Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5.BÖLÜM

@bukettdem

Sinan abim bir süre durdu. Gece sessizliğe büründü sanki hiç kimseden çıt çıkmamıştı. Sanki uzaktan gelen baykuşun sesi bile bir süre durdu. Sımsıkı gözlerimi açıp telefona baktım. Sinan abim hala hattaydı ama cevap vermemişti. Başımı anladım dercesine salladım "aldım ben cevabımı" konuşmamın üzerine sinan abim hemen atladı "söz veriyorum geleceğim yanına ziyarete hem de en kısa zamanda" başımı iki yana salladım "gerek yok. Senin için bir anlam ifade etmiyorsam gelmene de gerek yok" sinan abim derin bir nefes verdi "neden böyle davranıyorsun eylem geleceğimi söylüyorum ya" kaşlarımı çattım ve istemeden de olsa telefonu sıkmaya başladım "dalga mı geçiyorsunuz ya benimle. Ben mi kötü oldum şimdi anlamıyorum asıl benim sana sormam gerek abi neden böyle davranıyorsun?" dolan gözlerimdeki yaşlar tek bir damla akmadan çekilmiş yerine sinirden kıpkırmızı olan gözlerim gelmişti.

 

Sinan abim sustu. Ama ben susmak istemiyordum "sorsana abi bana.. nedir bu sinirinin sebebi diye sor bana abi, onca sene ne yaptın diye sorsana, başına neler geldi diye sorsana" kalbim hızlanmıştı ve bağırmaktan boğazlarımdaki damalar belirginleşmişti ama devam ettim "ama soramazsın dimi. Neler çektiğimi soramazsın çünkü senin benim yaşadıklarımı duymaya ne kulakların dayanır ne de kalbin bu acıya dayanır" bu sefer sustum ama o da sustu. Alnıma elimi koyup saçlarımı diplerinden çekiştirdim. Derin bir nefes alıp tekrar konuştum "sen benim tanıdığım sinan değilsin tıpkı babama benzemişsin babam gibi duygusuzlaşmışsın yazık sana" kırmızı butona basıp konuşmayı sonlandırdıktan sonra telefonu oturduğum mermere sinirle vurdum.

 

Gözlerim dolmaya başlayınca yerimden kalkıp derin nefesleri almaya başladım "ağlayamazsın eylem" eğer ağlarsam dedem bunu hisseder ve bana çok kızardı. Soğuk ellerimi enseme koyup kafamı gökyüzüne kaldırdım. Yıldızlar yoktu tıpkı benim gözlerimdeki yıldızların yok oluşu gibi. Zifiri karanlıktı ne yıldız ne de ay vardı sadece simsiyah gökyüzü. Basamaktan bir iki adım atıp bahçedeki fıskiyeye kadar yürüdüm. Hava öyle soğuktu ki midem kasılıyordu, evet soğuk beni kendime getiriyordu ama spor yapmadıktan sonra ne anlamı vardı ki. Gözlerimin önüne sürekli dedem ve sinan abimle küçüklüğümüz geliyordu. Annemden her dayak yediğimde sinan abim annemin saçlarımı çekiştirip acıttığı yerleri öperdi. Çoğu zaman annemin ellerinde kalırdı saçlarım o kadar acırdı ki saç diplerim kıpkırızı olur sinan abim öperken bile acırdı. Ellerimi belime koyup tekrar derin bir nefes aldım. Her seferinde dolan gözlerime meydan okuyordum ve bundan çok yorulmuştum ama ağlayamazdım eğer bir kere ağlarsam bir daha durduramazdım.

 

Kafamı çevirip konağa baktım. Konağın hemen hemen bütün ışıkları yanıyordu. O kadar yabancıydı ki bu ev. Sinan abim beni bu evde bırakarak kimsesizliğimi bana tekrar hatırlattı. Ne selim vardı yanımda nede simay ve çiler. Onlar bana kimsesizliğimi unuttururdu. Simay annemden görmediğim şefkati bana gösterirdi. Çiler ve selim de bu tür şeyleri kafama takmamı söyler ve anında bir şekilde güldürürlerdi beni.

 

Fıskıyenin mermerine oturup ellerimi saçlarıma geçirip çekiştirmeye başladım. Annem bende bir hastalık gibi bırakmıştı saçlarımı çekiştirmeyi. Ruhuma bıçaklar saplandıkça bunu fiziki bir acıya çevirmek için saçlarımı çekiştirirdim.

 

İşte yine başlamıştım, saçlarım elimde kalana kadar çekiştirecektim. Canım çok yanacaktı ve canım acıdıkça ruhumdaki acı hafifleyecekti. Ağlayamazdım belki ama canımı yakabilirdim.

 

Gözlerimi sımsıkı kapatıp parmaklarımın arasındaki saçlarımı çekmeye başladım. Gözümün önüne annemin o gece saçlarımı nasıl çektiği geldi. Aynen öyle canım yakmak istedim. Canım yansın ki ruhumdaki acıyı o sırtımdaki ve ellerini boğazıma dolayan vicdan azabını unutmamı sağlasın istedim.

 

Yanağıma vurulan tokat sanki tekrar canlandı. Annemin nasırlı elleri küçücük suratımda tekrar vurulmuş gibi hissettim. Birden kollarım tutulunca gözlerimi açtım. Simsiyah gözleriyle anıl karşımda dizlerinin üzerine çökmüş kollarımı tutuyordu. Konuşuyordu ama anlamıyordum dudaklarına bakıp anlamaya çalıştım "bırak ellerini" ellerim mi?. Doğru ya ellerim saçlarımdaydı. Anılın elleri ellerimdeydi ve parmaklarımı açmaya çalışıyordu, bir şeyler söylüyordu ama anlamıyordum ne dediğini. Anıl ellerini yüzüme koyup gözlerini gözlerime sabitledi simsiyah gözlerindeki korkuyu net bir şekilde görebiliyordum ama hala ne dediğini anlamıyordum.

 

Gözlerimin önüne hala annemin bana vuruşları geliyordu. Yanağımda hissettiğim tokadı ve saçlarımı çekiştiren elleri "yapma" ben mi söylemiştim bunu. Ama annem hala tokat atıyordu bana. Saçlarımı biraz daha çekmeye başlayınca bir el beni sarsmaya başladı ve görüş açımdan annem uzaklaşıp tekrar anıl girince gözlerini gözlerime sabitledi.

 

Anılın elleri ellerimdeydi ve hala bir şeyler söylüyordu. Beni oturduğum mermerden indirip yere oturttuktan sonra tekrar dudaklarına bakıp ne dediğini anlamaya çalıştım "ellerini serbest bırak" ellerim hala saçlarımdaydı dimi. Parmaklarımı gevşetince anıl hemen saçlarımı ellerimden çekip ellerimi saçlarımdan uzaklaştırıp ellerimi tuttu. Göz hizzama girip feri kaçan gözlerime bakmaya başladı "ne yapıyorsun sen?" sorusuna cevap verecek gücüm olmadığı için sustum.

 

Anıl susmama inat tekrar konuştu "ne konuştun sinanla?" yine cevap vermedim. Anıl ellerimi bırakıp bir kolunu bacaklarımın altından diğer koluyla da belimi tutup beni bir çırpıda kaldırıp konağa götürmeye başladı. Hızla içeri girip merdivenlerden çıkınca odamın kapısını açtı "leyaan". O kardeşine çağırmıştı ama ben ruhsuzca önüme bakıyordum.

 

Anıl beni odadaki lacivert koltuğa oturtunca anında yanıma leyan gelmişti. Anıl önümden kalkıp leyan geçince gözlerin altına parmağını koyup hafifçe çekip baktı "şok geçiriyor psikolojik kasılma olabilir" leyan abisine döndü "duş aldırıcam bizi yalnız bırakır mısın?" anıl itiraz etmeden odadan çıkınca leyan bana dönüp karışık saçlarımı okşadı "eylem..beni duyduğunu biliyorum ama bana bir tepki vermen gerek" leyanın simsiyah gözleri abisi gibiydi ama ikisinin de gözlerinde tek ortak nokta bu değildi. İkisinin de gözlerinde bir ışık vardı. Bendeki o ışık seneler önce sönmüştü ve bir daha yanacağını sanmıyordum. Leyan elini gözümün önünde sallayıp ellerimi tuttu "sana duş aldırıcam eylem" leyan bir elimi tutup diğer eliyle belimi tutup beni koltuktan kaldırdıktan sonra banyoya ilerletti.

 

Leyan bir çırpıda üzerimdekilerden kurtulup beni soğuk akan suyun altına koyup elindeki duş başlığıyla saçlarımı ıslatmaya başladı.

 

Selim abimin gözünde de bir hiçtim. Annemin ve babamın gözünde zaten hiç olmamıştım bile. Beni hayata bağlayan kardeşim ise ellerimden kayıp gitmişti.

 

Soğuk su bütün vücudumu titretmeye başlayınca dudaklarım aralandı ve titreyen çenemle aklımdan ne geçiyorsa söylemeye "benim yüzümden oldu özür dilerim" kısık sesle konuşmaya başlamıştım "onu kurtarmak istemiştim başaramadım" ona dönük olan sırtımda leyanın ellerini hissettim. Saçlarımı okşuyordu ve o kadar iyi geliyordu ki. Simay da böyle okşardı saçlarımı "simay" bir anne gibi ama ben anne şefkati nedir bilmezdim.

 

Leyan suyu sıcağa ayarlayıp tekrar başıma tutmaya başlayınca leyanın yumuşak sesi banyoda yankılandıı "akan suya anlat derdini. Dertlerini de alıp akıp gitsin" leyan tekrar saçlarımı okşadı "hiçbir şeyi içinde tutma.. bunu bana abim öğretti" duş başlığını duvara astı "senin için bir şeyler hazırlayıp geleceğim sende o sırada akan suya anlat güven bana azaltacak içindeki derdi" leyan duşa kabini kapatıp banyodan çıkınca ellerime akan suya baktım. Haklı olabilir miydi, hafifletir miydi derdimi

 

Derin bir nefes alıp parmaklarımın ucundan akan suya baktım "özür diledim ben onlardan ama bu hatamı özür kapatamaz dimi" gözlerimi kapattım "peki neden hiç sevmediler beni?.. ben onlara ne yaptım ki, hiçbir şey yapmadım". Banyo zeminine oturup bacaklarımı kendime çektim "ben bilmiyorum ki anne şefkati, babamdan da sevgi görmedim.. ne yaptım ki ben bir gün olsun saçlarımı okşamadılar" sesimin titrediğini anlayınca derin bir nefes aldım "dedem öğretti bana güçlü durmayı, ağlama dedi bana.. seni bir daha ağlarken görmeyeceğim dedi sen benim torunumsun ağlayamazsın dedi" aklıma yine sinan abim gelince dolan gözlerimi kapattım "sormadı bana.. o gün neler yaşadın diye sormadı bana... o günden sonra ne yaptın diye sormadı. Aslında kimse sormadı, kimse" saçlarımdan akan su bedenimden sıyrılıp zemine akıyordu.

 

Ellerimi dizlerime koyup düğüm düğüm olan boğazımı sanki yutkunsam geçicekmiş gibi yutkundum ama daha çok batmaya başlamıştı "hayır ağlayamam ben.. ağlamıycam" sinirlenmeye başlamıştım çünkü ağlamak zayıflık göstergesiydi benim için. Yumruk olan ellerimi dizlerime vurup dişlerimi sıkmaya başlayınca sağ elimi duvara sinirle vurdum "ağlamak yok eylem" banyo kapısı açılınca içeri girenin leyan olduğunu anladım çünkü çok onu yansıtan bir kokusu vardı. Koku seçmekte çok zayıftım ama bu koku leyan için yapılmıştı sanki.

 

Leyan duşa kabini açıp içeri telden küçük bir sepet koydu içinde de banyo malzemeleri vardı "bunlar benim banyoda kullandıklarım kokuları insanı rahatlatır sende hepsini kullanmaya çalış" leyan duşa kabini kapatıp banyodan çıkınca şampuan olduğunu anladığım mavi kutuyu açıp kokladım. Leyan gibi kokuyordu şampuanın dışına baktığımda resimde meyveler vardı. Avucuma biraz alıp saçlarımı iyice köpürttüm.

