

keyifli okumalar…
Dün geceki görüntüsüyle aynı gibiydi resmen. Özlemden çıldıran kalbim deli gibi atıyor bana özlemle bakan gözlerini doyasıya izlemek istiyordum. Avuçlarımın arasına almak istediğim yüzünü izlerken çenesini sıkınca yutkundum. Ne diyecektim… merebe?
Ne diyorsun eylem ne merhabası buraya anıldan hesap sormaya geldin. Anlık olarak geliş amacımı hatırlamamla beni masayla arasına sıkıştıran anılı göğsünden ittirdim “birde soruyor musun?” Anılın sert göğsünü normal hayatta ittirmem inkansızken boş bulunmuş olacak ki geriye doğru bir adım attı “hala yaptığın şeyi bilmiyor gibi davranıyorsun?” Beni boylu boyunca süzüp ellerini tekrar ceplerine koydu. Sakinliğini koruyor ve beni izliyordu “cevap vermeyecek misin?” Gözleri saçlarımda ve bedenimde gezerken daha çok sinirleniyordum.
Arkamdaki masadan kalemliği alıp yere fırlattım “ben o salona kendi bileğimin hakkıyla girdim anladın mı. Kaç kişiyi yere serdim, kaç kişi hastanelik ettim haberin var mı? Ve sen şimdi hiçbir şey olmamış gibi sadece o salonu aldın diye beni çıkaramazsın”
“Çıkarırım” sakince söylediği kelimenin ardından daha da sinirlendim
“Çıkaramazsın” aynı sakinlikle
“Çıkarırım” fıttırmama az kalmıştı. Arkamdaki masaya dönüp herşeyi büyük bir gürültüyle yere fırlattım “anıl beni delirtme” bana doğru bir adım attı “sen beni delirtirken oluyordu, ismimi bir daha söylesene” tam arkamı dönüp masadan bir şey daha alıcakken bileğimin tutulmasıyla ona döndüm “bırak kolumu”
Bir anda beni kendine çekmesiyle dengemi kaybedip kollarımı göğsüne koydum “yeterince dağıttın şimdi beni dinleyeceksin” gözlerinin en derinine bakmaya başladım “buraya gelip bütün binayı ayağa kaldırıyorsun, üstelik günlerdir bırak yanıma gelmeyi kendini göstermiyorsun bile. Fakat karşıma geçip seni düşündüğüm için, sana zarar gelmesinden korktuğum için çıkardığım liste yüzünden buraya gelip hesap soruyorsun” başını olumsuzca salladı “istediğin kadar çırpın eylem aktaş. Saçının bir teline dahi zarar gelmesine izin vermeyeceğim… sana rağmen” viski kokan nefesi yüzüme vururken düşünebildiğim ve gördüğüm tek şey gözleri ve ahenkle dans eden dudaklarıydı.
Yavaşça yutkundum “bu olmayacak anıl giray. Duydun mu? Beni o listeye dahil edeceksin” dudaklarını birbirine bastırıp başını iki yana olumsuz salladı “kendini yorma bu olmayacak” kaşlarımı hafifçe çatarken kazanamadığım savaş üzerine kolumu hırsla onun ellerinden kurtardım.
“Madem sen beni listeye dahil etmiyorsun… bende kendime başka salon bulurum” bir iki adım daha atıp beni sıkıştırdı “sakın eylem” cüretkarca gözlerine baktım “sakın beni deneme anıl, dediğim olucak” onu ittirip tam bir iki adım atmıştım ki kolumdan tutulup birden çekilmesiyle arkamı döndüm. Anıl bir elini belime bir elini yanağıma koyup beni yüzüne yaklaştırdı. Fakat durdu… devam etmedi.
Bu yakınlık kalbime bir bıçak saplasada bunu yapmadığı için şükredicektim. Belimdeki eli bedenimi bedenine yapıştırmış öylece duruyorduk ve ikimiz de biliyorduk. Bunun biraz daha ötesi ikimize de iyi gelecekti fakat bunu yapmıyorduk. Ne ben ne o. Gözlerim kalın dudaklarının üzerinde gezinirken dudaklarına yapışan ben değil sık nefeslerimdi.
Anıl yüzümü süzüp en son dudaklarımın üzerinde durdu “bu kadar aklımı başımdan almak zorunda mısın?” Kısık sesi kulağıma ve kalbime bayram ettiriyordu ve ben sadece yutkunmakla yetindim. Ağzımdan tek kelime çıkmıyordu. Fakat ona deli gibi ihtiyacım vardı.
Biraz daha ileri gidip bütün acılarımı sonlandırmak istiyordum yada daha çok yaralarımı kanatmak. Anılın baş parmağı yanağımı okşadı “eylem” biraz daha eğildi. Dudaklarımdan sadece “hı” sesi çıkabildi. Gözlerim sadece dudaklarındaydı bekliyordum, kendime ne kadar itiraf edemesem de bunu istiyordum. Titreyen dizlerim yüzünden bütün bedenim sallanıyordu fakat anıl beni tutuyordu. Kalbim o kadar sesli atıyordu ki onun duyduğuma adım kadar emindim. Bir tarafım ‘yap şunu’ derken diğer tarafım ‘sakın yapma’ diyordu. Gümbür gümbür atan kalbim yutkunmama neden oluyordu. Aramızdaki bu elektrik, bu çekim nasıl bir voltajdı bilmiyorum ve umrumda da değildi. Bildiğim tek şey anılı sadece gözlerimle gördüğümde bile deli gibi atan kalbim ve yanımda olma isteğimdi.
Bu etki bu çekim hiç bitmeyecek sanki hep daha da artacak gibi duruyordu. Ondan uzak kalmaya çalıştıkça kalbimdeki bir ip onun kalbine çözülmeyecek bir düğüm atıyordu. Kendimi durdurmak istemiyordum hatta kendimi durdurmak zorunda olduğum için kendimden nefret ediyordum.
Onun kolları arasında kaybolmak, sesini müzik niyetine dinlemek, dudaklarında nefes almak istiyordum.
Dudaklarını bana biraz daha yaklaştırdı “sakın kaçma” artık kalbim resmen ağzımda atıyordu. Kaçmak istemiyordum ki, sadece o ve ben bu odada dinlenmek istiyordum. Aralık olan dudaklarımı kapatıp yutkundum. Kaçmayacaktım, zaten bunu ne ben nede ayaklarım istiyordu.
Koridordan gelen sesle pür dikkat oldum “sinan bey ben bi abime haber verseydim” arının sesiydi bu. Sinan abim mi gelmişti. Anılın kollarından çıkıp anıldan bir iki adım yana doğru kaçtım. Anıl ise sinirle gözlerini kapatıp alnını ovuşturdu.
Sinan abim açık olan kapıdan içeri girmesiyle gözleri ilk önce anılı daha sonra beni buldu “eylem” sorar gibi sesiyle ona efendim dercesine baktım “napıyorsunuz siz burada?” Konuşmama cevap vermeden arın atladı “abi ben haber vericektim ama sinan beyin sanırım acelesi vardı” anıl ellerini gözlerinden çekip arına sinirle baktı “çık arın, çık” boğazımı temizleyip bir elimi enseme kodum “şey ben” sinan abim pür dikkat ağzımdan çıkacak olan cevabı dinliyordu. Fakat ben yalan bulamıyordum ani bir refleksle “eee hesap mı vericem. Bak işine sinan aktaş” bu çıkışım karşısında ikiside şaşırırken sinan abimin yanından hızla çıkıp arkamdan kapıyı kapattım.
Kalbim öyle hızlı atıyordu ki bir an önce buradan ayrılmalıydım. Arına yetişip onunla asansöre girdim “sinan abim niye gelmiş bişe demedi mi?” Arın ellerini beline koydu “yok söylemedi yenge ya” anladım der gibi başımı salladıktan sonra asansörde gelmişti. Binadan hızla çıktığımda beş altı kişinin kamyonun başında şakalaşıp gülüştüğünü gördüm “hayırdır beyler” sesimi duymalarıyla hepsi duruşunu düzeltti “aracınız çok marjinelmiş yenge hayırlı olsun” arın da aralarına katıldığında hepsine kötü kötü baktım “hadi lan ordan dalga geçicek başka birini bulun” içlerinden kel olan konuştu “yanlış anlamazsanız birşey sormak istiyorum” başımı salladım “daha önce hiç tır sürdünüz mü?” Anlık arına baktığımda güldüğünü gördüm “yediririm size tırı, zevzekler. İşinize bakın hadi”
Kamyonete yerleştikten sonra hızla çalıştırıp oradan ayrıldım fakat aklım hala o andaydı.
~
Mahalleye girip kamyoneti teslim ettikten sonra aval aval sokaklarda ayaklarımı sürüye sürüye yürüyordum. Kalbimde o kadar büyük bi acı vardı ki o an kafamın içinden çıkmıyordu. Özlemimden deliriyordum… sadece bir kez sarılmak o kadar iyi gelirdi ki bütün hücrelerime. Sadece onun kollarında sıkı sıkıya bir sarılma, kendimi iyi hissedeceğim bir iki dakika.
O yakınlıktan deli gibi etkilenmiştim kabul ediyorum. Anılın her hareketinden her bakışından her ismimi seslenişinden. Hastaneden çıktığımdan beri özlemiyle tutuşuyordum ne yapacaktım ben.
Başımı kaldırdığımda evinin önündeki merdivende oturup sigara içen çileri gördüm. Düşünceli görünüyordu ve fazla üzgün. Yanına gidip bende onun gibi merdiven basamağına oturdum “iyi misin?” Çiler kızarmış gözleriyle bana baktı “erkeklerden nefret ediyorum” kaşlarımı kısa bir an çattım “birşey mi oldu?” Bu sorumla gözlerinden yaşlar süzülmeye hatta bu yaşlar şiddetli ağlamaya dönüştü “erkeklerden nefret ediyorum hepsi bokunda boğulsun anladın mı. Hepsi uslanmaz bi gerizekalı” düşünmeden ona kollarımı açıp sıkı sıkı sarıldım “sakin ol, ben buradayım yalnız değilsin”
Sarılmamı ittirmeden bunu kabullendi. Ağlayışı hıçkırıklara ve iç çekmeye kadar ilerlemişti. O kadar şiddetli ağlıyordu ki gözlerim dolmaya başlamıştı “çiler çiçeğim söyle bana kim sıktı canını söyle bana alıyim aklını” birden kollarımdan kalkıp cebinden kelebeği çıkardı “ben yapamıyorum çık yukarı al canını” ben bunu mecazen söylemiştim ama çilerin canını sıkan her neyse bunu düşünecek kadar üzgündü “çiler kim o yukarıdaki” bu binada çilerler oturuyordu kim olabilirdi ki?
Ayağa kalktı sigarasından bir nefes daha çekti ve yukarıya baktı “allah belanı versin baba” sigarasını yere atıp üzerine bastı “duyun lan beni. Benim babam adi, şerefsiz, haysiyetsiz, midesiz herifin teki. Annemi gelin getirdiği bu eve bir başka kadın getirdi” o kadar çok bağırıyordu ki birilerinin duymama şansı yoktu ve ben çilerin ağzından çıkan kelimelerle dumura uğramıştım. Çiler çıldırmış gibi saçlarını dağıttı “benim babam annemi tek bir kadınla değil bir çok kadınla aldatıyor duyun lan artık. Yeter daha fazla içimde tutamıyorum yeter ulan” sokağın başından koşarak gelen simayla bende ayağa kalktım.
Simay yüzündeki endişeli ifadeyle yanımda durdu “noluyor eylem? çilere noldu?” Simaya bakıp ümitsizce başımı salladım “bıktım ulan içimde tutmaktan, susmaktan. Benim beynim sikildiyse herkesinki sikilsin” kollarını iki yana açtı “benim babam annemi evlilik hayatı boyunca aldattı ve şu an da da yukarıda bir o*****yla beraber” simay duyduklarıyla açılan ağzını eliyle kapattı
Sokağa gürültüyle giren sarı jeepi görmemle benimle beraber çiler ve simay da fark etti. Gelen selimdi. Arabayı bizi görmesiyle yolun üstünde bıraktı. Yüzünde ne olduğunu anladığı yüz ifadesiyle arabadan indi “çiler?” Sorar gibi sesiyle çilere yaklaşınca çiler daha fazla gelmesine izin vermedi “bıktım lan erkeklerden. Hiçbiriniz mi gerçek olmaz hiçbiriniz mi adam değilsiniz be” eliyle beni gösterdi “bu kızı babası sokağa attı ulan niye kimse ağzını açamadı. Amcaları izlemiş, abisi izlemiş” daha sonra simayı gösterdi “bi bu kızın babası adam gibi adamdı o da cennette” öfkesini kusmaya devam etti “zaten simayın babası gibi melek gibi adamlar dururken benim daccal babamı kim cennete alsın öyle değil mi” tekrar başını kaldırıp yukarı baktı “öl ulan ol ağlayan en adi şerefsiz”
Endişeyle çileri izliyordum. Hayal kırıklığını, tükenmişliğini, bıkmışlığını. Çileri tanıdım tanıyalı babasının annesini aldattığına defalarca şahit oluyordu. Defalarca annesine anlatmasına rağmen annesinin umrunda olmadıkça çiler kendine zarar vermişti.
Fakat bugün bardağı taşıran son damla olmalıydı onun için.
Selim ona bir adım atmıştı ki çiler öfkeyle püskürdü “bütün erkeklerden nefret ediyorum” selim gözlerindeki korkuyla çileri izlerken çiler birden arkası dönüp koşmaya başlayınca selim her ne kadar peşinden gitmek için adım atsa da bunun ikisi için iyi olmayacağını bildiğimden onu durdurup peşinden ben koştum.
Çilerin peşinden ara sokaklara girmeye başlamıştım. Buradaki ara sokaklarda pek fazla insan yaşamazdı sadece madde kullananlar vardı bu yüzden hızımı arttırdım “çiler dur” yıkık dökük bir binaya girip onun peşinden merdivenlere çıkmaya başladım. Bina o kadar kötü kokuyordu ki insan kokudan bile ölebilirdi. Burnumu kolumla kapatıp hızla merdivenlerden çıktığımda çatıda durduk.
Bu binanın çatısı boğazı görüyordu ve eski püskü yayları çıkmış ve yer yer yanmış bir kanepe bulunuyordu. Çilerin yanına gidip kolunu tuttum “dur artık çiler” yere oturup kendini yere sırtüstü bıraktı “yoruldum eylem anlamıyor musun bıktım” yere oturdum “seni anlıyorum… ama kendini bırakmana izin vermeyeceğim” ağlamaya devam ediyordu “selimi bu yüzden defalarca reddettim” bu zaten tahmin edilebilir bir durumdu. Cevap vermeden sadece dinledim “güvenmiyorum anlıyor musun? Selim çok yakışıklı çok mükemmel ve ben babam gibi biriyle beraber olmak istemiyorum”
Dizlerimden birini kendime çektim “selimin baban gibi biri olmadığını iyi biliyorsun ama değil mi?” Cevap vermedi “selim eğer babana benzeseydi sen onu reddettiğinde üstelemezdi ama onun gözü senden başka birini görmüyor” kollarını yüzüne kapatıp ağlamaya devam etti “babamın yüzünden… bütün güven duygumu mahfetti” onun bu haline içim gidiyordu bu yüzden bende yanına uzandım.
“Benim babam da güven duygumu mahfetti aynı durumdayız tek değilsin” kollarını yüzünden çekip bana baktıktan sonra belli olan yeşil hareleriyle başını omuzuma koydu “giremem o eve bir daha eylem” bir kolumu ona doladım “senin bir evin var zaten” o da bana kollarını doladı “seninle aynı evi seve seve paylaşırım”
~
Çilerin kafasını dağıtmak için saatlerdir türlü türlü yollar deniyordum. Eve ilk geldiğimizde boş boş hiçbir şey yapmadan oturup boşluğu izlemiştik. Daha sonra çilere bunun iyi gelmediğini anlayarak televizyondan maç seyretmeye başladık. Fakat çilerin aklı o kadar meşgul olmalıydı ki değil maç izlemek televizyona bile bakmıyordu. Bu yüzden evden çıkma kararı almıştık
Nereye gidicektik bilmiyorum ama her zamanki gibi doğaçlama takılacaktık. Üzerime siyah swatimi giyip üzerime de deri ceketlerimden birini geçirdim. Çiler de benim dolabımdan beyaz boğazlı bir kazak giydikten sonra üzerine kendi siyah montunu giymişti.
Tarçını evde bırakacaktık çünkü her akşam yemeğini yedikten sonra koltukta uyurdu ve yine uyumuştu. Ne olur ne olmaz diye anılın verdiği saati koluma taktıktan sonra dışarı çıkmak için hazırdık.
Yürüyorduk yine, lise yıllarındaki gibi… nefret ettiğim lise yıllarım. O zamanlar da ya benim moralim bozuk olduğundan boş boş konuşmadan gezerdik ya çilerin yada selimin. Kafamız bozuk olduğunda böyle yapıyorduk sadece susarak yürüyorduk. Alt mahale, üst mahalle, sahil derken en sonunda yorulup kendimizi selimlerin evinin çatı katındaki ateşin başında buluyorduk.
Adımlarımızdan anladığım kadarıyla üst mahalleye yürüyorduk ve benim adımlarıma kıyasla çiler adımlarını sinirle atıyordu. Kafamı kaldırıp ona baktığımda gözlerinin yaşlı olduğunu hatta usul usul yaşlar indiğini gördüm. Değer verdiğim insanları üzgün görmeye dayanamıyordum, onları üzgün gördüğümde bende üzülüyorr ve buna kim sebep oluyorsa onu dövmek istiyordum.
Soğuktan kızaran parmak uçlarıyla gözlerinden akmaya müsade etmediği yaşları silince kolundan tutup kendime çektim. Bir yandan yürüyor bir yandan onu kollarımla sarıyodum.
Karanlık sokaktan geçip sokak lambasına yaklaştığımızda gördüğüm tanıdık yüzlerle içimdeki arkadaşlarıma olan sevgi daha da büyüdü. Selim ve simaydı bu, ikisi kol kola girmiş bizim gibi yürümeye çıkmışlardı yada bizi bekliyorlardı.
Simay bizi görünce dudaklarına acı dolu bir gülümseme yerleştirdi. Çiler gibi siyah bir mont giymiş alıştığımın aksine saçını alttan topuz yapmıştı ve ona çok yakıştığını itiraf etmem gerekiyordu. Abisinin kolundan çıkıp zıplayarak çilerin koluna girdiğinde hiçbirimiz hız kesmeden yürümeye devam ediyordu.
Yanımda duran selim gözümden kaçmış değildi. Kardeşi gibi masmavi olan gözlerinin etrafı kızarmış, burnu soğukta durmaktan üşümüş ve saçları her zaman yapılı olmasına rağmen bugün dağınıktı. Kapüşonlu montunu sonuna kadar çekmiş elleri cebindeyken çilerden yavaşça ayrılıp onun koluna girdim. Bu ona karşı bir nevi ‘ben yanındayım’ işaretiydi. Anılla karşılaşana kadar aşkı yaşamamıştım ama kör de değildim. Selimin çilere karşı duyuduğu büyük aşkın farkındaydım. Onun için üzüldüğünün farkındaydım ve bugün çilerin söylediği gibi onu erkeklere karşı güvensizliği yüzünden kabul etmediğini selim de farkındaydı.
O da üzülüyordu, çilerin duyduğu acıyı o da yüreğinde hissediyordu ve eğer üstüne giderse çilerin onu daha çok tersleyeceğini. Bu yüzden elinden birşey gelmiyordu, çekip sarılamıyor “ben buradayım” diyemiyordu. Çünkü çiler benim gibi inat bir kızdı. Kapıları bir kere kapattımı bir daha imkanı yok kimse açamazdı… ta ki o açana kadar.
Adımlarımız alt mahalleye döndüğünde selim cebinden sigara paketini çıkarıp birini bana uzatıp gözleriyle çileri işaret etti. Sigarayı alıp çilere uzattığımda ikiletmeden alıp cebindeki çakmağıyla ucunu alevlendirdi. Selimde kendi için bir dal yaktıktan sonra yürümeye devam ettik. Sessizce… tek kelime etmeden.
Bu bizim dert yok etme yöntemlerimiziden sadece biriydi ve en sakiniydi. Çünkü biz genelde birşeyleri yıkarak, kırıp dökerek içimizi rahatlatıyorduk. Yürüme yöntemimiz; artık yıkıp dökmenin faydasız olduğu, kelimelerin yetmedi ve sadece durup acıyı içimizde ama yan yana parçalama yöntemimizdi.
Dedem beni bıraktıktan ve ben bu mahalleye taşındıktan sonra sık sık yürürdüm. Terk edilmişliği bir türlü hazmedemezdim.
Sessiz ve yarı karanlık sokakta adım seslerimiz binalara çarpıp bizim gibi kendini sahile atıyordu. Yıkık dökük binalardan sıyrılıp sahile indikçe şehrin gürültüsü ayak seslerimizi bastırmaya başlamıştı. Deniz kenarına geldiğimizde nefis bir koku hepimizin beyninde aynı çanları çalmaya başladı “yemek yediniz mi?” Selimin sakin ve sessiz sorusuyla başımı olumsuz anlamda sallayınca tavuk pilav satan abinin seyyar dükkanında durduk. İtiraz etmeden hepimiz taburelere oturduktan sonra selim de bizim için spariş veriyordu. Benim yanımda çiler karşımda ise simay otururken çilerin karşısına da selim oturmuştu.
Soğuk havaya inat hala mont giymeyen kendime lanetler okuduktan okurken çiler satıcı abiye tam seslenicekken selim söze girdi “sana ayranı büyük söyledim” çiler bir iki saniye duraksadıktan sonra bana döndü “midenize bu ara alkolden başka hiçbir şey girmiyor. İyice peaky blinders gibi geziyorsunuz” aklıma dün gece gelince selime biraz olsun hak vermiştim.
Tavuklu pilavlarımız geldiğinde hepimiz pilava ilk önce pul biber daha sonra karabiber atıp öyle yemiştik. Damak zevklerimiz bile aynıydı.
Çiler az öncekinden biraz daha iyiydi. En azından ağlamıyordu, önündeki yemeğe odaklanmıştı ve etrafı izliyordu. Simay ise gözlerini çilerden alamıyordu arada benimle göz göze geliyor ben ona göz kırpınca o da bana göz kırpıyordu. Selim ise gözlerini kaçırarak da olsa çileri izliyordu… her ne kadar çiler ona bakmasa da.
Ortamdaki sessizlik fazla huzur vericiydi. Normalde bu huzuru yada sessizliği ya bir kavga ya bir kaos yada bir telefon bölüyordu… telefon. O an fark ediyordum. Hiçbirimizin telefonu çalmamıştı özellikle akşam olmasına rağmen kırk kere kızını aramayan çilerin telefonu. Çilerin annesi onu aramamıştı, sormamıştı, merak edip kırk kere kapıma gelmesi gerekirken evden çıkmadığımız sürece gelmemişti bile. Neden aramıyordu kızını? Vazmıgeçmişti artık ondan yada yine kocasını haklı görüp kızını umursamıyor muydu?
Yemeğimizi yiyip rutini bozmadan simayların binasındaki çatıya çıkıp tenekenin içinde yanan ateşe karşı biraz daha susmuştuk… ta ki simayın gözleri kapanmaya ve mızmızlanmaya başlayana kadar. Çilerle eve geçtikten sonra çilere yatağımı vermiş ben ise tarçınla koltukta uyuyorduk. Yani en azından tarçın uyuyordu. Ben bugün olanlarla baş başaydım.
~
Kulaklarımı tırmalayan kapı sesiyle gözlerimi araladım evet biri kapıyı çalıyordu. Yarı kapalı olan gözlerimle tarçının üzerinden atlayıp kapıya doğru yürürken aklımdan geçen ben neden her sabah kapı sesine yada telefon sesine uyanıyorum diye düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum. Birinin bana karşı bir garezi mi vardı?
Kapıyı açmamla sanki deja-vu yaşıyormuşum gibi leyanı karşımda buldum “leyan?” Sorar gibi çıkan sesimle bana sırıtan leyan bir süre bakıştık “leyan sabaj sabah rüyanda mı gördün?” Birden yüzü düşüp içeriye beni geçerek girdi “sana da günaydın” kapıyı kapatıp arkamı döndüğümde çilerde odadan çıkıyordu.
Ayaklarımızı sürüye sürüye oturma odasına geçtikten sonra leyanın bakışları çileri buldu “vaay kızlar gecesi mi yaptınız?” Çilere göz ucuyla bakıp kendimi mutfağa su almak için yönlendirdim “pek kızlar gecesi sayılmaz” oflaya oflaya bahçe kapısını açtıktan sonra üzerindeki montu çıkarıp bir kenera koydu “neden? Birşey mi oldu?” Çiler elini salladı “yok birşey güzelim boşver” elimdeki büyük bardak suyla salona girip leyana bakmaya devam ettim. Öylece birbirimize bakıyorduk, leyan bana, ben leyana ve çiler ikimize “leyan napıyorsun?” Elini çenesine koydu “napıyorum?” Bıkkınlıkla tekli koltuklardan birine oturdum
“Leyan öylece bakışmaya devam mı edeceğiz yoksa ağzındaki baklayı çıkarıcak mısın?” Hatırlamış gibi aydınlandı “doğru ya söylemeyi unuttum” çiler bıkkınca nefesini verdi “şimdi çatlıycam leyan söyle artık” ikimize uzun uzun baktıktan sonra neşeli ve heyecanlı bir sesle “bugün böceklerin doğum günüüü” diye bağırdı.
Çilerde kısa bir an biribimize baktıktan sonra ikimiz aynı anda “aaaa e çok iyi” diyip susmuştuk fakat leyan hala bize uzun uzun bakmakta ısararcıydı. En sonunda bizde bir kıpırtı görmeyince yüzü düştü ve ofladı “siz gerçekten insanı delirtirsiniz ya” suyumdan bir yudum alıp kafamı geriye yasladım “sarp ve alp sizi doğum günü partisine çağıryor” çiler söze girdi “leyancım beni şimdiden mazur gör ben gelemiycem böceklere de benim için doğum günlerini kutladığımı söyle” hak verir gibi çileri işaret parmağımla gösterdim “bana bakın ikinizi de kulaklarınızdan sürüye sürüye götürürüm” kafamı kaldırıp leyana baktım “leyan abartmıyor musun?”
“Tabiki abartmıyorum çünkü böceklerin doğum günü çok eğlenceli geçiyor ayrıca hepinizi çağırdı ve gelmenizde çok ısarcı” kısa bir an düşününce bu doğum gününün çilere iyi gelebileceğini ve biraz olsun düşüncelerinden sıyrılabileceğini düşünmeye başlamıştım “çiler gelmezse bende gelmem” yeşil gözlerini anında kocaman açıp bana sanki seni öldürürüm dermiş gibi bakıyordu.
Leyan birden ayağa kalktı “ben anlamam hepiniz bu akşam babamın evine geliyorsunuz” aziz giray mı? Ne alaka “baban ne alaka?”
“Babam gösteriş için magazinleri toplayacak o yüzden onun evinde yapıyoruz tabi bu sadece bir süreliğine daha sonra parti için bi yer tuttuk” çiler dudaklarını vay anasını dercesine bükerken ben gitmemekte kararımı vermiştim “leyan kusura bakma ama ben gelemem” sinirle gözlerini kapatıp nefesini verdikten sonra koltuktan çantasını aldı “arkadaşlar ben anlamam akşam saat 6 da hazır olun hepiniz geliyorsunuz” topuklulularını yere vura vura evden çıktıktan sonra çilerle arkasından bakakalmıştık “gerçek bi queen” çilere hak verdikten sonra kahvaltı için tekrar mutfağa geçtim.
~
Gün boyu selimlerin de bize gelmesiyle uzun bir gitsek mi gitmesek mi tartışması yaşamıştık. Ben sırf aziz giray için gitmek istemiyordum. Onunla karışılaşırsam beni tehdit etmeye çalışıcaktı hatta edicek belkide, anılla bizi yan yana görürse daha da kötü olabilirdi.
Simay gitmek istemişti, bu partinin hepimize iyi geleceğini düşünmüştü. Selim tarafsızdı, çiler gitmek istememekte son derece kararlıydı öyle ki sadece bataniyenin altında koltukta öylece uzanıp yeri seyrediyordu. Ben ise tabiki gitme taraftarı değildim. Fakat birde işin layan tarafı vardı, eğer gitmesek yakamızdan tutup getirirdi.
Bu yüzden istemesek de hazırlanmaya başlamıştık. Simay neşemizi yerine getirmeye çalışarak önümüze kıyafet sunuyor fakat ben oldukça keyifsizdim ve pek tabi çiler de öyle. Hatta bira içmek için dolaba yöneldiğinde simay dün gece hakkımızı doldurduğunu söyleyip engellemişti.
Yana yakıla elbise seçen simaya kot pantalonumla gideceğimi söylediğimde bana öyle bir bakış atmıştı ki verdiği siyah mini eteği giymek zorunda kalmıştım. Bacaklarımı açık bırakmayıp siyah bir çorap giydikten sonra üzerime de aynı renk askılı crop giymiştim.
Simay üzerine siyah uzun kollu uzun bir elbise altına da topuklu ayakkabılarını giyinmişti, çiler de siyah mini bir etek üzerine gri crop bir kazak ve altına da dizlerinin biraz altına biten topuklu çizmelerini giyinmişti. Hazır olduğumuzda taçının akşam yemeğini yediğinden emin olup çıkmaya hazırdık yanıma telefonumu ve evin anahtarını alıp dışarı çıktığımızda selimin de siyah takımına uyduğunu gördüm. Siyah boğazlı bir kazağın altına bol kumaş bir pantalon giyip üzerine de deri ceketlerinden birini giyinmişti “bir saattir sizi bekliyorum, cidden bir saattir burada dikiliyorum” çiler ve ben hiçbir şey demeden arabaya binerken simay abisine dil çıkardı.
Simayla ben arkaya çiler öne oturduktan sonra iş artık bu ihtiyar arabanın bizi götürmesine kalmıştı. Hepimiz oldukça keyifsizdik. Çiler babası yüzünden, selim çilerin yaşadıkları yüzünden, ben aziz girayı göreceğim ve anıla uzaktan bakıcağım için simay ise biz üzgün olduğumuz için keyifsizdi.
Dün gece aldığımız alkol yüzünden simay özellikle beni ve çileri daha fazla içmememiz için sıkı sıkı tembihlemişti.
Alkol almamaya dair simaya söz vermemiştim… çünkü söz verirsem anılı gördüğümde o sözü bozabilirdim. Bu yüzden ne içmeyeceğim demiştim neden söz vermiştim. Çünkü kalbimin atışları bile şimdiden yüreğimi delip çıkarken onu gördüğümde ne yapardım bilemiyorum.
Parti aziz girayın evinin arka bahçesindeki havuz başında yapılacaktı ve sarı jeep daha eve yaklaşmamışken bile etrafta siyah arabalar ve yakınlaştıkça davetlilerin arabaları vardı. Kalabalıktı… hemde çok.
Jeepi park ettikten sonra kapıdaki adamlara isim söyleyip içeri girdik. Bu parti gençlerden çok iş adamlarının olduğu resmi bir davete benziyordu doğrusu. Leyanın söylediği gibiydi, aziz giray bu doğum gününü gazeteciler ve iş adamlarına iyi aile babası imajı vermek için yapıyordu.
Saat henüz öğleyi geçmesine rağmen hava oldukça kasvetliydi tıpkı içimiz gibi. Kapıya yaklaşırken bizi ilk arın görmüş ve bir göz hareketiyle görev yerini bozmadan bize selam vermişti. İleride leyanı siyah askılı deri elbisesiyle görmüştük. Bizi gördükten sonra dümdüz kumral saçlarını savurup ayağındaki topuklu siyah çizmelerle bize doğru gelmeye başladı. Bu kızın aurası gerçekten başkaydı. Göz makyajı buğulu eyelinerı ise kedi gibiydi “eğer gelmeseydiniz sizi zorla evinizden aldırıcaktım ama neyse ki geldiniz” gülümsedim “inanıyorum leyan yapardın” zaten der gibi bakış attı “dışarısı soğuk içeri geçelim biraz sonra havuz başına geçicez” leyanla beraber tam içeri giricekken doğum günü çocuklarını görünce duraksadık “günün anlam ve önemleri de buradaymış” alp beni görünce yüzündeki gülümsemeyle sarıldı, ardından da sarp sarıldı.
Sarpın bakışları simayın gözlerinde uzunca dururken bu durumun ikidir gözüme takıldığını fark ettim. Acaba sarp? Hemen kendimi durdurdum saçmalama eylem!
Selim böceklerle kalırken bizde içeri girip şöminenin önünde sohbet etmeye başladık. Fakat bu konuşma ben simay ve leyan arasındaydı daha çok. Çiler pek iyi durmuyordu ve bu durum beni endişelendiriyordu. Gözlerim açık büfedeki şampanyalara takılınca bunun ona iyi geleceğini düşünüp büfeye ilerleyip elime aldığım bir kadeh şampanyayla kızların yanına geri dönüp çilere uzattım. Fakat kızlara döndüğümde simayın kızgın bakışlarıyla karşılaştım. Simaya gözlerimle bir sorun olmadığını belirttim.
Bunu ona eğer şimdi vermeseydim ileriki saatlerde gözünü açamayacak kadar içecekti. Çilere neyi yasaklarsan onu yapardı, burnunun dikine gitmeyi severdi. Tıpkı benim gibi.
Gözlerim bu büyük salona takılıyor burada geçen kötü günlerim aklıma geliyordu, bu eve tıkılışım, sinir krizlerim, aziz girayın üstten bakışları… bu evi özlememiştim, hemde hiç.
Büyük camlardan dışarıdaki kalabalığı görünce leyan hareketlendi “hadi kızlar” hep beraber dışarı çıkarken bizimle beraber iş adamları, onların oğulları, kızları ve tanımadığım bir sürü insan da buradaydı.
Fakat gözlerim onu buldu… gördüğüm an kalbimi sıkıştıran o adamı, o koyu bakışları, daha bugün görmeme rağmen delicesine özlediğim ve gözlerimi yüzünden bir saniye ayırmak istemediğim o adamı buldu. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atarken yanına girip ona sarılma isteğimi zar zor bastırıyordum. Adımların benden istemsizce ileriye doğru bir adım attığında arkasındaki bana düşmanı gibi bakan babasını gördüm
Bana nefretle bakan o adamı… Aziz Girayı.
🔥🌧️
iltimas instagram; iltimas_official
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |