@bukettdem
|
Boşlukta dönüyordum... Ucu bucağı görünmeyen bir kuyuda düşüşteydim ne yere çakılıyordum ne de kurtaranım vardı. Aksine sanki herşey o çukurda daha hızlı savrulmamı sağlıyordu. Sol elim boğazımda nefes alış verişimi ve sinirimi kontrol etmeye çalışıyordum. Gözlerim sımsıkı kapalı kendimi olacaklara hazırlıyordum sanki.
Kapı açılınca pencerenin de açık olmasıyla rüzgar odayı talan edip kapıdaki her kimse parfüm kokusunu burnuma getirdi. Aynı ferah koku bu anıl olmalıydı. Gözlerimi açıp kapıya baktım "gitti mi?" Anıl içeri yavaş adımlarla girip yanıma gelip oturdu "merak etme gitti" derin bir nefes verdim. Sinan abim herşeyden sanki bildirim alıyo gibi haberdar olamazdı elbette anıl yada aziz söylüyordu ama bir kaç gündür azizi pek göremiyorum bu da okları anıla yönlendiriyordu.
Kaşlarımı çatıp anıla baktım "siz böyle her bişe olduğunda sinan abime haber mi vericeksiniz?" Bu sefer nefes verme sırası ondaydı "özür dilerim ama bunu ben yapmazsam babam zaten yapıcak ama benden duyması daha iyi" ellerimi iki yana açtım "sebep" anıl'ın kahve rengi gözlerinde endişe vardı "çünkü sinan seni bana emanet etti" yüzümdeki sinir gülmeye ve sonra kahkahaya döndü "ney ney" tekrar gülmeye başladım "peki şimdiye kadar kime emanet etmiş" ellerimi yüzüme kapatıp gülmeye devam ettim.
Anıl ayağa kalkıp üstünü düzeltti "beş dakika sonra hazırlanıp arabanın yanına gelmiş ol" başımı kaldırıp ona sebep dercesine baktım ama o hiç oralı olmadan odadan çıktı. Ellerimi saçlarımdan geçirdim bu kadar gizemli olmak zorunda mı?.
Yerimde biraz debelendikten sonra sonunda ayağa kalkıp kış soğuğuna yenilmemek adına üzerime daha kalın giysiler giydim. Hala bir mont sahibi değildim ama kalın sweatimin üzerine deri ceketimi giydim. Kırmızı kapüşonumla kızıl saçlarımı kapatıp odadan ağır adımlarla çıkıp anılın siyah jeepinin yanına gittim. Arabasının lastiği patladıktan sonra arabaya ne olmuştu bilmiyorum ama onun yerine Mercedes siyah bir jeep gelmişti. Hava düşündüğümden daha beter zehir gibi bir soğuk vardı bu kış montsuz nasıl geçecekti bilmiyorum ama leyanla çıktığımız alışveriş işe yaramıştı, ödemeleri her ne kadar kabul etmesem de leyan babasının kartı olduğunu ne istersek yapabileceğimizi söylemişti ve tabii ki öylece kabul edemezdim çıktığım ilk maçta bunları ödeyecektim.
Leyan sayesinde şık ve tam benim tarzımda siyah botlara sahiptim. Çok geçmeden anıl gelince arabaya binmemi işaret etti. Anıl bugün spor giyinmişti diğer günler şirkete gittiği için daha resmi giyiniyordu ama bugün daha rahat giyinmişti, siyah kot pantalonu ve kalın boğazlı kazığının üzerine siyah kabanını giymişti. O direksiyonu tek eliyle zorlanmadan çevirirken aklıma en son ne zaman araba sürdüğüm takılmıştı. Sahi en son arabayı selimden zorla alıp sürmüştüm çünkü selim bey arabayı kötü kullandığımı ve sürekli bozduğumu iddia ediyordu ama arabası benimleyken gayet iyiydi.
Ben dalıp gitmişken anıl beni daldığım yerden çıkardı "ne o araba kullanmam seni hipnoz mu etti?" yarım gülümsedim "yo en son ne zaman araba kullandığım aklıma geldi de" anıl başını salladı "o zaman burayı seveceksin" kaşlarımı çattım "nereyi?" anıl dudaklarının üzerine baş parmağını koyup bana susmamı söyledi ve hopörlerde çalan şarkıyı daha da açtı queen- we will rock you kendimi bu müziğin ritimlerine bıraktım zaten en fazla nereye götürebilirdi ki
...
