@bukettdem
|
Keyifli okumalar🧚🏻♀️ Öyle anlar olur ki kaderinin karanlık olduğunu anlarsın. Dersin ki; ben karanlığa mahkumum, ömrüm acıyla geçicek dersin, ben bunu yaşamaya mahkumum dersin. Umutsuzluk seni hapsetmiştir, ne kadar çabalarsan çabala aynı noktaya dönersin, aynı karanlığa, aynı çıkmaza. Sonra birşeyleri daha fark edersin... çocukluğun yok, gençliğin yok, çıkışın hiç yok... bu gerçekle savrulursun. Aptal gibi iyi biri mi ktil mi diye düşünmeden arabaya atlamıştım. Bizi o çukura geri mi götürecekti? Yoksa bu sefer o mu esir edecekti? Yutkundum...öldürecek miydi? Titreyen ve bitkin kollarımın arasında çınarı sıkı sıkı tutmaya devam ediyordum. Onu benden alır mıydı? Korku içime zehir gibi yayıldı "bizi onlara mı vericeksin?" Duymamış gibi arabayı sürmeye devam etti "bizi onlara götürmene izin vermeyeceğim" dikiz aynasından bana bakınca bende kaşlarımı çattım "durdur arabayı" karanlık yolda süratle gitmeye devam etti "durdur arabayı yoksa atlarım" elleri direksiyonu sıkı sıkı tutuyordu, korku ise içimde giderek büyüyordu. Karanlık yolda ne kadar hızlı gittiğimizi görmek için ileriye baktığımda farları kapattı. Neden böyle bir şey yapmıştı ki şimdi? Dışarıyı göremesem de ormanlık olduğunu anlayabiliyordum. Kapıyı açıp onu korkutsam hızını keser miydi? Elimi kapı koluna götürüp hızlıca açtım "durdur arabayı" arkaya dönüp bana kısa bir an baktıktan sonra arabanın içindeki ışığı açtı. Beni net bir şekilde gördüğünde gözleri açık kapıya takılıp çenesini sıktı "hemen arabayı durdur dedim sana, inan bana atlarım" diğer kolumu birden tutup kendine çekti "bırak kolumu" parmaklarını arasından kolumu birden çekip kurtardım "vermeyeceğim kimseye sizi sakin ol" kapıdan içeriye giren rüzgar arabanın içini soğuturken saçlarımı karıştırıp gözlerimin önüne getiriyordu. Vermeyecek miydi? Doğruyu mu söylüyordu? Ya bir katilse? Ona güvenmeli miyim? Üstelik arabasında o maske varken...
Başka şansın mı var füsun? Atlayıp ne yapacaksın? Ya çınar zarar görürse? Narin o zaman üzülür. Biraz olsun hak verdiğim iç sesimle korkarak da olsa kapıyı kapattım "bizi vermeyecek misin?" Dikiz aynasından bana bakıp kafasını salladı "vermeyeceğim" gözlerim maskede takılı kaldı "o maskenin sende ne işi var? Kimsin sen?" Onun da gözleri maskede takılı kaldı "bir daha girebileceğimi sanmıyorum zaten" bu da ne demekti? "Hangi kardeşime tecavüz ettin? Yoksa katil misin?" Gözleri birden kocaman olurken kısa bir an bana döndü "ne?" Yüzümü buruşturdum "bize zarar vermeyecek olsan o maskeden sende olmazdı, yalan söylüyorsun" simsiyah gözleri bana öcüymüşüm gibi bakıyordu. Sıkıntıyla nefesini verip arka cebinden bir şey çıkarıp bana uzattı "polisim ben" gösterdiği kart ve onun