Yeni Üyelik
13.
Bölüm

Ateş Rengi̇ Acilarim

@burcud187

Bazen vücudumuzdaki o yangın bütün bedenimizi esir alırken aynı zamanda da kül ediyordu. Tarifsiz bir acıydı bu, sanki ateşe bürünmüş damarlarımı lime lime eden bir acıydı. Tek ailem yanımdakiler olmuştu. İçimi dökemesem de çocukluğumun anıları Alex vardı. Bana güçlü kalmayı öğreten Rozalin, insanların ölmesine izin vermeyen Alvin ve sessiz sedasız sonunu bekleyen Harry vardı. Fredie vardı aynı zamanda, bana zekiliği ve hayvan sevgisini öğreten, acılarımı sessizce dinleyen o; şimdi ise sessizce ölümüne göz yummuş tek kelime dâhi edememiştim.

Gözlerim bir anda dolduğunda Rozalin'in odasını anında terk ederek en iyi bildiğim şeyi yaptım. Düşüncelerimi ele geçiren karamsarlıktan kaçtım. Alex hala verdiği çikolata için sinirden kendi kendine söylensede benim odadan çıkmamla beraber aynı şekilde kendi odasına gitmişti. Homurdanmaları birinci katı sararken ben ise merdivenlerden inmek üzereydim. Giriş kata indiğinde orada bir yemekhane veya mutfak bulacağımı umarak ortada durdum ve çevreye göz gezdirdim. Beyaz bir tabelada mavi yazıları ile 'Büyük Mutfak' yazısını gördüğümde hiç beklemeden mutfağa doğru yürüdüm. Kapıları açtığımda büyük bir dolap gözlerimi karşılarken karamsar düşüncem elektriğin olmadığı konusunda beni uyarmaya başlamıştı.

Başımı bir anda karanlık düşünceler ile silkelerken kendime gelmeye çalıştım. Kaç gündür uykusuz, aç ve yorgunduk bunun nedeniyle zihinlerimiz bize çeşitli oyunlar oynamaya başlamıştı ama kararlıydım vazgeçmek ve pes etmek yoktu. Rengi beyaz olan ve iki tarafa açılan bir dolabın kulubundan tutarak açtığımda burnuma gelen yoğun koku ile başımı geri yasladım. Parmaklarımı burnuma götürdüğümde sıktım ve dolabın içine göz gezdirdim. İnsanı zehirleyebilecek yoğun bir kokuya sahipti.

İçinde paketlenmiş yiyeceklere baktığımda üstünde yeşil renkli bakterilerin olduğunu gördüm. Bir kaç meyveyi elime aldığımda elma, portakal gibi dayanıklı meyvelerin hala bozulmadığını gördüğümde elime metal uzun bir tabak alarak içine koydum. Saatime baktığımda saatin ona geldiğini gördüm fakat bu sabah on muydu yoksa gece on mu emin değildim. Sanırım olanları öğrenmek için babamı ziyaret etmem gerekecekti. Ama şuanda gıda almamız gerekiyordu. Hava hafif kararmıştı. Geceye yakın kararan gökyüzünün birazdan aydınlanacağına emindim. En azından iklim de bir değişiklik yoktu.

Tabağın alacağı kadar meyveleri doldurduğumda aklıma gelen bir fikir ile meyveleri benekli mermer olan ve ortada duran masanın üzerine koyarak dolaplara yöneldim. Burada kesin paketlenmiş ve bozulmayan yiyecekler olması gerekiyordu. Dolabın birini açtığımda noodle ve makarna tarzı yiyecekleri gördüğümde elime bir paket noodle ve bir pakette makarna alarak meyvelerin yanına koydum.

Yanında olan başka bir dolabı açtığımda onun içinde üst üste dizilmiş konservelerin olduğunu gördüm. Sanırım buzluğa koyulmadan muhafıza ediliyordu. Üstünde ki yazıyı okuduğumda dondurulmuş tavuk kanadı olduğu ve ateş gördüğünde hazır olacağı yazıyordu. Dondurulmuştu. Umarım bizi zehirlemezdi. En azından yanımızda hemen müdahale edecek Alvin vardı. Denemekten başka da çaremiz yoktu. Dört tane konserve kutuyu elime aldığımda ilk iş bunları nasıl pişireceğimi düşünmek olmuştu ve muazzam bir fikir ile yine gülümsemem yüzüme yayılmıştı.

Büyük mutfakta bir kibrit kutusunu elime alarak dışarı çıktım. Ormanın kenarından içine girmeyeceğim şekilde bir kaç kuru dal toplamam gerekiyordu. Dışarı çıktığımda uzun ağaçlar yönümü doğrulayıp ormanı kolay bulmamı sağlamıştı ve işin kolay tarafı yaratıklar ilk kez bir işe yaramıştı. Ağaçların kuru dalları yerleri kirletecek kadar çoktu. Bir kaç kuru dalı kollarımın arasına aldığımda sahile doğru bir iki adım attım. Sahilin bu hotele bu kadar yakın olduğuna inanamıyordum. Bugün romantik bir şenlik havası yaratacaktım.

Sahilin düz bulduğum zeminine elimdeki bir kaç odun parçasını ortaya dizerek yaktım. Etrafına ateşe uzak olacak çatallı iki odunu diktiğimde hotelin mutfağına hızla koşarak kenara ayırdığım meyveleri , noodle ve konserveleri bir torbanın içine koyarak sahile götürdüm.
"Dostum ne yapıyorsun burada?" diyen Alex ile geriye döndüğümde bana bir yardımcı geldiği için sevinmiştim. "Alex iyi ki geldin. Yardımına ihtiyacım var.” dediğimde başını sallayarak onayladı ve ekledi. Uzun zamandır güzel bir ziyafet çekmemiştik hazır dinozorlar uyuyorken bedenimize enerji almamız gerekiyordu.
"Ederim tabii ki. Zaten sinirlerim tepemde.“ dediğinde başına bir şaplak atmıştı. Acele etmem gerekiyordu. Yoksa açlıktan halüsinasyon görmeye başlayacaktık. "Sen hemen içeriden minder tarzı bir şeyler getir. Bende bir kaç tencere tabak alacağım." Kaşının birini kaldırarak bana baktı ve yutkundu, dilini dudaklarında gezdirirken ne yapmaya çalıştığımı anlamıştı. "Dostum sen bir efsanesin." dedi heyecanla. İçeri doğru koşarken, "Sen mühendis değil, aşçı olmalıymışsın bence." diyerekte ekledi.

Çokta iyi biliyordu aslında yemek yapmaya neden bu kadar yatkın olduğumu, onları koruma iç güdüsünün aslında annem yüzünden olduğunu. Annem ben daha on altı yaşındayken Alzheimer hastalığına yakalanmıştı bu nedenle unutkanlığı artmaya başlamıştı bir kaç yemek tarifini arada unuturdu. Bu yüzden ona benim bakmam gerekiyordu. Belkide kısa sürede tanıdığım bu insanları annem saydığım için koruyor ve bakıyordum. Onların bu olanlardan sonra ki güçsüzlüğü aslında normaldi. Olduğumuz bu durum aslında o kadar güç bir durumdu ki onların bu moralsizliği normal denecek bir durumdu.

Eski anılarımı hatırladığımda acıyla gülümsedim. Elimden gelen bir şey yoktu. Bu zamana kadar annemi korumuştum şimdi ise onları kuruyordum. Bazen hayat alışılmışlığın dışına çıkmaktı. Aynı mekan ve aynı kişi beklide özlenirdi. Fakat alışkanlık alışılmışlığın dışına çıkmaktı.

Fark etmeden elime aldığım bir kaç tabak çanak ile karamsar düşüncelerimin beni hayalet gibi gezdirdiğini fak ettiğimde kendime gelerek sinirle dişlerimi sıktım. Bana ne olduğundan emin değildim. Dalgındım ama hayata karşı fazla ilgisizdim. Bu durumu bir ara Alvin'e sormam gerekiyordu. Yemekhane kapısından tekrar içeri girerek tabakları mermer masaya bıraktım bir kaç tencere bulduğumda tabak bir kaç çatal ve bıçağı hiç saymadan içine koydum. Tekrar sahile döndüğümde yaktığım ateş çoktan köz haline gelmişti. Uzun ince dal parçasına tavuk kanatlarını yerleştirdim ve çatallı dalın üstüne koydum. Ben ateşe bir kaç dal parçası atarken o sırada Alex'te bulduğu minderleri kucaklayarak getiriyordu. Kumun üstüne attığında bende o sırada küçük bir tencerenin içine su koymuş kaynaması için közün üstüne koymuştum.

•••••

Saatler önce okyanusa düştüğümde içine su girmiş olan saatime baktığımda çalışıp çalışmadığını teyit ettim. Saat on biri gösteriyordu. Aslında çalışıyordu ama yelkovanı hiç olmayacak hızda dönüyor ve yarım saat erken geliyordu. Kolumdan çıkararak az önce içine koyduğum kalın odunların üstüne attım. Beni yarı yolda bırakan bir kaç şeyden ibaretti artık. Bazı şeylerden vazgeçmek gerekiyordu. Hiç vâr olmamış gibi.

Yemekler pişene kadar Alex’in getirdiği minderleri ateşin etrafına dizerek hafif rüzgar olan havaya kendimce çare bulmuştum. Yemeklerimizi yerken bir romantik havaya bürünecekti ortam. Belkide adaya geldiğimizden beri ilk defa bu kadar yakın olacaktık. Adaya geldiğimiz ilk gün kimse birbirini tanımıyordu. Okyanustan tuttuğumuz balıklar ile ismimizi söyleyerek tanışmıştık. Belkide bu gece herkes birbirine daha da çok kenetlenecekti. Hazırladığım noodleları tabakların içine koyarak beklettim ve artık yumuşamaya başlamış yemeye hazır bir hale gelmişlerdi. İnce dal çubuklarına yerleştirdiğim tavuk kanatları ise kıpkırmızı olmuştu ve sabitlediğim yerden alarak onları da demirden yapılmış bir tepsinin içine koymuştum.

Tekrar hotelin içine girdiğimde, merdivenlerden çıkarak çocukların odasının kenarında durarak onları çağırdım. Alex de odasından çıkarak bana yardım etti. Tekrar otelin mutfağına indiğimde önceden gözüme kestirdiğim kırmızı şarabı alarak koltuk altıma sakladım. Bir kaç bardağı da parmak uçlarım ile tutarken mutfaktan çıktım ve çocukların merdivenlerden inmelerini bekledim. Odalarında biraz dinlendikleri için hazırladıklarımdan haberdar değildiler ve o masum tepkilerini alt dudağımı ısırarak bekledim. Dışarı çıktıklarında hepsinin gözünün içine bakıyordum.

Hepsinin dili tutulmuş gibi ağızları yarı açık gözleri büyümüş şekilde karşıda cayır cayır yanan ateşe bakıyordular. Bir kaç adım attıklarında dilleri çözülmeye başlamıştı. İlk olarak tepkisini Rozalin gösterdi. ”Tanrım!” dedi feryat eder gibi. Alex ise çığlık atmaya başladı. Sonra büyük büyük adım atarak minderlere doğru koştu ve kumların üstünde kayarak birine oturdu. Alvin gülümseyerek, “Ne kadar da romantik bir ortam. ”dedi. Sakince gülümsemeye devam ederken o da yerine yerleşti. Minderlerin yanına geldiğimizde herkes bir yere oturdu ve bana baktılar. Elime şarabı alırken kapağını bütün iştahımla patlattım. Elime aldığım bir bardağı doldururken genzimi temizledim ve konuşmaya başladım.

“Arkadaşlar bu gece yada gün.” Sahile baktım sonra da onlara döndüm. “Artık ne olursa olsun. Bugün hepimizin doğum günü, yıldönümü veya lise balosu gibi kutlayalım bu günü.” Elimdeki şarabı küçükte olsa Rozalin’e uzatırken ona bütünlüğüne içmesine izin vermiş gibi gülümsedim. Oda bana gülümsediğimde sözlerime devam ettim başka bir bardağı doldururken, “Hepimiz üzgünüz, mutsuzuz, belkide sonumuzu bekliyoruz.” Sözlerime nasıl devam edeceğimi bilmiyordum. Motive olmayan bu kalbim küçüldükçe acıdan daha da eriyor bitiyordu. Yine genzimi temizlerken bardağı Harry’e uzatarak gülümsedim. “ Şimdiye kadar çok fazla badireler atlattık. Sadece bu gecelik mutlu olun. Yada anılarınızı paylaşın. Ben... Ben sizi bu kısa sürede sahiplendim. Hepiniz benim kardeşim oldunuz. Bilirsiniz her zaman konuşmam, sıkıntılarımı ve düşüncelerimi paylaşmam bu da benim saf karakterim.” daha fazla uzatmamak adına son bardağı doldururken gülümsedim. “Aslında biliyorsunuz pek konuşmayı beceremiyorum. Sadece sizin için elimden geleni yapacağım bunu her zaman bilin.” Dediğimde tepkilerini ölçmek için her birinin gözlerinin içine bakmıştım.

Rozalin elindeki bardağı bana doğru uzatarak hüzünlü bir şekilde gülümsedi. Gözleri dolmuştu. Gülümsemesi daha da aydınlandığında ağlamak ve gülmek arasında kalmıştı. “Bu sözlerine şuanda ağlayabilirim. Fakat öyle çok açım ki ağlayarak önümdekileri silip süpürmek istiyorum. Sadece bizde seni seviyoruz Adrian.” Dediğinde gözlerim dolmaya başlamıştı. Şu bir gerçek ki bazı insanlar vardır aileden daha yakın ve bazı insanlar vardır bir taştan bile daha uzak olan.
Gözlerimin dolduğunu belli etmemek için ilk olarak turuncuya bulanmış gökyüzüne baktım. Elimdeki noodle tabaklarını uzatırken göz göze gelmemeye gayret ederek her birine tabaklarını verdim.

•••••

Herkes tabaklarını ve tavuk kanatlarını saniyeler içinde silip süpürürken bir ağırlık çökmüştü bedenimize. Haftalardır balıktan başka ilk defa doyurucu bir gıda geçiyordu boğazımızdan. Boş tabakları üst üste koyarak üşenmiştim hotele götürmeye, ateşin hemen yanı başına koyarak, bardağımdaki yudumlanmış şarabı içmeye devam ettim.

Alex kumların üzerine oturduğunda bir dal parçasını kopararak ağzında gevelerken konuştu. “Dostum sayende o kadar güzel doydum ki bu gece rahat bir uyku uyuyacağım.” Alex’in sözlerine karşın beynim yediğim yemeklerden dolayı ilk defa çalışarak akıllıca bir fikir sunmuştu. “Çocuklar. Dinozorlar derin bir uykuya dalmış olsada uyanma ihtimalleri de var ve ateş kız onun da ümitli olmasam da uyanma ihtimali var. O yüzden her gece farklı bir kişinin nöbet tutması gerekiyor. Merak etmeyin ilk nöbeti ben tutarım. Siz rahat bir şekilde dinlenebilirsiniz.”

Bu sözlerime karşın ateş kızın adını duyan Harry hareketlenerek konuştu. Elini kaldırarak, “Sen bizim için fazlasıyla şeyler yaptın zaten. Bu gece nöbeti bana bırak.” dedi ilk defa gerçekten mahcup bir şekilde gülümsedi. Bende ona içtenlikle gülümserken yine de cevabımı yapıştırmak üzereydim. “Merak etme yeterince iyiyim. Uykusuz bir kaç saat ile başa çıkabilecek güce sahibim.” Gülümsedi. Başını sallarken yine yenik zaferini kabullenmişti.

Ortamda ki huzursuzluğu ilk Alex bozarak konuştu. “Tanrım bu olanlardan önce bir baş belası peşimde dolanıyordu.” Herkesin dikkatini çekmiş olacak ki devamını getirmesi için ona bakıyorduk. Gözlerin üstünde olduğunu fark edince ağzındaki ince çubuk düştü ve ağzı açık bize baktı.

“Ne? Benimde peşimde biri koşamaz mı?” Alvin sakin bir şekilde önündeki ateşi karıştırırken konuştu.” Dostum sana senin gibi çılgını yakışır zaten. Neden baş belası olarak hitap ediyorsun?” derken onun dilinde konuştuğunda hepimiz kıkırdamıştık.

Alex aklındakileri tartarken yüzünü ekşitmişti.” Sanırım ayrı dünyaların insanıyız. Bana bir sülük gibi yapışırdı. Çok zengin biri o yüzden koruması ile beni her yerde takip ederdi.” Şarabın verdiği etki ile gevşemeye başlamış ve bu nedenden dilim yavaş yavaş çözülmeye başlamıştı. “Sorun sende, her kızla takılırsan böyle olur,” deyivermiştim.

Gözlerini açarak yattığı yerden kalktı. Minderine yerleşirken konuştu. “Dostum yapma ama ben aşk denen şeye inanmam. Kızlar...” derken gökyüzüne bakmıştı ve iç çekmişti. “ Hepsi o kadar güzel bir varlık ki hepsi ile barda takılıp dans etmek istiyorum, yoksa bir diğerine ayıp olur.” dediğinde Alvin şiveli bir şekilde kahkaha patlamıştı.

Rozalin Alex’e hitaben konuştu. “ Pisliğin teki olduğunu ilk günden anlamıştım.” Alex gözlerini büyüterek şaşkınlıkla ona baktı. Ellerimi beline koyarken bir koca kadın gibi çemkirdi. “Bende senin bir cadı olduğunu düşünüyorum.” dediğinde Rozalin yumruklarını gösterirken oturduğu minderden kalkmaya çalıştı. Yanındaki Harry onu sakinleştirmeye çalışırken bir anda oturdu ve Alex’e bağırmaya başladı.” Sen benim ne yaşadığımı bilmiyorsun tabi. İnsanlar olsada olmasa da ne ağır yükler çektim ben içimde. Senin gibi tek derdim kız değildi benim. Benim tek ablam vardı. Onu da şimdi kaybettim.” herkes Rozalin’e şaşkınlık içinde bakarken o elini yüzüne bastırmış hıçkırıklara boğulmaya başlamıştı.

“Rozalin hayat zor. İnsanların olup olmaması fark etmez.” dedi Alex. Bir anda gözleri dolmuştu. Onları bildiğimden söze katılmıyordum. Aslında daha fazla acıyı kaldıracak enerjim kalmamıştı. Alex Rozalin’in hıçkırıklara dayanamayarak ayağa kalktı yanına gitti ve onun başını göğsüne yasladı.

“Özür dilerim sana cadı dediğim için. Ne yaşadın bilmiyorum. Ama ne olursa olsun geçmişte kalmamalısın. Ağlama lütfen. Aç gözlerini ve şu sahilin derin su sesini dinle. Bu ses sadece senin için var. Bu zorluklar bitmeyen mücadelemiz senin aslında hayatla arandaki en büyük sınavın. Biliyor musun? İnsanlar yok olmadan bir kaç yıl önce abim gözlerimin önünde kendini vurarak intihar etti.” Rozalin’in dikkatini çekmeyi başarmıştı. Rozalin kafasını kaldırarak ona baktı. Elinin tersiyle göz yaşlarını sildiğinde burnunu bir iki kere çekti. ”Neden?” diye sorduğunda boş gözlerle ona baktı. “Çünkü aşıktı.” dedi Alex ne dediğini bilmeyerek. Derin bir nefes alırken sesi gayet sakin bir şekilde konuştu. Rozalin’in başını göğsüne daha da çok bastırırken sahilin ritimsiz sesine gözlerini daldırdı.

“Birini seviyordu abim. Bir gün bir şey oldu, aralarında ne geçti bilmiyorum. Kızın anlattıklarına göre onunla bir kaç aydır ayrılıp barışıyormuş. Sonra ayrıldıkları bir gün kız kafede otururken. Yanına gitmiş. Af dilemiş ondan benim sorunum ne bilmiyorum demiş ve onu geri istemiş. Sonrasında ise başında bir ağırlık olduğunu söylemiş. Kız kabul etmediğinde bir anda silahını çıkararak kendini vurmuş. Abim öldükten sonra otopside öğrendik ki beyninde tümör varmış ve tuhaf hareketlerinin sonucu aslında buymuş. Aslında aşkta bir suç yok ama o zamandan beri ben artık inanmak istemiyorum. Herşeye.” Rozalin Alex’e ellerini dolayarak sarıldı. “ Özür dilerim bende sana öyle dememeliydim.” Alex gözlerini daldırdığı yerden çekti ve göğsündeki kıza baktı. ”Demek ki neymiş. Herkesin acıları varmış. Önemli olan acılarından ders alıp sağlam adımlar atmak. Geçmişi unutma tabi. Sadece gerçekten gülümse ve önüne gelen fırsatları kaçırma. Hayat aileni elinden almış olabilir ama sana bizi verdi ve biz sana aileni aratmayacağız.”

Son sözüne karşılık tutmaya çalıştığım yakarışlar boğazımda düğüm düğüm olurken gözümden bir damla yaş akmıştı. O olgun ve katlanılmaz biriydi. Yine de her defasında söylediğim gibi saf ve gerçek bir kalbe sahipti. Alvin hiç ummadığım şekilde yerinden kalkarak Alex ve Rozalin’e sarıldı. Harry ve ben sadece gülümseyerek bakmayı tercih ettik. Sanırım o da benim gibi insanların bedenine dokunmasından pek hoşlanmıyordu.

Bardağımdaki son şarabı elimde döndürürken ortamdaki hüznü bozdum. “Alvin sen neler yaşıyordun peki?” Harry ve Alvin gruptaki en sessiz kişilerdi ben konuşmayı beceremesem de yine de bir şekilde konuşurdum fakat onlar donuk bir karaktere sahiptiler. Hiç konuşmaz bir mimik dahi göstermezdiler. Az önce Alvin ’in Alex’e sarılması bile ilk gördüğüm fiziksel mimiklerden biriydi.

Alvin beni şaşırtmaz bir şekilde karışık Kore ve İngilizce bir şekilde konuşmaya başladı. Anladığıma göre, ”Benim işimden başka önemli bir şeyim olmadı hayatta.” dedi ve Konuşmayı kesti. Onu daha fazla zorlamayarak başımı sallamakla yetindim. Her ne kadar beni zorlasada Harry’e döndüm. “Peki sen Harry.” Biraz düşündü ve Alvin’e baktı. Sanırım o da kısa bir cümle kurarak fazla konuşmak istemiyordu. “Benim içinde öğretmenlik. Yabancıyım ve kimseyi tanımıyorum.” dediğinde ona da başımı sallayarak onayladım.

Uzun bir süre sessizlik çökmeye başladığında tekrardan çocuklara baktım. Hepsi boş gözlerle sahilin usul sesini dinliyordular. Sanırım az önceki içtiğimiz şarap hepimizi yatıştırmış duygularımızı içimizde bir yer edinmesini sağlamıştı. Sessizliği bozarak konuştum. “Hadi çocuklar herkes eline tabaklarını ve minderlerini alarak odasında istirahate geçebilir.” Dediğimde sözlerimi ikiletmeden başlarını salladılar. Tabakları ve minderleri alırken Rozalin gülümsedi uyuşuk sesiyle konuşmaya başladı. “Her ne kadar gece olmasa da iyi geceler Adrian.” Yine başımla onaylarken gülümsedim.

Bir tek benim minderim ve tabaklarım kalmıştı. Yanımda ki boş şarap şişesine baktığımda keşke bir bardak daha olsaydı diye içimden geçirdim. Saatler öncesi yaşananları düşünmeden edemiyordum. Hayat öyle acımasızdı ki belkide hepimizde kalıcı bir yara bırakmıştı. Alex olanları anlatırken o kadar donuktu ki gözleri dolmamıştı bile. Onun bu gücüne kendi içimden takdir ediyordum. Peki her ne kadar belli etmesem de benim içimdekiler ne olacaktı? Bütün duygularım birbirine karışmıştı. Bu olanları nasıl düzelteceğim konusunda hiçbir fikrim dâhi yoktu. Bu büyük gezegende sadece biz kaldıysak nasıl yaşayacaktık? Yalnızlığa alışabilir miydi bedenlerimiz. Geride bıraktığımız yok olan insanlar onların özlemi ile yanıp tutuşurken birbirimizin yaralarını nasıl saracaktık emin değildim.

Derin bir nefes çekerek önce bir bağırmak istedim. Sonra durdum bağırsam ne değişikti ki bu kin, öfke ve korku içimde yer edinmişken bir çocuk gibi bağırsam ne değişecekti. Elime aldığım tabakları ve boş şarap şişesini mutfağa götürdüm ve yıkamaya başladım. Yıkandıktan sonra dolabın üstünde bir kutu görerek elime aldım. Sigara kutusuydu. Elime aldığım bir dalı yakarak içime çektim ve ciğerlerimin içinde zifir rengi dumanın kaybolmasını sağladım. Sahile doğru yürüdüm tekrardan ve az önceki minderin üstüne oturdum. Çok sevdiğim bir şarkıyı fısıldarken sigaramın dumanının benimle eşlik etmesini izin verdim.

-Too late
Çok geç
-My time has come
Zamanım geldi
-Sends shivers down mu spine
Sırtımdan aşağı titreşim uzanır
-Body’s aching all the time
Bedenim sürekli ağır
-Goodbye everybody
Herkese elveda
-I’ve got you go
Gitmem gerekiyor
-Gotta leave you all behind
Hepinizi arkamda bırakmam
-And face the truth
Ve gerçeklerle yüzleşmem gerek

Son sözü söylediğimde gök bağırırmışçasına gürledi. Yağmur bütün şiddeti ile yağmaya başladığında acılarımı dışarı vurma vakti gelmişti. “Neden?” derken bütün acımı dışarı atmıştım. Göz yaşlarım yağmura eşlik ederken sesim ise çığlıkları ile gökteki gürültüye eşlik ediyordu. Bağırmak hiç bu kadar hafifletmemişti. Çığlıklarım ilk kez bu gezegende yankılanırken doğa ana benim haykırışlarımı ört bars ediyordu.

••••••

Bir süre öylece yağmur damlalarını izleyerek ağladım. Hafiflemiştim acı ve az önceki söylediğim şarkı benle ilgili çok şey anlatıyordu. Hayatta ki bütün acılarım bir bir dökülmüştü. Ağlamak neyin faydasıydı. Bu kadar acı varken beni hayata ne döndürebilirdi. Peki ya bu karanlık dünyamdan nasıl çıkabilirdim. Artık çok geçti yalnızlığa alışmıştım ve insanlara artık kendimi anlatmak istemiyordum. Komikte olan buydu ya artık beni hayata döndürecek bir insan da kalmamıştı.

Islanmış minderden kalkarak yüzüme yapışan saçlarımı geriye doğru attım. Sırılsıklam olmuştum. Soğuk bedenimi tüketirken içimde yanan bir alev vardı. Bütün kaburgalarımı küle çeviren bir alev. Yalpalayarak ıslanmış kumlara ayaklarımı soktum. Parmaklarımın arasında süzülen kumlar yerine artık yapışkan ve huzursuz eden bir yapıya sahipti buna rağmen yinede hotele doğru yürüdüm. Kapısını açtığımda büyük gürültüyle kapanmasına izin verdim. Merdivenleri aksak bir şekilde çıkarken başımın döndüğünü fark ettim. Sanırım şarabın etkisi altına girmiştim. Buna rağmen ateş kızın odasına girerek ona usul usul baktım.
Ah acılarım gün yüzüne vurmuş kız. İçimi yakan sen. Neden bu kadar korkularıma benziyorsun?

Yatağının yanına oturarak ona doğru baktım. Kollarımdan dökülen su damlalarının yüzüne gelmemesi için ona hiç dokunmadan başımı yatağın ucuna koydum. Gözlerim kapanmasına izin verirken bedenim ise ağırlığa izin vermişti.


Loading...
0%