Anıl çıldırmıştı.. ellerimi kızıl saçlarıma geçirip ortama boydan boya baktım. Burası soğuğa rağmen insanların tıka basa dolduğu kocaman bir yarış pistiydi. Anıl beni yarış pistine getirmişti ne olur rüya olmasın ne olur rüya olmasın. Ağzım beş karış açık anıla döndüm "sakın bana bunun rüya olduğunu söyleme" anılın elleri kabanında iki yana açtı "anın tadını çıkar" tekrar dönüp yarış pistine baktım. Çocukluğumdan beri araba ve hız hastasıydım ve bir gün kendi arabamın hayalini kurardım.
Hız tutkunları yerlerini alırken pistte arabaların son kontrolleri yapılıyordu tribünde herkes tuttuğu adamın arabasıyla pankartını açmış tezahürat yapıyordu. Hevesle anıla döndüm "kime iddiaya giriceksin" anıl gülümsedi ve beni yanına çağırdı. Elini omuzuma atıp eliyle siyah bir araba gösterdi "şu siyah arabanın lakabı akrep ve pek de iyi olduğu söylenemez" dönüp anıla baktım o da benim gibi halinden memnundu "şu lacivert arabayı görüyor musun?" lacivert ve üzerinde sarı yıldızlar olan bir ferrariydi "evet" anıl bana baktı "çok hileli yarışır ama işinde de iyidir adı da sky" gözlerimi devirdim "senin favorin hangisi? Onu soruyorum bunların hepsini anlatmaya kalkarsan yarış çoktan biter" anıl gülümseyip bana baktı "mq queen" gözlerimi büyüttüm "adı bu mu?" anıl başını salladı ve parmağıyla kıpkırmızı ve etiketleri olan cidden mq queene benzeyen bir arabayı gösterdi "kendi benzediği kadar kazandığı yarışlar oldukça fazla" hayretler içeriside mq queen'ebakıyordum cidden böyle bir araba yapmışlar mıydı?
Yarış için oldukça heyecanlıydım ve heyecanım yüzüme yansıyor çünkü sürekli sırıtıyor ve hayretle her yere bakıyordum. Anıl'la kendimize cola ve atıştırmalık alıp anılın locadan ayırttığı iki kişilik koltuğa yerleştik. Hoparlörden sürekli rock müzik çalıyor hem tribün hemde yarışmacılar iyice havaya giriyordu. Anıl patlamış mısırı kemirirken ben çoktan colamın yarısına gelmiştim. Hayranlıkla bir tribüne bir arabalara bir piste bakıyordum bu halim anılın hoşuna gitmiş olucak ki güldü "cidden seveceğini düşünmemiştim ama şu haline bak" arkama yaslanıp loca koltuğunun rahat koltuğunun tadını çıkardım "sevmek ne kelime bu tarz şeylere bayılırım" anıl patlamış mısırdan bir tane alıp dişlerinin arasında çiğnemeye başladı "neymiş senin tarzın?" pipeti dudaklarımdan çekip piste döndüm "yarışlar, arabalar, hız, heyecan vurdulu kırdılı biraz" anıl gözündeki güneş gözlüğüyle bana bakıyordu "cidden dövüşüyor musun?" bu sefer bende ona döndüm "neden sorguladın dövüşemez miyim?" anıl başını kısa bir an yana yatırdı "tabiki dövüşürsün de sadece doğrulamak istedim" bakışlarımı tekrar piste çevirdim "o zaman bir gün boks maçıma beklerim" anıl tekrar bir soru yöneltti "iddia üzerine mi?" başımı evet dercesine salladım "zamanında en kolay ve hızlı iddia üzerinden para kazanmaya başlayınca diğer işlere pek bakmadım maç olduğunda çıkıyorum çoğunlukla" bu sıralar antrenman pek yapamıyordum ve bu açığı acilen kapatmam gerekiyordu.
Arabaların son kontrolleri yapılmış pilotlar yerlerine geçmişti bile. İşaret bayrağı komut vermesi için herkes nefesini tutmuştu ve ben de açıkçası bu ruhu iliklerime kadar yaşamak istiyordum. Bayrak iner inmez bütün arabalar büyük bir motor sesinin cırlamasıyla yerlerinden hareketlenip birbirlerini duman altında bırakmışlardı. Ve eminim ki en arkada kalanın görüşü bir süre olmayacaktı.
Tribün için büyük bir ekran pistin tam ortasındaydı ve bende mq queen'i yakından takip ediyordum. Pipet karton cola şişemin içinde bittiğine dair bir ses çıkarırken hala sanki biraz daha çekersem gelicekmiş gibi içime çekiyordum. Birden dudaklarımın arasından kola şişesi ayrılınca kolamı alan anıla döndüm. Anıl kendi colasının pipetini çıkarıp benimkini taktıktan sonra cola kutusunu tekrar bana uzattı. Gülümseyip aldıktan sonra colayı içmeye devam ettim.
Mq queen ilk sırayı kimseye kaptırmadan ilerliyordu fakat hemen arkasında sky ve birkaç araba vardı. Tabii ki mq queen taraftarıydım çünkü o mq queen'di.
En önde mq ve arkasındaki sky arasında büyük bi yarış vardı. Sky ne kadar denerse denesin mq queen'i geçemiyor ve sürtüşmeye neden oluyordu. Arada sky' ı geçeme çalışan başka bir arabada olaya dahil olmaya çalışıyor ama sky hem yerini kaptırmayıp hemde mq'i geçmeye çalışıyordu.
Aklıma takılan soru ile anıl' a dönmemle zaten bana bakan yüzünü gördüm. O da afallamış olacak ki yerinde kıpırdanıp boğazını temizledi bende sanki fark etmemiş gibi soruyu yapıştırdım "sen bu biletleri nereden buldun?" Anıl elindeki patlamış mısır kovasını çoktan yok etmiş elleri cebindeydi "amcamın bu pist, kendisi yurt dışında ilşevini de bir süre ben ele aldım" kaşlarımı kaldırdım "vay be ne amcalar var" soğuktan kızarmaya başlayan ellerimi fark edip anılın da verdiği bitmiş cola kutusunu koltuğun yanına koyup ellerimi cebime koydum "amcam babam gibi değildir çocukları olmasa da bize gözü gibi bakar" dudaklarımı vaay beeh der gibi büktüm. Benim amcalarım da babam beni odunluğa kilitlerken kahvelerini yudumlayacak kadar kötülerdi. Hayat cidden adil değildi hemde hiç.
Bu sefer anıl sordu "neden öyle bi ifadeye büründün?" Koltukta kendimi aşağı çekip ona döndüm "benim de amcam var ama inan umurlarında değilim" yüzümdeki dalga geçer ifadeyle ben bunları söylerken anıl pür dikkat yüzümü inceliyordu ve bu güneş gözlüğü takmasına rağmen belli oluyordu. Sanki beni anlıyormuş gibiydi, yüzünde öyle bir ifade vardı ki ben söylemesem de o birçok şeyi biliyor gibiydi.
Bir süre gözlerime baktıktan sonra bakışlarını yere çevirdi "sana birşey söylemem gerek" o bana bakmasa da ben anıla ısrarla bakmaya devam ediyordum. Anıl kafasını kaldırıp tekrar bana baktı "sinan bir süre burada...dönmeyecek" beynim uyuşmuştu sanki "neden?" Anıl gözlüğünü çıkarıp cebine koydu "bilmiyorum ama seninle görüşmesine izin vermeyeceğim merak etme" bakışlarımı ayaklarıma çevirdim "başka kimse yok değil mi..sadece sinan" anıl olumlu şekilde başını salladı "sadece sinan" bende başımı salladım "acıktın mı?" Anıl bana gülümseyen gözleriyle bakıyordu kahve rengi gözlerinde yine bir ışıltı belirdi ve bende gülümsedim "evet biraz" şimdi aklıma geliyordu, simayın getirdiği çorbadan yememiştim ama açlığımı şimdi hissediyordum.
Anıl yerinden kalkıp merdivenleri çıkmaya başlayınca bende arkasından baktım ama çok geçmeden ortadan kayboldu. Kafama takmak istemiyordum, madem anıl görmeyeceğimi söylemişti görmezdim.
Bacaklarımdaki tutulmalar yavaş yavaş gidiyordu ama formdan düşmüştüm. Hemen spor yapmaya ve antrenmanlarıma devam etmem gerekiyordu. Tabi beni dışarı bırakmaları düşündürürdü ama yine de şansımı deneyip anıl' la konuşacaktım.
