24. Bölüm

24.BÖLÜM

Buket Demir
bukettdem

keyifli okumalar…

 

1. GÜN:

 

Eve geldiğimden beri üzerimde ağırlık hissediyordum, adını koyamadığım. Bu ağırlık üzerimde yatan tarçın değildi elbette, farklı bir histi. Eve geldiğimde simay benim için yumuşak bir yatak hazırlamıştı bile. Her ne kadar iyi olduğumu söylesem de dakika başı iyi misin? Sorusuna maruz kalmıştım ve evet aslında pek iyi değildim, rahat rahat nefes bile alamıyordum. Bunu onlara söylersem üzerime daha fazla düşeceklerdi bu yüzden iyi olduğumu söylüyordum. Eve geldikten yaklaşık iki saat sonra arın ve leyan aramaya başlayınca telefonu kapatıp çekmeceme kaldırmıştım... bir süre birbirimizden uzak durmak hepimize iyi gelicekti.

Simay gün boyu internetten kemiklerim için şifalı çorbalar araştırmış ve onu zar zor paça çorbası yapmaktan el birliğiyle durdurmuştuk. Onun yerine normal et suyuna çorba yapıp içini rahatlatmasına izin vermiştim. Selim ve çiler ise gün boyu beni neşelendirmeye, modumu düşürmemeye çalışmışlardı. Yaptıkları şakalar o kadar komikti ki doğruyu söylemek gerekirse gülerken canım epey yanmıştı.

 

Şimdi ise hepsini zar zor iyi olduğuma ikna ederek evlerine yollamış karanlık odamda tavanı izliyordum. Saat gece üçe gelirken benim gözüme gram uyku girmiyordu. Tarçın bacaklarımda uyuyordu sırf bu yüzden bile zar zor kıpırdıyordum. Canım acıdığı için değil, onu uykusundan uyandırmamak için.

Elimdeki yumuşak stres topunu sıkarken açık kalan perdeden sokağı izliyordum. Olanlar aklımdan çıkmıyordu...anıla fark edemeden verdiğim zehir, üzerime inen kafesle içerideki et adamla tek kalmam. Eğer bileğimdeki saat olmasaydı ve arınlar bizi bulmasaydı neler olurdu tahmin dahi edemiyordum doğrusu. Fakat düşündükçe sinirlenmeme sebep oluyordu. O adamı dövemediğim için aşırı pişman hissediyordum. Fermanın suratına atacağım yumrukla içimin rahatlayacağını adım kadar iyi biliyordum.

 

Topu elimde sıkabildiğim kadar sıkarken sinirimin geçmediğini hatta bu şekilde yatarken geçmeyeceğini de fark edince ayağa kalkmaya karar verdim. Zar zor belimden güç alıp yatağın yanındaki komodinden de destek alarak kalktım. Simay ve çiler bana gövdemi sımsıkı tutan bir korse giydirmişlerdi. Ayağa kalktığımda ağrımın çok fazla olduğunu hissederek mutfağa ilerledim. Masanın üzerindeki ilaç poşetinden ağrı kesiciyi çıkarıp suyla içtikten sonra mutfağın camından dışarıdaki tanıdık mercedesle plakasına bakmam ve bunun anıl olduğunu anlamam bir olmuştu. Kalbimin anında ritim hızı değişirken yavaş adımlarla odama gidip yatağa oturdum.

Çekmecemden telefonumu çıkarıp açtığımda bir sürü arama olduğunu gördüm

Anıl: 150 cevapsız arama

Leyan: 10 cevapsız arama

Arın: 3 cevapsız arama

 

Cevapzı aramaların ardından mesaj kutumda da bir o kadar mesaj olduğunu gördüm

Gönderen: Anıl:

- telefonun neden kapalı?

Gönderen: Anıl:

-telefonu açar mısın?

Gönderen: Anıl:

-leyan onun aramalarını da cevaplamadığını söylüyor. Anlam veremiyorum...lütfen aç konuşalım

Gönderen: Anıl:

- saatlerdir sana ulaşamıyorum eylem

Gönderen: Anıl:

- biraz daha telefonu açmazsan oraya gelicem eylem

Gönderen: Anıl:

- Dışarıdayım

Gönderen: Anıl:

- selim şu an görüşmemizin iyi olmayacağını söylüyor. Sahiden böyle mi düşünüyorsun?

Gönderen: Anıl:

- aramıza mesafe koyman hiçbir şeyi değiştirmeyecek eylem. Sana olan hislerimi değiştiremezsin... seninle konuşmadan vazgeçmeyeceğim. Benimle konuşana kadar kapında bekleyeceğim

Gönderen: Anıl:

- senden asla vazgeçmeyeceğim...

 

Son okuduğum cümleyle yerimde mıhlanıp vücudumu sıcaklık esir aldı.

 

Gönderen: Leyan:

- sakın bana beni engellediğini söyleme eylem çünkü sana ulaşamıyorum.

Gönderen: Leyan:

- abimi evde tutamıyorum aç şu telefonu.

Gönderen: Leyan:

- eylem, abimi evde daha fazla tutamadım sana geliyor.

Gönderen: Leyan:

- abim sana hala ulaşamadığını, selimin onu eve almadığını söylüyor. Kızım sana söylüyorum, abim fena kızgın.

 

Derin bir nefes alıp telefonu kapatınca bir bildirim daha geldi

Gönderen: Leyan:

- eylem abim ateş püskürüyor

Gönderen: Leyan:

- sen benim mesajlarıma görüldü mü attın?

Hızla telefonu kapatıp bir kenera fırlattıktan sonra nefes alış verişimi düzene sokmaya çalıştım. Yanımda değilken bile kalbimi yerinden çıkaracak kadar hızlı attırmayı nasıl başarıyor?

 

3. GÜN:

Üç gündür evdeydim ve hala evden adımımı atmamıştım. Canım hayli yanıyordu bu yüzden çiler ve simay korse konusunda bana yardımcı oluyorlardı, selim de moralimi yüksek tutmaya çalışıyordu... ona elbette sormuştum neden anıla öyle dediğini ve aldığım cevap "çünkü görmek istemeyeceğini biliyordum. Eğer karşına çıksaydı daha kötüsü olabilirdi" olmuştu. Aslında hak vermiştim, selim doğruyu söylüyordu. Israr etseydi dinlemezdim ve onu o an görmem kötü olurdu.

İtiraf ediyorum...onu özledim. Evin içinde yapacak birşey zaten yoktu, bu yüzden onu düşünmeyi bırakırım diye sürekli uyudum, kendimi sürekli birşeylerle meşgul ettim. Unuturdu, herkes gibi o da zamanla unuturdu. Beni unutacaktı, fazla uzun sürse de unutacaktı.

 

5. Gün:

 

Ağrılarım biraz hafiflemişti, yüzümdeki yaralar da geçiyordu... hala koltuktan ve yataktan kalkarken canım yanıyordu doğrusu. Fakat baş edebiliyordum, her şeyle baş ettiğim gibi. Kendime yalan söylüyorum aslında... her ne kadar her şeyle baş ettiğimi söylesem de biliyorum aslında, bu hisle mücadele edemiyorum. Kalbimde sanki koca bir delik var, o kadar canım yanıyor ki ne yapsam unutamıyorum. Aşırı dalgınım, huysuzum, yerimde duramıyorum, nefesim kesiliyor bazen vurup kırmak istiyorum her şeyi... bazende kendimde hiçbir şeyi yapacak gücü bulamıyorum.

Aklımdan silemiyorum. Yüzünü unutamıyorum, onu görmek için geceleri camın kenarında karanlıkta bekliyorum. Her gece geliyor, evin önünde arabada bekliyor. Dışarı çıkmamı mı bekliyor yada bir şey olucak diye mi onu da bilmiyorum fakat hala buraya geldiğine göre unutmamıştı... beş gün de de unutmamıştı. Gerçi unutsun istiyor muyum onu da bilmiyorum. Eğer unutursa üzülürdüm adım gibi eminim. Zihnimde bozuk plak gibi tekrar eden anılarımla baş başayım. Anılla yaşadıklarımı tekrar tekrar yaşıyorum, her bakışı zihnimde.

 

Ben onu unutamamışken o unutur muydu ki beni?

 

 

7 Gün:

 

Elimdeki bir bardak suyla avucumda kalan son ilacı da içip salondaki karanlığa aldırmadan koltukta oturmaya devam ettim. Her gece yaptığım gibi karanlıkta oturuyordum. Yanımda oturan tarçına gözlerim değdiğinde bana masum masum baktığını gördüm. Bir haftadır böyleydi... sanki hissetmiş gibi, başıma bir şey geldiğini hissetmiş gibi sürekli yanımdaydı, ayak ucumdan ayrılmıyor mutfağa dahi gitsem peşimden geliyordu. Tarçın akıllı bir köpekti, anlamış olmalıydı.

Elimi kafasına koyup yavaşça okşadım. Elim kafasına değer değmez gözlerini kapatıp uyumaya başladı. Uyurdu elbette gecenin üçünde ayakta olan bir ben vardım birde dışarıda bekleyen hasretinden geberdiğim o adam. Yedi gündür dışarı çıkmadığım için elbette görmüyordum, zaten arabadan inmiyordu. Belki de anlıyordu beklediğimi ve izlediğimi ben göremiyorum sende beni görme diyordur.

 

Yavaşça koltuktan kalkıp üzerimdeki beyaz tişörtü çıkarıp koltuğa bıraktım. Parmaklarımla kosenin bandajlarını tutup çıkardım. Buna artık ihtiyacım kaldığını sanmıyordum, doktora gitmemiştim ama gitmeye de gerek yoktu zaten iyiye gidiyordum. Korse belimden ayrılır ayrılmaz üzerimden koca bir yükün kalktığını hissettim. Tekrar tişörtü üzerime giyip odama ilerlerken tarçının da arkamdan geldiğini pati seslerinden anladım. Dedim ya, yalnız bırakmıyordu.

Dışarıdan gelen büyük bir gök gürültüsü ve şimşekle odanın içini aydınlatmıştı. Doğrusu ürpermiştim ama uzun sürmezdi. Yorganı kaldırıp içine girdikten sonra tarçında yanımda yerini alıp bacaklarıma kafasını koydu.

 

Gözlerim günlerdir açmadığım telefonumu bulunca bundan anında vazgeçtim. Anılın mesajlarına bile içim giderken bunu yapamazdım. Sol tarafıma dönüp boşta kalan yastığıma sarılıp gözlerimi kapattım.

 

9. Gün:

 

Duvarın soğukluğu belimi üşütse de umursamadan yerde oturmuş elimdeki zıpzıp topu karşımdaki duvara atıp tekrar avucuma düşmesini sağlıyordum. Saat öğleyi geçerken kızları evden zar zor iyi olduğuma ikna edip çıkarmıştım. Bugünden beri başımda beni konuşturmaya, bir şeyler yapmaya yada dışarı çıkmayı teklif ediyordu. Hiçbir şey yapmak istemiyorum... sadece susmak istiyorum, durmak, bir şey yapmamak, biraz yavaşlamak. Dokuz gün yaşadıklarımı unutturmamıştı hala bana, gözlerimi kapattığımda yine o kafesin içine giriyordum, anılın kolları yine zincirleniyordu. Biliyorum evimdeyim fakat geçmiyordu... içimdeki suçluluk duygusu bir türlü gitmiyordu.

     

Yanımdaki kapı tıklatılınca kısa bir göz atsam da bunun yine simay olabileceğini düşünüp oturmaya devam ettim.

Tekrar tıklatıldı, oturmaya devam ettim

"Acaba evde değil mi yine?" Duyduğum sesle bunun simay olmadığını anladım. Bizimkilerin sesleri değildi bu. Yerden kalkıp kapıyı bir anda açınca karşımda mahallenin çocuklarını gördüm. Bir anda kapıyı açınca üçü de havaya sıçradı

"Eylem abla napıyorsun korkuttun bizi"

"Napıyorsunuz burada?"

Üçüde bir birine bakıp içlerinden en uzun boylusu olan yusuf konuştu "eylem abla maç yapıyorduk da bizim takımda bir kişi eksik gelir misin diycektik?" Üçüne de çatık kaşlarla bakıp korkuttuktan sonra gülümsedim "tamam lan hadi sizin hatırınıza geliyorum" üçüde gülümseyip birbirlerine vurdular "tamam abla biz seni aşağıdaki mahallede bekliyoruz" üçüde koşarak uzaklaşınca bende kapıyı kapatıp banyoya girip elimi yüzümü yıkadıktan sonra tokamı bozulan saçlarımdan kurtarıp taradıktan sonra tekrar at kuyruğu yaptım.

 

Odama geçip gri eşofmanımı üzerine de siyah salaş bir tişört giyip tarçını ve anahtarlarımı alıp evden çıktım. Alt mahalleye yürüyüp çocukların toplandığı yere yürürken mehmet tezahürat yapmaya başladı "eylem başkan oley, eylem başkan oley, eylem başkan oleeey" arda mehmete doğru bir adım attı "haksızlık bu, eylem abla topu çok iyi oynuyor siz fazla güçlü oldunuz" mehmeti korumak için önüne yusuf geçti "mızmızcılık yok arda adam bul dediniz bulduk işte" bu sefer ardayı korumak için yunus öne atılıp yusufu itti "lan salak eylem abla adam mı?" Yunusun fikrine göktuğ katıldı "doğruyu söylüyor yunus. Adaletsiz oldu" bir anda beş arkadaş birbirine girip kavga etmeye başlayınca tarçın havladı.

Sanırım artık devreye girmem gerekiyor "lan... ne oluyor burada" yunus birden kavganın içinden çıktı "bir şey yok eylem abla" yanlarına gidip yunusun omuzuna elimi koydum "durun lan" diğerleri de itişmeyi bırakınca bana döndüler "n'oluyo lan biriniz anlatsın" mehmet konuşmaya başladı "maç yapıcaktık abla. Sonra biz bir kişi eksik olduğumuz için seni çağırdık ama bu sefer mızmızlık yaptılar sen çok güçlüymüşsün" elimin altındaki yunusa bakınca o da bana baktı "öyle mi oldu?" Gür sesiyle arda yunusun konuşmasına izin vermedi "evet öyle oldu abla ama haklıyız" yusun saçlarını okşadım "tamam şöyle yapalım mehmet, yusuf, ben bir takım olalım söz veriyorum çok abanmayacağım" arda, yunus ve göktuğ birbirlerine bakıp başlarını salladı "tamam eylem abla öyle olsun" Gülümsedim "tamam başlayalım nerede top?"

 

Göktuğ'nun topu getirmesiyle başladık. Bizim takımdan yusuf kaleye geçerken onlardan da arda kaleye geçti. Kale dediğime de bakmayın, iki tane kaldırım taşı. Mavi top bir onların ayağına gidiyor, bir benden mehmete sonra tekrar karşı takıma geçiyordu. Oldukça topa karışmamaya onların kendi aralarında oynamalarını sağlıyordum. Benim mehmete pas vermemle mehmet topu kaleye gönderip sayı kazandı böylelikle ilk golü biz attık.

 

~

 

Çocuklarla yaklaşık iki saat boyunca topla oynanabilecek bütün oyunları oynamıştık fakat benim oynamak için gücüm kalmayınca onları bırakıp tarçınla eve döndüm. Kapıyı açar açmaz tarçın hızla banyoya ilerleyip patilerini yıkamam için beklemeye başladı. Salonun önünden geçip tam banyoya ilerleyecektim ki verandanın kapısının açık olduğunu görmemle durdum. Bu kapıyı günlerdir açmıyordum ki, nasıl açık kalmıştı.

Tüylerim ürperirken ensemden geçen soğuk terleri daha da hissettim. Evde biri olabilir miydi?

 

Yutkunup salona bir adım atıp etrafa göz gezdirdim. Şu anlık kimse görünmüyordu. Biraz daha ilerleyip mutfak kısmına da baktıktan sonra yine kimse olmadığını gördüm. Büyük adımlarla verandanın kapısını kapatıp kilitledim. Kim giricekti ki zaten benim evime... hem ferman zaten anılın elinde. Başka bildiğim belalım olmadığına göre kimse girmez. Hem zaten kapıdaki alarm ötmez miydi? Evin her yerini güvenlik kamerası izlediğini kendime hatırlatarak korkumu gidermeye çalıştım "kendine gel kızım, sen eylemsin sen onlardan değil onlar senden korksun" kendimi kandıracak mükemmel cümlemi de sesli söyledikten sonra işime devam edebilirdim.

 

 

11. Gün:

 

Kulaklarımı tırmalayan kapı ziliyle gözlerimi açmak zorunda kaldım. Yüzümü buruşturup ağrıyan başımı tuttum "kim bu ya alacaklı gibi" üzerimden yorganı tekmeleyerek atıp odadan çıkıp kapıyı açmamla parfümünün kokusu burnuma dolan leyana baktım.

Kaşları çatık, yüzü hayli kızgın görünüyordu "leyan napıyorsun sabah sabah" yanımdan geçip içeri ilerlerken bende kapıyı ayağımla kapatıp peşinden ilerledim "asıl sana sormak lazım eylem. Sen napıyorsun?" Yüzümü ovuşturup tekli koltuğa kendimi bıraktım "uyuyordum leyan napabilirim" üzerindeki trençkotu çıkarıp arkasındaki koltuğa attıktan sonra topuklularını vura vura verandanın kapısını açıp ellerini beline koydu "sen deli misin?" Arkamdaki yastığı boynuma koyup başımı yasladım "delirtenler sağolsun oldu öyle bir şeyler"

Ellerini saçlarına geçirip geriye attıktan sonra karşımdaki koltuğa oturdu "kaç gündür karışmıyim karışmıyim diyorum ama burama kadar geldi artık" bıkkınca nefesimi verdim "ne istiyorsun leyan?" Sinirli yüzüyle bana uzunca baktı "ne bu çocuk çocuk hareketler eylem. Hem kendini üzüyorsun hem abimi" alnımı ovuşturdum "ben olması gereken şeyi yapıyorum"

"Olması gereken şey bu değil eylem"

"Leyan bunu abin üzülsün diye yada aksiyon olsun diye yapmıyorum"

"Ne için yapıyorsun o zaman eylem ben anlamıyorum"

Sesimin ayarını biraz yükselttim "o benim yüzümden zarar görmesin diye ondan uzak kalıyorum anlamıyor musun leyan" bir iki saniye durup yüzüme baktı "ne" şakaklarımı ovuşturdum "zarar görmesin diye uğraşıyorum... benim yüzümden başına bir şey gelmesine artık katlanamıyorum" leyan kollarını göğsünde birleştirdi "ama o senin için her şeye katlanmaya hazır"

 

Yerimden sinirle kalktım "ben bunu istemiyorum anlamıyor musun. Benim yüzümden bir şeylere katlanmasın, canını tehlikeye atmasın, canı yanmasın, bir şey olmasın istiyorum" gözlerini gözlerimden kaçırdı "o öyle düşünmüyor" ayağımı yere vurdum "ona söz hakkı tanımıyorum leyan. O gün ne yaşadığımı biliyor musun? Belli etmesem de nasıl korktum... başına benim yüzümden bir şey gelirse ben ne yapardım peki? Yada size ne hesap verirdim? Alp ve sarpa kusura bakmayın abiniz benim halt yemem yüzünden canına kıydılar mı derdim" leyan tam konuşacaktı ki elimle susturdum "yeter leyan... yeter daha fazla tartışmak istemiyorum. Eğer böyle olması gerekiyorsa böyle olacak, benden uzak durmak ikimiz içinde iyi olacaksa duracak başka yolu yok" arkamı ona dönüp ellerimi belime koydum.

 

Mutfağa ilerleyip dolaptan soğuk su çıkarıp bardağa biraz koyduktan sonra sakinleşmek için yudumladım "eylem abim çok kötü" arkamdaki leyanın sesiyle ona arkamı dönmeden dinlemeye devam ettim "kaç gündür ne yiyor ne uyuyor... şirkete de gitmiyor. Bütün yük kürşatın omuzlarında kaldı" gitmiyor muydu? Gece buraya gelip bekliyor peki sabah nereye gidiyordu. Bardağın içindeki suyu lavaboya döktüm "o da unutucak sadece zamana ihtiyacı var" bir süre bir şey demedi "seni de anlıyorum ama çözüm bu değil eylem" ona döndüm "çözüm; benim sizin hayatınıza hiç girmemişim gibi devam etmeniz" bardağı tezgaha bıraktım "bu kadar" leyan bir şey demeden beni izlerken yanından geçip televizyonun karşısındaki koltuğa kendimi atıp battaniyeyi bacaklarıma çektim.

Televizyonu açıp karıştırırken o da trençkotunu giyindi "yanlış yapıyorsun eylem... çözüm bu değil, bu yaptığınla sadece birbirinizi üzüyorsun" söylediklerine karşılık vermeden televizyona bakarken o da bir süre beni izleyip daha sonra topuklularını vura vura evden çıktı.

 

Kumandayı elimden bırakıp iki elimle başımı ellerimin arasına aldım. Dolan gözlerimi kapatıp sakinleşmeye çalıştım.

 

Tarçın baş ucuma gelip bir süre beni izleyince onu ani bir kararla dışarı çıkarma fikriyle ayağa kalktım. Odama gidip beyaz uzun kollu bir tişört ve altına da mavi bir jean giyip üzerime siyah deri ceketimi aldıktan sonra evin anahtarını cebime atıp tarçınla evden çıktım. Gözlerim kısa bir an kapının üstündeki kameraya takıldı. Evimin kamera görüntülerini büyük ihtimalle anıl izliyordu, fakat aklımdaydı... bu tehlike geçtikten sonra hepsini sökücektim.

 

Hızlı adımlarla butiğe geçip simayların ziline bastım. Simay butikteydi ama selim büyük ihtimalle evdeydi. Butiğin önüne gelince simay beni görmüş olmalı ki dışarı çıktı "eylem" o sırada balkona selim çıktı "kızlar" selime göz kırptım "naber" omuz silkti "idare eder" simay tekrar söze girdi "eylem sen iyi misin çiçeğim?" Ona başımı salladım "iyiyim çiçeğim. Sadece biraz buradan uzaklaşsam daha iyi hissedicem" tekrar selime baktım "arabayla işin yoksa bugün bana bıraksana" tam başını sallamıştı ki simay cırladı "saçmalama eylem yeni yeni iyileşiyorsun ya başına birşey gelirse" ben cevap vermeden selim konuştu "simay sıkıştırmasana kızı bırak dolaşsın. Bekle getiriyorum anahtarı" simaya doğru bir iki adım atıp ona sarıldım "merak etme çiçeğim iyiyim ayrıca bir şey olmayacak" ondan ayrılıp yanağından makas aldım "biraz dolaşıp gelicem" dudaklarını büküp gözlerime masum masum baktı "tamam telefonunu yanına al bari"

 

"Eylem" selimin sesiyle kafamı yukarı kaldırınca simayın söylediğine cevap veremedim. Anahtarı avucuma isabet ettirince gülümsedim "çok geç kalmam" jeepe ilerleyip tarçının geçmesi için kapıyı açtıktan sonra bende direksiyona geçtim.

Bu ihtiyarla yolculuk yapmayalı uzun zaman olmuştu.

 

Mahalleden hızla çıkıp kendimi trafiğe attım. Ne yapacağımı bilemeyerek dakikalarca trafikte bir oraya bir buraya ilerledim. Kendimi unutmuştum... eylem bunaldığında ne yapardı, neye sarılırdı? Bilmiyordum çünkü benim bunca sene hissettiğim tek duygu özlem ve öfkeydi. Başka hiçbir duyguya bürünmemiştim. Kalbimin orta yerinde koca bir boşluk vardı... şimdi şimdi anlıyorum o koca boşluğu, eskiden olsa derdim ki; eylem sen sevgisiz büyüdün işte bu yüzden bu koca boşluk. Anıl hayatıma dahil olduktan sonra hissetmemiştim ama bu koca boşluğu. Beni yutan, bütün duygularımı içine çeken beni ben yapmamı engelleyen bu koca boşluğu anıl doldurmuştu.

Şimdi fark ediyorum. Zaten hep kaybettikten sonra anlamaz mıydık hayatımızdan çıkanın kıymetini. Onca sene sadece bileklerimi güçlendirdiğimi şimdi anlıyordum, duygularımı hiç geliştirememiştim. Tatmadığım bir çok duyguyu anılla tatmıştım. Koca kollarıyla beni sarmaladığında iyi hissediyordum. Kovuğuna girmiş bir kuş gibi.

 

 

Şimdi bileklerimi sallayamayacak kadar güçsüzüm. Yumruklarım hayatımdan çıktıktan sonra benden bir şey kalmıyormuş meğer. Bildiğim tek şey buymuş, hayatımı senelerce buna harcamıştım. Şimdi trafiğin içinde kaybolmuşken nereye gideceğimi, sığınacağım limanı dahi bilmiyordum. Ne garip değil mi? Bu yaşıma gelmişim hala kim olduğumu, bunaldığımda ne yapacağımı yada mutlu olduğumu nasıl anlayacağımı bilmiyordum.

Gözlerim tarçına takılınca kafasını okşadım "iyi ki sen varsın kızım" dolan gözlerimle tekrar trafiğe baktığımda ışığın kırmızıya döndüğünü görüp yavaşça frene basıp durdum. Arabanın camlarını açıp içeriye temiz havanın girmesini sağladım. Gökyüzü kapalıydı, benim gibi her an yağabilir kıvamdaydı. Sağ camdan gökyüzüne bakarken biraz altındaki hırçın denize baktım. Dalgalar o kadar hırçındı ki hızla kıyıya vurup köpüklerini dışarı atıyordu.

 

Yavaşça kafamı çevirip yeşil ışığın yanmasıyla gaza yavaşça yüklenip jeepi beni rahatlatacak tek yere kumsala sürdüm. İşte bu eyleme iyi gelirdi.

 

Jeepi gelişi güzel bırakıp tarçınla arabadan indik. Deniz o kadar köpüklüydü ki tuzlu suyu kumsalın yarısına kadar geliyordu. Tarçın da yanıma gelip kumlara oturunca ona eşlik etmeye karar verdim. Yanına oturup az sonra fırtınadan ortalığı inletecek denizi izlemeye başladık. Tuzlu suyun kokusu bütün bedenimi sarmıştı. Fakat bu benim için sorun değildi, ben yüzme bilmememe rağmen denizi çok seviyordum.

Kolumu tarçına atıp yumuşacık tüylerini okşadım.

 

Uzaktan gelen araba motorunun sesini duysam da buna aldırmadan önüme bakmaya devam ettim. Fakat araba sesi iyice yaklaşınca kendimden şüphe ettim "ben arabayı durdurmadım mı acaba?" Kafamı jeepe çevirmemle geriden gelen mercedesi görmem bir oldu.

 

Buradaydı... günler sonra.

 

Ciğerlerime çektiğim yarım nefesle ayağa kalktım. Tekrar ona döndüğümde mercedes tam önümde duruyordu. Anılı görüyordum... günler sonra özleminden geberdiğim yüzüyle buradaydı. Evimin önünde her gece beklese de günlerdir bende onun yüzünü görmemiştim.

Hayran olduğum saçları yüzüne dökülmüş, sakalları hafiften çıkmış, her zaman giydiği ve ona çok yakıştırdığım takım elbisesi üzerinde değildi. Bu anıl, o anıl değildi... bu dağılmış bir adamdı.

 

Heyecandan titredim. Sesini duymaktan ödüm koptu, fakat o sesi duymak için geberiyordum. Parmak uçlarıma kadar beni saran bu duygu özlemdi... arkadaşım olan, beni her gece ziyaret eden bu duyguyu adım gibi biliyordum. Simsiyah gözleri beni adım adım içine çekiyordu. İçimdeki özlemden kuduran eylem konuştu 'yeter eylem. Git ve sarıl ona, kokusunu ciğerlerinin en dibine kadar çek' içimdeki mantıklı taraf vakit kaybetmeden karşılık verdi 'sakın kızım, burada yalnız olmanız bile tehlikeli. Sadece git, sana yaklaşmasına izin verme' ne yapıcaktım ben bu duygularla? Hasretinden delirdiğim bu adamla.

Sadece biraz kokusunu hissetsem olmaz mıydı? Sarılmasam da olur. Yada sarılsam kokusunu içime çekmesem de olur. Kimi kandırıyorsun eylem? Ona sarılınca kokusunu defalarca içine çekiceksin.

 

Dolan gözlerimi ona fark ettirmeden silip tarçına gitmemiz için işaret verdim "hadi kızım" arabaya bir adım atmadan anılın içimi okşayan sesini kulaklarımda hissettim

"gitme" yerimde mıhlandım. Kısa bir an nefes alamadım.

"Her şeyinden mahrum bıraktın zaten" bunu ona yaşattığım için kendimden nefret ettim. Bana doğru bir adım atınca bende bir adım geri gittim. Rüzgar ikimizin saçlarını da savurup yüzüne vuruyordu.

 

Heyecandan kalbim gümbür gümdür atıyordu, içimden dua ediyordum bana yaklaşmaması için çünkü karşı koyamazdım. Kolları belime bir dolansa bırak karşı koymayı nefes dahi alamazdım. Aramızdaki bu çekim o kadar büyük ki baş edebilecek gibi değil.

 

Yüzünde acının kendini belli eden ifadesi vardı "ne kadar daha sürücek bu?" Yutkundum "ne?" Ellerini iki yana açtı "bu mesafe, aramıza çektiğin duvar" gözlerim tekrar dolunca bu sefer silmek için çabalamadım "aramızdaki bu duvarı öylesine çektiğimi mi sanıyorsun?"

"Bence öyle"

"Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?"

"Ne peki sen söyle, neden bu uzaklık"

Ellerimi saçlarıma geçirip karıştırdım "çünkü iyiliğin için uzak kalmalıyız" bana doğru bir adım daha attı "değiliz eylem değiliz" gözyaşlarımı artık tutamıyordum "yaşadığın şeyleri ne çabuk unutuyorsun" burukça gülümsedi "unutuyor muyum" başını salladı "seni öldüresiye dövülürken izlediğim o görüntüyü nasıl unuturum... yada bu olmadan saatler önce seni öptüğümü" kalbim teklerken yanaklarımı ıslatan gözyaşlarımı umursamıyordum.

Canım o kadar yanıyordu ki, ellerimi buz gibi soğutan rüzgar yüreğimi soğutamıyordu. Yarım nefes alıp yutkundum "o zaman uzak kalmamız gerektiğini anlamış olman lazım" bir adım geri gittim "hala uzak kalmamız gerek diyorsun"

"Çünkü öyle olması gerekiyor"

"Hayır gerekmiyor"

"Neden anlamıyorsun be adam ölüyordun" sesimi daha da yükselttim "seni öldürecekti o adam. Beni siktir et ben zaten yaşamıyorum benimkisi sürünmek fakat senin arkanda kalan kardeşlerin ne olacaktı?" Sustu "verecek cevabın yok çünkü haklıyım... hayatına girdiğimden beri başına gelmeyen kalmadı, üstelik sadece benim belamla uğraşmayıp benim başımıza açtığım belayla da uğraştın. Sana iyi gelmiyorum, ne sana nede başka birine" onun da gözlerinden yaşlar iniyordu. Ellerimle yüzümü kapatıp dağılan saçlarımı ellerimle geriye atıp göz yaşlarımı elimin tersiyle sildim "dinle, sana kendimden daha çok değer veriyorum. Hayatta kalman benim canımdan daha önemli anlıyor musun. Senin canın mevzubahis ise hiçbir şey umrumda değil... uzak kalırım sonuna kadar. Lütfen anla" diken misali batan boğazımla yutkunmaya çalışıp ağlama nöbetimi durdurmaya çalıştım.

Arabaya bir iki adım atmıştım ki anılın sesi durmamam sebep oldu "senden uzak durmayacağım" o an kalbim yerinden çıkacak sandım o kadar kalbim acıdı ki saatlerce çocuk gibi ağlamak istedim. Zar zor arabaya varıp tarçın için kapıyı açıp kendi koltuğuma geçicektim ki aklıma takılan soru ile durdum "beni nasıl buldun?" Gözleri hasretle yüzümü inceledi "saat" düşündüm "saat mi?" Saati kaybettiğimi sanıyordum "saat bende değil ki" üzerimdeki ceketi gösterdi "hatırlamıyor musun? O gün cebine koydun" ellerim cebime gittiğimde gerçekten sol cebimde olduğunu anladım. Saati cebimden çıkarıp ince kordonundan parmak uçlarımla tuttum "zaten evimde bir sürü kamera var buna gerek kalmadı" mercedesin kaputuna saati bırakıp jeepe geçtim.

 

Daha fazla gözlerine bakamazdım, daha fazla ağlamadan duramazdım. Vitesi geriye alıp mercedesin etrafında dönüp tekrar vites değiştirip arabanın motorunu bağırta bağırta sahilden çıktım. Nefes almak şu an o kadar zordu ki açık olan arabanın bütün camları bile bu duruma yardımcı olamıyordu. Tişörtümün boğazını çekiştirip nefes almaya çalıştım. Gözlerim o kadar doluydu ki göremiyordum, trafikteki bütün ışıklar bulanıktı. Kemerimi çıkarmıştım fakat bu da yardımcı olmamıştı. Kırmızı ışıkta durunca üzerimdeki deri ceketi de çıkarıp arka koltuğa attım. Bir an önce direksiyonu mahalleye kırıp bu ağlama krizi için arabadan kurtulmalıydım. Evin önünden geçip butiğin önünde durduğumda selim ve simayın kapının önünde sohbet ettiğini gördüm.

Simay kaldırıma oturmuş abisini dinliyordu selim ise sigarasını içiyordu. Jeepi görünce ikisi de bana döndü. Arabayı durdurup kapıyı açıp titreyen dizlerimle arabadan indiğimde artık ağlamamı durdurmak için bir sebebim kalmamıştı. Kendimi serbest bıraktım. Titreyen dizlerimi de serbest bırakıp dizlerimin üstüne düştüm. Göz yaşlarım canımı yakarak gözlerimden inerken kalbimde bu acıya isyan ediyordu. Daha da şiddetlenirken simay önümde diz çöküp yüzüme baktı "eylem iyi misin?" Başımı sadece olumsuz sallayabildim. Simay telaşla bana sarıldı "ne oldu çiçeğim anlat bana" ağlamamı durduramıyordum sadece ağlıyordum. Senelerdir gözlerinden tek bir damla akmayan ben ilk defa anılın yanında ağlamıştım şimdi ikinci defa ağlıyordum fakat bu defa yanımda o yoktu... olmayacaktı artık, olmaması gerekiyordu.

"Eylem, ne oldu anlatmayacak mısın?" Anlatamayacak kadar kötü hissediyordum kendimi. Sadece ağlamak istiyordum, ne kadar uzun süreceği umrumda değildi. Bana sarılan simaya karşılık verip kollarımı ona sıkı sıkı doladım "onun iyiliği için yapmam lazımdı" aziz giray haklıydı, yerden göğe kadar. Ona iyi gelmemiştim, canını yakmıştım. Bizi uzak tutmaya çalışmıştı fakat dinlememiştim. Şimdi ise onu dinlememenin cezasını sonuna kadar çekiyordum. Asıl sorun ise şuydu; anıldan uzak kalmak istemiyordum.

 

Bunun için kendime kızdım, anıldan uzak duracaktım. Başka çıkış yolu yoktu. Simay saçlarımı okşayıp öptü "ağla kardeşim, ben buradayım"

"Neler oluyor?" Bu ses çilere aitti. Yanıma gelip o da bana sarıldı "çiçeğim" bir kolumu çilere dolayıp onu da acıma dahil ettim. Ağlamam durmamış hala kalbimi yerinden sökercesine ağlıyordum. Yavaşça başımı kaldırıp üçüne baktım "başlamadan bitti" selim cebinden başka bir sigara yakıp uçunu alevlendirdi "dayanamıyorum ben bu acıya" bir elimi çiler bir elimi simay sıkı sıkı tutuyordu "anılla mı karşılaştın?" Çilerin sorusuna başımı salladım "saat cebimde kalmış. Kafa dağıtmak için çıkmıştım ama şimdi daha çok canım yanıyor" simay saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı "birini sevmek böyle birşey mi? İsmi bile kalbimi acıtıyor" çiler başını salladı "böyle bir şey birini sevmek. Başta o kadar güzeldir ki düşünmeden sadece yanında olmak istersin... fakat işler tersine döndüğünde baş harfi bile canını yakar" çiler göz yaşlarımı sildi "ama biz buradayız" ayağa kalkıp bana elini uzattı "acını hafifletmek için buradayız" simay da ayağa kalkıp bana elini uzattı "hep yanında olduğumuz gibi" selime baktığımda bana başını salladı. Haklılardı benim hep yanımdalardı, her sorunumda onlar vardı.

Elimin tersiyle gözlerimi silip ikisinin de elini tutup ayağa kalktım. Çiler gülümsedi "işte böyle" beni butiğe götürürlerken selim de tarçını alıp arkamızdan geliyordu.

 

Simay butiği kapatmıştı, sadece spor ışıkları yanıyordu. Yuvarlak masanın başına gidip sandalyelerden birine oturdum. Simay da önüme bir bardak su koydu "iç kardeşim iyi hissedeceksin" serin suyu dudaklarımda hissedip canımı yakan boğazımdan geçmesine izin verdim. İyi gelmişti... onlarda karşımdaki sandalyelere oturdu "şimdi anlatmak ister misin?" Selimin sorusuyla saçlarımı alnımdan çekip derin nefes aldım "sahile girmiştik tarçınla. Bir baktım o da geliyor, zaten dağılmam için onu görmem yetti. Bana aramıza koyduğum mesafenin ne zaman son bulacağını sordu. Anlamıyor... bunu onun için yaptığımı anlamıyor. Sanıyor ki yan yana olursak geçicek" başımı salladım "yanında olmam sadece her şeyi kötü yaptı, sadece kendime değil ona da zarar veriyordum" simay üzgün yüz ifadesiyle elimi tuttu "hepsinin üstesinden geleceğini sanıyor değil mi?" Çilerin sesiyle ona baktım "öyle sanıyor" selim bir şey demeden dinledi "ona biraz daha zaman ver, zamanla anlayacaktır" gülümsedim "onbir gündür zamandan bol ne vardı ki"

"Anılın gözü kara, hiçbir şeyden korkmuyor" simaya hak verdim "öyle" çiler birden ayağa kalktı "kalkın" simay soracağım soruyu ağzımdan aldı "noldu be?" Selime baktı "gidiyoruz" bu sefer ben sordum "nereye?"

"Aşk acısına en iyi gelen şeyi yapmaya"

Bu sefer bizim yerimize selim sordu "neymiş o?"

~

Beynimi uyuşturan gümbür gümbür müziğe parmaklarımla ritim tutuyordum. Bir bardaydık, çilerin getireceği acımı dindirecek ilacı bekliyordum "eylem sen üşümüyorsun değil mi?" Üzerimdeki ceketi arabada bırakınca beyaz tişörtümle kalmıştım, selimin sorusuna başımı olumsuz salladım "üşümüyorum" tam o esnada çiler elindeki bir tepsi dolusu tekilayı masaya bıraktı "doktorunuz geldi" diğer yanımdaki simay dudak büktü "çiler emin misin? En son içtiğimizde sonu iyi bitmemişti" tepsideki tuzu elime döküp yaladıktan sonra limonu yiyip üstüne bir bardak tilayı vurunca çiler kahkaha attı "iyi olacak hasta belli baksanıza, tedaviye hemen cevap verdi" hiç durmadan ikinci karışımı yapıp yanan boğazımla bardağı tepsiye bıraktım "bu yetmez çiler, bir tepsi daha getir" selim bileğimi tuttu "yavaş git kızım bak sonra toparlayamayız" omuz silkip bileğimi ondan kurtardım "toplama siktir et" limonu ısırıp bir tane daha kafaya dikledim. Simaya ve selime birer bardak uzattım "beklemeyin" selim gülümseyip çilere yanaştı "benim de doktorum olur musunuz?" Çiler gülümsedi "yok canım sen iyisin sadece durumu kötü hastalara" selim bardağı kafasına dikledi "canın mıyım gerçekten?" Simayla bir anda kahkaha atmaya başladık.

Tanıdık müzik tüm salonu doldurmaya başlayınca şarkıya eşlik edip kendimi serbest bıraktım

 

Düz çizgide yürüyemeyen

Kendi çizgilerini çeker

Evrende bir toz tanesiyim

O toz tanesi güzel içer

Derler bana akşamcı

Mermer kafam, az sancım

Herkes hakkımda savcı, yargılıyor

Derler bana akşamcı

Mermer kafam, az sancım

Gelemem, gelemem, gelemem

Yolunuza yok inancım

 

Ben şarkıyı mırıldanırken çiler de elimden tutup yanına çekip birlikte dans etmeye başladık. Sarhoş olmak istiyordum, hemde sonuna kadar. O kadar sarhoş olayım ki bu günü ve kalbimdeki sanrıyı unutayım. Tepsinin yarısını çilerle bitirdikten sonra bu sefer başka bir şarkı çalmaya başladı

 

Ne habersin, ne türk'sün

Seni gören yollara dökülsün

Kul oldun, köle oldun

Kurşun geçirmez cam oldun

Bütün dünya izler durur

Afetiazam bekler durur

Hedefini al, piyasanı al, her şeyi al

Yandı dertler ,bitti tasa

Ben kurbanım bu cambaza

İki gözüm kadar eminim, sen yoksun

 

Çiler beni kalabalığın ortasına çekince bu sefer orada dans etmeye devam ettik. Alkolün beynimi esir almasına izin verdim. Buna ihtiyacım vardı. Çilerle birbirimize bakıp şarkının son kısmında

İki gözüm kadar eminim, sen yoksun

Var mısın? yoksun

Var mısın? Yoksun

 

Diye haykırmaya yerimizde zıplamaya başladık. Çiler üzerindeki ceketi çıkarıp simaya doğru fırlatınca üstündeki crop ile kaldı. Yanıp sönen ışıklar gözlerimi ve başımı döndürüyordu. İçerinin hayli boğuk havasına rağmen dans ediyorduk. Çiler o kadar terlemişti ki yüzüne bakıp gülmeye başladım "neye gülüyorsun be?" Yüzünü gösterdim "çok terlemişsin, yüzünü bir görsen sende gülerdin" bu sefer o da güldü "sen kendi halini görmeden konuşma bence" sonra ikimiz de birbirimize aval aval bakıp birden gülmeye başladık. Elimden tutup beni barmenlerin olduğu yere sürükledi "yakıta ihtiyacımız var" selimleri gösterdim "orada hala var simayla selim içmiyor zaten" başını salladı "selim daha fazla içmemize izin vermez biz kaçak giriş yapıcaz" göz kırpıp barmene bir şeyler söyledi. Daha sonra barmen önümüze başka bir alkol koyunca durup çilere baktım "bu ne be?" Mavi renkli şeyi kaldırıp çilerle tokuşturdum "cam sil" birden ikimizde gülüp bardağı kafaya dikledik.

Salonda çalan şebnem ferah şarkısıyla tekrar kalabalığa karıştık "bu bizim şarkımız çiler" çiler yanağımı öptü "hatırlıyorsun değil mi?" Başımı salladım. Çilerle ilk yakın arkadaş olduğumuzda kendimize birbirimiz ile ilgili her şeyi anlatmaya karar verip çilerlerin evinde onun babasının zulasından çaldığı birayla kendi aklımızca şarhoş olmaya çalışmıştık. Çilerle o kadar ağlamıştık ki daha fazla dayanamayıp bilgisayarından bu şarkıyı açmıştı ve şarkının sonuna kadar ciğerlerimiz çıkana kadar bağıra bağıra söylemiştik. Birbirimize bakıp gülümsedik "yine bağıra bağıra" başımı salladım

 

Sen hiç, hiç oldun mu?

Birden duruldun mu?

Bulanıkmış, berrakmış her suyu içtin mi?

Altında ağ olmadan

Yerden yükseldin mi?

Tam zevkine varmışken

Birden yere düştün mü sen?

Düştün mü sen?

Düştün mü sen?

Düştün mü sen?

 

Sesimizin kısılması umurumuzdan değildi, yada birinin bizi duyabileceği, sadece ciğerlerimiz patlayana kadar şarkıyı söylüyorduk. Söylerken gülümsüyor, duygudan duyguya bürünüyorduk. Sadece bu an umurumdaydı, zaten benim ayık olmaya niyetim de yoktu. Sadece daha fazla alkol, daha az acı hissetmek istiyordum. Çileri arkamda bırakıp selimlerin yanına gidip tekila bardaklarının hepsini teker teker kafama dikmeye başladım "yuh eylem, yavaş be kızım" selimi umursamadan son kalan iki bardağı da içip tekrar çilerin yanına döndüm, o da deli gibi dans ediyordu, kulağına eğildim "bu gece ayılmama izin verme" başını salladı "daha az acı" başımı salladım

"Daha az acı" gözlerimi kapatıp şarıların, yanıp sönen ışıkların, alkolün etkisinin, içimi sallayam gümbürtünün beni sarmasına izin verdim. Sadece düşünmek istemiyordum.

 

Şarkılar iyice hareketliye dönerken yerimizde durmamız imkansızdı. Bazen çiler yakıt alıp gelirken bazen de ben gidip alıyordum. Selimle simay bize katılmıyordu, ayık olmayı tercih ediyorlardı. Zaten simay çok alkol tüketmezdi, hele o günden sonra daha da dikkat ediyordu. Selim ise büyük ihtimalle başımızda birinin durması gerektiği için kullanmıyordu. Eğer bir yerde kafa dağıtılması gerekiyorsa çilere hadi demem yeterliydi, sadece sorgusuz sualsiz benimle gelir, içer, kafayı bulurdu. Birbirimizi derinden anlıyorduk... hepimizin acısı ortaktı çünkü; anne- babamız, ailemiz, yaşadıklarımız.

Beynim giderek uyuşurken kollarımı kaldırıp kıvırtmaya başladım. Bunu gören çiler parmaklarını dudaklarına sıkıştırıp ıslık çalmaya başladı. Gülümseyen dudaklarımı tutamayıp kahkaha atarken kafamı yukarı kaldırıp unutmaya çalıştım

 

Sadece unut eylem

Bu gece unut, sadece unut

Daha az acı

 

Bu sefer emre aydının şarkısı başlayınca çilerle ilk defa dinliyormuş gibi söylemeye başladık

 

Ölsem (ölsem), ölsem (ölsem),

Ölsem hemen şimdi

Kaçsam (kaçsam), gitsem (gitsem),

Kaçsam tam da şimdi

Bu kez pek bi' afilli yalnızlık

Aldatan bi' kadın kadar düşman

Ağzı bozuk üstelik

Bırakmıyor acıtmadan

Bu kez pek bi' afilli yalnızlık

Ağlayan bi kadın kadar düşman

Tuzaklar kurmuş üstelik

Bırakmıyor acıtmadan

Bitiyorum her nefeste

Ne halim varsa gördüm

Çok koştum, çok yoruldum

Ve şimdi bende düştüm

Bitiyorum her nefeste

Ne halim varsa gördüm

Çok koştum, çok yoruldum

Ve şimdi bende düştüm

 

Arkamı dönmemle kalbimi acıtan o sebebi karşımda gördüm. Anılı...

Fakat sadece duruyordu, izliyordu, dağılmıştı, bu gün gördüğüm gibi. Üzerindeki deri cekete ellerini koymuş başını hafif yana yatırmış beni izliyordu. Ona doğru bir adım atmak istedim,

Ona doğru, her şeyi boş verdiğim bir adım

Hiçbir şeyi umursamadığım bir adım

Burnunun dibine kadar girip gözlerine yakından bakmak.

Hatta belki göğsüne başımı koymak

İstedim...

Acımın kuş olup uçmasını

Bu acının onun dudaklarında son bulmasını

Kulağıma aşık olduğum sesiyle geçti güzelim, ben buradayım demesi

İçtiğim alkol acımı yok sayıp yine o acıyı kalbine koymuştu. İlacın ben değil o adam dermiş gibi. Ona bir adım atmalı mıydım?

Ne diyecektim ki? Özledim mi? Yada özür mü dilerdim? Neyden özür dileyecektim ki. Başımın arkası uyuşmaya başlayınca yanımdaki çilerin kolunu tuttum.

"Eylem" çiler ismimi söyleyince cevap veremedim "nereye bakıyorsun?" Yutkundum "anıl burada?" Yanımda durup baktığım yere baktı "eylem orada kimse yok" bir rüyadan uyanmışım gibi gözlerimin önündeki anıl kaybolunca gözlerim dolmaya başladı. Çilere döndüm "ama buradaydı" yüzüme bakıp ellerimi tuttu "sadece hayal gördün kardeşim" yanağımdan akan gözyaşını sildi "burada olduğumuzu kimse bilmiyor, sadece kafa dağıtacaz... anıl burada değil ama biz varız" kafamı sallayıp ağlayarak ona sarıldı "bir an burada olduğunu sandım" o da bana sarılınca biraz öyle kaldık.

Canım yanıyordu, alkol acımı almıyordu, sadece hayal gördürüyordu.

Yada az mı içmiştim?

Kollarımı çilerden ayırıp barmene doğru yürüdüm.

Başka bir barmen elindeki tekila dolusu tepsiyi götürecekken elinden alıp bar sandalyesine oturup hepsini kafaya diklemeye başladım.

Barmen yanıma gelip kulağıma eğildi "yalnız mısınız? Bu gidişle kafanızı kaldıramayacaksını" kaşlarımı çatıp ona baktım "sen beni dert etme var benim yanımda arkadaşlarım" adam işine dönünce bende işime devam ettim.

Daha fazla alkol

Daha az acı

Daha fazla alkol

Daha az acı

 

Gözlerimden yaşlar geliyordu fakat boğazımı yakan tekiladan mı yoksa kalbimdeki acıdan mı bilmiyorum. Son bardağı da kafama dikleyip etrafa baktığımda başım deli gibi dönmeye başladı.

Bu gece olmam yere inicektim

En dibe...

 

~

 

Beynimde yankılanan kapı ziliyle aynı rahatsızlığı veren telefon zil sesiyle gözlerimi açtım. Yanımda çiler uyuyordu "çiler aç şu telefonu başlıycam şimdi, sabah sabah kim arıyor?" Çiler gözlerini açmadan yatağın içinde telefonu aramaya başlayınca cebinden çıkarıp kulağına götürdü "alo" biraz durduktan sonra ekrana baktı "eylem salak mısın senin telefonun çalıyor" dönen başımla etrafıma baktım "benim telefonum kapalı be" yataktan aniden kalkınca gözlerim kararıp yere düştüm "şu kapıyı aç eylem simaydır" gözlerimi ovuşturup çalan telefonumu umursamadan ayağa kalkıp kapıyı açtım "simay yuh be kızım ya, sabah sabah bu kadar ısrarcı kapı çalınır mı?" Gözlerimi ovuşturmaya devam ederken çilerin içerden sesi geldi "oğlum anıl arıyor lan" gözlerimi ovuşturmayı bırakıp şok olurken karşımda gördüğüm kişiyle bir şok daha yaşadım "abi?" Karşımda duruyordu evet bu sinan abimdi "sabah mı? Saat öğleyi geçiyor abicim"

Bölüm : 30.12.2024 13:39 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...