yanında rozet vardı. Kartın üzerinde ise onun ismi yazıyordu... Barlas. Kartı görüşümden çekti "ne insanlar gördüm ben, sorsan saygı değer ama aslında ciğeri peş para etmez" bir şey diyemeden rozeti katlayıp cebine koydu "size zarar vermeyeceğimi bil yeter" gözleri, kızgın yüz ifademde gezip kucağımdaki çınarda durdu "o iyi mi?" Barlasın sorusuyla gözlerimi çınara indirdiğimde baygın olduğunu gördüm "çınar" elimi alnına koyduğumda ateşinin daha da yükseldiğini hissettim, fazla sıcaktı. Yanaklarına hafifçe vurup baygın halinden uyandırmaya çalıştım "çınar beni duyuyor musun?" Barlas arabayı kenara çekip arkaya döndü "neyi var?" Çınarı dizlerime yatırdım "ateşi vardı ama müdehale etmeye zaman yoktu alıp kaçtım" kapısını açıp indikten sonra sol tarafımdaki kapıyı açıp elindeki şişe suyu bana uzattı "yüzüne biraz sür" dediğini yapıp çınarın boynuna ve yüzüne sudan sürdüm "üzerindeki hırkayı ve çoraplarını çıkar" dediğini yapıp çınara endişeli ve suçlu yüz ifademle bakmaya devam ettim
Barlas arabaya binip kapısını kapattıktan sonra hızla çalıştırıp gaza bastı "hastaneye gidiyoruz" dikiz aynasından ona bakıp dolan gözlerimi akmaması için dik durmaya çalışıyordum "kimlikleriniz yanınıda mı?" Cümlesiyle anlamsızca ona baktım "kimlik?" Gözleri koyulaştı "bana kimliğinizin olduğunu söyle" başımı olumsuz sallayınca nefesini bıkkınlıkla bırakıp yüzünü sıvazladı. Çınara bakıp yüzüne gelen kıvırcık bukleleri elimle geriye sıyırdım "anlaşıldı"
Arabayı sürmeye devam ederken bizi nereye götürdüğünü hala bilmiyordum "biz başımızın çaresine bakarız" baygın halde kucağımda yatan çınarı gösterdi "bu halde başınızın çaresine nasıl bakacaksın?" Doğru söylüyordu, ne yapacaktım? Ona güvenmekle doğru bir şey mi yapıyorum bilmiyorum fakat başka çarem yok gibi görünüyor. Yaklaşık yirmi beş dakika sonunda ormanların arasında küçük ahşaptan olan evin önünde durduk. Burası nereydi ki? "Nereye getirdin bizi?" Arabadan inip kapımı açtıktan sonra kucağımdaki çınarı almak için uzandığında ellerini ittirdim "burası neresi dedim!" Geri çıkıp kapıyı açtı "korkulacak bir yer değil, size zarar gelmeyecek" ışıkları yanan ahşap eve baktım. İçeride ne vardı bilmiyorum fakat dışarıdan zararsız duruyordu. İçimdeki kuşku şekillenip tekrar konuştu "o kuyu da dışarıdan öyle görünüyordu" onu susturup endişeyle çınarı kucağıma alıp arabadan indim.
- umarım bize zarar vermezler-
Yüreğim ağzımda eve bakarken barlas önümden yürümeye başladı. Derin bir nefes alıp peşinden ilerledim, cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı açıp eliyle içeriyi gösterdi. İçeriye kısa bir göz gezdirdiğimde ileride koltukları olan salonu gördüm. Hücre gibi değildi...gerçek bir eve benziyordu.