Çok geçmeden anıl elinde iki tane sandviç'le geldi ve bir tanesini bana uzatırken yerine kuruldu. Sandviçleri yedikten sonra yarışın bitmesine son 1 tur kalmıştı çok çekişmeli geçiyordu ve en önde mq queen vardı. Mq queen bu turuda önde bitirdiketen sonra son tura girdiler. Sky hala mq queen'i sıkıştırıyordu ama asla pes etmeyen mq öndeydi bir çok araba ya pes etmiş yada kaza yapıp yarışmadan çekilmişti
Ben son tura dalmışken anılın telefon zil sesini duyup ona döndüm. Telefonu kulağına götürüp karşı tarafı dinledi ve yüzünde kızdığı anlaşılan bir ifade belirdi "alt tarafı bir günüm güzel geçsin istedim şu olana bak" derince nefesini verdi "tamam geliyorum" nereye gidiyordu ki?. Anıl ayağa kalkınca bütün tribün ayağa kalkmış ve şimşek mq queen kazanmıştı. Anıl'la birlikte bende ayağa kalktım "birşey mi oldu?" Anıl yüzümü süzüp kaşlarını çattı "yanakların kıpkırmızı olmuş üşüdün mü sen?" Ellerimi yanaklarıma götürdüm ama ellerim bile soğuk olduğu için birşey anlayamadım "neyse şirkete gitmemiz lazım biraz benimle sıkılıcaksın ama uzun sürmez kısa bir toplantı" başımı tamam anlamında salladım ve anılın peşinden arkamızda pisti bırakarak oradan ayrıldık.
Uzun süren şirkete varma çabamız dan sonra nihayet varmıştık. Arabada ağzımı dahi açmamıştım çünkü hareket etmedikçe giderek üşümüştüm bu da sessizleşmeme neden olmuştu. Kırmızı kapüşonumu saçlarıma örtüp arabadan indim. Otomatik kapıdan girer girmez bizi karşılayan saçları sıkıca toplanmış bir kadın anıl'ın yanına gelip selam verdi "hoşgeldiniz anıl bey toplantı için sizi bekliyorlar kürşat bey oyalamaya çalıştı ama ısrarla sizi görmek istediklerini söylediler" anıl hiç birşey demedi ve asansörün öne gelip düğmeye bastı.
Sekreter olduğunu anladığım kadın bana yan gözle bakıyor ve elindeki tablette birşeyler yazıyordu. Gözlerimi kadından alıp etrafa bakındım. Resepsiyonun arkasında büyük harflerle shiny stone yazıyordu ve duvarlarda mücevher fotoğrafları vardı. Ne yani anıl'ın mücevher markası mı vardı? Defalarca kez içimden yok artık diyordum. Neden bilmiyorum ama aşırı şaşırmıştım.
Kapüşonumu saçlarımdan atıp etrafımda döndüm. Yakutlar, zümrütler ve daha adını bilmediğim taşlardan mücevlerler vardı.
En üst kata çıktıktan sonra tekrar anılın peşine takıldım. Bir odanın kapısına gelince durduk ve anıl'ın şifreyi girmesini bekledim kapının üstünde hem türkçe hemde ingilizce parton yazıyor ve kalın harflerle de "Anıl Giray" yazıyordu. İçeri girdikten sonra gözüme ilk çarpan şey manzara ve terastı, sanki bütün şehiri anıl kurmuş ve o şehrin en tepesine ve kendi için ayrı bir şehir kurmuş gibiydi. Hava kararıyor ve batan güneşin sıcaklığı odayı ısıtıyordu.
Anıl masasının arkasındaki dolaptan takım elbisesini çıkarıp bana döndü "işim uzun sürebilir ama sen rahatına bak odaya dışarıdan şifreyle giriliyo endişelenmene gerek yok burada güvendesin eğer acıkırsan telefondan 1'e basıp sekreterime bağlanabilirsin o sana yardımcı olur" başımla onaylayınca o da lavabo olduğunu anladığım yere girdi.
Odanın her yeri yerden tavana camdı ve masanın beş adım ilerisinde deri geniş bir koltuk ve önünde sehpası vardı. Tek duvar kapının olduğu duvardı ve çerçevelerde resimler vardı. İlk çerçevede bir gazete haberi vardı baş sloganda da şöyle yazıyordu "ünlü şirket sahibi Aziz Giray'ın oğlu Anıl Giray mücevher şirketiyle rakiplerine meydan okuyor" şirketin haberi yapılmıştı diğerlerinde ise giderek artan başarı ödülleri, haberleri, dergi kapakları vardı. Demek ki işinde çok başarılıydı.
Deri ceketimi çıkarıp masanın önündeki tekli deri koltuğun üzerine koydum.
Anıl çok geçmeden lavabodan çıktı ve hızla toplantıya gitti bende odada öylece kalakalmıştım. Geniş deri koltuğa oturup batan güneşi izlemeye başladım. Aklıma tekrar olanlar gelince kara kara düşünmeye başladım. Ben neden buradaydım? o adamların benimle derdi neydi? Babam neden beni aziz giraya emanet etmişti? Neden kendi değil de sinan abimi yollamıştı?
Sorularımın cevabının babamda olduğunu biliyorum sinan abim arama hakkımı zorla elimden alıyordu.
Dakikalar saatleri kovaladı ve sonunda güneş batmış ve odayı şehrin ışıkları aydınlatıyordu ayağa kalkıp anılın masa lambasını yaktım ve koltuğa kıvrıldım
***
Odanın şifre sesi odada yankılanınca diklendim ve üzerimdeki anılın paltosunu fark ettim. Yarı kapalı gözlerimle kapıya bakarken anıl elindeki pizza kutularıyla içeri girip ayağıyla tekrar kapattı "ne yapıyorsun?" Anıl sehpanın üzerine pizza kutularını koyup ceketini çıkardı "birşey yememişsin" başımı onaylarcasına salladım "canım istemedi" üzerimdeki paltoyu kenara koyarken anıl da kıravatını çıkarıyordu "artık şu canın birşeyler istesin bence çünkü zayıfladın" gözlerimle sanki anlayabilecek gibi üzerime baktım "farkında değilim, toplantı nasıl geçti?" Anıl bir iki düğmesini açıp yanıma oturdu "eh işte, ne yazık ki burada biraz daha kalıcaz çünkü örnek taşlar gelicek ve biraz deneme sürüşü yapmam gerek" gülümsedim "taşlarla mı?" Anıl da gülümseyip başını salladı "yaklaş hadi bende içecek birşeyler söyleyeyim, kola?" Başımı salladım yarışta fazlasıyla içmiştim "sadece su"
Sekreterden içecek istedikten sonra tekrar yanıma oturdu "ee ben yokken ne yaptın?" Saçlarımı toplayıp terleyen ensemi ferahlattım "uyuyakalmışım birşey yapmadım" masandan kalem alıp saçlarımı kalemle tutturdum. Anıl da pizzadan bir dilim alıp bana uzattı "böyle olmaz sana bir uğraş bulmamız lazım" bir ısırık alırken ağzımdan "nasıl yani?" Der gibi bir ses çıktı. Anıl anlamış olacak ki "şöyle yani madem artık bizimlesin günlerin sıkıcı geçemez ilgileneceğin birşey bulalım sana" lokmamı yutup bu sefer konuştum "ne gibi?" Anıl içecekten bardaklara koyarken biraz düşündü "mesela sevdiğin bir aktiviteyi yapabilirsin.. ne biliyim artık ne yapmayı seviyorsan" biraz düşündüm. Ben diğer kızlar gibi bir aktivite yapmaya zaman bulamazdım. Her sabah kalkıp spor yapar sonra zorla gittiğim okuldan sonra dedemin benim için ayarladığı Cafedeki işime giderdim. Hayat benim için çok kolay geçmemişti ve hala öyleydi. Dedemden sonra bir çok kere iş değiştirdim ve hepsinden olaylı ayrılmıştım en sonunda benim de sevdiğim şey olan boksla ilgili birşey bulunca riskli de olsa başvurdum ve birkaç deneme testinden sonra ringlerde maça çıkmaya başlamıştım. Orada her zaman maça çıkmıyordum ama eğer paraya o ay çok ihtiyacım varsa en az dört kere maça çıkıyordum ve yüklü miktarda para kaldırıyordum. Ne kadar riskli olursa olsun birçok borcumu o şekilde kapatmıştım ve yaptığım işten pişman da değildim.
Düşüncelerimden çıkıp elimdeki pizzaya baktım "boks" anıl bir süre durdu "başka?" Durup tekrar düşünmeye başladım ve bulamayınca dudaklarımı büküp hayır dercesine başımı salladım.
Anıl geriye yaslanıp pizzasını ısırdı "açık olmak gerekirse eylem, sinan'ın seni ringlere çıkmasına izin vereceğine inanmıyorum" kaşlarımı çattım "ondan izin alacağımı kim söyledi?" Sinirlenmiştim, çünkü hayatımda yokken yaşadığım zorlukları görmeden konuşması kolaydı. Ben hayatımı o iş üzerine kurmuştum ve o iş sayesinde ayaktaydım. Anıl içeceğini yudumlayıp "bunu sinan demeden de anlayabiliriz eylem, senin daha dışarı çıkmana bile karşı çıkarken boks ringlerine çıkmanı hayli hayli izin vermez" içeceğimi elime alıp bir yudum aldım "ben hayatım boyunca sizin evinizde sinan abimin emirleri üzerine yaşamıycam, bu iş zaten yeterince canımı sıkıyor sinan abime kafa tutmam yakındır" anıl yüzümü süzdü "neden o zaman şimdi kafa tutmuyorsun?" Bakışlarımı anıla çevirdim "hatırı var" anıl başını salladı "hatırı olmasa çoktan kaçardın yani" başımı salladım "elimi kolumu sallayarak hemde"
Anıl dudaklarını büküp başını salladı. Aklımda ona sormam gereken bir sürü soru vardı ve içlerinden bir tanesini seçtim "neden sinan abimin dediklerini yapıyorsun?" Anıl bu soruyu beklememiş olacak ki durgulaştı "öyle olması gerekiyor" bu cevap tabiki işime yaramazdı "sinan abim para mı teklif etti?" Bu saçma soruyu nasıl sordum bilmiyorum, adamın mücevher markasını vardı ve şu anda ofisinde pizza yiyorduk bu adam borç batağında yüzen ailemin parasını ne yapacaktı ki sanki.
Anıl yüz ifadesi öyle bir hal aldı ki gülmeden edemedim "haklısın saçma oldu bu soruyu geri alıyorum" anıl da gülüşüme karşılık verdi "e bir zahmet" ben pizzamdan ısırıklar almaya devam ederken anılın bakışlarını üzerimde hissettim.
Kafamı ona çevirdiğimde tahmin ettiğim gibi simsiyah gözlerini üzerime dikmiş bana bakıyordu. Kafamı "ne oldu?" der gibi salladım "o gece neler oldu?" lokmamı zar zor yuttum "hangi gece?" içeceğinden bir yudum aldı "leyanla dışarı çıktığınız gece" bende içeceğimi yudumladım "seni eve getirdikten sonra hiç konuşmadın" ellerimi peçeteye sildim ve arkama yaslanıp derin bir nefes aldım "leyan mağazadaydı bende dışarıda onu bekliyordum, arka bankımda olan bir adamın sesini duydum beni bulduğunu ve getireceğini söylüyordu sonra elini kolunu sallaya sallaya karşıma geçti belindeki silahla gözümü korkutmaya çalıştı... mecburen dediğini yaptım onunla dövüşebilirdim ama elindeki silah etrafa doğrulur ve masum insanları incitebilirdik o yüzden ayağa kalktım, beni bir arabaya bindirdi sonra arabada sorun oldu araba durdu ellerim bağlıydı o yüzden ilk önce iplerden kurtulmam gerekiyordu iplerden kurtuldum , sonra da bir şekilde kaçtım. Peşime takıldılar tabiki bende çareyi denize girmekte buldum" anıl kaşları çatık beni izliyordu "neden yüzüp iskeleye gitmedin peki?" nefesimi verdim "senelerdir denize girmiyordum yüzmeyi unutmuştum" başını anladım der gibi salladı.
Ayağa kalktım ve terasın camını açıp kendimi dışarı attım. Gökyüzündeki yıldızlar o kadar parlaktı ki yine keşke dedim içimden keşke o yıldızların arasında olabilseydim. Terastaki oturma grubuna oturup şehri izlemeye başladım ve yine içimden o cümleyi kurdum milyonlarca ışık ve milyonlarca dert kim bilir kimin ne derdi vardı. Yaşım ilerledikçe başka insanların da hüzünlerine ortak olurdum ve derdim ki sadece ben ağlamıyormuşum, sadece ben mutsuz değil mişim. Biraz kötü bir düşünce olabilirdi ama milyonlarca insanların arasında sadece benim derdimin olmaması beni rahatlatırdı çünkü küçüklüğüm öyle kötü geçmişti ki kafamda sanırım sadece ben ağlıyorum düşüncesi belirmişti sanki bu işkenceler sadece bana yapılıyor ama öyle değilmiş. Bunu büyüdükçe çok sert bir şekilde öğrendim, hayatıma giren insanlar daha çok acıya şahit olmamı sağlamıştı tanıştığım her insan ortak olduğum her acıydı.
Omuzlarıma bırakılan kaban ve etrafıma yayılan anılın ferah kokusuyla dönüp anıla baktım "şarap içer misin?" Başımı olumlu anlamda salladım. Anılın terasında büyük bir bahçe takımı, masası ve üzerinde de güneşliği vardı aklıma birden yazın buranın ne kadar güzel olabileceği geldi. Ama ne yazık ki yaza kadar sürekli o konakta kalamazdım bu iş çok sürmez ya ben kaçardım yada bu iş hallolurdu. Anıl elindeki tiribişonla şarap şişesini açıp ilk kahedi döküp bana uzattı sonra da kendi kadehine koydu.
Soğuk hava omuzlarımdaki kabanı hiçe sayıp beni üşütmeye devam ediyordu tamam kabul ediyordum soğuğa o kadar da dayanıklı değilmişim.