 

***

 

Leyanın verdiği sepetteki her şeyi kullanmıştım ve hepsi çok güzel kokuyordu. Ne yalan söyleyeyim iyi de gelmişti. Leyanın benim için bıraktığı bornoza kendimi sarıp banyodan çıktım. Yatağa doğru bir iki adım attığımda televizyon odasındaki leyanı ve önündeki kırmızı bavulu gördüm. Leyan kıyafetlerime ne yapıyordu öyle. Kapının eşiğinde durup kaşlarımı kaldırdım "leyan?" leyan sarı saçlarını toplamış bavulu karıştırmaya devam ediyordu. Ona seslenmemle birlikte bana bakıp gülümsedi "uzun bir duş aldın ama bence şampuanımı sevdin" şampuanı bir iki kere kullanmış olabilirdim tabi "evet şampuan güzel kokuyordu ama senin benim bavulumla ne yaptığını merak ediyorum doğrusu" leyan kırmızı bavuluma baktı "bu demode bavuluna ne yapabilirim ki?" kollarımı önümde bağladım "bilmiyorum leyan sana sormak lazım" leyan ayağa kalkıp elinde tuttuğu bir iki çamaşırı dolaba koydu "eşyaların tamamen demode bu yüzden bende evde giyilebilir bir iki eşyanı ayırdım gerisi de benimle birlikte gelicek" kaşlarımı çattım "ne demek seninle gelicek" leyan dolap kapağını kapattı "bildiğin benimle gelicek bende onları atıcam"

 

kollarımı çözdüm ve bavula ilerledim "hayır götüremezsin onların içinde simayın benim için yaptığı parçalar var" bavulun önüne oturup eşyalarımı karıştırmaya başlayıp bulamayınca kafamı kaldırıp leyana baktım "onları atmadın dimi?" Leyan benim gibi kollarını önünde bağladı "hangi kıyafetler" dolap kapağını açtı "yoksa şu moda anlayışına uyan kıyafetler mi? Kim yaptıysa tebrik ederim güzel çalışma" leyan, simayın yaptığı kıyafetleri askılığa asmıştı.

 

Derin bir nefes verdim "kusura bakma simayın yaptığı parçalar benim için önemli" leyan siyah deri koltuğa oturup bacak bacak üstüne attı "kim bu simay?" bende leyanın yanına oturdum "simay benim arkadaşım bu kıyafetleri de o dikti" leyan başını salladı "belli ki bir arkadaştan fazlası" başımı olumlu anlamda salladım "değerli" leyan kıyafetlere baktı "ama güzel yapmış, beğendim açıkçası"

 

Kıyafetlere bakıp yavaşça kafamı salladım. Ortam sessizleşince leyan huzursuzca kıpırdayıp boğazını temizledi "seni o hale sokan kimdi?" işte kaçınılmaz soru ilk leyandan gelmişti. Bakımsız tırnaklarımla oynarken bıkkınca bir nefes verdim "bu soruyu pas geçebilir miyim?" leyanın gözleri üzerimdeyken ben ona bakamıyordum "tabi.. cevap vermek zorunda değilsin" kafamı tamam dercesine salladım "ama.. bir daha kimsenin seni bu kadar üzmesine izin verme, karşındaki kim olursa olsun" kafamı kaldırıp leyana baktım.

 

Çok güçlü duruyordu. Biliyordum, herkesin hayatında illaki onu yıpratacak bir şey olurdu peki leyanda cidden olmamış mıydı yoksa ne olursa olsun dimdik durmayı biliyor muydu? Bana dedem ne olursa olsun ağlamamayı ve bu göz yaşlarını karşımdakini hastanelik edebilecek kadar sinire çevirip dövmemi öğretmişti belki de bende bu şekilde ayakta duruyordum.

 

Leyan ayağa kalkıp kollarını önünde kavuşturdu "yarın için bir planım var erken uyanmalısın" tam arkasını dönüp giderken durup bana baktı "ha bu arada abimi oldukça endişelendirdin, bir yanına gitsen iyi olur" kapıdan çıkarken bana dönmeden konuştu "çalışma odasında" çok geçmeden kapı sesi duyulunca bıkkınca nefesimi verdim.

 

Kendimi oldukça yalnız hissetmiştim bir an, tanıdık tek bir yüz dahi yoktu. Yaşadığım kasılmadan sonra selime ulaşabileceğim tek iletişim aracını da kaybetmiştim.

 

Anıl, söylediği gibi odadaki ısı sorununu arına yaptırmıştı sanırım çünkü oda eskisinden oldukça sıcaktı. Bakımsız tırnaklarımla oynamayı bırakıp üstüme kalın pijamalarımı giydikten sonra saçlarımı kurutmam gerektiğini fark edip banyoya ilerledim.

 

Leyanın banyo dolabına koyduğu kurutma makinasını alıp ayanın yanındaki prize taktım. Bir an aynadaki kendimle göz göze gelince kendimi incelemeye başladım. Islak ve belime kadar uzanan kızıl saçlarıma yıllardır makas değmemiş ve kırıklarımla beraber yaşamıştım, bembeyaz yüzüme aynı renksiz dudaklarım eşlik ediyordu. Ruhsuz gibiydim resmen. Aklıma bu gün yaşadıklarım geldikçe hem sinirleniyor hem de delirecekmiş gibi hissediyordum.

 

Gözümün önüne yine selim abim gelmişti ve telefonda konuştuklarımızı düşünce delirmek istiyordum. Onca yıldan sonra geliyordu ve yaptığı şey beni tanımadım insanların eline bırakmaktı. Daha ne kadar babama benzeyebilirdi ki, amcam oğlunun kardeşi gibi katı birine dönüşmesine nasıl izin veriyordu. Aynı evde yaşıyorlardı ve amcalarım ve halalarım babamın oğullarına bunu yapmasına nasıl izin veriyordu.

 

Bazen iyi ki diyorum, iyi ki kapı dışarı edilmişim. O evde bana miras bıraktıkları tek şey travmalarım ve psikolojik kalıntılar. Elimde bir anda ağırlaşan kurutma makinesini daha sağlam tutup saçlarımı kurutmaya başladım.

 

Şimdiye kadar hep dik durmuştum ve bu denli yıkılmamıştım, bir şekilde yaşamak zorundaydım çünkü. Ben dursam da bazen hayatın akışı hep beni yürütüyordu, yürümek zorunda olduğumu hatırlatıyordu.

 

Selim ve çiler sayesinde hep ayaktaydım ve sürekli olmasa da gülüyordum. Güçsüz duramazdım, güçsüzlük bir kadına yakışmazdı çünkü. Her ne yaşarsam yaşayayım dimdik ayaktaydım.

 

Saçlarımı kurutup taradıktan sonra banyo kapısını açıp odaya geçince kapı tıklatıldı. Kapıyı çekip odanın dış kapısına karşı durdum "evet" kapı yavaşça aralanınca içeri arın girdi "müsait misiniz eylem hanım?" ıyy kendimi bir an lisedeki suratlarında tek bir gülümseme olmayan hocalarım gibi hissedince yüzümü buruşturdum "hanımı bir daha demezsen daha iyi olucam" arın hafif gülümseyip önünü ilikledi. Gözünü fena derecede morartmıştım sanırım. Bir an arına yaptığım için üzülünce açıklama yapma isteği duydum "kusura bakma canını yaktım senin de" arın dediğimi anında anlayınca gözüne dokundu "vallaha yalan yok acıdı da sende bir yerde haklısın" mahcupça bir yüz ifadesine büründüm "ben de böyleyim işte, tanımadığım biri eğer böyle yaklaşırsa tek korunacağım yöntemim ağız burun girişmek bana da bu öğretildi" arın başını salladı "olan oldu artık orası kesinde sen biraz daha abimi geciktirirsen benim için kötü olacak"

 

Kaşlarımı hafif çattım "o niyeymiş" arın bana merdivenleri göstererek "senin gidip görmen daha doğru olur". Derin bir nefes alıp arının peşinden yürümeye başladım. Merdivenlerden inince bir koridora girmemle nefis bir koku zihnimi esir aldı. Gözlerimi kapatınca babaannemin menemeni canlandı, gözlerimi açtım. Menemendi bu evet.

 

Mutfağa girince direk görüş açıma ocağın başındaki anıl girmişti ve bizi fark etmemişti. Ocağın yanında tezgah ve tezgahın yanında dikdörtgen bir masanın etrafında bar tabureleri vardı. masaya bir servis açılmış ve kahvaltılıklar çıkarılmıştı.

 

Arın yapay bir şekilde boğazını temizledi "abi" anıl elindeki tahta kaşıkla menemeni karıştırırken kafasını dahi kaldırmadı "gelmedi dimi inatçı keçi" inatçı keçi diye bana mı demişti o ?. Arının tekrar uyarırca boğazını temizlemesiyle anıl kafasını kaldırınca göz göze gelmiştik. Kollarımı önümde bir birine bağlayınca anıl bıyık altından gülümsedi "geldin mi inatçı keçi?" tam cevap verecekken tanıdık bir köpek havlaması susmamı sağladı.

 

Tarçındı bu. Anılın arkasından çıkıp bana doğru gelince dizlerimin üstüne durup tarçının tüylerini öpüp okşadım "kızım" tarçın bir süre kuyruğunu salladıktan sonra tekrar anılın arkasında kayboldu.

 

Cidden beni anıla tercih mi etmişti. Kaşlarımı çattım "beni satıyor musun kızım, üstelik tanımadığın bir adama" bir iki adım atıp ocağın arkasına geçince tarçını haklı bulmuştum çünkü yemek yiyordu.

 

Ben buraya zorla getirilince aç kalmıştı tabi, tarçın da haklıydı.

 

Ben tarçını izlerken anıl bana döndü "tarçın yediğine göre artık sende yiyebilirsin değil mi?" ocaktan menemeni alıp masanın ortasına bıraktı. Karnımdaki süzülme bir anda eylem beni unuttun dercesine kendini belli etmişti ve açıkçası dayanacak gücüm de yoktu bu yüzden masanın yanına gittim ve arının da sandalyemi çekmesiyle başımla teşekkür edip oturdum.

 

Anılın yaptığı menemen babaanneminkine çok benziyordu ama lezzeti de öyle miydi bilmiyordum. Alının önümdeki boş ince belli bardağa çay doldurmasıyla anıla baktım. Cidden bana menemen mi yapmıştı?

 

Anıl gözlerime bir süre bakınca taşan çay bardağı ile birden kendine gelip demliği kaldırdı "aman abi ne yaptın daldın gittin" arın hemen peçeteyle masaya taşan çayları silerken anıl da bardağı önümden alıp lavaboya götürdü "vallaha çok şanslısın, abim kimseye kolay kolay menemen yapmaz" gözlerimi tekrar bardağı yenileyen anıla çevirdim. Neden yapmıyordu acaba?

 

Arın masayı silerken içeri sarp ve alp gülüşerek girdiler ve direk masada ki menemene baktılar. Anıl kapıdan içeri giren ikizleri görür görmez gözlerini kısıp işaret parmağını salladı "hayır!" neye hayır demişti?

 

İkizler birbirine bakınca yüzlerinde şeytani bir gülümseme oluştu. Neler döndüğünü gerçekten anlamamıştım.

 

Arın kollarını önüme açıp sanki siper almak ister gibi önümde durunca kafamı eğip neler olup bittiğine baktım. Anıl elindeki çay bardağını bırakıp ocağın etrafından dolaşıp ikizlerin önünde durup ikisinin de önüne kollarını barikat gibi kollarını koydu.

 

Anıl üstünü değişmiş ve beyaz bir gömlek giymişti ve şimdi sırtını bana dönünce bütün kasları gözler önüne seriliydi "bana bakın böcekler bu menemen eylemin ben size başka yaparım" alp abisinin kolunun üstünden bir bana bir menemene baktı "bence eylem o menemeni yeme konusunda yardıma ihtiyacı var ve dersin böcek" birbirlerine böcek mi diyorlardı?

 

Sarp alp'e döndü "bence de böcek" içimden bir ses olaya el atmam konusunda beni uyarıyordu. Hem anılın yaptığı menemen cidden çoktu.

 

Bu yüzden arının kolunun altından bakarken lafa daldım "bence bir yemek arkadaşı fena olmaz" anıl kafasını arkaya çevirip bana baktı "emin misin eylem bakma böcek dediğime kendileri biraz aç ayıdır da"

 

Alp ve sarp abisinin kolunu kaldırıp biri sağıma diğeri de soluma oturdu "merak etme eylemcim abimin anlattığı kadar değiliz" alp eline aldığı ekmeği menemene bandırıp üfledikten sonra dudaklarıma uzattı "yediğin en iyi menemen olduğuna iddiaya girebilirim, hadi dene" alpin elinden ekmeği alıp dişlerimin arasında çiğnemeye başlayınca gözlerimin önüne yine babaannem gelmişti.

 

Babaannem her Pazar menemen yapar ve yaparken de söylenirdi "neymiş efendim menemen soğansız olurmuş, o ne canım öyle domates kavurması ye o zaman. Menemen dediğin soğanlı olur" aynı koku, aynı görünüm ve aynı tattı. Senelerdir özlediğim tattı bu tat.

 

Nasıl babaannem gibi yapabilmişti bilmiyorum ama gözlerimin bir an dolmasına sebep olmuştu.

 

Lokmayı yuttuktan sonra nasıl olduğunu sorar gibi gözlerini bana dikmiş anıla baktım. Merakla ağzımdan çıkacak cümleyi bekliyordu ve sadece o değil ikizler ve arında beni izliyordu.

 

Dudaklarıma bir gülümseme yerleştirdim "tıpkı babaanneminki gibi.. bu tadı çok özlemişim bunu nasıl yaptın?" anılın dudakları kıvrılıp çarpıkça gülümsedi ve bana cevap vermeme seçeneğini seçti.

 

Sarp da çatalı eline alıp beyaz peynirden bir çatal alıp dudaklarıma uzattı "anıl abim bu işte bir dünya markasıdır eylem" bir sarpa baktım birde anıla. Karşımda kollarını bağlamış beni süzüyordu. Ben anılın kahve rengi gözlerini süzerken arın söze girdi "öyle kimseye de yapmaz bu menemenden" kendimi yemek yemesi için kandırılan bir çocuk gibi hissediyordum doğrusu.

 

Anılın yüzündeki gurur ifadesi onu gülümsetiyordu. Ben ise gözlerimi gözlerinden ayıramıyordum. Onlar sohbet edip şakalaşırken ben sadece yanlarında nasıl eğlendiklerine şahit olmuştum. Arın anladığım kadarıyla anıl' dan büyüktü ama anıla abi demeyi tercih ediyordu ve nedenini bilemiyordum. İkizler ise anıla oldukça düşkündü aralarındaki abi kardeş sevgisini sanki uzansam tutabilecektim. Onlar eğlenirken aklımdan geçen acaba tüm bunlar olmasa biz sinan abimle nasıl bir kardeş olurduk düşüncesi çıkmıyordu.

 

Benim için o konakta sadece sinan abim ve oğuz yoktu. Benim de ikiz kuzenlerim vardı onlar da ferhaman ve serhandı. Birde ben evden giderken daha beş yaşlarında olan seda vardı. Annem beni dövse de, babam yüzüme bakmasa bile güzel bir ilişkimiz olabilirdi diye düşünmeden edemiyordum. Kuzenlerimle aramda çok fazla yaş aralığı olmadığı için anlaşabiliyorduk ama şimdi her şeyi kuvvetli bir deprem yıkmış gibiydi.

 

Masadan yavaş yavaş ayrılan ikizler ve arından sonra anılla baş başa kalmıştık. Tabi ki odama çıkabilirdim ama anıl konuşmak istediğini söylemişti. Başka birinin kollarında kriz geçirmemi gururuma yediremiyordum ve açıkçası biraz da utanıyordum. Ben düşemezdim.

 

Anıl kollarını masaya yaslayıp bana gözlerini dikti ve bende sanki hiçbir şey olmamış gibi gözlerine baktım. Anıl toplanıp temizlenen masanın üzerindeki örtüyle oynuyordu "sana ne olduğunu sormayacağım" tek kaşımı hızla kaldırıp indirdim "senin yerinde bir başkası olsa ardı ardına soru sorardı, senin farkın ne peki?" anıl hafiften gülümsedi "çünkü seni az da olsa anladım. Kırılmamaya, bükülmemeye çalışıyorsun ve bunun bir başkasının yanında olmasını istemezsin. Sinan seni bana burnu düşse yerden almayacağını söyledi doğru mu?" kaşlarımı çattım "sinan benim hakkımda ne biliyormuş ki böyle bir yorum yapmış?" anıl arkasına yaslandı "bence pek de yalmış görünmüyor"

 

Sinir kat sayım çoktan artmaya başlamıştı bile "sen beni ne kadar tanıyorsun ki?" anıl dudaklarını büktü "tanımıyorum bu sadece bir düşünce" oturduğum yerden kalktım "düşüncelerini kendine sakla anıl giray" tam arkamı dönmüşken anıl tekrar konuştu "kim olursa olsun.. senin için ne ifade ederse etsin sana böyle davranmasına izin verme. Özellikle bir erkeğin asla" tekrar anıla döndüm "sana bu sefer tokat değil yumruğu yedirmeliydim o zaman doğru mu?" anıl cevap vermeyince anılın arkasında usluca yatan tarçına aramızdaki hadi gidiyoruz anlamına gelen ellerimi iki kere çarpınca tarçın hemen bacaklarıma dolanıp gitmeye hazır olduğunu bana kanıtladı. Anıla arkamı dönüp mutfaktan çıktım.

 

İnsanoğlu işte hep neyin ne olduğunu anlamdan önyargıda bulunan acımasızca düşüncelerini beyan eden bir varlık. Neler çektiğine dair hiçbir fikirleri yoktur ama yine de yargıda bulunurlar. Oysa bir kere olsun yargılamasalar dünya daha farklı olabilirdi.

 

Soğuk çarşafların altına girip ısınmaya çalışırken tarçın da hemen yanımdaydı. Anıl benim için burnu düşse almaz derken ben ise kardeş bağlarını düşünmüştüm. Şaşırmıştım doğrusu, sinan abimin laflarına mı inanmıştı anıl.

 

Çok geçmeden göz kapaklarıma oturan uykuya itiraz etmeden sabahına peşinden gelebilecek acıyla da olsa kabul ettim. Acı kardeşimin elimdeki yeşil kamyonetine son kez bakıp özür dilememdi, acı doğum günü gecemdi, acı annemin küçücük yanaklarıma vurduğu yanaklarımı iki gün kızartan tokadıydı. Çok fazla rüya görmesem de sabaha karşı gördüğüm dumanlar ve yangınlar arasındaki evimin içinde kardeşimi arama çabam tekrar tekrar bana eziyet ediyordu. Çoğu zaman boğuluyormuş hissiyatı uykumdan uyandırıyor bazen de acıyı sonuna kadar çekip annemin tokadıyla uyanıyordum. Yabancısı olduğum bu evde tekrar sinir krizi geçirmemek için elimden geleni yapmalıydım.

 

***

 

sabah tiz bir çığlıkla gözlerimi açtım. Kimden geliyordu bu ses? Tekrar çığlık sesi yükseldiğinde üzerimden yorganı kaldırıp odadan çıktım ve konuşma seslerinin geldiği odaya ilerledim "ya gerizekalı bu palet ne kadar biliyor musun?" odaya girince sarp elindeki telefonla banyodaki artık her kimse onları videoya alıyordu. Yavaş adımlarla sarpın yanına gidip telefona baktığımda leyanı ve alp'i çektiğini gördüm. Lavaboda da bir sürü makyaj malzemesi aynada da kırmızı rujla bir yazı yazıyordu "rujun senden çok aynaya daha çok yakıştı çakma psikolog" içimden gelen gülme isteğini bastırıp sarp'a döndüm "siz mi yaptınız yoksa?" sarp bana dönüp boşta olan ellerini gösterdi "ellerimiz yanlışlıkla yaptı biz yapmadık" leyan birden tiz çığılıklarından birini atınca kulaklarımı ellerimler kapattım "birde ben değil ellerim yaptı diyor ya çıldırıcam" koşarak içeri giren anıl'la ilk bakışlarımız birbirine değdi daha sonra leyana baktı "neler oluyor sabah sabah niye bağırıyorsun leyan?"

 

leyan ağlamaklı ifadesiyle anıla baktı "ya abi ya baksana makyaj malzemlerime ne yapmışlar bu gerizekalılar" anılın bakışları lavaboyu bulduğunda gülmemek için kendini zor tutup ikizlere döndü "ne bu hal lan çocuk musunuz siz?" alp ellerini göğsünde birleştirip çocuk gibi sağ ayağını yere vurdu "ingilteredeyken o da bizi sabah bir kova soğuk suyla uyandırdı intikam almasa mıydık abi?" sarpa elini uzatınca sarp aynen anlamında elini çarpıp kendilerini savundular.

 

Anıl göz pınarlarını ovuşturup bıkkınca nefesini verdi "çağırmasamıydım acaba sizi?" alp kapıyı gösterdi "istemiyorsan gidebiliriz yani anıl bey" anıl da kapıyı gösterdi "git oğlum, İngiltere de borçlar seni bekliyor" alp'le sarp birbirine bakıp aynı anda "mantıklı" deyince leyan tekrar olduğu yerde tepinip çığlık attı "ya benim burada makyaj malzemelerim gitmiş siz hala borç diyorsunuz" alp leyana dönüp ablasını kolunun altına aldı "öyle deme abla bak lavabonunda güzelleşmeye ihtiyacı vardı hem kırmızı ruj ona daha çok yakıştı" leyan bir anda alp'e vurmaya başlayınca sarp bir adım geri gidip çekmeye devam etti.

 

Alp leyanın elinden zar zor kurtulunca leyan bu sefer sarpa dönüp "gel buraya gel, seni sinsi şeytan kurtulabileceğini mi sandın" leyan banyodan çıkıp sarpa gidecekken sarp bana çarpıp dengemi kaybetmemi sağlamıştı. Ayaklarım birbirine dolanınca ağzım açık kalmıştı. Bir el iki kolumdan tutup düşmemi engelleyince kafamı kaldırıp tutana baktı. Anılın simsiyah gözleriyle karşılaştım. Kokusu yine burnuma dolunca başım kısa süreliğine dönmüştü. Ayaklarım yere sağlam basınca anılın kadifemsi sesi leyanın çığlıklarını bastırdı "iyi misin?" sadece kafamı sallayabilmiştim. Anıl bir süre yüzümü süzünce tekrar leyanın çığlıkları kulaklarımı kapatmama neden olmuştu.

 

Anıl'la aynı anda kafamızı leyana çevirdiğimizde sarpın leyanı tutmaya çalıştığını ama sarpın başarısız olup hala alp'i dövdüğünü görmüştük. Anıl büyük adımlarla koridora çıkıp alp'i arkasına alınca bende sarpın leyanı tutmasına yarımcı oldum "senin o borçlarının üstüne şimdi o heba ettiğin makyaj malzemelerinin en pahalısından aldırayım da sende ömrün boyunca babamın şirketinde çalışmak zorunda kal" alp abisinin omuzundan kafasını uzatıp ablasına el hareketi çekti "kartlarımı bulursan yaparsın" ağzım açık kalınca gülmemi bastırıp öne doğru atılan leyanı karnından tuttum.

 

Leyan sanki uzansa yakalayabilecekmiş gibi kollarını öne uzatınca anıla baktım. Anıl ise bakışlarıyla kapısı açık olan leyanın odasını gösterince onu onaylayıp leyanı odaya çekmeye çalıştım.

 

Sarpında yardımıyla leyanı odaya atıp kapıyı hemen kilitleyip anahtarı yuvasından çıkardım "tamam anahtar bende çıkamazsın" leyan bu sefer kapıya tekmelerini yağdırınca tekrar karnından tutup yatağa kadar sürükleyip yatağa oturttum "ne inat varmış sende be kızım ya" kendimi leyanın yanına atıp nabzımı kontrol etmeye çalıştım. Leyan dağılan saçını yine eksilmeyen siniriyle düzeltemeye çalıştı "beyni yok bu çocuğun resmen ya ne diye makyaj malzemelerime musallat oluyor anlamıyorum ki?" evet leyan bir bakıma haklıydı aslında ama bir yandan da komikti doğrusu.

 

Hızlı nefes alış verişlerim yavaş yavaş kendine gelirken kapı tıklatıldı. Leyanla aynı anda kalkıp kapıya giderken o banyoya girdi, sanırım hasarın ne boyutta olduğuna bakmak istemişti. Elimdeki anahtarla kapıyı açınca anıl' la göz göze geldim. Bir iki saniye bakışmanın ardından ilk konuşan anıl oldu "nerede?" leyanı kast etmişti "banyoda sanırım hasara bakıyor" anıl yanımdan geçip bayoya girince bende peşinden gidip içeri girmeden kapının eşiğinden onlara baktım.

 

Leyan çöp torbasına artık kullanılmayacak olan malzemeleri bir kenara ayırırken üç beş tane kurtulanı da kenara ayırmıştı. Anıl kardeşinin omuzuna kolunu atıp saçlarını öptü "üzülme abicim alt tarafı makyaj malzemesi" leyan lavaboda olan bakışlarını abisine yöneltti "sana göre alt tarafı ama bu malzemeleri ben ilk maaşımla almıştım. Kendi kazandığım parayla yani" anıl yumuşattığı sesiyle leyana moral verir gibi "olsun abicim ben varım burada, dert ettiğin şeye bak. Benim bir şirketim olduğunu unutuyorsun herhalde" anılın şirketi mi varmış. Biraz olsun şaşırmıştım doğrusu.

 

Leyan abisinin omuzuna başını koyunca anıl yine saçlarını öpüp omuzunu okşadı. Kendimi birden orada bir fazlalık gibi hissetmiştim ve biraz da olsun abi kardeş ilişkileri canımı yakmıştı. Banyonun kapısından çıkıp leyanın odasındaki duvarına sırtımı yaslayıp ayaklarımı kendime çektim.

 

Sanırım hep böyle olacaktı, ben burada ne kadar kalırsam o kadar leyanın ve anılın abi kardeş ilişkisi canımı yakacaktı. Gitmek istiyordum hem de hemen.Bir şeyler yapmalıydım ama ne yapmalıydım bilmiyorum.

 

Çok geçmeden anıl ve leyan önümde durunca kafamı kaldırıp ikisine baktım. Leyan gözlerimi süzdükten sonra abisine döndü "abi ben diyorum ki alışverişe çıkalım hem eylem bana yardım ederse daha çabuk karar veririm" anıl kafasını iki yana salladı "imkanı yok.. eylemini tehlikeye atamam" leyan sarı saçlarını savurup abisinin elini tuttu "nolur abi hem eylemin de dolabında büyük eksikler var" kaşlarımı kaldırdım "yo benim dola-" leyan imalı gözlerle bana dönünce sustum.

 

Ne yapmaya çalıştığını gram anlamamıştım ama anıl biraz olsun haklı olabilirdi. Leyan abisine şirinliğini kullanarak yalvarırken bende leyana anlamayan gözlerle bakıyordum. Anıl leyana uzun uzun baktıktan sonra bakışlarını bana yöneltti.

 

Kalbimde anlamsız bir kıpırtı hissetmiştim ama neden olmuştu? Dışarı çıkabilme ihtimalim olabilir miydi? Leyan tekrar abisine yalvarınca anıl bıkkınca nefesini verdi "iyi peki tamam çek şu şirine bakışlarını üzerimden" leyan mutlulukla ellerini çırpıp abisine sarılınca yine aklıma sinan abim gelmişti. Yüzüm düştü, gözlerime hüzün çöktü ve kalbimdeki bıçaklardan sinan abime ait olan bıçak daha da içeri battı.

 

Yere kilitli bakışlarımı leyanın sesiyle bozdum "dimi eylem" ne dediğini bilmeyerek başımı salladım. Anıl'ın bakışları üzerimdeydi "tamam o halde hazırlanın eylem hazırlandıktan sonra odama gelir misin?" birden gözlerimi gözlerine çevirdim "neden?" anıl leyana döndü "eylemi odama getirirsin" leyan abisini onaylayınca anıl odadan çıktı.

 

Bakışlarımı bu sefer leyana çevirdim "neydi şimdi bu benim alışverişe gelmek istediğimi de nerden çıkardın?" leyan dolabına yöneldi "tek alışveriş yapmayı sevmiyorum hem bana yardımcı olursun hem de sana birşeyler bakarız" kaşlarımı çattım "gelmeyeceğim ben siz gidin" leyan bana döndü "böyle bir şansın yok geliceksin" bana yaklaştı "kalk bakalım şu dolabına göz atalım" ayağa kalktım "ciddiyim ben gelmek istemiyorum" leyan kapıyı gösterdi "yürü eylem" nefesimi yavaşça verdim "ben gelmek istemiyorum" eğer gitmezsem belki evden kaçabilirdim.

 

Leyan bu sefer ciddiye alıp elini omuzuma koydu "bak eylem hayatımda ilk defa ikizlerle yada abimle alışverişe çıkmak yerine bir kızla çıkma şansı buldum. Lütfen bir kere olsun gelemez misin?" aklıma kırk türlü soru gelmişti, hiç mi kız arkadaşı yoktu bu kızın.

 

Bir sürü soru sormak istedim ama içimdeki sor isyanlarını bastırdım. Leyan' da sinan abimin enerjisini alıyordum nedense, tuhaf bir sıcaklığı vardı doğrusu. Leyan gözlerime şirinliğiyle bakarken başımı salladım "peki tamam" leyan kolunu omuzuma atıp odaya doğruyu beni yürütmeye başladı. Tuhaf biriydi ama şikayet etmek istemiyordu insan.

 

Leyan beni koltuğa oturtup kıyafetlerimi karıştırmaya başladı "leyan ne giyeceğime ben karar verebilirim" leyan bana dönmeden konuştu "hayır ben seçmek istiyorum". Bıkkınca nefesimi verdim. Leyanın uzun süren azıcık kıyafetimin arasından siyah kotum ve beyaz boğazlı bir kazak elime tutuşturup üstüme de deri ceketimi giymem için ceketi bana doğru fırlattı. Tabi şöyle bir sorun vardı ki benim ayakkabılarım çöpteydi.

 

Leyan omuzuma dokunup önümden yürüdü "odama gel" bir şey demeden onu takip ettim. Leyan bir dolap kapağı açıp uzunca bakındıktan sonra ayaklarımın önüne siyah spor ayakkabı bıraktı "ben çok spor ayakkabı giymem ama şanslısın" bakışlarımı ayakkabılardan çekip leyana baktım "nerden biliyorsun ayakkabımın olmadığını?" leyan kollarını önümde birleştirdi "ayakkabıları giy doğru abimin yanına" nefesimi verdim ikimizden başka kimse yoktu ki anıl söylemiştir eminim.

 

Ayağıma tam olan ayakkabıları giyip ağır adımlarla anılın odasının aralık kapısından içeri girdim. Anıl masasının önünde elindeki bir şeyle uğraşıyordu "ne o elindeki?" anıl bana dönünce elindeki telefonumu gördüm "benim telefonum mu o?" anıl bir iki adımda yanıma gelip önümde durdu.

 

Aramızdaki boy farkı cidden vardı ama ben kısa değildim anıl uzundu tabiki. Anıl üzerini değişmiş ve yine takım elbiselerini giymişti. Kumral saçlarını hafifçe anlına düşüyordu "neden çağırmıştın?" anıl bir bana bir telefona bakıyordu "geçen seferki gibi olsun istemiyorum kimsenin dışarı çıkacağımızdan haberi olmasın ve sessizce gidip gelelim ama her duruma karşı önlem almak istedim o yüzden". Telefonumu uzattı "telefonuna seni her zaman takip edebilmek için sarp bir şey yaptı ben pek anlamam ve bizden ailenden ve arkadaşlarından başka biri seni aradığında direk bana bildirim gelicek" anıl gerçekten ciddiye alıyordu bu durumu sanırım.

 

Telefonumu alıp arka cebime koydum "peki" anıl gözlerimi süzdü "eve geldiğimizde senden geri alıcam fazla heveslenme" kötü bakışlarımı anıla atarken konuşmaya başlayacakken anıl susturdu "bekle şunları da veriyim sonra konuşursun" masasına yönelip karıştırdıktan sonra tekrar önümde durdu "ben size hemen katılamıycam şirkete geçmem gerek ama sarp ve arın sizinle gelicek ama eğer bir şey olursa diye normalde bunu sana bir daha vermeyi düşünmüyordum ta ki dün geceye kadar.

 

Bu sefer elindeki kırmızı saplı çakımı uzatınca gözlerimi kocaman açtım "bu sende miydi?" anılın elinden çakımı alıp sanki bir şey olmuş gibi iyice süzdüm. Anıl ellerini cebine koydu "ihtiyacın olduğunda kullanmakta çekinme" yüzümdeki şeytan gülümsememle anıla baktım "merak etme ben onun nerde kullanılması gerektiğini biliyorum ve inan bana ilk kullanışım olmayacak" anıl gülümsedi "ona ne şüphe" hiçbir şey demeden odadan çıktım.

 

Anılın da dediği gibi anıl bizimle gelmemiş onun yerine arın ve sarp ve iki adam daha gelmişti. Leyan kahverengi kalın bir etek giyip benim aklime yünlü bir beyaz kazak giydi. Sarı saçları ve tilki gibi bakışlarıyla çok güzel gözüküyordu doğrusu.

 

Leyan arın ve sarpla arabaların önünde konuşurken ben elimdeki çakıyı ceketimin iç cebine koyup yanlarına girdim "avmye gitmeyelim" leyan kaşlarını kaldırdı "çünkü üstümde çakı var ve çakımı avmdeki güvenliklere kaptırmak istemiyorum" arın baş parmağıyla beni gösterdi "çok haklı". Çok geçmeden arabalara binip leyanın söylediği mağazanın önünde durduk. Leyan kapıyı açınca içimdeki sesi dile getirdim "şimdiden sıkılmaya başladım"

 

Neredeyse akşam olmuştu ve hava saat ilerledikçe soğukluğunu daha çok hissettiriyordu. Leyan hemen hemen her mağazaya girmiş ve hem kendine hem de bana gereğinden fazla şey almıştı. Bıkkınca nefesimi verip leyana döndüm "hadi artık leyan saatlerdir ayaktayız seni bilmem ama ben cidden yoruldum" leyan önündeki tuşara bir kez daha şifre girdi "abimin şifresini hatırlamıyorum, neydi bu kartın şifresi" ciğerlerimdeki son oksijene kadar nefesimi verdim "anılı aramamı ister misin?" leyan olur dercesine kafasını sallayınca cebimden telefonu çıkarıp anılı aradım. Bir iki çalışta hemen açtı "bir şey mi oldu?" elimi belime koyup hemen telaşlanması dudaklarımda haylaz bir gülümseme yarattı "yok leyan kartının şifresini unutmuş da" telefonu leyanın kulağına tutup ısınan yanaklarımı belli etmemeye çalıştım.

 

Leyan birden keyiflendi "al kulağımdan abim seninle konuşucakmış" gözlerim büyüyünce telefonu kulağıma götürdüm ve anılın sesini duydum "nerdesiniz?" elimi bu sefer enseme koydum "en yakınlarında bir yer sen daha iyi bilirsin" anılın sesi tekrar kulaklarıma doldu "anladım.. yediniz mi bir şeyler eminim leyan izin vermemiştir" kardeşini çok iyi tanıyordu "nerden bildin" anılın sesinden güldüğünü anladım "leyan küçükken de böyleydi" sanki görebilecekmiş gibi başımı salladım "anladım" anıl tekrar söze girdi "ben gelir leyanın elinden kurtarırım şimdi seni yakınlardayım" onu onaylayıp telefonu kapattım.

 

Leyan tekrar reyonlara yönelince gözlerimi devirip mağazadan dışarı çıktım. Serin hava dövercesine beni üşütürken aldırmayıp bankların yanına gidip oturup gökyüzüne bakmaya başladım. Leyan mağazanın içinde gözükmüyordu bile arın ve sarp arabaya torbaları bırakmaya gitmişti diğer iki adamda sanırım çay molasındaydı.

 

Arkamdaki çalılıkların arasından bir ses gelince arka tarafa kulak kabarttım "buldum onu o kızıl saçları nerde görsem tanırım" birden gözlerimi kocaman açtım. Benden bahsediyor olamazdı değil mi? "çok geçmeden paketleyip sana getiririm" sakin kalarak cebimdeki telefonu elime alıp son arananlardan hızla anılı aradım ve cebime koydum. Çakıyı kolumun altına alıp sıkıştırdım.

 

Tahmin ettiğim gibi arkamdaki adam önümde durdu "eylem aktaş" cebim titriyordu, sanırım anıl konuşuyordu. Bacak bacak üstüne attığım duruşumla rahat bir tavır takınmıştım. Adam şeytani bakışlarıyla beni süzerken ben adama bir tarafı kıvrılan dudaklarımla karşılık veriyordum.

Loading...
0%