

Keyifli okumalar…
Kaşlarımı çatıp ona bakmaya devam ederken çiler cırlayarak konuştu "EYLEM SİNAN GELMİŞ ANIL DİYOR" kulağımı elime kapatıp çilerin cıyaklayan sesinin başımın daha çok ağrımasına engel olurken sinan abim bana doğru eğildi "içtin mi sen?" Hala şok içinde ona bakıyordum "çakmak çaksam yanarsın, amma içmişsin" eliyle kokuyu gidermeye çalışıp içeri girdi
"Eyleeeeem" koşarak yanımıza gelen çiler benim gibi şok geçirip sinan abime bakakaldı. Kapıyı kapattım "bağırma beynimi s*****" ağzını tutup benim peşimden içeri girdi.
Sinan abim kot ceketini çıkarıp bir kenera attı "konuşmamız lazım hazırlan da biraz yürüyelim" başımı salladım "neden?" Ellerini bıkkınca iki yana açtı "konuşacağız dedim ya" boş gözlerle ona bakmaya devam edince ellerini çırptı "hadi be kızım ya akşama kadar seni mi bekleyeceğim" yerimde kıpırdanıp çileri arkamda bırakıp kendimi banyoya attım.
Üzerimdekileri kirli sepetine atıcakken tişörtümdeki alkolü gördüm "ne yaşadık abi biz dün gece" duşa kabine girip ılık bir duş alırken çiler dan diye banyoya dalınca yüksek sesle "oha çiler oha"
beni umursamadan kapıyı kapattı "niye gelmiş bu?" Elime biraz şampuan alıp saçlarımı yıkamaya başladım "ne biliyim kızım bir bok anlamadım" o yüzünü yıkarken bende saçlarımı duruladım. Elindeki havluyla bana döndü "bana bak bu senin kafes dövüşü olayını duymuş olmasın" başımı salladım "duysa bu kadar sakin kalmazdı, başka bir şey var" başını salladı "tamam ben eve geçiyorum sende bana haber ver" ona başımı sallayınca o da banyodan çıktı.
İşimi bitirip bornoza sarıldıktan sonra odama geçip hızlıca kurulanıp gri eşofmanımı üstüme de sıfır kollu beyaz body giyinip saçlarımın ıslaklığını havlumla alıp odadan çıktım.
Salona geçtiğimde sinan abimin sigara içtiğini gördüm "keşke içerken bir pencere açsaydın" sigarayı kül tablasına basıp ayağa kalktı "hazırsan çıkalım" başımı sallayıp anahtarımı ve tarçını da alıp evden çıktık. Telefona geri dönmemiştim, zaten çiler arama amacını söylemişti geri dönmemin manası yoktu.
Sinan abimle sahile inip kendimizi seyyar köftecinin yanına attık. Taburelere oturmuş sabah sabah köfte ekmek yiyordum "prenses ne zaman gelir?" Sorumu anlamayınca yüzüme aval aval baktı "o kim be?"
"Hala konuşmadın da sandım ki prenses falan gelecek herhalde" dil çıkardı "çok komik" gülümseyip elimdeki ekmeğin yarısını tarçına yedirdim "sabaha kadar seni mi bekliycem sinan aktaş söyle işte" çayıncan bir yudum alıp gözlerime baktı "konağı sattım" duyduklarımla birden şok geçirip lokmam boğazıma takılıp beni öksürtmeye başladı. Ne demişti o?
"Ne dedin sen?" Sinan abin sırtıma hafifçe vurup ayranı elime tutuşturdu "iç şundan" öksürmekten gözümden gelen yaşı silip ayrandan bir iki yudum aldım "bir daha söyle bakıyim" derin nefes aldı "konağı sattım" sesimin ayarını kaçırıp "Ney ney ney ney" gözlerini devirdi "Kızım kaç kere söyleticeksin anlamıyorum ki konağı sattım işte"
"sen salak mısın?"
"Höst, düzgün konuş" elimdekileri bıraktım "babam ne dedi buna" başını salladı "hiçbir şey söyleyemez" omuz silktim "niye?"