İçeriye girmeden önce bir kız sesi duyuldu "abi" yirmili yaşlarının başında bir kızdı. Su yeşili gözleriyle ilk bana ve kucağımdaki çınara daha sonra abisine baktı "abi?" Sorar gibi ses tonuyla kaşları çatıldı "ne oluyor?" Arkamdaki barlas sesli bir şekilde üfleyip beni içeri iterken o da arkamdan gelip kapıyı kapattı. Smokininin ceketini çıkarıp bir kenara attı "getir çocuğu" gömleğinin kollarını sıvarken eve tam bir adım atacaktım ki kız eliyle beni durdurdu "Bekle! Bu ayaklarla mı giriceksin evime?" O ana kadar ayaklarıma bakmak aklıma gelmemişti. Başımı eğip çıplak ayaklarıma baktığımda bacaklarıma kadar çamur ve toz toprak içerisinde olduğunu gördüm. Hatta parmaklarımın bir kaç tanesi kanıyordu. Utançla yutkunurken barlas kardeşine bir bakış atıp vestiyerden terlik alıp önüme bıraktı "hiç yakıştıramadım sana eylül" daha sonra bana baktı "beni takip et" kısa koridordan geçip barkasın peşinden oturma odasına girdim "eylül ateş ölçeri getirir misin?" Barlas koltuğun üzerindeki fazla yastıkları alıp geri çekildiğinde onu yatırmamı istediğini anlayıp çınarı koltuğa bıraktım "hadi abicim ne duruyorsun?" Kız oflayarak içeride gözden kaybolurken çınarın yanına diz çöküp elini tuttum "çınar beni duyuyor musun?" Salona giren bir başka adamla kafamı kaldırıp ona baktım. Uzun boylu, esmer, siyah saçlı bir adamdı. Gözleri o kız gibi ilk bizi sonra barlası buldu "kardeşim n'oluyor?" Adının eylül olduğunu öğrendiğim kız elindeki ateş ölçeri barlasa uzattı "sonra konuşuruz kardeşim" anlatacak mıydı bizi onlara? Ne diyecekti ki? Ateş ölçeri çınarın koltuk altına yerleştirdi "gelicem şimdi" bizi salonda bırakıp içeriye giderken arkasından o adam da gidince salonda eylülle tek kalmıştım.
Su yeşili gözlerini bana sabitlemiş bakarken yavaş adımlarla arkamdaki koltuğa oturdu. Ona dönmeyi hatta bakmayı bile beynimde reddettim. Sadece çınarın elini tutup onun için dua etmek istedim "abim seni nereden buldu? Yada sen abimi nereden buldun?" Sorusuyla bir an ne dediğini anlamasam da ona dönmedim "pavyondan mı kaçtın?" Dışarıdaki insanlar bu kadar kötü müydü? Anlamadan, dinlemeden, benim kim olduğumu, hikayemi bilmeden bana bu ithamları nasıl yapabiliyordu. Suskunluğumu korudukça o da sorular sormaya devam etti "kocandan mı kaçtın yoksa... yok kocan olamaz çok genç görünüyorsun. Sevgilinden mi kaçıyorsun? Çocuk da ondan mı?" Çınarın masum yüzüne baktım, bu damgayı hiç hak etmemişti "Abimin başına bela olmaya mı geldin buraya?" O anda içerideye barlas ve onun arkasından o adam girdi "ne oluyor eylül?" Gözlerimi kaldırıp hiçbirine bakmaya yeltenmedim "hiç abicim" kızın verdiği cevapla barlas çınara dönüp kolunun altındaki termometreyi alıp baktı. Bir küfür savurup termometreyi koltuğun üzerine fırlattı "otuz dokuz derece ateşi var bu çocuğu" telaşla "ne yapıcam?" Barlas biraz düşündükten sonra içeriye hızlı adımlarla ilerledi. Bende hızla çınarın üzerindeki kazağı çıkardım "çınar"
Elindeki buzlu su dolu kaseyle barlas yanımıza gelince çınar birden elimi tuttu "anne" söylediği cümleyle gözlerim dolarken elini sıkı sıkı tutup öptüm. Barlas da elinde tuttuğu beyaz bezi suya batırıp bana uzatınca alnındaki saçları itip soğukla irkilmesine sebep oldu "bir şey demeyecek misin artık abi. Kim bu kız?" Eylül abisine yönelttiği soruyla vereceği cevabı bende merak ettim. Ne olarak tanıtacaktı ki? Biz kimdik bu evde... misafir, arkadaş, akraba? Simsiyah gözleriyle ilk önce bize daha sonra kardeşlerine baktı "bir süre misafirimiz olacaklar. Sadece bunu bilmeniz yeter. Tek istediğim sorularınızla onları bunaltmamanız" sözleri üzerine salonun girişinde kollarını bağlamış diğer kardeşi olduğunu sandığım adam konuşmaya dahil oldu "kardeşim bilmemiz gereken bir şey varsa söyle" barlas adama döndü "siz sadece dediğimi yapın. Misafirlerimize iyi davranmanız benim için kâfi" çınarın alnındaki bezi alıp soğuk suya batırıp sıktıktan sonra bezi bu sefer boynuna koydum.
"İyi de abi yerimiz bile yok. Nerede kalıcaklar?" Eylülün konuşmasıyla barlasa bakınca o da bana bakıp ellerini cebine koydu. Yanaklarını hafifçe şişirip tuttuğu nefesini daha sonra yavaşça bıraktı "benim odamda kalabilirler" eylül bunun üzerine sinirle ayağa kalkarken ben barlasa bakmaya devam ediyordum "yok artık barlas. Neden odanı tanımadığın birine veresin ki?" Abisine ismiyle mi seslenmişti o "barlas bir şey saklıyorsun hissediyorum" arkadaki adamın sözü üzerine barlas ona döndü "bir şey saklamıyorum. Ayrıca misafirimize odamı vermemin hiçbir sakıncası olacağını düşünmüyorum" eylül kollarını göğsünde birleştirip sinirle koltuğa geri oturdu.
Fazlalık ve istenmeyen kişi olduğumu çok net anlıyordum. Bu istenmeme durumu bu evde kalma meselesini iyice korkunç kılıyordu. İçimdeki isyancı kız bu evde kalmamam gerektiğini haykırıyordu git füsun. Bu evde kalman için bir tane bile sebep yok. Git füsun istenmiyorsun
Barlas, çınarın yanına gelip yüzünü süzdü "iyi görünmüyor, ılık duş aldıralım" çınarı almak için tam hamle yapıcakken öne atıldım "ben yaparım" yüzümü inceleyip geri çekilince eğilip çınarı kucağıma aldığım an dizlerim titremeye başladı "takip et" peşinden koridorun en ucuna ilerledim. Banyoya girince suyu açıp geri çekildi "havlu getiricem" o çıkar çıkmaz çınarı daha fazla taşıyamayıp dizlerimin üzerine çöktüm "çınarım" saçlarını okşarken gözlerini hafif araladığını gördüm "çınar beni duyuyor musun?" Gözlerini zorlasa da açamayınca kalkamayacağını anladım. Üzerindeki kalan giysilerini de çıkarıp onu kabine aldıktan sonra üzerimin ıslanmasını umursamayarak fıskıyeyi ona tutum. Onun iyi olması için her şeyi yapardım. Benim için canımdan daha kıymetliydi. Bu hayattaki tanıdığım tek arkadaşımın bir parçasıydı. O kuyudan onun için kaçmıştım, onun daha iyi bir hayatı olması için. Bildiğim tek ailemin bana emaneti. Ilık suyla titremeye başlarken yavaş yavaş kendine geliyordu "füsü" alnından öptüm "çınarım" dişleri takırdıyordu "başardık mı?" Sorusuyla hafifçe gülümsedim "başardık bilge ağaç" kafasını sallayınca bende onu serinletmeye devam ettim "senin için yapamayacağım şey yok, sakın unutma" çınara aldırdığım on beş dakikalık serin bir duşun ardından barlasın getirdiği havlu ile bedenini sardım. Çınar uyanmaya çalışsa da gözleri istemsizce kapanıyordu bu yüzden onu tekrar kucağıma almak için yeltenince barlas durdurdu "bırak ben halledeyim" ona bakmadan başımı olumsuz salladım "ben yaparım" çınarı kucağıma alırken bacaklarım titrese de umursamadan kucağıma alıp barlasın peşinden yürüdüm.
Koridorun diğer ucunda bir odaya girince gözüme ilk çarpan şey camın önündeki çift kişilik yataktı. Bana yardım ederek yorganı kaldırınca çınarı bırakıp yorganı sadece ayaklarına kadar örttüm "senin için de havlu getireyim belki sende duş almak istersin" cümlesiyle afallayınca gözlerim odanın içindeki dolap aynasını buldu, korkunç görünüyordum... uzun zamandır kendimi ilk defa bu kadar net görüyordum, pasaklı olsam da. O hapishanede ayna bile yoktu, kendi yansımamı yemekhanedeki kararmış kaşıklarla zar zor görüyordum. Üzerimdeki çamurlu elbiseye bakınca kendimden bir kere daha utandım. Çamur bacaklarımdan elbiseme kadar yol almıştı. Saçlarım karışmış, yüzüme yaptıkları makyaj akmıştı. Bu görüntü onları da rahatsız etmiş olabilirdi, duş fikrini bu yüzden sunmuştu sanırım.
Bedenime bir kere daha göz gezdirdim, senelerdir hücrede geçirmediğim tek bir haftam yoktu, bu yüzden kemiklerim sayılıyordu. Fakat hücreye girsem de diğer kızların da benden pek bir farkı yoktu. Barlas gelene kadar çınarın yanına gidip yere oturdum, üstümdeki çamurla yatağa çıkmak ayıp olurdu. Çınarın elini tutup öptüm "çınar" beni duyuyor muydu acaba? "Rüyanda onu mu görüyorsun?" Gözlerim dolmaya başladı... narini bende çok özlemiştim, onu beş senedir yarım yamalak uyuduğum rüyalarda görüyordum. Gözlerimden iki damla yaş süzülüp yanaklarımdan akmaya başladı fakat kapının hızlıca açılmasıyla gözlerimdeki yaşı silip gelene baktım. Barlastı... elindeki havluyu bana uzattı "eylülün kıyafetlerinden bir şeyler ayarlarım" onunla göz temasından kaçınıp başımı sallayıp havluyu aldım "oğlunun yanında ben dururum merak etme" kısa bir an çınara baktıktan sonra odadan çıkıp banyoya ilerlerken içeride eylül ve diğer adamın hala oturduğunu gördüm "şuna bak birde kendi evi gibi banyomuzu kullanıyor" eylülün konuşmasıyla gözlerim tekrar dolsa da ilerleyip banyoya girdikten sonra kapıyı arkamdan kilitledim.
Banyoda bir süre kalıp ne yapacağımı düşünmek bana iyi gelebilirdi. Lavaboya ilerleyip aynanın karşısındaki kendime baktım... daha yakından, göz bebeklerimin içine. Beş senedir nelere şahit olmuştum... çınarı ve kendimi korumak için kemiklerimi defalarca kırmıştım. Yaşadıklarım teker teker gözümün önüne gelirken elbisemin yandaki fermuarını indirip üzerimden çıkardım. Tüm bu iğrençlikleri düşünürken bile midem bulanıyordu doğrusu. Suyu en sıcak ayara getirdim çünkü kemiklerim bile tir tir titriyordu. Kaynar gibi akan suyun altına girip gözlerimi kapattım. Saç diplerimden ayaklarıma kadar bütün vücudumun haşlanmasına izin verdim. Bu banyo özgürlüğüm için gerekliydi sanki... bu kaynar su ruhumdaki tüm acıları götürecek gibiydi. Gördüklerim, yaşadıklarım, acı içinde geçirdiğim onca sene. Beni her daim izleyen kardeşim şimdi bana ruhumdaki tüm acıların sonu geldiğine, yaşadıklarımın geride kaldığını söylüyordu. Bedenimi ne kadar iyi yıkarsam yaşadıklarımda bedenimden bu çamur gibi akıp gidecekti. Bedenimdeki her kırık sanki hiç kırılmamış gibi iyileşecekti. Tek Ailem;
Biliyorum şimdi çok uzaktasın fakat aynı zamanda bizi izliyorsun. Sana çok güzel haberlerim var. Oğlunu kurtardım kardeşim. Sana söz vermiştim üçümüzün kurtulacağına dair... tutamadım kardeşim, seni kurtaramadım fakat oğlunu kurtardım o çukurdan. Başardım, sana o gece söz vermiştim seni de buradan çıkarıp normal insanlar gibi yaşayacağımıza, şimdi sen yoksun burada ama senin için oğluna normal bir yaşam sunucam... bunun için her şeyi göze alırım. Biz kendi hayatımızı gömdük... sen o salona ben ise o hücreye çocukluğumuzu, masumluğumuzu, hayatımızı, bütün acılarımızı ve pek tabi ki göz yaşlarımızı gömdük. Ben seni kaybettiğim o gece kendime yemin ettim kardeşim... çınarı kurtaracağıma, onun çocukluğunu da bizim gibi gömmesine asla izin vermeyeceğim bunun için gerekirse canımı ortaya koymaya hazırım. Onun için yapamayacağım şey yok bunu bil! Acılı ruhun biraz olsun huzur bulsun kardeşim. Oğlun emin ellerde - füsun
Duşa kabinden çıkıp havluya sarındıktan sonra iyice kurulandım. Kapıyı aralayıp etrafta biri olup olmadığını kontrol ederken yerdeki katlı kıyafetlerle göz göze geldim. Eğilip hızlıca onları yerden aldıktan sonra kapıyı tekrar kilitledim. Kıyafetleri elime aldığımda eylülün olduğunu anladım. Beyaz ince kısa kollu tişörtle diz kapaklarımın hemen üç parmak üzerinde biten siyah şort vardı. O hapishane de de elbise giydiriyorlardı, her yerim buz gibi oluyordu şimdi burada da şort vardı, bu insanlar banyodan sonra üşümezler miydi? Kendime geldim, şikayet etmeye hakkım yoktu. Ben bu evde sığıntıydım nihayetinde. Kıyafetleri giyip saçlarımın ıslaklığını havlu ile aldıktan sonra kurtuma makinesiyle hem saçlarımı hem de kollarımı ve bacaklarımı biraz olsun ısıttım.
Banyodan hızlı adımlarla çıkıp çınarın olduğu odaya girip kapıyı ayıp olmaması için aralık bıraktım. Karanlık odaya göz gezdirdiğimde barlası sonradan fark ettim "burada mıydın?" Yine göz göze gelmemeye çalışarak çınarın yanına gidip yatağın kenarına oturdum "söyledim sana yanında duracağımı" başımı sallayıp elimi çınarın alnına koyup ateşinin düşüp düşmediğini kontrol ettim "otuz yediye düştü" onu onaylayıp çınarın küçük ellerini öptüm "oğlun kaç yaşında?" Barlas sessiz çıkan sesiyle bana soru yönelttiğinde yutkundum "beş yaşında" bir süre sessiz kaldıktan sonra yerinden kalkıp odadan çıktı.
İçeriden eylülün konuşma sesleri aralık odanın kapısından içeriye doluyordu, tartışıyorlardı... huzurlarını bozmuştum. Bizi istemediklerini anlayabiliyordum, zaten fazla da durmaya niyetli hiç değildim. Çınar iyileşir iyileşmez tez vakit gidecektim. -" hangi pavyonun orospusu bu abi?" -" laflarına dikkat et eylül" barlasın sesi uyarır tondaydı -" abi başına dert alacaksın. Baksana kucağında çocuğu var, babası peşine düşmez mi?" -" eylül haklı, neden bir sığınma evine götürmedin?" Bu diğer adamın sesiydi -" bir bildiğim var çünkü" -" abi bence götürün bu kadını bir sığınma evine" barlas eylülün sözünü kesti -" siz benim işime karışmayın. Başıma bela falan aldığım da yok ayrıca. Sadece misafirperver davranın yeter" ayak sesleri içeride dolanmaya başlayınca konuşma kesildi. Durumum dışarıdan o kadar kötü görünüyordu ki demek ki, orospuya bile benzetilmiştim.
Gözlerimden usul usul yaşlar süzülüp yanaklarımdan yatağa damladı. Çınarın alnına tekrar soğuk bez koydum. Otuz yedi hala riskliydi. Onu benim oğlum sanmışlardı, düzeltmedim çünkü iki gün sonra adımı unutturacağım insanlara bunu söyleyip ortalığı karıştırmak anlamsız olurdu. Uyanınca da çınarla bu meseleyi konuşacaktım... madem çınarı oğlum sanıyorlardı bozmanın mantığı yoktu. Eğer çınarı oğlum sanarlarsa bana soru sormaktan vazgeçerlerdi. Barlas polis olduğunu söylemişti fakat hala içimde ona karşı güvenmemem gereken bir şeyler olduğunu söylüyordu. Yalan söyleyecektim çünkü güvenemezdim... kimseye güvenemezdim, güvenmem için bir sebebim yoktu çünkü. O salona bile ülkedeki pek çok tanınmış isim gelirken bu insanların beni o hapishaneye götürmeyeceği ne mâlumdu. Tedbirli olmalıydım.
Çınarın saçlarını okşayıp yanağına öpücük bıraktım. Tam o esnada odanın kapısının gıcırtısıyla o tarafa dönünce kapıdakinin barlas olduğunu gördüm "konuşmamız gerek" yutkunup başımı sallayınca odadan çıktı. Ne konuşacaktı ki benimle? Ne soracaktı? Aptal olma füsun... dinlemeden bilemezsin. Çınar için cesur ol, dik dur. Alnındaki bezi soğuk sudan bir kere daha geçirip alnına koyduktan sonra odadan çıkıp kapıyı uyanır da korkarsa diye aralık bıraktım. Salona geçtiğimde sadece barlas olduğunu gördüm. Uyumuş muydular?
Salondaki masanın başında oturuyordu. Gözleri beni bulunca ayağa kalkıp önündeki sandalyeyi gösterdi "otur lütfen" yavaş adımlarla masaya geçerken o da salondaki abajuru yakıp tepedeki göz yoran lambayı kapatınca daha loş bir ortam oldu. Salonun kapısını da kapattıktan sonra karşıma geçip oturunca ürksem de belli etmedim. Önündeki iki kupa fincandan birini bana uzattı "iç, sende hasta olma" bardağı yavaşça elime alıp kokladım "ne bu?" Gözleriyle beni süzdü "ıhlamur" üfleyerek bir yudum alınca tadı hoşuma gitti "güzelmiş" gözleri hala üzerimdeydi fakat ben ondan olabildiğinde kaçırıyordum gözlerimi "kaç yaşındasın?" Sorusuyla ona kısa bir an baktım busoruya nasıl cevap verilirdi bilmiyorum? Aslında çok mantıklı bir soru sormuştu, fakat benim bile cevabını bilmediğim bir soru… ben kaç yaşındaydım? Yıllardır bu soruyu bende kendime soruyordum sen kaç yaşındasın füsun? Koca bir boşluğa düşmüş gibi öylece kalakaldım. Ona güvenmeli miydim bilmiyorum ama kendi bir yabancıya anlatsam inanmayacağından emindim.
Simsiyah gözleri mavi gözlerimi deliveriyordum sanki “neden sordun?” Yarım bir nefes aldı “yardımcı olmaya çalışıyorum” koğuştaki kızlar benim gibi değildi, tek hafızasını kaybeden bendim bu yüzden diğer kızlar yaşlarını ve ailelerini biliyorlardı. Bizim koğuştaki kızların yaşları yirmi iki, yirmi üç yaşları arasındaydı genelde. Başımı ağır ağır salladım “anladım ama hakkımda birşey söylemek istemiyorum” tek kaşını kaldırdı “neden?” Yutkundum “bilmene gerek yok diye düşünüyorum” derin bir nefes aldı “tamam o zaman başka soru sorayım. Ormanda ne işiniz vardı?” Soru sormaktan vazgeçmeyecekti sanırım. Cevap vermeden öylece durdum. Ona güvenmiyordum ve güvenmediğim birine neden ormanda olduğumu anlatamazdım. Ben cevap vermeyince başka bir soru sordu “oğlunun babası kim?” Sustum “ailen yaşıyor mu?” Gözlerim dolmaya başladı. Bilmiyordum, lanet olsun ki bilmiyordum. Ben ailem ilgili, hayatımla ilgili hiçbir şey bilmiyordum. Bildiğim tek ailemi de kaybetmiştim. Ben sustukça soru sormaya devam etti “bir kardeşin yada bir akraban var mı? Senin için onlara ulaşabilirim” kimsem yoktu ki benim! “Oğlunun babasını da arayabiliriz istiyorsan” ellerimi masaya vurup kalktım “bu kadar soru yeterli” büyük bir şokla bana bakarken ben sandalyeden kalkıp titreyen bedenimle salondan çıkıp çınarın uyuduğu odaya girip tir tir titreyen bedenimi ısıtmaya çalıştım.
BALO SALONU;
Korkuyla düğüm düğüm olan boğazımla saatlerdir camın önünde bekliyordum. Gözlerimden akan yaşları üzerimdeki yırtık hırkamın kollarına sildim. Hıçkırmamak, feryat figan ağlamamak için kendimi çok zor tutuyordum. Koridordan gelen rahibelerin ayak sesleriyle hızlıca yatağa girip sol tarafıma döndüm. İçimden dualar ediyordum; allahım lütfen ona bir şey olmasın, allahım lütfen onu öldürmesinler. Aradan geçen bir iki dakikanın ardından koğuşun kapısının açılmasıyla hızla o tarafa döndüm. Ağzım süratle açılırken bağırmamak için elimi ağzıma bastırdım. Şok bütün hücrelerimi ele geçirmişti.
Elindeki topuklu ayakkabıyı elinden düşürdü. Ağlamam şiddetlenirken üzerimdeki yroganı fırlatıp onun yanına koşar adım vardım “narin” dudaklarımdan çıkan fısıltılı sesimi duymadan sadece boş bakışlarıyla yere bakıyordu “narin” gözlerimden şiddetle yaşlar akmaya devam ediyordu “g- göm-gömdüm…ben. Kendimi gömdüm” gözlerim hızla dolup yastığa damlarken sadece narinin değil koğuştaki tüm kızların o balo salonundan nasıl döndüğünü görmüştüm. Canan’ın jilet kesikleriyle dolu kolları ve bacakları demet’in koğuştan çıkıp bir daha dönmeyişi… diken diken olan boğazımla yutkunmaya çalıştım. Beynim infilak etmiş gibi bütün gördüklerimi gözümün önüne getiriyordu. “Dayan kardeşim çok az kaldı. Oğlun geliyor…” gözlerimi kapatıp bu görüntüden sıyrılmaya çalıştım. Sakin ol füsun… geçti. Kendini ve sana emanet olanı oradan çıkardın ve bir daha asla dönmeyeceksin. Takırdayan dişlerimle uzanıp çınarın kıvırcık saçlarının kokusunu içime çekerek öptüm “seni hiç bırakmayacağım söz veriyorum” |
0% |