
Bir garip öykü idi Aşkın Esareti. Amansızca verilen karar, iki tarafı da yok etmeye mahkumdu.
Dilan ve Ömer bir anlık kararla kaçtılar. Mardin kalesi aşklarına set çekmek yerine, açığa vurmak ister gibi gizlenmişti.
Kapalı kapılar ardında alınan kararlar can yakmaya mahkumdu.
Dilan: Aşkım şimdi nereye gidiyoruz." dedi patavatsızca.
Ömer: İstanbul'a gidiyoruz aşkım. Bir süre orada Yusuf ağabeyimgil de kalırız, sonrasına bakarız." dedi.
İkisi de mutluydu. Çocukca alınan karar nice hayatları yakmaya mahkumdu.
Dilan gidemediği İstanbul'a kavuşacaktı. Ömer sevdiğine...
Peki arkada kalanların hali ne olacaktı?
Aşiret töre adı altında can yakmaya alışkındı. Mirza cezaevinde koğuşa götürüldü. Koğuş da beş kişi kalıyordu.
Agir ağa adamlardan birine haber gönderdi. Mirza yâ boyun edecekti. Ya da canından olacaktı...
Adamın gözü her daim Mirza'nın üzerindeydi. Mirza, demir ranzanın üzerinde oturmuş, pencereden sızan solgun ışığa bakıyordu. Koğuşun boğucu havası, geçmişe olan kırgınlığını aklına getirip, daralmasına sebep oluyordu.
Adam yanına gelip:Yine ne bakıyorsun Ağa?" diye sordu. Sesi alaycı ve kışkırtıcıydı. "Dışarıdaki krallığını mı hayal ediyorsun? Burası krallık değil, koğuş. Ve sen de herkes gibi sıradan bir mahkûmsun."
Mirza adamı umursamadan pencereden bakmaya devam etti.
Adam koğuşta ki huzuru bozmak için: Ağa olacak. Cevap vermeye tenezzül dahi etmiyor, bak hele." dedi kahkahaları arasında.
Mirza: Fesuphanallah " deyip sırasını bekledi.
Diğer adamlardan bir tanesi yatağından kalkıp yanan sobanın üzerindeki demlikten çay doldurup yatağına geri döndü.
Adam diğer adama göz işareti yaptıktan sonra: "Duydum ki dışarıda kanunları sen koyuyormuşsun . Ama burası benim mekânım. Ve burada benim kurallarım geçer. Baban, bu demir parmaklıkların, senin o acımasız gücünü kırmaya yeteceğini söyledi."
Mirza, adama yavaşça döndü. Yüzünde ne öfke ne de korku vardı; sadece ölümcül bir sakinlik. "Babam yanılmış. Kanun, benim nefes aldığım her yerde benimle gelir. Ve benim kanunum, ihanetin bedelinin sadece ölüm olduğudur."
Adam "Bedel mi?" diye güldü. "Baban, senin o korkusuz imajının sadece bir palavradan ibaret olduğunu söyledi. Gerçekten korkusuz olsan, buraya tıkılmazdın. Ağalık, babanın eline yakışır. Sen git, o acımasız yüzünü aynada seyretmeye devam et!"
Bu sözler, Mirza'nın damarına basmıştı. Adamın hakaretlerini dinlemedi, sadece onun varlığını bir engel olarak gördü. Mirza, oturduğu yerden ayağa kalkıp, öfke içinde adamın üstüne doğru bir adım attı.
"Babamın parası seni korumayacak," diye tısladı Mirza. "Bu koğuşta, ben izin vermeden ne konuşabilir ne de nefes alabilirsin." dedi.
Adam, ani bir hareketle ranzasının altından usturasını çekip Mirza'nın karnına doğru savurdu. Mirza, bir an bile tereddüt etmeden, saldırıyı göğüslemek yerine, usturanın hedefine ulaşmasına izin vermedi. Hızla geri çekildi, ancak ustura, kolunun iç kısmında derin bir yarık açtı. Kan, koğuşun soğuk zeminine fışkırdı.
Adam, Mirza'nın şaşırtıcı tepkisiyle donakaldı. Mirza, yaralı koluna aldırmadan, gözlerindeki o korkusuz bakışla bir anda adamın üzerine atıldı. Yarası ona acı veriyordu ama bu, Mirza'nın daha da acımasız hareket etmesini sağladı. Diğer mahkûmlar dehşet içinde geri çekilirken, Mirza, profesyonel bir soğukkanlılıkla adamı etkisiz hale getirdi ve elindeki usturayı alıp fırlattı.
Gardiyanlar koşarak koğuşa geldiğinde, Mirza hala ayaktaydı, kolundan kan akıyordu, ama bakışları adamı alt eden bir zaferin soğuk ışıltısıyla parlıyordu.
Gardiyanlar adamı yerden kaldırıp başka koğuşa götürdü. Mirza sağlık ekibi ile revire gitti. Kolundaki yaraya dikiş atıldı. Gerekli tedavi yapıldıktan sonra tek kişilik koğuşa alındı.
Mirza'nın koğuşta saldırıya uğraması ve bir suikast girişiminden kurtulması, dışarıdaki gazeteciler için büyük bir manşet oldu. Mirza'nın avukatı bu olayı, onun haksız yere hapse atıldığının ve içeride dahi canına kastedildiğinin kanıtı olarak kullandı.
Agir ağa olan biteni gelen telefonla öğrendi. Öfke içinde yerinden kalktı.
"Yeteeer Mirza. Git gide başıma iyice bela oldun." dedi öfke içinde.
Dilşad: Kork Agir ağa kork. Bundan sonra her adımından kork. Mirza konağına geri dönecek ve sen odandan dahi çıkamayacaksın"... dedi öfke içinde.
Agir ağa: Sus be kadın. Haddini aşma. Benim konağıma ben izin vermeden girebilir mi? Haaahhhaa bir de odamdan dahi çıkmayacak mışım, sen öyle san." dedi alaycı bir şekilde.
Dilşad: Bugünün yarını var. Ben oğlumu, evlatları yanımda toplayacağım. Bir zaman aşık olduğum adamın gölgesini dahi görmek istemiyorum bu saatten sonra."
Agir ağa bir an duyduklarıyla ayağa kalkıp: Aşık olduğun adamın fısırık olması hoşuna gidiyordu değil mi? Şimdi gölgemi dahi görmek istemiyorsan babanın konağına geri dön." dedi parmağıyla kapıyı gösterirken.
Dilşad duraksadı. 4 yıldır susmuştu. Vardır bir bildiği demişti. Şimdi konuşunca kapı dışarı ediliyordu. Göz yaşları içinde: Konaktan gidersem rüyanda dahi beni göremezsin Agir ağa. Kalırsam bura ikimize de cehennem olur bu saatten sonra." dediği an içeri hizmetli geldi.
Hizmetli: Hanımım Dilan hanım yoktur. Konağın her yerini aradım. Gören olmamıştır." dedi endişe içinde.
Agir ağa bir anlık hışımla: Ne demek yoktur. Arayın, bulun. Aksi halde olacaklardan ben sorumlu olmam Dilşad." deyip adamlarının yanına avluya gitti.
****
İstanbul'da hava yeni yeni kararıyordu. Esma hanımın kapısının önündeki lambalar ışıl ışıl yanıyordu.
Ev ahalisi işyerlerinden teker teker dönüyordu. Bahar geleli saatler olmuştu.
Evde Bahar’ın hıçkırıkları yankılanıyordu. Pencerenin önündeki geniş koltukta, bedenini dizlerine sarmış, elinde soğumuş bir fincan kahveyle oturuyordu. Dışarıdaki şehrin ışıkları, içindeki karanlığı aydınlatmaktan çok uzaktı.
Mirza'yı, sevdiği adamı, kendi elleriyle o kapıdan içeri yollamıştı. Gerekçesi ne olursa olsun, kalbinin bir kısmı o demir parmaklıkların ardında kalmıştı. Yaptığının doğru olduğunu biliyordu, adalet yerini bulmuştu belki, ama aşkın adaleti yoktu. O sadece sızlayan, kanayan bir yaraydı.
"Bahar'ım, canım..."
Ses, kapı aralığından, kuzeni Elif’e aitti. Elif, titrek bir nefes alıp odaya girdi. Gözleri ağlamaktan ve endişeden şişmişti. Bahar'ın yanına, koltuğun ucuna usulca oturdu ve elini Bahar’ın saçlarına koydu. Sadece omuz silkip, yavaşça okşadı. Sözlerin bittiği yerdeydi çünkü ikisi de. Elif, Bahar’ın bu zorunlu fedakarlığının bedelini bildiği için, onu yargılamadan, sadece varlığıyla destek oluyordu.
Bir süre sonra odaya giren teyzesi Esma’ydı. Esma, her zaman sakin ve sarsılmaz duruşuyla ailenin çınarıydı. Elinde, üzerinde taze nane yaprakları yüzen bir ıhlamur fincanı vardı.
"Hadi kalk bakalım oradan. Biraz soluklan," dedi yumuşak ama kararlı bir sesle. Fincanı sehpaya bıraktı ve Bahar'ın önünde diz çöktü. İki elini, Bahar'ın titreyen elleri arasına aldı.
"Biliyorum kızım, çok zor. Biliyorum canın yanıyor. Ama bak," Esma, Bahar’ın ıslak yüzünü nazikçe avuçladı. "Sen bir kahramanlık yaptın. Mirza'yı, o karanlık yoldan geri dönmesi için gerekeni yaptın. Bu sevginin de bir yüzü, Bahar. Acıtan, ama dürüst bir yüzü."
Elif, mutfaktan getirdiği yumuşak bir battaniyeyi Bahar'ın omuzlarına örttü. Tavırları, annesinin şefkatiyle, kız kardeşinin dostluğunu harmanlıyordu. Esma Teyze, Bahar'ı koltuktan kaldırdı ve küçük bir çocuğa sarılır gibi, sıkıca kucakladı.
Üç kadın, İstanbul'un derin sessizliğinde, birbirlerinin gücüne tutunuyordu. Bahar hıçkırıklarını Esma'nın omzuna gömerken, Esma ve Elif, ona bir dağ gibi yaslanma gücü veriyorlardı. Evdeki hava, artık sadece hıçkırık değil, aynı zamanda aşkın, fedakarlığın ve ailenin sarsılmaz tesellisinin kokusunu da taşıyordu.
Bahar, o gece ilk kez, yaptığı şeyin onu parçalamasına rağmen, hayatta kalabileceğini hissetti. Çünkü biliyordu ki, onun gözyaşlarını silecek, onu ayağa kaldıracak iki şefkatli kadın her zaman yanındaydı.
Kapının çalmasıyla Esma hanım yanlarından ayrıldı.
Yusuf ağa koca çınar gibi açtı kapıyı. Beklenmeyen misafirler gelmişti.
Bir anlık şaşkınlıkla kapıdaki konuklara baktılar. El ele tutuşmuş yaptıkları şeyden bir haber iki sevdalı, Yusuf ağanın kanatları altına sığınmaya gelmişti.
Dilan patavatsız tavrı ile: Yusuf ağabey bizi içeri almayacak mısın? Sabahtan beri İstanbul'a gelmek içşn mücadele ettik. Vallaha billaha yoruldum. İçeri girip duş alıp uyumak istiyorum". dedi.
Esma hanım yanlarına gelince, Ömer: Teyzem nasılsın. Davetsiz misafir kabul edersiniz inşallah." dedi mahcup bir şekilde.
Yusuf ağa: Gençler hayırdır. Sizin burada ne işiniz var"dedi merak içinde.
Ömer ağa yaptıkları hatadan utanmayarak: Biz kaçtık ağabey." dedi
Esma hanım: Nasıl yani? dedi şaşkınlık içinde.
Dilan: Ağabeyim cezaevine girince, bundan sonra kavuşamayız diye kaçtık. Evlenince geri döneriz Esma hanım merak etmeyin." dedi patavatsızca.
Yusuf ağa girdi araya: Kızım bu işler kolay mı sanırsın. Girin içeri, Allah sizi bildiği gibi yapsın. Cahilliğin de böylesi görülmedi." dedi gençleri içeri alırken.
Esma hanım yüzünü ekşitti. Morali bozuldu. Şimdi ne olacaktı. Mirza hapisteydi. Bahar odada ağlıyordu.
Berdel bu kadar olayın üzerine yapılınca sevda nefrete dönmez miydi?
Bahar ve Elif yanlarına geldi. Salonda oturan gençleri görünce bir anda irkildiler. Bu saatte İstanbul'da ne işleri vardı.
Bahar şaşkınlıkla: Ömer sizin burada ne işiniz var!" diye sordu.
Ömer: Bahar biz birbirimizi sevip kaçtık." diye cevap verdi.
Dilan: Bir de bu başladı. Bahar biz sen ağabeyi mi hapse atınca korkup kaçtık anladın mı? dedi alayvari bir şekilde.
Bahar: Benimle konuşurken dikkat et Dilan. Sevip kaçtık ne demek? Siz benimle dalgamı geçiyorsunuz Ömer?" diye kızgın ve olayları anlamaya çalışarak sordu.
Yusuf ağa araya girip: Kızım sakin ol. Önce anlayalım şu işin aslını astarını." dedi.
Esma hanım: Aaayyyy bana bir şeyler oluyor. Elim ayağım titriyor." deyip koltuğa geçip oturdu.
Elif annesinin yanına gelip iyi olup, olmadığını kontrol etmeye başladı.
Dilan aynı patavatsızlığı ile: Biz yıllardır bir birimizi seviyoruz. Yetişkin bireyler olarak kendi kararımızı verip kaçtık. Evlenince Mardin'e geri gideceğiz. Sizde amma laf yaptınız." dedi
Bahar: Ben bu kızı yolarım. Ne kadar kolay diyor ya, kaçtık diye." dedi Dilana doğru bir adım atarken.
Ömer hala yaptığının farkında değildi.
" Bahar sen sevince suç, ben sevince neden bu kadar tepki verdin anlamadım? "dedi.
Bahar: Neden mi anlamıyorum. Aşiret berdel olsun diye beni kurban edecek. Sence anlamamakta haklı değil miyim? dedi Ömer'e üzgün bir şekilde bakarken.
Ömer: Özür dilerim "
Bahar: Özür dilerim diyor şaka gibi. Oğlum özür dileyince zaman geçmiyor." dedi öfkeli ve şaka ile karışık bir şekilde.
Dilan: Öfff yâ, kaçtık burnumuzdan getirdiniz. Ne olmuş sanki, görende adam öldürdük sanır." dedi kendinden ödün vermeyen tavrı ile.
Yusuf ağa sakin kalmaya çalışıyordu. Bahçeye çıkıp Demir ağayı aramaya başladı.
Eliyle düşünceli bir şeklide sakalını suvazladı.
Demir ağa telefonu açıp: Alo". dedi.
Yusuf ağa: Selamün aleyküm gardaşım." dedi.
Demir ağa: Aleyküm selam gardaşım." dedi aynı samimiyetle.
Yusuf ağa: Gardaşım sana diyeceklerim var. Yalnız nasıl denir böyle bir şey. Onu da bilmiyorum. " dedi düşünceli bir şekilde.
Demir ağa endişe içinde: Hayırdır gardaşım. Bahara bir şey mi oldu?" dedi.
Yusuf ağa: Bahar iyi. Ömer kız kaçırıp buraya getirdi. Acilen buraya gelmeniz gerekiyor. " dedi.
Demir ağa sinirlenmiş bir şekilde: Ne demek Ömer kız kaçırdı. Kimin kızını kaçırmış Yusuuufff.! Benim soyumdan böyle bir kepazelik nasıl çıkar!" dedi öfke içinde.
Yusuf ağa: Gardaşım sakin ol diyemem. Buraya gel enine boyuna bu işi bir hal çaresine koyalım." dedi
Demir ağa : Gardaşım kimin kızını kaçırmış". dedi korku içinde.
Yusuf ağa: Gardaşım, yabancı biri değil. Bizim Agir ağanın kızı Dilan." dedi.
Demir ağa: Sen ağzından çıkanı kulağın duyar mı? Keşke kırk kat yabancı biri olsaydı da Agir ağanın kızı olmasaydı..."
Yusuf ağa: Başka biri olsa onaylacaksın, öyle mi Demir ağa?".
Demir ağa: Yusuf bu işin onaylayacak tarafı mı var, hangi evladımı ateşe atayım ben. Bahar gözümün nuru. Ömer desen evimin direği, sen söyle hangisini göz göre göre kurban edeyim." dedi düşünceli hali ile.
Yusuf ağa: Evlat candan öte gardaşım. Gelde çözelim bu işi. " dedi.
Demir ağa: Benim gelmem işleri iyice katıştırır. Dilana söyle ailesini arayıp arkadaşımdayım desin. Sonra da bu işi kimse anlamadan Dilanı ve Ömeri Mardin'e getir. Bu işten kurtuluşun başka çaresi yok." dedi.
Yusuf ağa yapacaklarını Demir ağayla konuşup telefonu kapattı. Salona geri döndüğünde Bahar ve Dilan kavga ediyordu.
Yusuf ağa hiddetle bağırdı. Salondaki gürültüden sesi duyulmamıştı. Bahar ve Ömer birbirine baktı.
Dilan umursamaz tavrı ile: Yusuf ağabey, Bahar bana şimdiden görümcelik yapıyor. Ben ona ne yaptım Allah aşkına. Neden bana böyle davranıyor anlamadım." dedi ellerini iki yana açarak.
Bahar dayanamayıp: Kızım seni yolarım. Bana ne yapacaksın. Yapmaman gereken her şeyi yaptın zaten. Bir de üste çıkma, utanmaz allanmaz." dedi öfke içinde.
Yusuf ağa araya girip: Dilan kızım, olan oldu. Yalnız evlilik işleri böyle yürümez. Şimdi aileni ara, onlara arkadaşımda kalacağım de. Sonrada seni evine götüreyim, olur mu? dedi duyacaklarından korkarak.
Bahar: Bence doğru karar verdiniz ağabey. Dilan ailenin evinden telinle duvağınla gelin alalım seni. Hem bak o zaman sana görümcelikte yapmam." dedi ortamı yumuşatmak için.
Dilan: Oldu siz beni salak zannettiniz herhalde. Babam bacaklarımı kırsın değil mi? Siz de arkamdan kurban kesin. Ben Ömer ile evlenince ararım babamı." dedi.
Bahar oofflayıp, koltuğa gidip oturdu. Esma hanımın kalkacak dermanı olmadığı için, bayhın bir şekilde koltukta uzandı.
Yusuf ağa: Kızım evden kaçan kızın ailesi olmaz. Ömer seni bugün ister. Demir sizi evlatlıktan red edince kim sahip çıkacak. Ara babanı arkadalımdayım de. Söz veriyorum sizi ben evlendireceğim." dedi uöut vaad ederek.
Ömer yaptığının bedelini düşünmemişti. Şimdi de yaptıklarından pişman oldu.
"Ölümüne seviyorum. Yeter ki bizi ayırmayın. Bahar sen izini kaybettir. Ben aşirete hesap veririm." dedi kendinden emin bir şekilde.
Dilan ak dediğine kara demiyordu. Bahar ağlamamak içşn kendini zor tutuyordu.
Dilan eline telefonu aldı ve babasını aradı. Salondaki herkes kabul etti diye rahat nefes aldılar.
Dilan: Baba beni arama. Bena arkadaşımdayım. Bir kaç gün sonra görüşürüz. Sizi çok seviyorum " dediği anda Agir ağa...
"Dilan çabuk eve gel. Seni gebertirim. Gece gecene arkadaşından bahsediyon. Birde hanım efendi bir kaç güne gelecekmiş" dedi öfke içinde.
Dilan: Senden adam olmaz. Anama kızdın konaktan kovdun. Ağabeyim konağa adım atmaz. Ben İstanbul'dayım. Araf ağabeyimi bulup onunla yaşacağım, bundan sonra. Haydi Allah'a emanet olun. İyi geceler." dedi.
Agir ağa: Dilan, Dilaaan ".diye bağırsada umursayan olmadı.
Dilan çoktan telefonu kapatmıştı.
Bahar umudunu kaybetmiş bir şekilde oturdu tekli koltuğa. Dizlerinin üzerine başını koyup, düşünmeye başladı. Elleri ile başını kapattı. Ömer ablasının düşünceli hali ile utandı.
"Dilan sanırım biz yanlış yaptık. Kaçmak aptalçaydı. Seni Araf ağabeyin yanına götüreceğim." dediği an...
Dilan: Nasıl yaaaa sen benimle dalga mı geçiyorsun. Biz bir birbirimizi sevdik ve evlilik kararı aldık. " dedi.
Ömer: Bu işler böyle olmayacak. Görmez misin ailelerimiz perişan oldu. Bu konu unutulunca gelip seni ailenden isteyeceğim. Yeter ki ağabeyinin yanına gitmeyi kabul et." dedi yaptığından pişman olmuş bir şeklide.
Dilan: Öyle kolay değil Ömer efendi. Namus benim namusum. Sen benimle dalga geçemezsin. Bak şimdi ne yapıyorum. Yâ bu düğün olacak. Yada bu düğün olacak... Başka şansın yok." deyip telefon etmeye başladı.
Agir ağa karşıdan ağzına geleni sayıyordu ki; Dilan bi' anlık öfke ile: Baba yeter artık bi' suuus. Biz Ömer ile kaçtık. Yakında düğün kurarız. Sizde ailem olarak davetlisiniz." deyip telefonu kapattı...
Bölüm Sonu...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.69k Okunma |
251 Oy |
0 Takip |
35 Bölümlü Kitap |