"Çünkü bütün yerler konak dahil benim üstümde"
"Eee" başını salladı "ne eee. Sattım borcu kapattım işte" ayrandan bir yudum daha alıp duyduklarımı sindirmeye çalıştım "yerleri de satmamış mıydın?" Başını salladı "satmıştım ama yetmedi" elimi çeneme koydum "sattın yani hepsini"
"Hepsini değil" bu sefer ben göz devirdim "Anlatsana şunu düzgün bir öyle diyorsun bir böyle" çay bardağına fondip yapıp abiye tekrar doldurması için işaret etti "dur bir kızım ya kaç aylık doğdun sen?" Derin nefes verip anlatmasını bekledim.
"Amcamın, halamların yerlerinin hepsini sattım ha birde konağı" ellerimi iki yana açtım "e geriye ne kaldı" ekmeğinden aldığı ısırığı yuttu "bizim yerlerimiz duruyor"
"Nasıl yani?"
"Senin, benim, oğuzun, edanın, ikizlerin yeri duruyor" göz kırptım "birincisi benim yerim mi var? İkincisi niye bizimkini satmadın?" Çay getiren abiye teşekkür edip bana baktı "evet senin de yerin var tabiki, amcamın ne yaptığı umrumda değil. Bizim yerlerimizi satmadım çünkü bu onların suçuydu, evlatlarının yerleri var işte yeter onlara. Çok geri istiyorlarsa çalışır gelir alırlar" duyduklarım karşısında şok olurken seneler sonra yerim olduğunu öğrendim "benim arsam hangisi?"
"Şu en arkasında kulübe olan" düşündüm. O kulübede anılla uyuduğumuz zaman gözümün önüne geldi "ben yer istemiyorum benim payımı edaya ver" sinan abim başını salladı "niye? Muğlaya zeytin zamanı dönmen için bir sebep işte. Gelir hasadını yapar satar gidersin" kaşlarımı kaldırdım "ben muğlaya dönmem"
"Neden?"
"Dönmek için bir sebebim yok ki?" Kaşlarını çatıp homurdandı "benimle barıştın sayılır. Muğlayla da barışırsın" ağzımdaki ekmeği ağır ağır çiğnedim "seninle barışmadım" gözleri birden koyulaşırken yüz ifadesi de yavaşça düştü "seninle burada oturmam barıştım anlamına gelmiyor. Geçmişi değiştiremezsin" gözlerini masaya dikip başını salladı "muğlaya gel bari" bıkkınca nefesimi verdim "ne muğlaymış arkadaş" ona doğru eğildim "muğla benim cehennemim. Oraya asla dönmeyeceğim" siyah gözleri ciddiyetimi anlamış olmalıydı "yine de arsan hazır. Ne zaman istersen gel bak, tapu işleri için de bir ara notere gideriz" neden yer işine bu kadar takmıştı bilmiyorum, muğladan nefret ediyordum işte. Orada barınamıyordum, babamla aynı şehirde olmak bile canımı okuyordu.
Elimde kalan ekmeği de tarçına verdim "bu arsa davasına neden bu kadar kafayı taktın bilmiyorum ama ben kararımda sabitim. Arsa istemiyorum, muğlaya dönmeyeceğim... benim arsamı edaya ver" ellerini iki yana açtı "yapma eylem. Sen zeytinliği severdin"
"Zeytinliği seviyordum evet. Fakat babamla aynı şehirde olmayı sevmiyorum" pes etmiş gibi nefesini verdi "yine de arsan hazır olacak. Sen gelmesen de" ayranı kafaya dikleyip ayağa kalktım "hadi eyvallah" o da ayağa kalktı "bir süre burada olucam haberin olsun" dudak büktüm "sen bilirsin"
Onu arkamda bırakıp tarçınla mahalleye doğru yürümeye başladım. Tarçın yanımda sessiz ve sakin yürürken ben aklımı kurcalayan bu konu ile ilgileniyordum. Yıllardır koca bir hiçken aniden ortaya çıkan borç ve bana kalan arsa…
Muğlaya yıllar sonra dönüp yaralarımı deşmek aptallık olurdu. Her yerinde farklı bir anımı bıraktığım o şehir benim mutluluğumu yutmuştu.
Hala ıslak olan saçlarımı elimle tarayıp ensemde biriken saçları geriye atıp hava aldırdım.
Geçmişim canımı yakıyordu… tüm bu olanlar, anılarım. O ev, o zeytin bahçeleri, koşuşturduğum sokaklar. Eğer şimdi muğlaya gidersem bırak annem ve babamı o taş toprak bile beni kabullenmiycek. Evin önüne geldiğimde beklemeden içerdik. Tarçın koltukta bayışmaya hazırlanırken bende odaya geçip spor kıyafetlerimi giyip çantamı da elime aldım. Daha fazla evde kafa patlatmak istemiyordum.
Hızla kendimi sokağa atıp büyük adımlarla salona ilerledim. Kapıdan içeri girmeden tanıdık bir iki kişiye selam verip ileri öyle geçtim. Elimdekileri bana ait olan dolaba koyup aynanın karşısına geçip elimdeki tokayla saçlarımı topuz yaptım.
Ringe doğru yürüdüğümde büyük bir kalabalığın panonun önünde toplandığını gördüm. Gözlerim istemsizce koca sakalı buldu “neler oluyor” koca sakal elindeki havluyu bıraktı “sen buraları baya boşladın eylem, unuttun herhalde maçlar başlıyor, bahisler toplanıyor, rakipler belli oluyor” ona doğru bir iki adım attım “herkesin maç günü belli oldu mu?” Dudak büktü “olmuştur elbet” koca sakalın dediği gibi çok boşlamıştım buraları, acaba bende var mıydım o listede “sence ben var mıyımdır?” Kısa bir an bana baktı “sen bu salonun bahisleri kıran tek oyuncususun elbette varsın” ona bakıp başımı salladıktan sonra ayağa kalkıp panoya doğru yürümeye başladım.
Ben ilerledikçe kalabalık dağılıp kendimi panonun tam önünde buldum. İsmini bütün listede aramama rağmen bulamamıştım. Kaşlarım istemsizce çatılırken koca sakala dönüp ellerimi iki yana açıp yok dercesine işaret gönderdim. Panodan ayrılıp ona doğru ilerledim “ismim yok, bu da ne demek oluyor” elini sakallarına götürdü “anlamış değilim” çok geçmeden salonu anılın aldığını ve isimlere karışmış olabileceği aklıma geldi. Sinirle yerimden kalkıp dışarıya çıktım. İllaki burada bir adamı vardı, biliyorum.
Öyle de oldu. Kapıda siyah giyimli adamı daha önce arının yanında görmüştüm. Ona doğru büyük adımlar atıp tam karşısında durdum “patronun bugün gelicek mi?” Gözleri beni bulur bulmaz yerinde hafifçe kıpırdandı “bilmiyorum yenge”
“Yenge senin a-“ kendimi durdurup cümlenin devamını getirmedim “ara öğren” adam suratıma alık alık baktı “arını abiyi mi arayayım?” Gözlerimi yavaşça kapatıp nefesimi bıkkınca bıraktım ve adama baktım “aynen ara arını selamımı söyle sonra da anılın buraya gelip gelmeyeceğini sor” adam hala yüzüme aval aval bakıyordu “anılı nasıl koruyorsunuz acaba siz” adam cebinden telefonunu çıkardı “tamam yenge arayıp soruyorum” kollarımı göğsümde birleştirdim “ne sorucaksın?” Adam boş gözlerle bakıyordu “selamınızı söyleyeceğim, daha sonra anıl beyin gelip gelmeyeceğini?” Sağ elimi alnıma vurdum “ya sen bugünün sınavı falan mısın? Ara korumalardan bir arkadaşını çaktırmadan sor işte” adam başını sallayıp beni onayladıktan sonra kısa bir telefon görüşmesi yapıp tekrar yanıma geldi
“Gelmeyecekmiş yenge, bugün galeride olucakmış” adama başımı sallayıp tekrar salona girdikten sonra eşyalarımı alıp tekrar mahalleye doğru adımlamaya başladım.
Yarışlara girmeye başladığımda salon sonuna kadar illegaldi. İçindeki işçiler, yasa dışı bahis gibi aklına ne gelirse hatta patorunun adamları konuşurken duymuştum bina kaçak yapıydı hatta elektrik ve su gibi ihtiyaçlarda kaçaktı. Fakat benim bu umrumda değildi elbette, o zamanlar önemli olan tek şey paraydı ve onu da misliyle alıyordum. Paraya ihtiyacım olduğunda tek bir maça çıkmam yetiyordu, o tek maçtan sonra en az iki ay idare ediyordum. Bu maçlara çıkabilmek o kadar kolay değildi elbette. Kaç kişi o binadan bilinci kapalı halde çıkmıştı saymış değilim.
Bileğimin hakkıyla kazanmıştım bütün bunları ve şimdi anıl bunu benim elimden alıyordu. Maçlara çıkmamı istemediğini biliyordum ve bu yüzden yapmıştı. Beni maçlardan çıkarmıştı. Üstelik benim iznim olmadan, bana söylemeden.
O kadar sinirliydim ki onun yakışıklı suratına yumruğumu geçirmek istiyordum. Onun yakışıklı yüzünü pataklamak istiyordum. O kaslı kollarıyla beni engellemeye çalışırdı ve benim de kafam karışırdı, sonra gardımı indirirdim. Birden kendime geldim “ne diyorsun eylem kendine gel, gardını koru” hem hızlı hızlı yürüyor hemde düşünüyordum.
Çok geçmeden butiğin önüne gelince içeri girip gözlerimi simayla buluşturdum “abin nerde?” Simay mezurayı boynuna astı “sana da günaydın arkadaşım” ona ilerleyip yanağına öpücük bıraktım “günaydın çiçeğim” simay yine anne edasına bürünmüştü “dün gece çilerle kafayı buldunuz farkındasın dimi?” Kolumu omuzuna attım “olur arada öyle güzelim, uzun zamandır yapmamıştık zaten” simay hala sinirli gözlerle bana bakıyordu “daha sonra fırça atarsın çiçeğim hadi söyle abin nerde?” Kısa bir an gözlerime baktıktan sonra “arabayı tamire götürdü” bütün planlarımın bozulmasıyla elimi alnıma vurdum “tam sırasıydı”
Sinirli olsa da merakına yenik düşüp sormuştu “birşey mi oldu?” Cebimden telefonu çıkarırken cevapladım “bugün maçlar açıklandı ve anıl adımı listeden çıkarmış” selimi ararken simay gülümsüyordu “iyi yapmış enişte oh canıma da değsin” simayı cimcikleyince cırlayarak yanımdan uzaklaştı. Bende selimi aradım “eylem araba tamirde güzelim unut o işi” ağzım şaşkınlıktan o şeklini alırken ne diyeceğimi bilemedim “nerden bildin lan arabayı isteyeceğimi müneccim misin sen?” Sesindeki tebessümle “müneccim demeyelim de seni tanıyorum diyelim” elimi belime koydum “e ben napıcam şimdi? Araba lazım bana?”
“Hayırdır ne oldu?”
“Anlatırım sonra. Şu an bana araba lazım”
Selim bir iki saniye düşündü “e şey var rasım abinin kamyoneti al” gözlerimi devirdim “saçmalama selim”
“Ne kızım, arabaya ihtiyacım var demedin mi al sana araba işte” sıkıntıyla ofladıktan sonra telefonu kapattım. Simayın kıkırtılarıyla ona dönünce “kırmızı kamyonet sürmek sana aşırı yakışır eylem” etrafıma bakıp elime gelen ilk şey olan ip yumağını simaya fırlattım. O ise yumaktan kaçmak için cansız mankenin arkasına saklandı.
Olmaz ya. Kırmızı dodge olmaz.
~
Kırmızı kamyonetin önünde durdum “rasım abi arabanın benzini var mı?” Rasım abi yük taşıyordu ve bugünde boş günüydü. Ve ben şu an bu arabaya muhtaçtım “var kızım merak etme. Benim kırmızı panterim seni istediğin yere götürür” başımı salladığımda o da anahtarı bana verdi “çok geçe kalma kızım” onu onayladıktan sonra kapıyı açıp kamyonete bindim “hayaller mercedes hayatlar dodge” kontağa anahtarı takıp çalıştırdıktan sonda çıkan gürültülü sesle kulaklarımı tıkadım. El frenini indirip vites attıktan sonra gaza basıp ilerledim. Kamyonet o kadar sesli gidiyordu ki bütün dünya beni duyuyordu sanki. Çevirmeli kolu tutup camı indirdikten sonra bir kolumu camdan dışarı çıkardım. Resmen rasım abiye benzemiştim.
Işıklarda durunca yanımda beliren lüks araçtaki kızlar kısa bir an bana bakıp aralarında konuştuktan sonra kıkırdamaya başlamıştılar. Bana bakıp kıkırdıyorlardı evet. Yeşil ışık yanmadan sarı ışık yanar yanmaz gaza basıp ilerledim.
Galeriye varınca komyoneti kapıya yaklaştırdım. Dışarıdaki bir iki koruma beni anında tanırken aralarında çoktan konuşmaya başlamışlardı bile. El frenini çekip anahtarı aldıktan sonra komyonetten indim. Tam o sırada da arın dışarı çıkıyordu “yenge, geliceğini bilmiyordum” kapıya doğru ilerlerken önüme geçti “bilmen gerekmiyor arın çekil” tam onu geçicektim ki tekrar önümde durdu “abime bi haber verseydim yenge. Ayrıca neden bu kadar sinirli olduğunu sorabilir miyim?” Sağ tarafa bir adım attığımda o da benimle aynı tarafa adım attı “arın çekil önümden” sol tarafa adım attığımda o da aynı tarafa adım attı “yenge bi dur bi sakin ol ben sana bir çay ikram ediyim o sırada da abime haber ederim geldiğini” durup ona sinirle baktım “arın çekil önümden” gözlerimdeki ciddiyeti görmüş olucakki önümden çekilir çekilmez büyük adımlarla içeri girdim “nerede o abin söyle bakalım” arın cevap vermeyince içerideki insanlara aldırmadan bağırdım “anıl giray” içerideki bütün çalışanlar bana bakarken benimle göz taması kuran herkese ciddiyetle yaklaşıp anılın yerini sormaya başladım.
Hepsi bana deliymişim gibi bakıyordu “nerde ulan bu patronunuz” yanımdan geçip gidecek olan kızı kolundan tuttum “nerde patonun odası” bir bana bir arkamdaki arını bakarken önüne geçtim “arına değil bana bakıcaksın söyle patronun nerede?” Eliyle yukarıyı gösterdi “en üst kat” kızı bırakıp asansörlere ilerlerken arın da peşimden geliyordu “kal burada arın” asansöre binip en üst kat düğmesine bastıktan sonra kapılar kapandı.
Asansör ful ayna olduğundan kendimi görebiliyordum ‘saçlarım biraz dağılmış mıydı sanki’ elimle saçlarımı düzeltirken bir anda ne yaptığımı fark edip durdum “ne yapıyorum ben” asansör açıldıktan sonra çıkıp büyük koridora baktım. En üst kat olduğundan kimse yoktu “anıl giray… çık karşıma” bütün koridoru inletirken duymamasına imkan veremedim. Neredeydi bu.
Bütün odaları tek tek ararken en sondaki odaya daldığımda buranın da boş olduğunu gördüm fakat burası onun odasıydı o belliydi. Odası ful cam ve diğer şirketteki gibi manzarayı değil yarış pistini görüyordu. Odaya bakmaya devam ederken içeri girip masaya yaklaştım “tabi yaptığı kabahatı biliyor, kaçıyor, kaçsın bakalım daha nereye kadar kaçacak. Elbet yakalayacağım”
Tam o an ensemde hissettiğim nefesle kaskatı kesildim “kaçtığımı kim söyledi” yutkundum. Arkamda mıydı o.
Arkamı dönüp anılla göz göze geldim. Simsiyah gözleri gözlerimdeydi “sen” elleri pantolunun cebindeydi, beyaz gömleği ise salaş duruyordu. Saçları önüne düşmüş sevdiğim yüz hatlarının yerine kirli sakalları çıkmıştı ve hala kesmemişti. “Bütün binayı ayağa kaldırdın küçük tilki” bana doğru bir adım attı “günlerdir gözlerin gözlerime değmiyor ve şimdi kendi ayaklarınla bana geldin. Sebebi nedir?” Bana doğru bir adım attığında bende geri çekilmek istemiştim ama masa engel oldu.
Sinirim ve hesap sorma duygum nereye kaçmıştı?
Bana doğru yaklaşıp ellerini cebinden çıkardıktan sonra masayla beni arasına sıkıştırmıştı “dilini mi yuttun konuşsana” yutkundum “ama konuşurken dikkat et zira benim radarım altındasın. Benden günlerdir kaçan eylem aktaş kendi ayaklarıyla bana geldi ve sebebini çok merak ediyorum” anıl bana bu kadar yakınken nasıl konuşacaktım ben.
Yutkunup gözlerine bakmaya devam ettim. Nasıl hesap sorucaktım ne diyecektim, sinirim nereye kaybolmuştu, ben buraya ne için gelmiştim… yine yapmıştı. İçimdeki ateşi söndürmüştü.
🔥🌧️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |