

keyifli okumalar…
Hayatımda bir çok kere bir şeye sahip olamamanın duygusuyla içim burkulmuştu. Bir anne sevgisi, aile sevgisi, istediğin bir şeye sahip olamama duygusu… fakat hayatımda hiç duygularını bana bu kadar belli eden adama karşı boş durmak zorunda kalmamıştım. O bana karşı duygularını bu kadar belli ederken ben onu kendimden uzak tutuyordum… bu durum canımı çok yakıyordu.
Bana o kadar güzel bakıyordu ki karşı koymak için içimde büyük bir savaş vermem gerekiyordu.
Merdivenlerden, gözlerimi anıldan ayıramadan inip yavaş adımlarla simayların yanına geçtim. Gözleri gözlerimden bir saniye ayrılmıyor hatta ben merdivenden inerken beni baştan aşağı süzdüğüne şahit olmuştum. Onun gözleri bende, benim gözlerim onda ve ikimize öldürecek gibi bakan anılın arkasındaki aziz giray. Sabrımın sonlarına yaklaştığıma adım gibi emindim. Daha fazla ne bedenimi nede kalbimi anıldan uzak tutabilecektim. Çilerin fısıltılı sesini yanımda işittim “iki girayın da gözleri üzerinde. Biri seni öldürecek bir diğeri de seni ömrünün sonuna kadar bırakmayacakmış gibi bakıyor, dikkatli ol” selim dudaklarından ufak bir kıkırtı kaçırdıktan sonra dudaklarının arasına sigarasını yerleştirip ucunu alevlendirdi.
Yutkunup beni gözlerini bir saniye ayırmadan izleyen anıla bakmaya devam ettim “diğer giry beni öldüremez de öbür giray için herşeyi yapmaya hazırım” anıl da tıpkı selim gibi sigarasını tutuşturduktan sonra bana bakarak bir nefes çekip üfledi.
“Merak ediyorum acaba bu fikrine sinan aktaş ne cevap verecek” gözlerim kapının girişine değdiğinde gerçekten sinan abimin burada olduğunu gördüm. Üzerinde koyu lacivert bir palto ile bahçeye ağır adımlarla girip aziz giraya doğru yürüdü “sinan aktaşın benim hayatım üzerinde bir etkisi yok” sinan abim aziz girayla el sıkışırken anılda çoktan yanına gitmişti. Gözleri sanki konum bildirmişim gibi beni bulurken anılla aramızda gözleri gidip gelmişti. Leyan sanki aklımı okumuş gibi sormak istediğim soruyu sordu “neden hala gitmemiş bu?” Gözlerimi uzun zaman sonra oradan çekip leyana hak verir gibi baktım. Leyan göğsünde birleştirdiği kollarını çözdü “şimdi öğreniriz” saçlarını düzeltip kendinden emin adımlarla sanki topuklularından alev çıkarcasına yanlarına ilerleyip anılın yanında durup koluna girdikten sonra sinan abime döndü.
Neler konuştuklarını elbette duyamıyordum ama bu görüntüye daha fazla katlanmak istemiyordum, aksi taktirde bir belaya bulaşabilirdim. Arkamdaki masaya dönüp meyvelerden bir tanesini dişlerimin arasına koydum “daha fazla bakmayın. Sinan abimin buraya gelmesini istemiyorum”
Simay karşıma geçti “merak etme ben senin için çaktırmadan bakar söylerim” gözlerimi devirdim “çok iyi birşey yaparsın ya” omuz silkti “niye be” selim benim için söze girdi “söyle de gidip dağıtsın orayı” meyveleri sinirle mıncıklarken söze girdim “çilerle dağıttığımız gecenin sabahında sinan abim gelmişti ya” devam etmemi söylercesine onayladılar “sinan abim muğladaki arazilerden hakkım olanı almamı söyledi. Muğlaya dönmemi istiyor. Tapu için ısrar ediyor” selim ağzından çıkan küfrü cüretkarca savurdu “siktirsin gitsin” tek kaşımı kısa bir an kaldırıp ona katıldığımı belli ettikten sonra donmuş üzümlerden birini daha dişlerimin arasına koydum “muğlaya gidip annemle babamı görecek kadar delirmedim henüz. Eğer bir gün kendi isteğimle kalkıp muğlaya gidersem bilin ki delirmişimdir”
Çiler ciddiyetle beni dinledikten sonra “haklarını devret bana kalırsa” ellerimi ceketimin cebine koydum “devredicem” simayın gözleri hala arkamızdaki masadaydı
“Leyan, sinan ve anılla baya konuştu. Sinanın gözleri sürekli senin üzerinde eylem sakın bu gece bir pürüz çıkarma” başımı salladım “denerim”
“Alp ve sarpda katıldı şimdi onlara” onaylarcasına tekrar başımı salladım “aziz giray elindeki viski bardağıyla merdivenlere çıkıyor, konuşma yapıcak sanırım” çok geçmeden mikrafonun sesi duyulduğunda herkes dikkatini oraya verdi. Bende ağır ağır arkamı dönüp yüzü aynı anıla benzeyen aziz giraya döndüm “sevgili misafirler, pek kıymetli dostlarım ve ortaklarım hepiniz oğullarım sarp ve alp girayın 23. Yaş gününe hoşgeldiniz. Oğullarım ömürlerinden bir yaş daha ala dursun biz ihtiyarda onlar yaş alırken ihtiyarlamamızın gerçeğiyle yüzleşelim öyle değil mi” bir iki gülüşme sesleriyle bunun ortakları olduğunu anlamam uzun sürmedi “alp ve sarpın doğduğu günü ilk günki gibi hatırlıyordum, mutluluktan ağladığım üçüncü kezdi, ilki pek tabi ki büyük oğlum anıl ve ikincisi güzeller güzeli prensesim leyandı” aziz girayın söyledikleri o kadar yapmacık geliyordu ki çocuklarına karşı nasıl davrandıklarını bilmesem ona inanabilirdim çünkü rolünü çok iyi oynuyordu.
“Rahmetli anneleri dört evladımın da yüzüne bakıp ‘onların müthiş birer insan, saygılı, zeki, başarılı’ insanlar olucağını söylemişti. Kendisi maalesef bu günleri göremedi fakat ne kadar ileri görüşlü olduğunu şimdi anlıyorum. Güzel karımın bana emaneti olan evlatlarımın daima yanlarındayım. İyi ki doğdunuz alp ve sarp.”
Konuşmasının ardından bir alkış tufanı yükselmişti bahçeden. Aziz giray kadeh kaldırdığında onunla beraber bahçedeki herkes kadeh kaldırmıştı tabi anıl ve leyan hariç.
Merdivenlerden inip iş arkadaşlarının arasında kaybolan aziz girayla dikkatimi ondan çekip tekrar anıl ve sinan arasına çevirdim. Sinan, anıla birşeyler anlatıyor, anıl bir yandan onu dinlerken bir yandan kül tablasında sigarasını söndürüyor ve arada bu konuşmalarına leyan da dahil oluyordu. Ne konuşuyorlardı bilmiyorum elbette fakat konu sadece ben olmayabilirdim yani belki de başka birşey konuşuyorlardır öyle değil mi?
Leyan gözlerini sinan abime devirip yanımıza doğru yürümeye başlayınca çiler söze girdi “sonunda bu muhabbetten sıkıldı” buzdan daha soğuk olduğuna inandığım elimi enseme koyup biraz beklettikten sonra leyanın masamıza gelmesiyle elimi yavaşça indirip dikkatimi ona verdim “şu muhabbetten dakikalar önce sıkılman gerekmiyor muyu? Merak ediyorum seni o masada tutan muhabbet neydi?” Gözlerimin içine bir iki dakika baktıktan sonra selim ve diğerlerinin de nabzını yokladı “abin seni muğlaya götürmekte kararlı eylem” ben şaşırmamışca “bana bilmediğim birşey söyle” deyip ellerimi cebime koydum.
Söze giren ilk selim oldu “sanki yanında eşya götürüyor, ne hakla” buna ithafen simay bütün polyannalığı ile ekledi “belki fikrini değiştirmiştir, bundan sonra eylemi yanında istiyordur, özlemiştir yada başka birşey” çiler üfledi “simay ne yuttun bugün bilmiyorum ama gidip hemen kussan iyi olur. Bu kız senelerdir onlardan ayrı yaşıyor bu saatten sonra yanına alsa ne değişicek annesi bağrına basıp babası pişman olduğunu falan mı söyleyecek” yutkunup araya girdim “bi sakin olun. Kimse bana istemediğim birşeyi yaptıramaz bu bir. İkincisi ben hiçbir yere gitmiyorum dediğim gibi sinan abimin yada annemlerin hayatımda hiçbir yeri yok” benim tek düşündüğüm anılın bu konu hakkında söylediğiydi. Sinana karşı mı çıkıştı yada götüremeyeceğini mi söylemişti.
Gözlerim tekrar anıla ulaştığında çoktan başka bir sigara daha yaktığını gördüm. Hiçbir şey söylemeden sinan abimi dinliyordu ve yüzü bana tam dönük olmadığından yüz ifadesini dahi göremiyordum.
Sinan abimin ne düşündüğü, bu tapu mevzusu, beni muğlaya götürme çabası o kadar umrumda değildi ki tek düşünebildiğim anılın yanında olmaktı. Çünkü anıla güveniyordum…ben istemesem beni değil muğlaya göl evinden dışarı bile çıkarmazdı. Ona güveniyordum, içimde sonsuz bir teslimiyet sonsuz bir iltimas vardı ona karşı. Bu yüzden sinan abimi ve dediklerini umursamıyordum.
Gözlerim sadece anılın üzerinde geziniyor, yüzünü görmek için can atıyordum. Görmediğim onlarca gün yüzünden deli gibi etkilendiğim adamın yüzüne hasret kalmıştım.
Viskisinden bir yudum alıp başını olumsuzca salladıktan sonra gözleri beni buldu. Karnımın içinde anında oluşan kıpırdamayı bozmak istemediğim için gözlerine ve yüzüne bakmaya devam ettim. Merak ediyordum da bu göz hapsini ilk önce kim bozucaktı?
Kalbimin gümbürdeyişini duyuyordum, yanaklarıma kan gidiyor, günlerdir haftalardır hissedemediğim yaşama hissini şimdi hissediyorum. Kalbim atıyordu, ellerim buz kesiyor, karnımda karıncalanma hissediyordum. Buradaydı işte… kalbim elimin altında buna sebep olan ise tam karşımda, gözlerimin ta içine bakıyordu.
Ben özlemden yanıp tutuşurken anılı sinan abim, beni ise leyan bozmuştu. Mükemmel bir filme dalmış gibi kendime gelip leyana baktım “beni duymuyor musun?” Yutkundum “dalmışım kusura bakma” başını sallayıp ilerideki masayı gösterdi “gel içecek birşeyler alalım” aslında geçen gece çok içmiştim bu yüzden bir iki gün de olsa içmesem iyi olabilirdi fakat biraz olsun yerimden kıpırdamak için başımı salladım.
Kokteyllerle dolu masaya varınca leyan istediği içeceği garsona söyleyip hazırlanmasını bekledik. Önümdeki içinde ne olduğunu bilmediğim suya benzeyen şeffaf sıvıyı alıp bir yudum aldığımda bunun vodka olduğunu anlayıp yüzümü buruşturdum “su değilmiş” arkamdan uzanan bir el bardağı aldığında arkamı dönmemle arkamdakinin bardağı bir dikişte bitiren anılı görmemle yavaşça yutkundum.
Garsona beni gösterip “hanımefendiye su ver soğuk olmasın” ben ne diyeceğimi bilemezken leyan söze girdi “bıraksaydın da kız ne içmek isterse onu içseydi” gözlerini bana dikip yüzümü inceledi “geçen gece bir yıllık alkol ihtiyacını karşıladı” benim gözlerim büyüyüp kocaman olurken leyan anlamayıp umursamadan bizi yalnız bıraktı.
Doğru duymuştum evet geçen gece demişti. Yani gördüğüm şey bir serap değil anılın ta kendisiydi. Oradaydı biliyorum. Elindeki bardağı masaya koyduktan sonra ellerini cebine koyup bana bakmaya devam etti. Ağzımı açamıyordum, kilitlenmiş gibiydim “buyrun hanımefendi” garsonun seslenmesiyle gözlerimi ondan suçlu bir çocuk gibi ayırıp bardaktaki suyu aldım. Onu çok özemiştim yanında biraz daha kalmak istiyordum fakat şu an suçlu bir çocuktan farksızdım o ise her an azarlamaya hazırdı “bizimkiler merak eder” tam yanından ayrılıcakken tek bir adımla önüme geçti ve cık cıkladı “öyle kolay değil. Şimdi derhal içeri giriyorsun merdivenlerin arkasında beni bekliyorsun” kalbim bozuk bir ritimle gümbürderken dizlerimin bağının da çözüldüğünü hissediyordum.
Elimdeki bardaktan ona bakarak bir yudum aldıktan sonra başımı sallamakla yetindim. Arkamı dönüp bardağı herhangi bir masanın üzerine bıraktıktan sonra etrafı kolaçan etmeye başladım. Bizimkiler kendi halinde takılıyor leyan böceklerin yanında duruyor, sinan abim aziz girayın yanındaki diğer iş adamlarıyla konuşuyordu. Kalbim ağzımda atarken adımlarımı merdivene yönlendirip hızlıca çıktıktan sonra büyük adımlarla salonu geçip sağdaki merdivenin arkasına geçip kalçamı belimle aynı hizzada olan boşluğa dayadım.
Ellerim çoktan buzdan daha soğuk bir hal alırken karnımdaki heyecandan ölen karıncalara hakim olamıyordum. Onu çok özlemiştim kabul ediyorum ve her bakışına razıydım bu gece. Buraya gelirkenki isteksizliğim anında yok olmuş onun yerine heyecandan ringe çıkan kalbime tezzahuratlar yapıyordum.
Heyecanla yutkunup saçımın önüme gelen tutamlarından birini okşarken kafamı arkama çevirdiğimde büyük adımlarla bana doğru gelen anılı görüp kalçamı duvardan kaldırdım. O kadar yakışklı görünüyordu ki kalbim çıktığı ringde çoktan bir darbe alıp yeri boylamıştı. Hiç durmadan elini belime atıp beni de beraberinde götürüyordu. Ayaklarımdan çıkan topuk sesleriyle arka kapılardan birine girdiğimizde buranın çamaşırhane olduğunu anladım. Anıl arkamızdan kapıyı kapatıp anına söze girdi “sinan seni muğlaya götürmeye çalışıyormuş, neden bana söylemedin” çamaşır makinelerinden birine yaklaşıp yine kalçamı yasladım “gerek var mı? Zaten gitmeyeceğimi söyledim sinan abime” bana doğru bir iki adım attı “seni götürmekte ısrarcı, korkmuyor musun?” Başımı olumsuz anlamda salladıktan sonra bedenimi baştan aşağı süzdü “tapuyu napıcaksın?” Tereddüt etmeden cevap verdim “istemiyorum. Hepsini edaya devredicem” pencere dahi olmayan odada gözlerimi gezdirirken tekrar söze girdi “seni ikna etmem konusunda benden yardım istedi. Bu konuyu leyana ısrar etmemi, leyanında seninle konuşmasını söyledi” tekrar ona baktım “ikna edicek misin?” Bana doğru yaklaşıp ellerini iki yanıma koyduktan sonra gözlerime baktı.
Sağ elini boyun girintime koyup saçlarımı geri ittikten sonra omuzuma baktı “seni muğladan getirirken canımdan can gitti” yutkununca adem elması oynarken tekrar gözlerime baktı “seni değil muğlaya göndermek yanımdan beş dakika bile ayırmak istemiyorum” gözlerim yüzünün her yerinde geziniyordu “o zaman endişelenecek birşey de yok” bana katılmıyormuşçasına başını salladı “benim endişelerim seni gördüğüm ilk gün başladı” bu yakınlık kalbimin can suyuydu. Ona yakın olmak, gözlerine bakmak bütün yaralarımı dindiriyordu, bir panzehir gibi.
O panzehir ki en kutsal ilaç, o panzehir ki bütün öğünlerimin tek ihtiyacı hatta bir havuz misali içinde yüzmek istediğim, bütün kötü günlerimi unutturan, beni güvenle saran, ömrümde ihtiyacım olan tek şeydi.
Kalbim ve bedenim onun özlemiyle titrerken bunu dindirmek ister gibi elini karnıma koyduğunda sanki bunu yapmamı ister gibi bedenimi tek hamlede çamaşır makinesinin üzerinde buldum.
🔥🌧️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |