın verdiği saati çıkarıp çantanın üstünde bıraktım. Kafamı çevirip uyuyan anıla baktım, bunu ona yapamazdım, onu tehlikeye atamazdım. Saçlarımı toparlayıp tekrar şapkamı takıp üzerine kapüşonumu örttüm. Yatağa yaklaşıp anılı yanağından öptüm "umarım beni anlarsın" konteynerdan çıkmadan derin bir nefes aldım "umarım ölmem" kapıdan çıkıp büyük adımlarla yürümeye başladım.

 

Yürüyerek oraya gidemeyeceğimi elbette biliyordum bu yüzden kendime motor kiraladım. Bandanamı yüzüme bağlayıp hızla ilerlemeye başladım. Korkuyordum çünkü bu şey benim karıştığım mahelle kavgaları gibi değildi, tehlikeli adamlardı bunlar, hepsinin bellerinde silah vardı. Babaların günahlarını çocuklar öderdi, bu işten en zararlı çıkan ben ve eda olmuştuk. Korkuyordum, bir organ mafyası savunmasız bir kıza neler yapmazdı ki?

 

Edanın da ali gibi bir sonu olmasından korkup gaza abandıkça abanıyordum. Neredeyse iki saat aralıksız motor kullanmıştım ve arının konumunu attığı depoya gelmiştim. Burası ücrada bir depoydu, arkasında büyük bir ormanlık vardı. Depoya uzaktan bakmaya başladım. Açık konuşmak gerekirse kimsenin aklına bu depoya bakmak gelmezdi. Çünkü depo yıkık döküktü, camlardan hemen hemen hepsi kırılmış, eski demir bir kapısı ve deponun önünde eski hurdalar vardı. İçeriyi elbette göremiyordum o an dürbünüm olmadığına pişman oldum. Silahı öyle kafama göre kullanamam bu çok tehlikeli olur bunu biliyorum. Deponun arkasına doğru görünmeden yürümeye başladım. Dikkat çekileceğinden şüphe edip deponun önüne adam koymamışlardı sanırım.

 

Deponun arkasına geçip duvarın üzerinden olabildiğince sessiz atlamaya çalıştım. Çuvalların arkasına geçip belimdeki silahı çıkardım. Edayı depoyu basıp çıkarıcak kadar gücüm yoktu ama onu buradan kaçırabilirdim. Tabi nerede olduğunu bulabilirsem. Çuvalların arasından tam çıkacakken ileride adamlarından biri görmemle kendimi geri çektim "ulan öldürmeyeyim diyorum siktirin gidin şuradan kızı alıp çıkıyim" ben sessizce kendi kendime söylenirken adam deponun arkasından dolaşıp kayboldu.

 

Silahın kızağını kaydırıp hazır hale getirdim ve çuvalların arasından çıktım. Deponun birde eksi katı vardı bu yüzden alt camlara dahi bakıyordum. Ve o an onu gördüm. Bu eda olmalıydı, eksi kata kapatmışlardı. Camın önünde durup dizlerimin üstüne çöktüm. Cebimdeki kelebeği çıkarıp camın aralığa soktum, bu sırada etrafı kontrol ediyordu, eğer yakalanırsam hiç iyi şeyler olmazdı. Cam açılınca elimdeki silahı yere bırakıp eğildim. Kız baygındı ama uyanması gerekiyordu, yerdeki çakıllardan alıp kızın ayağına atınca hemen gözlerini açtı. İşaret parmağımı dudaklarıma götürüp susmasını söyleyince başını salladı. Yerinden kalkıp cama yaklaştı "sen edasın değil mi?" Küt saçları, yeşil gözleri ve cılız bir bedeni vardı "kurtar beni içeride doktorlar var benden kan aldılar neden bilmiyorum" çenemi sıktım "orospu çocukları" alnımdaki teri silip sakinleşmeye çalıştım "seni kurtarıcam ama dikkatli olmamız gerek" başını salladı "elini ver bana seni çekmeye çalışıcam" arkasını döndüğünde ellerinin bağlı olduğunu gördüm "ellerim bağlı" kafamı camın pervazına vurdum "sikiyim böyle işi"

 

Kelebeği elime alıp ona gösterdim "sana bunu atsam ipi kesebilir misin?" Bıçağa bir süre baktı "deniycem" bıçağı yavşça aşağı atınca arkasını dönüp bıçağı aldı "aferin sana, çıkarıcam seni buradan" tam o esnada odaya yaklaşan sesler duyunca yutkundum "bıçağın üstüne yat" denileni yapıp bıçağın üzerine yatınca bende camın önünden çekildim.

 

"Napıyorsun sen yerde?"

"Şey...s...sırtım ağrıyor"

"Hazır olsan iyi olur, birazdan başlayacağız"

"Tamam"

 

O an hepsinin boğazını kesmek istedim. Adam odadan çıkınca tekrar eğildim "çabuk ol" başını sallayıp yerde kıvranarak ipi kesmeye çalışıyordu. Etrafı tekrar kontol ettim ve camdan edayı izlemeye devam ettim. Birden tuttuğu nefesi verip ellerini gösterince sevinçten uçmak üzereydim "afferim sana, biliyordum. Bıçağı cebine koy" dediğimi yapıp elini bana doğru uzatınca camdan olabildiğince kendimi sarkıtıp edanın elini tuttum "ayaklarını duvara daya" dediğimi yapınca benimde yardımımla duvarı tırmandı. Başını camdan uzatır uzatmaz kollarından tutup onu kendime çektim.

 

İkimiz de nefes nefeseydik "şimdi hiç olmadığımız kadar hızlı olmalıyız eda bana ayak uydurabilir misin" gözleri doldu "yeter ki kurtar beni buradan" cebine koyduğu kelebeği ondan alıp cebime koydum. Silahı alıp arkamızda iz bırakmamak adına camı kapattım. Edanın elini tutup tam koşucakken dışarıda konuşma sesleri duydum. İşaret parmağımı dudağıma götürüp susmasını söyledim. Sessiz adımlarla ilerleyip bir kapı görünce hemen içeri girdik.

 

Korkudan bacaklarım titriyordu ama edayı korumak zorundaydım, eğer ölüceksem de onu buradan çıkarmadan bana birşey olsun istemiyordum. Karanlık bir yerdi burası ama tuhaf bir kokusu vardı aldırmadan kapının aralığından adamların gidip gitmediğine bakmaya başladım. Eda arkamdan ceketimi tuttu ve adamlar görüş alanıma girdi "burada fare var" bir elimle edanın ağzını kapayıp kendimi geri çektim. Bir iki saniye sonra kapının aralığından tekrar baktığımda adamlar yok olmuştu. Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım "çıkar bizi buradan"

 

Bıkkınca kafamı kaldırıp kısık sesle "ne olabilir eda" duvarda lamba düğmesini aramaya başladım "alt tarafı faredir hiç mi görmedin" düğmeye basıp arkamı dönmemle bir oda dolusu uyuşturucuyla göz göze geldim "oha" bir adım attım ve eda elimden tuttu "gitme" bir ona bir uyuşturuculara baktım "ne dersin biraz da onların canı yansın mı?" Bana boş gözlerle bakıyordu. Pantalonumun cebinden çakmağımı çıkardım "bence biraz yansın"

***

Edayla koşabildiğimiz kadar hızlı koşuyorduk çünkü ben o depoyu ateşe vermiştim "yoruldum ben" edaya bakıp gözlerimle motorumu aradım "biraz sabret geldik sayılır" motorun başına gelip bandanamı edanın yüzüne başlayıp başımdaki siyah şapkayı kafasına taktım "motordan korkar mısın?" Motora oturdum "korkuyorum ama başka şansım yok" başımı salladım "korkularından seni uzaklaştıramıycam çünkü gaza olabildiğince basıcam" eda da arkama oturunca motoru çalıştırıp hızla depodan uzaklaştım.

 

Eda sıkı sıkı belime sarılırken ben peşimden atlı kovalıyor gibi gaza basıyordum, basmak zorundaydım. Her ne kadar yüzüm açığa çıksa da burada önemli olan edayı kapatmaktı. Güvende olmalıydık ve kalabalığın içinde olmak bu durum için en güveniliriydi bu yüzden motur insanların kalabalık olduğu yerlerden geçirmeye başladım. İnsanlar bize korkunç birşey görmüş gibi bakıyorlardı ama asıl korkunç görünen onlardı bunu bilmemeleri üzücüydü.

 

Birden aklıma edanının kaç gündür aç olabileceği fikri gelince motoru yavaşlattım. Bir çorbacının önünde durup motoru kapattım "kaç gündür açsın eda" sıkıca tuttuğu belime bakıp güldüm "o kadar korkuyor musun ya" yavaşça ellerini çözdü "yok ya" başımı sallayıp motordan indim "yemek yedirmemişlerdir" başını olumsuz anlamda sallayınca bende onu onayladım "in bakalım" çorbacıya girip yiyecek birşeyler söyledim.

 

Eda gözlerini üzerimden alamıyordu "abla, senin adın ne?" Başımı elime yasladım "neden sordun?" Omuzunu silkeledi "beni kurtaran kadının adını bilmek istiyorum" bardağına su koyup gözlerimle gösterdim "sen boşver beni yemeğini ye" gülümsedi "tanıdım ben seni" tanıyabilir miydi gerçekten "sen meleksin" gülümsedim "neyim neyim?" O da güldü "kurtarıcı meleksin" başımı hayır anlamında salladım "melek olmak için fazla günahkarım" bardaktan suyunu içti "benim gözümde bir meleksin" başımı salladım "öyle olsun bakalım" saate baktığımda havanın kararma saatininin geldiğini gördüm "hadi bakalım küçük karınca yediysem kalkalım" durup bana uzunca baktı "sinan abimde bana öyle diyor" bi an dediğim şeyin bende farkına vardım. Ona öyle demiştim çünkü sinan abim bana da öyle diyordu.

 

Yüzüme zorda olsa bir gülümseme yerleştirdim "hadi ya" ayağa kalkınca o da kalktı "sen sinan abimi tanıyorsun değil mi?" Dudaklarımı büktüm "valla çıkaramadım hangi sinan bu sinan engin mi?" Kapıdan çıkarken o da arkamdan kahkaha atarak geliyordu. Motorun önünde durup etrafıma göz gezdirdim. Haber vermeliydik, boşuna o depoya gitmelerine gerek yoktu "sen bu sinan abinin numarasını biliyor musun?" Başını salladı "evet neden?"

"Gel benimle" ankesörlü telefonun yanına gidip parayı attım "yaz bakalım" eda numarayı yazınca çalmaya başladı ve bir iki çalıştan sonra telefon açıldı

"Alo?"

"Benim"

"Eylem"

"Eda benimle"

"Ne?"

"Duydun işte, konağa getiriyorum"

"Eylem dur, sen nası-"

 

Telefonu yüzüne kapattım ve edaya gülümsedim "bu sinan engin ne boş yapıyor ya" kahkaha attı. Tekrar motora dönüp bindikten sonra akşam karanlığı da peşimizden gelirken yolda başımıza bir şey gelmeden edayı eve götürmeliydim. Bu hayatta bir babamın pisliğini temizlemediğim kalmıştı ve sağ olsun onu da bana yaşatmıştı.

***

 

Yaklaşık iki saatlik bir yolcuğun ardından motoru konağın biraz gerisinde durdurdum "son durak küçük karınca" ikimizde motordan indik "gerçekten adını söylemeyecek misin?" Yüzüme acı bir gülümseme yerleştirip başımı olumsuz salladım "ailen beni pek sevmez" gözlerime uzunca baktı "ailem kime nasıl davranılır bilmez, senin gibi bir insanı sevememek aptallık ama ben seni tanıdım" göz bebeklerim büyüdü "tanıdın mı?" Başını salladı "sen abimin odasının duvarındasın, cüzdanındasın" ne dediğini anlamaya çalışarak yüzüne baktım "sinan abimle ikinizin küçüklük fotoğrafı, abimin odasında, cüzdanında, ofisteki masasının üzerinde, telefon galerisinde" gözlerim hafiften doluyordu

 

Eda elimi tuttu "sen sinan abimin rüyalarındasın, kalbindesin. Sen o kızıl saçlı kızsın. Sen eylemsin" sol gözümden bir damla yaş yanaklarımdan süzüldü. Kalbime iğneler batıyordu sanki "benimle konağa gel eylem" başımı salladım "ben o eve bir daha asla dönmem eda" üzgün gözlerle bana bakıyordu. Edaya yaklaşıp saçlarını öptüm "çok güzel bir genç kız olmuşsun" iki elimi tuttu "eylem lütfen gel" başımı tekrar salladım "bak eda. Bu dünyada olucak şey var olmayacak şey var ve benim o eve tekrar dönmem imkansız" yanağını okşadım "sen şimdi eve gireceksin, kimseye bende bahsetmeyeceksin anlaştık mı?" Nefesini verdi "sinan abim buna inanmaz ki" omuzumu silkeledim "onu takan kim. Sen dediğimi yap. Soran olursa sinan abimin arkadaşı olduğumu söyle" başını salladı ve boynuma atlayıp sıkıca sarıldı.

 

Ailem benden sadece çocukluğum ve gençliğimi çalmamıştı. Kuzenlerimle olan bağımı da bıçak gibi kesip atmıştı, hiçbirinin yanında olamamıştım ve bu beni kırk yerimden bıçaklıyordu. Gözlerimden yaşlar süzülüp edanın kazağına damladı "hadi bakalım" geri çekilip yüzümü izledi "eve girene kadar burada sana bakacağım, anlaştığımız gibi" başını salladı ve gitmek için yeltenince durup yanağımdan öptü "umarım bir gün hak ettiğin değeri görürsün...abla" gözlerimden o an yaşlar sicim gibi akmaya başlamıştı.

 

Abla demişti, ben hayatımda hiç abla olamamıştım ve hiç olamayacaktım. Ama eda bana abla demişti. Eda benden ayrılıp konağa ilerlerden bende gizlenip onu izlemeye başladım.

 

Onları da gördüm. Annemi, babamı, halamı, amcalarımı. Annem yaşlanmış saçlarına beyazlar düşmüştü. Babam göbeklenmiş ve yüzü çökmüş, yer yer kırışıklıkları vardı. Sinan abim, oğuz, ikizler hepsi orada edayı bekliyordu. Eda tel kapıdan girer girmez hepsi kapıya baktı. Halam dizlerine vurdu "bu benim kızım mı?" Halam ağlamaktan helak olmuş ama hala ağlıyordu. Eda koşup onlara yaklaşınca hepsi bağırıp kızlarına sarıldı. En başta halam ve amcam, edaya sıkı sıkı sarılıp kızlarının saçlarından öptüler.

 

Gözyaşlarım yanaklarımdan sessiz sessiz akarken hıçkırıklarımı tutmak için elimi ağzıma kapattım. Sonra annem edayı tutup sarıldı "kızım çok korkuttun bizi" o an orada ölmek istedim. Annem edaya kızım demişti, yemin ederim ben bir gün ağzından duyamamıştım. Bir allahın günü beni kucağına alıp saçlarımı okşamamış, beni hiç öpmemişti ve ben bütün bir ömür boyu anne sevgisizliğimin çukuruna düşüp defalarca o çukurda ölüyordum. Sıra babama gelince edaya sıkı sıkı sarıldı "ah kızım, ah kızım, özür dilerim, seni tehlikeye attığım için özür dilerim" ellerimi saçlarıma geçirip çekiştirdim.

 

Nefesim boğazımda düğümlendi, kalbime o an keskin bir hançer saplandı, ruhundaki sanrılar tekrar uyandı. Ayakta duramayacağımı anladığımdan duvara tutundum. Saçlarımı çektim, acıyana kadar, kopana kadar, ama kopmadı. O an aklıma belimdeki silah gelince bir hırsla belimdeki silahı çıkardım. Silahın emniyetini açıp kalbime doğrulttum.

 

Haykırmak istiyordum. Bana bir kez olsun kızım demediniz diye haykırmak istiyordum, bana bir kez olsun sarılmadınız diye hakırmak istedim ama bağıramazdım. Yanımdaki sekiz yaşındaki eylem gözlerime bakıp başını hayır anlamında salladı "ama dayanamıyorum" tekrar başını salladı "beni hiç sevmediler" başını bu sefer olumlu salladı kolumu tutup silahı çekmemi söyleyince silahı indirdim.

 

Bu evde istenmiyordum, hiçbir zaman istenmemiştim, vazgeçilen, hor görülen, umursanmayan bir kez olsun sevgi gösterilemeyen bendim. Benim annem vardı, babam vardı ama ben kimsesizdim. Terk edilendim. Bir kez olsun akıllarına dahi gelmemiştim, bir annenin aklına kızı gelmez miydi? O kadar mı kötü bir insandım ben?

 

Gözyaşları içinde arkamı döndüğümde karşımdaki anılı gördüm. Anıl, benim peşimden muğlaya kadar gelmişti, o bana ailemden daha iyi davranıyordu. Demişti, kendi söyelmişti, peşinden gelirim demişti ve gelmişti de. Bu sevgisizliğim içinde bana değer veren birini görmek içimi rahatlatmış da olsa hala ağlıyordum.

 

Bir adım attım "anıl" endişeli yüz ifadesi benim içindi "eylem" bir adım daha attım ve o an bir silah sesiyle olduğum yerde durdum. Anıl kocaman olan gözlerlerle bana bakıp koşarak yanıma geldi "eylem" omuzumdaki yanma hissi giderek büyüyordu "anıl" bedenime baktı "eylem" anılın gözlerinden yaşlar süzülürken dizlerimdeki dermanın bittiğini hissettim.

 

Dizlerimin üzerine çökücekken anıl kollarımdan tuttu "eylem hayır" gözlerine baktım, sol gözümün kenrarından bir damla yaş düştü "anıl" yüzünü yüzüme yaklaştırdı "götür beni buradan" omuzumdaki acı giderek büyürken nefes alış verişlerim derinleşti. Anıl bir elini belime bir elini bacaklarımın altından tutup kucağına almasıyla inledim "götür beni buradan"...

Bölüm : 26.12.2024 18:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...