Anıl karşıma oturup arkasına yaslanıp paketinden çıkardığı sigarayı yakıp derin bir nefes çekti. Gerçekten bu sigarada ne vardı da insanlar bu denli içiyordu. Derdini unuttuğunu söyleyen insanlara katılmıyordum derdi götürmüyor hatta derde dert katıyordu. Lisedeyken arkadaş çevresindekiler bir kere uzatmış bende kabul etmiştim ama bu dedemin kulağına gidince çok kötü azarlamış ceza üzerine ceza vermişti hatta bir hafta boyunca yüzüme bile bakmamıştı o günden sonra sigaraya elim bile değmemişti.
"Ne düşünüyorsun?" Bakışlarımı daldığım sigara paketinden çekip anıla baktım "aklıma ilk sigara deneyimim geldi de" anıl kaşlarını yukarı kaldırıp indirdi "hala kullanıyo musun?" Başımı iki yana olumsuz anlamda salladım "bir kere denedim sonra dedeme biri söylemiş o akşam yediğim azardan sonra asla" anıl tekrar derin bir nefes çekip dumanı üfledi "ne kadar süre dedenle yaşadın?" Kadehten bir yudum aldım "dört sene" anıl dağılmış saçlarına ellerini daldırıp arkaya doğru ittirdi "eğer çok özel değilse birşey sormak istiyorum" geçmişimle ilgili bir soru daha geldiğine emindim "sor" anıl sigarasının küllerini küllüğe vurup bir nefes daha çekti "sinanla arandaki problem ne?"
Bu kadar derine inmesini saçma buldum üstelik yeni tanışmışken "sana bunu anlatmam için bir sebep söyle?" Anıl ellerini iki yana açtı "çünkü seni kaçırdım" kadehten bir yudum alıp hafif ona doğrulttum "işte bu yüzden anlatmamam gerek ya" anıl simsiyah gözleriyle yüzümü süzdü "seni bilmiyorum ama bence sinana karşı bu kadar nefret dolu olmamalısın" kaşlarımı yukarı kaldırdım "neden peki?" Anıl sigarasını küllüğe basıp son nefesini de üfledi "olaya birde onun tarafından bakmalısın bence" tek kaşımı kaldırdım "peki sen olaya benim tarafımdan baktın mı? Yada sinan baktı mı? Yada babam? Neden onlar benim tarafımdan bakmazken ben onlar tarafından bakıyim?" Anılın gözleri saçlarımda ve gözlerimde gezinirken dudaklarını büktü "sende haklısın ama bence bir ara sinanla oturup konuşmalısın" kadehe fondip yapıp sertçe masaya vurdum "bence olaya bu kadar girmemelisin zararlı sen çıkarsın ayrıca yabancılardan tavsiye almıyorum"
Ben ayağa kalktığımda odanın kapısı açıldı ve içeri elindeki ahşap kutuyla anıl'ın sekreteri girdi "istediğiniz örnekler anıl bey" anıl yanımdan geçip içeri girdi ve kutuyu alıp gülümsedi "sonunda... saol ipek bu saate kadar mesai yaptın artık çıkabilirsin güvenliklerden biri seni evine kadar bıraksın" adının ipek olduğunu öğrendiğim kız iyi geceler dileyip gülümseyerek odadan çıkınca anıl kapıyı kapatıp masasına geçti. Bende sakin adımlarla yanına gittim.
Ahşap kutuyu açınca gözümü alan ışıltı tabiki mücevherlerdi kadife bir tablanın üstünde bir sürü yakut, elmas ve zümrütten yüzükler vardı ama anıl kutuyu kaydırınca altından sanki gizli bir bölme çıktı ve gözlerimi alan kocaman yakutlarla dolu bir kolye vardı. Dudaklarımı vay anasını der gibi büzdüm "öğğh be" anıl tepkime gülünce bende güldüm. Kolyeyi ellerinin arasına alıp incelemeye başladı "usta tam da istediğim gibi yapmış helal olsun" biraz eğilip kolyeyi incelemeye başladım "istediğin neydi ki" anıl kolyenin ucundaki büyük yakutu çevirip bana gösterdi "her yaptığı mücevherin arkasında adımın ve soyadımı baş harflerinin bana ait bir logosu vardır" gerçekten öyleydi A ve G harfleri iç içe girmiş gibi duruyordu ve bu işaret gerçekten güzeldi "mantıklı ve güzel" anıl başını bana çevirince gözlerimiz kesişti, yine bana öyle bakıyordu.
Gözlerinin siyah olmasına rağmen nasıl bu kadar yoğunlaştığını merak ediyordum doğrusu. Gözlerini ilk ayıran ben oldum kafamı saate çevirip "saat 12 olmuş gitsek mi?" anıl elindeki kolyeyi kutuya bırakıp başını salladı. Anıl kutuyu da aldıktan arabaya geçtik ve eve gidene kadar ikimizde sustuk. Arabayı park ettikten sonra anıl elindeki anahtarla kapıyı açıp içeri geçmem için çekildi ben merdivenlere yönelmişken boğazını temizledi "eylem!" arkamı dönüp hala kapının eşiğinde bekleyen anıla baktım "ben birkaç gün yokum leyan ve böcekler biliyor sana da söylemek istedim" kaşlarımı çattım "neden?" anıl kafasını kaşıyıp nefes aldı "mücevherler için çalışmam gerek lansman yaklaşıyor" kaşlarımı kaldırdım "anladım peki tamam" anıl yüzümü bir süre süzdü "kendine iyi bak ben leyanı seni yalnız bırakmaması için tembihledim ama sen leyan gibi söz dinlemezsin" başımı salladım ne yalan söyleyeyim biraz öyleydim "ben olmadığım süre boyunca sinan gelmez endişelenme" işte bunu düşünüyor olması çok inceydi "teşekkür ederim" anıl kapıyı kapattıktan sonra karanlıkla beni baş başa bırakmıştı.
Merdivenleri ağır ağır çıktıktan sonra leyanın odasının kapısı açıldı ve saçlarındaki yeşil bigudiler ve yüzündeki kağıt maskeyle kapıda bir eli belinde diğeri de kapının yukarısına doğru uzanıyordu "eylem!" yüzümdeki gülme isteğine sahip çıktım "abimle miydin?" bir an şüpheye düşerek "E-evet" bir anda koşarak yanıma gelince kolumdan tutup beni çekiştirmeye başladı "leyan ne yapıyorsun?" leyan beni odasına çekip kapıyı kapattıktan sonra yatağa oturttu makyaj pufunu çekip beyaz saten geceliğini düzelttikten sonra oturup bacak bacak üstüne oturdu "anlat bakalım kızıl kraliçe ne naptınız?" bütün şaşkınlığımla leyana bakıyordum "hiç-" bir anda sözümü kesiti "bana sakın hiçbir şey yapmadık deme kızıl şeker" kaşlarımı çattım "ne dememi bekliyorsun?" sözlerindeki imayı anlayamamıştım. Leyan saçlarındaki bigudiye dokunup "sadece ne yaptığınızı merak ettim" ceketimi çıkarıp kenara koydum "şirketteydik" leyan elini kalbine koydu "ee sonra" başımı hafif yana yatırıp ona baktım "bir şey yapmadık leyan anıl toplantıya girdi onu bekledim" leyan gözlerini kısıp "onca saat toplantısının bitmesini mi bekledin kızıl şeker buna hayatta inanmam" haklıydı "sonra yemek yedik anıl bir paket beklediğini söyleyince biraz orada kaldık" leyan arkasından tırnak törpüsünü alıp tırnaklarını törpülemeye başladı "ne yediniz" ellerimi iki yana açıp "pizza" leyan elini devam etmem için salladı "sonra" saçlarımı kaşıdım "sonra" leyan bana doğru yaklaştı "sonra.." leyan abisine benzeyen gözlerini gözlerime dikti "sonra birer kadeh şarap içtik" leyan iki elini yanıma koyup yüzünü yüzüme yaklaştırdı "yakınlaşmadık dersen vallahi bütün manikürlerimi bozucam" şaşkın ifadeyle "yakınlaşmadık" leyan dudaklarını büktü "hem neden yakınlaşalım ki?"
Leyan dudaklarını büktü. Ayağa kalkıp ceketimi alarak odadan çıkıp kendi odama yürürken leyanın da adım sesleri beraberimde geliyordu odadan içeri girip direk lavaboya girdim "nasıl bişey olmaz ya yakınlaşacağınıza emindim" ben lavabodan çıkıp giyinme odasına girdiğimde o da peşimden geliyordu. Dolabımın yanına kadar benimle geldi "leyan üzerimi değiştiricem izin vermeyecek misin?" leyan beni baştan aşağı süzdü "evet üstün demişken sana birkaç elbise almamız lazım, güzel fiziğin var bunu değerlendirmemiz lazım" ağzım açık kaldı "ay yok artık sana leyan ne elbisesi?" leyan yüzündeki maskeyi çıkarıp elinde salladı "seni lansmanın en güzel kızı yapıcam ama kendimden sonra" yüzündeki pis sırıtışıyla bir süre daha bana baktı sonra odadan kıvırta kıvırta çıktı ve ben artık kesindim bu kız kırıktı.
|
0% |