@bukettdem
|
Beşyüz dört kız... beşyüz dört can... beşyüz dört hayat. Yaşama sevinci ellerinden alınan kızlardık biz. Benliğimizi, ismimizi, kişiliğimizi, nefes alma hakkımızı dahi elimizden almışlardı. Hatıralarım...beynimin içinden alınan kimliğim. Beş senedir aradığım ama hakkımda hiçbir şey bilmediğim hayatım. Yaşama hakkımın elimden alındığı yetmiyormuş gibi hatıralım da beni terk etmişti. Nasıl bir çocuktum, annem ve babam kimdi, kardeşim var mıydı, en sevdiğim yemek neydi... hiçlik. Beynimin içinde kendime dair koca bir hiçlik vardı, dipsiz simsiyah kuyu gibi. Buz gibi duvarların arasında sıkışmış bir zavallıydım, kendini ve meleklerin bana emanet ettiği küçük ruhu kurtaramayan bir zavallı. Burada geçirdiğim beşinci yılın sonlarına geliyordum. Acı dolu beş yılın sonuna gelirken bile bir aydır hücrede cezalı kalmıştım. Aslında tam olarak ceza sayılmazdım, çünkü buraya kendi isteğim ve koca binayı birbirine katarak girmiştim. Zaten kaybolan ruhumun yanında birde bedenimi kaybetmemek için.
Beş yıldır verdiğim mücadelede artık yolun sonuna yaklaştığımı hissediyordum. Artık ne kendime zarar verecek gücü ne de bu kemikten bedeni taşımaya halim vardı. Üzerimde beş yılın yorgunluğu, bitkinliği, uykusuzluğu, açlığı yığılmıştı. Çarem tükenmiş, bahanelerim tükenmiş ve en çok sabrım tükenmişti. Bastığım soğuk zemin tenimi mosmor bir hale getirmişti. Tutunduğum duvardan destek alarak titreyen vücudumla rahibeler ve güvenlikler arasında kaldığım koğuşa doğru ilerliyordum. Yağlı saçlarımın yüzümü kapatan kısmından güvenliklere ve boş hücrelere baktım. Bu binada tek isyan çıkaran bendim, diğer kızlar bu duruma pek yanaşmaz, hücreden korkarlardı. Fakat bilmedikleri birşey vardı. Karanlık, o balo salonundan daha az korkutucuydu.
Yanımdaki yüzünü kar maskesiyle kapatmış güvenliğe baktım. Dümdüz karşıya bakan bakışları buz gibi sadece ileriye odaklıydı. Siyah giysileri arasında belindeki hançere baktım. Koridorlarda bekleyen güvenliklerin belinde silah değil hançer vardı. Sebebi ise eğer olurda birimiz intihara kalkışırsak ölümümüz kolay olmasın diyeydi. Neticede şakağa dayanmış tek kurşun bize acı çektirmezdi, onlar biz ölürken bile acı çekerek ölmemizi istiyorlardı. Gözlerimi hançerin üzerinden alamazken çoktan neremi kaseceğimi planlamaya başlamıştım bile. Rahibelerin en çok önem verdiği yer yüz, boyun ve kollardı. Eğer hançeri karnıma saplarsam dikişler alınmadan hücreden çıkardım. Ama eğer görünen bir yere yaparsam iz kalmaması için ellerinden geleni yaparlardı. Ve benim tek yapmam gereken şey titreyen ellerimde o son gücü bulmaktı. "Füsun" titreyen ellerimi duvardan ayırdım "füsun" bana verilen isim tekrar zikredilince gözlerimi hançerden ayırıp en önde yürüyen rahibeye baktım "gözlerine ve düşüncelerine hakim ol. Açlıktan ölmek istiyorsun sanırım" cevap vermeden sadece yüzüne daha doğrusu gözlerine baktım "kendine acımıyorsan o yetime de mi acımıyorsun? Anlaşılan bir aylık özlem hizaya gelmen için yetmemiş" sıfır ifadesiz yüzümle sadece ona bakıyordum "yanına gitmeden önce kendine çeki düzen versen iyi edersin" önüne dönüp yürümeye devam etti "korkunç görünüyorsun" soğuktan titreyen ellerimi belli olmaması için beyazdan griye dönmüş geceliğimi tuttum "koridorun başına geldiğimizde arkasında ilacımın olduğunu bildiğim o kişiyi görmek için kapıya doğru bir adım atmamla sesini duymaktan bıktığım rahibe tekrar konuştu "bu halinle çocuğu korkutma" kirlenen bedenime ve yağlı saçlarıma bakıp bu hareketimden vazgeçmiştim fakat sadece bir iki saatliğine.
Kaldığım koğuşa girer girmez beni gören kızlar korkunç birşey görmüş gibi halime acır halde baktılar. Halbuki beni en çok onların anlamaları gerekirdi. Rahibelerden iki tanesi koğuşa girip ayağa kalkıp bana bakan kızları tek el hareketiyle durdurdu "kimse konuşmayacak. İlk önce banyo yapacak" diğer rahibe başımda beklerden daha önce bunu milyon kere yaşadığımdan havlumu ve banyo malzemelerimi alıp doğrultamadığım belimle titreye titreye koğuşun içindeki banyoya girip en sondaki musluğa ilerledim. Sıcak suyu açıp mermer havuzun dolmasını sağladım. Arkamda beni bekleyen rahibelerden biri vardı, hep öyleydi... bütün koğuşun uyumasını beklerlerken bile bizim başımızdaydılar. Tası sıcak suyun içine bırakıp üzerimdeki kirden yüzü görünmeyen geceliği çıkarıp bir kenara koydum. Ağrıyan kemiklerimin acısına daha fazla dayanamayıp soğuk mermere oturdum. Vücudum soğuktan tir tir titrerken tasa aldığım sıcak suyu başımdan aşağı yanmamı umursamayarak döktüm. Nasıl olsa gitmeyeceğini bildiğimden arkamdaki rahibeyi umursamadan uzun bir duş aldım.
Duştan sonra kalın kıyafet ve kalın çoraplarımı giyip yine rahibelerle yemekhaneye inip içtiğim bir kepçe çorba ile tekrar eksi bire inip hasretinden gözümün önünden gitmeyen o çocuğun yanına gelmiştim. Fakat içeriye girmeden aklıma gelen şeyle durup rahibeye döndüm "bu gece burada kalıcam beklemenize gerek yok" bir şey demesine fırsat vermeden içeriye girip kapıyı kapattım. Biliyordum, onların sözünün geçmediği tek yer bu çocuk odasıydı. Kapanan kapıyla arkası dönük olan o kıvırcık saçlar yavaşça bana döndü. Küçük gözleri karşısındakinin ben olduğumu anlayınca yüzünde kocaman bir gülümseme oturdu. Minik dişlerini ortaya sererek gülüşünü daha da belli etti "füsü" gülümsedim "koca çınarım" oturduğu sandalyeden kalkıp koşarak gelince dizlerimin üzerine eğilip boynuma atlayan çınarı kollarımın arasına aldım "birileri beni çok özlemiş sanki" küçük kollarını boynumdan çekip bana baktı "o kadınlar senin için uzun süre gelmiycek dedi bana, cezalı dedi" kıvırcık saçının bir tutamını parmağıma doladım "yo, cezalı değildim. İşim sadece uzun sürdü sonra dedim ki çekilin yolumdan benim çınarım beni özlemiştir" gülümsedi "ormandaki perileri kurtardın mı?" Başımı salladım "kurtardım tabi, onları kötülerin elinden aldım sonra da evlerine götürdüm" olduğu yerde zıpladı "yaşasın periler kurtuldu füsü. Peki bana birşey dediler mi?" Çınarın elinden tutup yatağına oturduk "söylediler tabi. Ormanların en güçlü çınarına söyle biz çok iyiyiz dedi"
Gözlerim çınarın yırtılan kazağına takınca kazağın kolunu tutup parmaklarımın arasına aldım "füsü, perileri kurtardın bizi ne zaman kurtarıcaksın" işaret parmağımı dudağıma götürüp susmasını işaret ettim "şşş" kapıya bakıp tekrar çınara baktım "bu bir sır. Eğer kötüler öğrenirse planımızı bozarlar" eliyle ağzını tutup başını salladı "tamam füsü" çınarı kucağıma alıp ona sıkı sıkı sarıldım "doğru zaman geldiğinde gidicez buradan. Biliyorsun ki satrançta karşımızdakinin adımı da önemli" çınar başını bana yaslayıp uzun saçlarımı tuttu "annem satranç oynamakta pek iyi değilmiş füsü" Çınar büyüyordu... bu şatoda, bu karanlık ve çığlık dolu şatoda. Onu buranın dışında büyütmeyi çok istiyordum, gerçek bir çocuk gibi büyümesini istiyordum. Bu geri dönüşü olmayan satranç oyununun dışında kalmasını istiyordum. Annesi de böyle olmasını isterdi.
"Hadi oyun oynayalım. Ne dersin?" Çınar kafasını kaldırıp bana baktı "olmaz füsü, sen yorgunsun" dudaklarımı büktüm "nereden biliyorsun yorgun olduğumu?" Tuttuğu saçlarımı kokladı "sabun kokuyorsun, hem titriyorsun da... uyumalısın" şoke olmuş gözlerle çınara baktım. Anlıyordu artık, çınar büyüyordu "birlikte uyuyalım mı füsü?" Yüzüme hüzün ve mutlulukla karışan bir gülümseme yerleştirdim "uyuyalım çınarım" Onu buradan çıkarmalıydım, daha fazla herşeyi anlamadan onu buradan çıkarmalıydım. Bu kalın ve soğuk duvarlar arasında büyümesine izin veremezdim. O bir çocuktu ve bir çocuk gibi büyümeliydi. Çınar çok zeki bir çocuktu, herşeyi çabuk kavrar, sen söylemesen de o senin halinden anlardı. Bu dört duvar arasında onu heba etmelerine izin vermeyecektim. Sadece dinlenip gücümü toparladıktan sonra kendimi savunmaya devam edicektim vakti geldiğinde de taaruz edicektim.
Giydiğim beyaz gecelik bacaklarımı üşüttüğünden çınarın yorganını üzerimize çektim. Kıvırcık saçlarını öpüp ona sıkı sıkı sarıldım "anlat bakalım. Ben yokken neler yaptın?" Çınar durup biraz düşündü "sen yokken yanıma kimse gelmedi ki. Bu ay bahçeye de çıkamadım" çınarın son cümlesiyle başımı yastıktan kaldırdım "çıkmadın mı?" Gözlerini kapatıp başını salladı "neden peki? Demedin mi rahibelere?" Omuzunu silkeledi "sen olmadan inmek istemedim" gülümsemem yüzümde yayıldı "ama sen sıkılmışsındır öyle tek başına, keşke inseydin" başını salladı "sıkıldım evet ama bahçeye inince de kimse oynamayacaktı benimle, sende yoksun. Bende dedim ki füsüm yanımda olursa benimle oynar" kıvırcık saçlarını okşayıp öptüm "bu küçük aslan büyümüş de beni mi düşünürmüş" elinden tutup kaldırdım "kalk bakalım bir boyunu ölçelim"
Masanın üzerinden kırmızı kalemi alıp banyo kapısının eşiğinde beni bekleyen çınarın yanına gidip diz çöktüm. Bir önceki çizginin bir santim üzerine çıkmıştı. Kalemle çizip gülümsedim "boyun uzamış" heyecanla dönüp çizdiğim yere baktı "boyum uzamış füsü" başımı salladım "evet" zıplayarak boynuma sarıldı "hadi o zaman uyuyalım da daha çok boyum uzasın" elimden tutarak benimle birlikte uyumak için hazırlandı.
Ağustos ayından itibaren bütün sorumluluğu bana ait olmuştu. Ek gıdasından emeklemesine kadar her şeyiyle de ben ilgilenmiştim ilgilenmeye de devam edecektim. O bana emanetti çünkü. Eğer bu koğuş için rahibelere yalvarmasaydım onu gerçeklerden koruyan bir odası olmayacaktı. Gerçekleri ona söylemekte zorlanacaktım. Bu durumun daha fazla uzamasına izin vermeyecektim ama, çınarın gerçek bir çocuk gibi büyümesi için elimden gelen herşeyi yapıcaktım, gerekirse vurulmaya bile razıydım.
~
Sabah erkenden uyanıp binadaki kızlar uyanmadan arka bahçeye çıkıp çınarla oynamıştım. Bunu gizli yapıyordum çünkü diğer kızların bahçeye inme izni yoktu. Rahibeler onlara yaptığım yalvarmalar sonucu ancak ayda bir kez izin veriyorlardı. Eğer diğer kızlar duyarsa onlara haksızlık yaptığımızı düşünür ve ayda bir kez onlarda bunu isteyebilirdi. Aslında istemelilerdi, eğer zor durumda kalmayacağımı bilsem kızlara bu hakkı istemelerini söyler koğuşta bir isyan başlatabilirdim. Lakin rahibeler bu gibi en ufak söylentide bizi suçlu göreceğini, artık bahçeye çıkmak için izin vermeyeceklerini söylemişlerdi. Bu yüzden susuyordum. Çınar arka bahçede gördüğü bütün böcek, karınca gibi şeyleri incelemiş bulduğu bütün çiçek ve otları da benim için topladığını söyleyip avucuma bırakmıştı. Sabah ayazı olduğundan, hastalanmaması adına onu daha fazla burada tutmak istemeyip tekrar odasına götürmüştüm. Çınarı odasına bıraktıktan sonra kızlar uyanmadan koğuşa çıkmaya karar verdim. Sürgüyü ses çıkarmadan çekip açtıktan sonra tekrar geri kapattım. Bu koğuşta ondört kişiydik ve tabi diğer koğuşlarda öyleydi, tabi bu batı yatakhanesi için öyleydi, doğu yatakhanesinde işler nasıldı bilmiyordum. Bana ait olan yatağa ilerleyip yorganı kaldırıp gözlerimi koğuştaki kızar üzerinde gezdirdim hepsi tüm masuluğuyla uyuyordu, yarının ne getireceğini bilmeden. Bunu hiçbirimiz bilmiyorduk, bir tek temennimiz dahi yoktu. Gözlerim koğuşun en dibindeki yataktaki zehraya takıldı. Yatakta dümdüz yatmış, ama yatağın içinde titriyordu.
Sessizce yanına gittim "zehra" yüzü gözü boncuk boncuk terlemiş, rengi dudaklarına kadar bembeyaz olmuştu. Feri kaçan kahverengi gözleriyle bana bakıp bir süre izledi "füsun" kaşlarımı hafif çattım "zehra iyi misin? Rahibeleri çağırmamı ister misin?" Zehra o kadar kötü görünüyordu ki hali beni korkutmaya başlamıştı. Korkuyla başını salladı "hayır söyleme" elini zar zor kaldırıp parmaklarıyla ona eğilmemi söyleyince eğilip ne diyeceğini dinledim "b...beni iyi dinle füsun. Sakın vazgeçme" ne demek istediğini anlamaz gibi ona bakıp boş kalan bir yere oturdum "o ne demek öyle zehra" bembeyaz olan elini tuttum "benim vaadem bu kadarmış" göz bebeklerim büyürken içimi bir korku çoktan kaplamıştı "nasıl söz o zehra" diğer elimle saçlarına elimi koyunca parmaklarımın arasında kalan saçlara baktım. Elim ayağım anında buz kesmişti. Parmaklarımda kalan saçları zehraya belli etmeden parmaklarımdan sıyırdım "rahibeleri çağırıcam" ayağa kalkıp tam gidecekken eliyle elimi tuttu "sakın" durup tekrar oturdum "beni dinle füsun. Fazla vaktim kaldığını sanmıyorum" anlından akan terleri elimle sildim "benim vaktim bu kadarmış. A...ama sen...sakın, sakın kendini kurtarmaktan vazgeçme" iki elini de sıkıca tutarken dolan gözlerimi ondan saklamadan ağlıyordum "zehra lütfen, ben hepimizi kurtarıcam" başını olumsuz sallayıp parmak uçlarıyla gözümden akan gözyaşını sildi "beni değil, ama diğer kardeşlerimizi kurtar" ağlamam derinleşirken o gözlerimin önünden kayıp gidiyordu.
Bembeyaz olan ellerini öptüm "kendini ve narinin emanetini çıkar buradan. Benim için sakın üzülme... ben ailemin yanında olucam" elini zorla yanağıma koyup öylece gözlerime bakıp dudaklarına bir gülümseme yerleştirdi. Göz yaşlarım onun ellerini ıslatırken zehranın bakışı donuklaştı, eli yavaşça yanağımdan düştüğünde içimde bir isyan belirdi. Zehranın elini bırakıp bağırmaya başladım "nerdesiniz? Kurtarın onu" kızlar ne olduğunu anlayama çalışarak kalkınca ellerimi saçlarıma koyup etrafıma baktım "birşey yapın" koşarak kapıya ilerleyip yumrukladım "açın kapıyı" yumruklamaya devam ettim. Kapıyı biri arkamdan sürgülemiş olmalıydı "açın kapıyı, yardım edin" Kızlar zehranın başına toplanmış çok geçmeden ağlama sesleri gelmeye başlamıştı "zehra ölmüş" koğuşa uzaktan bakıp aklımdan çıkmayacak bu anı kaybettiğim hafızama kazıdım. Kapıyı yumruklamaya devam ettim "açın kapıyı, yardım edin" ayağımla sert bir tekme geçirdim "açın şu lanet kapıyı" sürgü çekilip kapı açıldığında rahibe önümde dikildi "ne bu gürültü füsun. Hücreye mi dönmek istiyorsun" yakasına yapışıp kendime çektim "arkadaşımı kurtar yoksa bu lanet olası binayı yakarım" rahibe ne olduğunu anlamayınca kızlardan biri tiz bir çığlık attı "zehraa" ellerimi üzerinden çekip kalabalığın olduğu yere ilerledi.
Fakat rahibenin zehrayı görmesiyle geri çekilmesi bir oldu "ne...neden durdun? birşey yapsana" rahibe geri geri ilerleyip koğuştan çıkıp kapıyı üzerimize kilitledi. Telaşla tekrar kapıya yapıştım "nereye gidiyorsun birşey yapsana kurtarın onu" yumruklarım hiç durmaksızın kapıyı kırarcasına vuruyordu. Ellerimin acıması umrumda değildi, onun kurtulması lazımdı. Kapıdan vazgeçip yatağa doğru ilerledim, kalabalığı açıp zehranın yüzünü avuçlarımın arasına aldım "zehra hadi uyan, böyle gidemezsin" göz yaşlarım akmaya başlayınca inkar edip başımı salladım "hayır ölemez" kızlara döndüm "birşey yapalım" begüm yanıma gelip beni tuttu "o artık bir melek füsun. Narin gibi" içimde isyanı susturmayan tarafım tekrar konuşmaya başladı "hayır ölmedi" tuttuğu kolumu ondan kurtarıp bağırdım "kendinize gelin. O bir genç kız ölemez" etrafımızdaki ağlayan kızlara baktım "ağlamayın o ölmedi hayır" başımı sallayıp zehraya döndüm "uyan nolur uyan ölemezsin" kollarımdan tutan kızlardan kurtulmaya çalışıyordum ama daha çok tutuyorlardı. Kulaklarım hiçbir şey duymazken ağlamam şiddetlendi "hayıır" kızlar bana beni tutmak için sıkı sıkı sarılıyorlardı. Birden görüş alanıma rahibe ve güvenlikler girince onu götürmemeleri için tutmak istedim "bırakın onu" tiz bir çığlıkla bütün binayı inletirken alacağım ceza elbette umrumda değildi. Zehranın yorganını üzerinde alıp onu sedyeye koyup üzerine yatağının beyaz çarşafını serdiler "götürmeyin" başımı sallayıp hala isyan ederken kızların hepsi beni tutmaya çalışıyordu.
Sedyeyle onu koğuştan çıkarırlarken kızlar çığlık çığlığa ağlıyorlardı. Boynuma dolanan kolla benim de ağlamam şiddetlendi. Zehra da gitmişti, tıpkı narin gibi. İkisinide kurtaramadan melek olmuşlardı. Yan koğuştaki kızlar ne olduğunu anlamak için gelirken diğer kızlar olanı anlatıyordu. Durup koğuşta bulunan kızlara baktım, hepsinin ölümünü izleyecek miydim ki ben böyle...elimden hiçbir şey gelmiyordu. Biri bizi kurtarsın istiyordum. Bir mucize olsun istiyordum. Zehranın yakın arkadaşı yatağına sarılmış gözyaşlarını onun için döküyordu.
Gözlerimden akan yaşlar bütün yüzümü ıslatırken kızlar beni bırakmaya başlamıştı. Narinde tıpkı zehra gibi götürülmüştü...kanlar içinde. Onun mezarını dahi öğrenememiştim ama şimdi zehranın peşinden gitmeliydim. Kızları üzerimden atıp koşarak koğuştan çıktım. Koridorun köşesinden döndüklerini gördüğümde koşmaya başladım "durun, götürmeyin" önüme çıkan ilk rahibeyi atlatmama rağmen ikincisini atlatamamış güvenliklerin beni yakalamasından kaçamamıştım "bırakın onu nolur" iki kollarımdan acıtırcasına sıkı sıkı tuttular "bırakın beni" yere düşüp dizlerimi soğuk zemine yapıştırdım "ölemez o" güvenlikler kollarımdan tutunca kendimi bıraktım ama beni sürüye sürüye koğuşa götürdüler. Bir anda koğuşun içinde uğultular, çığlıklar ve rahibeler doluşmuştu. Diğer koğuşun kızlarını odadan çıkarıp bizi tekrar kilitlediler. Ellerimi saçlarıma daldırdım "isyan edin artık biz sustukça daha çok kardeşimiz ölücek... susmayın bağırın" sesimi duymaları için yatağın üzerine çıktım "o balo salonundan hiçbir zaman prenses gibi çıkmayacağız. Biz isyan etmedikçe canımıza kast etmeye devam edicekler" kızlar birbirine bakıp aralarında konuşuyorlardı "susmaktan başka çaremiz yok füsun. Buradan çıkış yok" içlerinden birinin söylediği cümleyle başımı salladım "hayır çıkış var. Onları isyanlarımızla yenicez, susmıycaz. Eğer susarsak daha çok üzerimize gelirler"
Ayağımı yatağa vurdum "susmayın artık. Gürültü çıkarın, vurun, kırın" sesim çığlık gibi çıkmıştı. Ellerimle duvara vurmaya başladım "zehranın hakkını arayalım" yataktan inip daha çok ses çıkarması için kapıyı yumruklamaya başladım "ses çıkarın, biz buradayız diyin" ayaklarımla da kapıya vurmaya başladım. Kızlardan bir kaç tanesi de benim gibi kapıya, cama, duvarlara vurmaya başladılar. Diğer kızlar da banyonun kapısına vurup ses çıkarmaya başladılar. Koğuşa uzunca bakıp bağırdım "uyanın millet. Biz buradayız diyin" Çok geçmeden diğer koğuşlar da isyanımıza katılmış sesleri çıkmaya başlamıştı. Aslında çoktan yapılması gereken bir şeyi yapıyorduk...ses çıkarıyorduk. Kızları bu denli ayağa kaldırmışken isyan çıkarmanın tam sırasıydı. Sonuna kadar isyan edecektik.
Göz yaşları içinde, ağlaya ağlaya kapıları pencereleri tekmeleyip ses çıkarıyorduk. Zehra için, narin için, o salondan ölüsü çıkanlar için, çocukluğunu bu dört duvar arasında geçiren çınarım için. Koridorda ayak sesleri yaklaşırken kızların korkmaması için bağırdım "sakın sizi sindirmelerine izin vermeyin sonuna kadar hakkımızı arıycaz" koğuşun kapısının sürgüsü çekilip kapı açılır açılmaz içeriye rahibe ve güvenlikler doluşup elimizi kolumuzu tutmaya başlamışlardı. Üzerime gelip kollarımı tutmaya çalışan güvenliğe ayağımla tam on ikiden vurunca güvenlik iki büklüm eğildi "sakın susmayın kızlar, sonuna kadar savaşıcaz" bel boşluğumda hissettiğim elektrikle ani bir kasılma bütün vicuduma yayıldı, göz bebeklerim büyüyüp sağ kolum kilitlendi. Uyuşan bacaklarımla olduğum yere yığıldım. Gözlerim kararmaya başlayınca direnip gözlerimi kapatmamaya çalıştım "götürün bunu eksi bire, çocuğun odasına kapatın"ayaklarımdan ve kollarımdan tutan iki güvenlik beni kaldırınca kızların da rahibeler tarafından tutulduğunu, isyanı susturduklarını gördüğümde içimdeki ümit çiçek gibi soldu.
Başaramamıştım... isyanı bile çıkaramamıştım. Zehranın ve diğer kızların hakkını savunamamıştım.
Elim ve ayaklarım o kadar uyuşuktu ki güvenliklere karşı bile çıkamamış beni eksi kata indirip çınarın odasına götürmüşlerdi. Bedenimi yatağa bırakınca çınarın korku dolu sesini duydum "ne yaptınız füsüme kötü adamlar" güvenlikler çınarı kaale almadan odadan çıkıp kapıyı kilitlediler. Çınar yanıma gelip eğildi "füsü ne yaptılar sana" kasılan elimi tutup öptü "iyileşiceksin füsü" kollarını bana dolayıp sarılınca gözlerimden yaşlar süzülüp saçlarımı ıslatıyordu. Zehra gitmişti... bunu artık kabullenmem gerekiyordu fakat gözlerimin önünden zehranın terleyen yüzü, bembeyaz teni, parmaklarımın arasında kalan saçları gitmiyordu. O buradan çıkıp gidememişti ama ruhu bir kuş misali bu korkunç yerden ayrılmıştı. Titreyen yatağında çektiği acı son bulmuştu. İçimi yakıp kavuran şey ise narin gibi zehranın da mezarını bilmiyorduk... hatta doğru düzgün gömüldüklerinden bile emin değildim. Bu düşünce kalbimi kırk yerinden bıçaklıyor kız kardeşlerimin bir mezarının olmaması bile yerden yere vuruyordu. Buradaki hiçbir kızın hak etmediği şekilde ölmeleri hiç adil değildi, yaşarken huzurlu yaşamamışlardı zaten birde doğru bir mezarları olmayacak mıydı?
Çınarın beni ağlarken görmesini istemiyordum ama düşüncelerimi susturamıyordum. Derin bir nefes alıp kilitlenen elimi açmaya çalıştım, bedenimi oynatmaya çalıştım ama çok zordu. Kendimi zorlamadan serbest bıraktım. Eğer ağlamaya devam edersem çınara açıklama yapmam zor olacaktı bu yüzden kendimi zor da olsa susturmaya çalıştım.
Çınar başını kaldırıp yanağımı öptü "çok mu acıyor canın füsü" eliyle göz yaşımı sildi "elini öpersem geçer mi füsücüm" eğilip elimi öpünce içimden durmadan onun için de ağlamak geliyordu ama bunu yapmayacaktım. Zar zor oynattığım parmaklarımı açtım "üzülme çınarım. Ben koruyucuyum unuttun mu?" Çınar üzgün gözleriyle başını salladı "unutmadım ama koruyucular da bazen yorulur" kaşlarımı yukarı kaldırdım "koruyucular hiç yorulmaz ki hep dimdik olur" elimi tuttu "yorulmaz mı?" Gülümsemeye çalıştım "yorulmaz"
İlacım olan bu çocuğa sarılıp acımı yine içimde yaşamaya karar verdim. Gözyaşlarımı her zaman olduğu gibi içimden akıtıyordum. Her şeye onun için katlanıyordum. Doğru fırsatı kolluyordum buradan gitmek için, sadece doğru gün, doğru saat. Çınarla birlikte saat üçe gelen kadar uyumuştuk beni uyandıran şey ise çınarın öksürmesiydi. Ona bakıp saçlarını yüzünden çektim "çınarım, iyi misin?" Başını salladı "iyiyim füsü" elimi alnına koyduğumda ateşinin olmadığını fark edip içime biraz su serpildi. Sabah ayazıyla dışarı çıktığımızdan belki hasta olmuş olabilirdi. Alnını öptüm "kötüysen söyle seni revire götüreyim" başını salladı "iyiyim füsü sadece uyumak istiyorum" bütün gün uyumuştuk zaten hala mı uyumak istiyordu? Gelişme çağında olan bir çocuktu çınar tabiki uyumak isteyecekti. Akılsız kafam. Onu onaylayıp uyumasını izlerken demir kapı açılıp içeriye rahibelerden biri girdi "kalk bakalım füsun. Senin de vaktin geldi" ne dediğini anlamaya çalıştım "ne? Anlamadım" ellerini karşımda birbirine kenetledi "senelerce bir şeyleri bahane edip saklandım ama artık kaçamazsın. Salonda bu gece üçüncü kattasın" elim ayağım o an boşaldı sanki. Başımdan aşağı buz gibi sular döküldü. Ölüm fermanım gelmişti... bu gece kaybolan ruhumla bedenimide yollayacaktım. Ya siyah odalardan birine yada o siyah arabalardan birine binip öldüresiye tecavüz edilecektim. Arkamda uyuyan çınarın bacağını tuttum "çınar uyanıcak çıkın" içeriye güvenlikler girdi "sen bağırmadığın sürece uyanmaz" haklıydı... çınar uyanırsa telaş eder arkamdan merak ederdi. Sustum.
Bir güvenlik sol kolumdan diğer güvenlik sağ kolumdan tutup beni kaldırınca önümdeki rahibeyle yüz yüze geldim. Simsiyah gözlerinde zaferi görebiliyordum "mutlu oluyorsun dimi biz tecavüze uğrarken. Halbuki sende kadınsın... aynısı sana yada kızına, yakınına yapılsa ne hissedersin" yüzünü sakladığı peçeden ifadesini göremiyordum, sadece gözleri "bu iş için para ödeniyor. Hakkını vericeksin" iğrenir gibi gözlerine bakıp ağzıma dolan tükürükle yüzüne tükürdüm "siz kadınların yüz karasısınız" sol yanağımda bir tokat patlayınca başım sağ tarafa döndü "işini düzgün yapacaksın" kollarımı tutan güvenlikler çekiştire çekiştire beni koğuşa çıkardılar. Sürgülü kapıdan içeri girdiğimde benim gibi bir iki kızı daha hazırladıklarını gördüm. Bu gece bu koğuştan üç kişi o dar ağacına sürükleniyordu, diğer katlardan ve doğu yatakhanesinden de bizim gibi bahtı kara kızlar olacaktır.
Arkamızdan tekrar kapı sürgülenince dönüp daha zehranın acısını unutmamış kardeşlerime baktım. O kadar acımasızlardı ki, acımızı yaşamamıza bile izin vermiyorlardı. Cenazeye saygıları bile yoktu. Bütün neftretimle kızları hazırlayan rahibelere döndüm "cenazeye saygınız da mı yok sizin?" Bana kısa bir bakış atıp işine geri döndü "üzüldünüz bitti. Şimdi işimize geri dönme zamanı" acıyla gülümsedim "iş" bunu bir iş olarak mı görüyorlardı cidden "nasıl bir iş bu? Bizi satarak iş yaptığınızı mı sanıyorsunuz? Cahiller" yüksek sesle bağırdım "kara cahiller" o da bana tepkiyle bağırdı "alçalt sesini füsun. Sinirimi o sabiden çıkarırım" ilk defa çınarı bana karşı kullanmışlardı...ilk defa böyle bir tehtidle karşı karşıya kalıyordum "otur şuraya" gözlerimi koğuştaki kızlara yönelttiğimde hepsinin sessiz sessiz ağladığını gördüm. Boyun eğimek zorunda kalıyordu, susuyorlardı.
Mavi gözleriyle bana bakan rahibenin gözlerinin içine baka baka gösterdiği sandalyeye oturdum. Diğer iki kardeşim de yanımdaki sandalyede oturuyorlardı. Kabul etmek zorundalardı... başka şansları yoktu.
Önümde az önce laf söylediğim mavi gözlü rahibe durdu. Elindeli fırçayı makyaj paletine batırıp yüzüme sürmeye başladı. Hepsi bana büyük bir nefretle bakıyordu. Senelerce onlara direnmiştim çünkü. Bütün rahibeler bana kin besliyordu. Beş yılın sonunda savaşımın yenilgiyle sonlandığını düşünüyorlardı... beni yendiklerini, buradaki her kız gibi beni de o odalardan birine sokacaklarını düşünüyorlardı. Ama unuttukları bir şey vardı, o da benim kim olduğumdu. Eskiden nasıl bir insandım onu bilmiyordum. Anne kuzusu muydum yoksa yine hırçın mıydım? Ama ben şu andaydım. Şu an hırçın olmam gerekiyordu, savaşçı olmam, vazgeçmemem, çınar için, narin için, buradaki bütün kızlar için savaşmam gerekiyordu. Gözümü karartmıştım... içimdeki isyancı bu kız artık buna bir son vermek istiyordu ve o an buna bir son vermem gerektiğini fark ettim. Doğru gecenin bu gece olduğunu... beş senenin ardından üzerinde defalarca kafa patlattığım bu planı işleve koyup başarılı olma zamanı gelmişti. Sadece biraz daha sabırlı olmam gerekiyordu. Sabırlı ve dikkatli.
Beni hazırlamalarına izin verdim bu yüzden. Beni yendiklerini düşünmelerini istiyordum. İçlerinden füsunu yendik desinler istiyordum. Yüzüme sürülen makyaja izin verdim, saçlarıma yapılan maşaya, bana giydirdikleri koyu yeşil, kısa ve üzerime yapışan, göğüs dekoltesi olan bu elbiseye. Diğer iki kardeşim de hazır olduklarında bizi aynanın karşısına çıkardılar. Ceyline kırmızı bir elbise, aygüle de fıstık yeşili bir elbise. Karşımdaki görüntümden nefret etmiştim. Bu elbiseden, bu makyajdan. Bizi oyuncakları gibi kullanıyorlardı. Giydirip süslüyorlar daha sonra bizimle oynamaları için o adamın önlerine atıyorlardı. Bu çok aşağılayıcı bir durumdu. Kadınlar oyuncak değildi, kadınlar izinsiz alınıp vitrininde tutulan bebekler değildi. Bizimle oyuncak gibi oynayamazlardı. Hayallerimizi çalamazlardı, umutlarımızı yok edemezleridi, geleceğimizi bir çöp gibi umursamamazlıktan gelemezlerdi.
İğrendim... bu yerden, bu kıyafetlerden, rahibelerden, güvenliklerden, salona gelen her adamdan, iğrendim. En çok da müdirelerden. Ayağıma giydiğim diken kadar acıtan topukluların üzerinde zar zor yürüyordum. Hayatımda daha önce hiç giyinmemiştim ki, nerden bilebilidim bu denli zor yüründüğünü. Kollarımızdan tuttular, açılan koğuş kapısından güvenlikler eşliğinde koridora çıktık. Diğer koğuşa baktığımda bu koridordan bir tek biz olduğumuzu gördüm.
Yanındaki hüzünle bana bakan kızlara baktım. Bana yardım et dercesine bakıyorlardı. Benim istemediğimden ne çok nede daha az onlar da istemiyordu bunu, gözlerinde görüyordum. Onlardan şimdi sadece zaman istiyordum, sadece zaman. Çünkü onları buradan kurtarmam için ilk önce kendimi buradan kurtarmalıydım. İçeriden fethedemiyordum ama dışarıdan saldırabilirdim. İçimden özür diledim onlardan. Özür dilerim umutlarınızı yıktığım için, özür dilerim sizi ve diğer kardeşlerimi kurtaramadığım için ve özür dilerim güveninizi boşa çıkardığım için.
Diğer katlardan da kızlar dahil olunca yavaş adımlarla salona geçtik. Birinci katta tanımadığım diğer kızların olduğunu gördüm. Bunlar doğu yatakhanesinin kızları olmalıydı. İkinci kata çıktığımızda bizimkilerden ve doğudan da kızlar olduğunu gördüm "siz burada duruyorsunuz" iki kardeşimi burada bırakmaya çalışınca tam ağzımı açacaktım ki rahibe kolumdan tuttu "sakın füsun" onlara hüzünlü gözlerle bakıp güvenliklerin benden ayırmasına izin verdim. Buradaki güvenlikler yatakhanedeki gibi değillerdi. Hepsi giyinip kuşanmış birer garson gibi görünüyordu ama değildi. Beni üçüncü kata çıkardıklarında buradaki kız sayısının diğer katlara göre daha az olduğunu gördüm. Burası diğerlerinden farklı bir kattı "senin görev yerin burası" diğer kızların oturduğunu görünce bende salonun ortasına koyulmuş kırmızı koltuğun ucuna oturdum. Rahibe hepimizi sıkı sıkı aksi bir davranış yapmamamız için uyarmıştı. Burada kamera yoktu ama güvenlikler vardı. Kimse görmese onların göreceğini söyleyip alenen bizi tehtit edip kattan ayrılmıştı.
O adamların da buranın böyle bir yer olduğunu bilmediklerimden emindim ama bu onları suçsuz kılmazdı. Buraya adımlarını atıyorlarsa hepsi suçluydu. Zengin adamların böyle yerlerde ne işi var diye düşünmüyor değildim ama... zengin olduklarına göre istediği kişiye aşık olabilir istediği kadınla evlenebilirdi. Neden böyle kire bulanmış bir yere geliyorlardı ki... amaçları günaha girmek miydi? Karılarını aldatmak için miydi? Gözlerimi salonda gezdirmeye başladım bu kat kırmızı ve siyahlarla donatılmıştı. Uzun ve büyük bir L koltuk, tavandan asılan kırmızı süslemeleri olan boncukları, camın önünde ise alkol ve atıştırmak için yiyecekler, meyveler vardı. Kokusu bile midemi alt üst etmeye yetiyordu. Salonun karşısında sırayla beş siyah kapı vardı. O kapılar bildiğim kadarıyla kızları evine götürmek istemeyenler içindi... en azından kızlardan duyduğum buydu.
Neden bu katta sayımız daha azdı bilmiyorum ama diğer kızların da benden farkı yoktu, bu salondan nefret ediyorlardı. Yutkundum... acaba narin bu katta neler yaşamıştı, ne hissetmişti, çok korkmuş muydu? Yada kendinden nefret mi etmişti tıpkı benim şu an kendimden nefret ettiğim gibi. Gözlerim güvenliklere takıldığında dikkatlice baktım bu katta üç tane vardı. Beş yıl boyunca nasıl kaçacağıma dair sayısız plan yapmıştım. Sayısız kere plan değişikliği yapmıştım ama salona ilk defa girdiğim için buradan nasıl çıkılırdı bilmiyorum. Batı ve doğu yatakhanelerinin eski katı olduğunu biliyorum ama bu binada var mıydı emin değilim? Olsa bile tekrar binaya dönüp çınarı nasıl alacaktım bir fikrim yoktu, kahretsin hazırlıksız yakalanmıştım. Bildiğim tek şey bu gece bu odalardan birine girmeden çınarı alıp kaçmaktı.
Bir güvenlik kapıdan ayrılıp kızlar da ayaklanınca ne olduğunu anlamaya çalışarak etrafa bakıyordum. Neden ayağa kalkmışlardı. Dışarı çıkan güvenlik hızla içeri girdi "herkes aklını başına alsın, geldiler" yerimden kalkıp cama ilerledim. Kapının önünde bir sürü siyah minibüs vardı. Yutkunup bulanan midemi durdurmaya, dindirmeye çalışıyordum. Kızlar elbiselerini yukarı çekiştirip saçlarını düzeltmeye başladıklarında hayretle onlara bakıyordum. Cam kapı açılınca içeriye gelenlere kafamı çevirmemle korku parmak uçlarıma kadar ilerledi, boynumdan belime kadar inen soğuk teri hissettim. İçeriye altı adam girmişti, baloya gider gibi hazırlanan, üzerinde takım elbise ve papyonu olan altı adam. Hep narinin ne gördüğünü merak ederim, ona sorduğumda ise ne merak ediyorsun? Sen o salona girmeye kalmadan buradan kaçacaksın derdi. Ama mavi gözlerinde yaşadığı korkuyu görebiliyordum. Ve şimdi narinin ne gördüğünü görmeye başlamıştım, ne hissettiğini de hissediyordum. Arkadaşımın gördüğü görüntü... balo maskeli adamlardı.
Hepsinin yüzünde aynı desenli maskeden vardı, siyah ve köşeleri altın işlemeliydi. Nefesimi tuttum, midemin keskin bulantısı ağrıya dönüşürken içeri giren adamlar etrafa dağılıp her bir yanına kızlar gelmeye başlamıştı. Durup etrafa baktım, kızları korkuttuklarını görebiliyordum. Onları öyle korkutuyorlardı ki adamlar gelmeden önce isteksizken geldiklerinde etraflarını saracak kadar çok korkmuşlardı. Daha korkunç olanı ise adamların çoğunun çok yaşlı olmasıydı. Ağzımdaki tuzlu hissiyatı yutkundum sakın kusma füsun Güvenlik kılıklı garsonlardan biri gözlerini dikip bana baktığında yerimde kıpırdanmaya başladım. Yapabilirsin füsun. Eğer çınarı da buradan kaçırmak istiyorsan bunu yapmalısınayağımdaki topuklularla kapıya doğru bir adım attım ve sonra bir adım. Cam kapıdan içeri aynı maskeli bir adamın girmesi ile adımımı durdurdum. Uzun boyluydu ve diğer adamlar gibi yaşlı değil bu sefer gençti.
Adamın siyah gözleri üzerimde durdu. Lütfen tahmin ettiğim şey olmasın lütfen. Üzerindeki takım elbisenin ceketini çekiştirip bana doğru bir adım attı. Bana doğru geliyor, bir mucize olsun lütfen kurtuluyim. Adam tam önümde durup iznimi istemeden sağ eliyle elimi tutup dudaklarına götürdüğü. Kalın dudakları elimi öptüğünde mideme bıçaklar saplanmaya başlamıştı. Ölümüm bu adamın elinden olmasın. Kafasını kaldırdığında maskeden sadece gözlerini ve dudaklarını görebiliyordum, simsiyah maskesi onu daha korkunç gösteriyordu "bu geceyi bana lütfeder misiniz?" Öğürme isteğim çoğalıyordu, gözlerim tam yanımızda olan güvenliğe takılınca bana uyarı dolu gözlerle baktığını görüyordum. Hiçbir şey söyeleyemedim, donakalmış gibiydim. Salonda çalan yavaş müzikle işaret parmağını kaldırdı "sizde duyuyor musunuz? Bu yakınlaşmamız için işaret" üzerimden ecel terleri inmeye başladığını hissediyordum, çıkışım kalmamış gibiydi, elimden tutup beni salonun ortasına götürmesine izin verdim. Diğer yaşlıların aksine dansa kalkan çok az kişi vardı. Kapana kısılmış gibi hissediyordum.
Bir elini belime koyup diğer eliyle elimi tuttuğunda belimden nefret ettim. Bana dokunuşundan tiksindim, elinin belimde olması bütün hücrelerimden nefret etmeme sebep oluyordu. Bağırmak, bana dokunduğu için ağlamak istiyordum. Sinirden bütün vücudum kasılmaya başlamıştı. Elimden bir bok gelmiyordu, lanet olsun. Boynuma eğilip kulağıma fısıldadı "korkma, sana zarar vermiycem. Sadece sessiz ol" kulağıma değen nefesi ve hissettiğim sesiyle korku üzerime gölge gibi düşmüştü. Gözlerim hafif dolmaya başladığında başını boynumdan kaldırıp yüzüme baktı "sakın ağlama. Sakın" hızlı hızlı nefesler alıp bırakmaya başlamıştım. Bana bir şey yapmayacağını söylüyorsa neden benimle dans ediyordu? Amacı neydi?
Şarkı boyunca kulağıma eğilip uzun süre orada kalıp ama hiçbir şey söylemeden tekrar başını kaldırmıştı. İlgileniyormuş gibi mi görünmeye çalışıyordu? Müzik bittiğinde elimden tutup beni bir köşeye çekti "duralım burada" duvara yaslandığımda kolunu duvara koyup beni duvarla arasına aldı. Yüzüne bakmamak için kafamı ayaklarıma çevirdim, ayaklarında parlak rugan ayakkabılar vardı. Başımı kaldırmıyordum ama o da buna itiraz etmiyor, başımı kaldırmam için ısrar etmiyordu. Korkudan titremeye başlamıştım, bunu adamın değil diğerlerinin fark etmemesi gerekiyordu "titreyip durma fark edecekler" ona başımı sallayıp kendimi sıkmaya başladım. Bana daha fazla dokunmaması işime yarardı. Aradan geçen bir kaç dakikanın ardından kısık sesle konuşmaya başladı "beni dinle, garsonların salondan çıkması lazım. Sakarlık yapıcaksın tamam mı?" Kafamı kaldırıp ona baktım. Neden böyle davranıyordu? Kimdi bu adam? Kaşlarımı çatıp ona baktım "kimsin sen?" Çenesini sıktı "kim olduğum seni ilgilendirmez sen dediğime odaklan" dediğini yapmaktan başka çarem yoktu. Zaten başka da planım yoktu.
Kolunu duvardan çekip koltuğa ilerledikten sonra arkasına yaslanıp bacak bacak üstüne attı. Nasıl bir sakarlık çıkarabilirdim ki? Etrafıma göz gezdirdim. Tabi ya atıştırmalıklar. Masaya doğru ilerleyip elime iki kadeh aldıktan sonra adama ilerlemeye başladım. Gözleriyle yanında oturan adamı gösterince ne yaptığını anlamadan ilerlemeye devam ettim. Tam önüne gelmişken bir adım attığımda ayağını ayağıma savurmasıyla elimdeki kadehlerle yanında oturan adamın üzerine düştüm. Salonda büyük bir çığlık çıkarken garsonlar yanımıza gelip yaşlı adamı sakinleştirmeye çalıştılar "bu ne rezillik, paramızla rezil oluyoruz" yaşlı adam ayağa kalkıp üzerindeki takım elbisesini gösterdi. Söyeldiklerine kulak asmamak için yutkundum yerden kalkıp masanın üzerindeki peçeteye göz gezdirdim "çok özür dilerim onarmaya çalışayım" masaya ilerleyip peçete tomarını alıyormuş gibi yapıp masanın beyaz örtüsünü peşimde adama kadar sürükleyince üzerindeki her şey yere düştü. Kızlar ağzını kapatmış olanarı izlerken güvenliklerden biri bana çatık kaşlarıyla baktı "hemen hallediyoruz efendim" yere düşen atıştımalıklara bakıp beni dansa kaldıran adama döndüğümde gözlerini kapatıp bana onay verdi. Güvenliklerden iki tanesi etrafı toplamaya çalışırken biri hala dikiliyordu. Beni dansa kaldıran adam ayakta dikilen garsona ilerleyip az önce üzerine içki döktüğüm adamı gösterip birşeyler anlattı. Güvenlik başını sallayıp cam kapıdan çıktıktan sonra. Etrafa göz gezdirdi. Gözleri cam kapının dışarısında bir şeye takıldığında kapıdan çıkmasıyla ne yaptığını anlamaya çalışıyordum "ne bakıyorsun etrafa aval aval rezil kadın. Üzerimi temizlesene?" Yaşlı adama bakıp dişlerimi sıktım. Yerdeki peçeteyi alıp tam üzerini silecektim ki büyük bir alarm sesi bütün binayı sardı.
İşte ayağıma gelen fırsat buydu. Herkes birbirine bakıp anlam veremezken güvenliklerin de ne olduğunu anlamadığını fark ettim. Hiçbir boktan haberleri yoktu, kaos yaratmanın tam sırasıydı "yangıııın" diye cırlayıp etrafta koşuşturuken kızlar da cırlamaya başladı. Salon bir anda kaos yerine dönerken herkes dışarı kaçmaya başladı. Kalabalıktan yararlanma fırsatı gelmişti Dışarı koşuşan kızlarla merdivenlerden alt kata inmeye başladık. Herkesin daha fazla panik olması için durup durup cırlıyordum. Kendimizi en alt kata inip dışarı attığımızda. Dönüp etrafa baktım, herkes buradaydı. Beni fark etmelerine imkan yoktu. Kaçmalıydım, hızlı adımlarla binanın arka tarafına geçip köşeden ilerleyerek yemekhaneye girmeye çalışıyordum. Eğer mutfak tarafından kendimi içeri çekersem eksi kattan çınarı alıp arka mutfaktan tekrar dışarı çıkabilirdim.
Bu yangın gerçek miydi bilmiyorum? Ama eğer değilse fark edilmesi fazla uzun sürmezdi. Mutfak kapısına gelip plastik kapıyı denediğimde kilitli olduğunu fark ettim. Ama neticede plastik kapıydı. Gözlerim etrafta gezince demir kadar sert bir cisim aramaya başladım. Karanlıktan hiçbir şey görmüyordum. Tek bir ışık zerresi dahi yoktu. Elime geçen küçük demir parçasıyla plastik kapıyı aralayıp demiri araya sıkıştırıp genişletmeye başladım. Kilit yerine kadar çektikten sonra bir taraftan omuzumla ittiriyor bir yandan da kilidi itmeye çalışıyordum. Son bir omuz atmamla kapı hızla açılıp duvara vurunca kapıyı daha fazla ses çıkarmaması için tuttum. Hızlı olmalıydım.
Mutfaktan girip yavaş ama büyük adımlarla merdivenlerden inmeye başladım. Koridorlar da tıpkı dışarısı kadar karanlıktı, tek ışık çınarın odasının olduğu koridordu. Etrafta hiç güvenlik göremeyince koğuşlarda cezalı kız olmadığını hatırladım. O koğuşlara ceza için benden başka kız girmiyordu. Merdivenlerden inip çınarın odasının olduğu koridora adımımı attığımda koşmaya başladım Hızlı olmalıydım Kapının önünde güvenlik olmadığından kapının sürgüsünü açıp içeri girdim. Karanlık odada çınarın hala bıraktığım yerde uyuduğunu gördüm "çınar, uyan çınarım" etrafta üzerine giyinmesi için kalın bir şeyler aradım. Lacivert hırkasını elime alıp yatağa döndüğümde çınar kalkmamıştı. Yanına gidip yorganı üzerinden çektim "çınar" elimle saçlarını alnından çekmemle terlediğini ve çok sıcak olduğunu hissettim "çınar" yatağında onu doğrulttuğumda gözlerini araladı "füsü" dudaklarımı alnına bastırdığımda sıcaklığı dudaklarımı yaktı, ateşi çıkmıştı "çınarım hadi uyan gidiyoruz" elimdeki hırkayı ona giydirip kıvırcık saçlarını örttüm "nereye?" Yorganı çekip onu kucağıma aldım "biliyorum hastasın ama kaçmak için başka fırsatımız yok" gözlerini zar zor aralıyordu "kollarını boynuma dolayabilir misin?"
Başını sallayıp küçük kollarını boynuma doladı "tamam hadi bakalım" oturduğum yerimden kalkıp koridorda koşmaya başladım. Başka şansım yoktı, başak günüm yoktu, bu fırsattan başka elime fırsat geçer miydi bilmiyorum ama başarılı olmak zorundaydım. Tam mutfağın olduğu koridora girecektim ki işittiğim güvenliklerin sesiyle geri çekilip duvara sindim. Ayak sesleri dışarı çıktıktan sonra kafamı uzatıp etrafa baktım. Kimse görünmüyordu "dayan çınarım" ayağımdaki topukluları daha fazla ses yapmaması için çıkarıp bir köşeye fırlattım "neden daha önce yapmadım ki" hızla koşup yemekhaneye girip kendimi mutfağın olduğu kısma attım "kurtulduk çınarım" kapıya koşup kendimi dışarı attıktan sonra etrafıma baktım şimdi nereye gidicektim. Etrafa göz gezdirdim, ön taraftan çıkamazdım, aracım da yoktu.
Kucağımdan düşen çınarı bir çırpıda yükselttim. Gözlerini aralayıp bana baktı "elfler bizi korur, ben ormanın en güçlü çınarıyım" çınar, elfler, doğru ya ormana kaçmalıydım. Çıplak ayaklarımla ormana doğru tüm hız koşmaya başladım. Kaçıyordum...sonumun ne olacağını bilmeden kaçıyordum. Bu yolun sonu aydınlığa mı çıkar yoksa beni bir bilinmezliğe mi sokar bilmeden kaçıyordum. Yanımda avuçlarımı tutan küçük bir umut vardı, o benim onu buradan kaçırma sebebimdi. Kendime güvenim yoktu, ama vücudumdaki adrenalin o kadar fazlaydı ki beni olabildiğince uzağa götürmeye kararlıydı. Kucağımdaki küçük aslana baktım, onun benim kadar koşmaya mecali yoktu, onu da peşimden sürüklüyordum. Sürümek zorundaydım yoksa sonumuzu tahmin dahi edemiyordum. Ciğerlerim acımaya başlayınca durmaya karar verdim. Orman o kadar karanlıktı ki ayaklarımı dahi göremiyordum. Sessiz ve karanlıktı. Geriye dönüp baktığımda hala salonun ışıklarının yandığını gördüm. Başardığımı hissediyordum, başarmıştım ve bu benim sonumu getirmemişti. Kucağımdaki çınara bakıp gülümsedim "başardık çınar" gözlerim yatakhanenin camına takıldığında kızları arkamda bıraktığım için içime bir ağırlık oturmuştu. Gözlerim dolup sağ gözümden yaşlar akmaya başladı "lütfen beni affedin... sizin için geri gelicem. Sizi burada bırakmayacağım" kollarımdaki çınar bana bakıp etrafına göz gezdirdi "füsü bizi kurtardın" başımı salladı "kurtardım çınarım" birden yatakhane kısmındaki ışıklar açılınca ne olduğunu anlamaya çalıştım beni fark etmişler miydi? Yutkundum. İçimden bir ses koş diye bağırıyordu kaç füsun kaç yerimde sıçrayıp arkamı dönüp koşmaya başladım. Ayağıma batan çalılar umrumda değildi buradan kaçmalıydım.
Ben koştukça binada arkamda ufalıyordu, uzaklaşıyordum. Ama ne kadar yeterliydi bilmiyorum. Oldukça yakından gelen kurt sesiyle korkudan titremeye başlamıştım. Ayaklarım durmadan koşuyordu, çok yorulmuştum ama koşmaya devam ediyordum. Tekrar durup etrafıma baktım "nereye gidicem" zifiri karanlıkta hiçbir şey görmüyordum. Koşmayı bırakıp yürümeye başladım. Ciğerlerim delinecek gibi hissediyordum, aldığım nefes bile canımı yakıyordu. Çınara bakıp alnına dudaklarımı bastırdığımda hala çok sıcak olduğunu hissettim "dayan çınarım" yürümeye devam ettim.
Çınar büyüdüğü için cılız kollarım onu daha fazla tartmıyordu. Kafamı gökyüzüne kaldırıp nefesimi düzene çekmeye çalışıyordum "kurtardım kardeşim" gözlerim tekrar dolmaya başladı "kurtardım oğlunu o kuyudan" göz yaşlarım yanaklarımdan usul usul akıyordu. Gözyaşlarım akmaya devam ediyordu "söz veriyorum hiçbirinizi arkamda bırakmıycam" bir göz yaşı "geri gelicem" bir göz yaşı "sizi unutmıycam" bir göz yaşı daha "sizin için dönücem" Yaklaşık yarım saattir yürüyordum, artık dizlerimde derman kalmayınca dizlerimin üstüne çöküp çınarı tutmaya çalıştım. Baygın gözlerini araladı "füsü" saçlarını alnından geri attım "söyle çınarım" kollarımı bırakıp ayağa kalktı "beni taşıma" küçük ellerini tutup öptüm "ama sen hastasın" yanağımdaki gözyaşlarını sildi "ama yoruldun füsü" ciğerlerimdeki nefesi bıraktım "evet ama olsun ben taşırım" başını salladı "olmaz füsü" elimi çekiştirdi "devam etmemiz gerek" titreyen dizlerimle ayağa kalkıp beni çekiştirmesine izin verdim.
Elbisemin açıkta kalan yerleri soğuktan kızarmaya başlamıştı. Ayağıma batan keskin bir şeyle gözlerimi kapatıp bağırmamak için kendimi zor tuttum. Çınar eliyle ileriyi işaret etti "bak füsü bir yol" gerçekten bir yoldu. Gülümsedim "evet çınar bir yol" durup çınarı kucağıma aldım "koşalım" ayağıma batan acıyla koşmaya başladım. Eğer yoldan bir araba geçerse bizi alması için ikna edebilirdim. Başardığımı hissediyordum ilk defa. İlk defa birinin hayatına dokunmuştum. Çınarı oradan kurtarmıştım, bu küçük aslanı orada heba etmelerine izin vermeyecektim, sonuna kadar savaşacaktım. Kendimi otobana attığımda geriden bir ışığın bana doğru geldiğini gördüm "bu bir araba" yolun ortasına can havliyle kendimi atıp bir elimi ileriye doğru uzattım "duuuur" ani bir frenle araba durunca içindekini görmeye çalıştım. Arabanın içindeki her kimse bana yardım edebilirdi. Lütfen etsin
Nefes nefese arabaya bakarken kapı açılıp arabadan ineni görmeye çalıştım. Arabanın farı uzun süredir karanlıkta olan gözlerimi acıtıyordu. Tıpkı benim gibi çınar da arabaya bakamıyordu. İnen her kimse onu görmeden yalvarmaya başladım "lütfen yardım edin" arabanın kapısını açık bırakıp yanımıza geldiğinde bu kişinin bir adam olduğunu gördüm. Üzerindeki takım elbisesiyle uzunca bana baktı "sen" elimle araba farının ışığını kesmeye çalışıyordum "lütfen yardım edin" gözleri uzunca üzerimde gezindi. Şoka uğramış olmalı ki bir süre idrak edemedi "arabaya binin" içimdeki umutla arabanın arka koltuğuna binip bana sarılan çınarla ona sıkı sıkı sarıldım.
Adam arabaya bindiken sonra dikiz aynasından ikimize bakıp arabayı çalıştırdı. Ben ise hala nefesimi düzenlemeye çalışıyordum. Gözlerim arabanın içinde dolanmaya başladı. Fakat arabada pek bir şey yoktu şey hariç... balo maskesi Yüreğimdeki kuş birden çırpınmaya başladı. Büyük bir farkındalıkla hızlı hızlı nefes alıp vermeye başladım. Ne yapacaktım ben, nasıl kurtulacaktım "sende onlardansın" dikiz aynasından simsiyah gözleriyle bana baktı.
|
0% |