Adanın en tuhaf yerinden gözlerimi zorla çekerek karşıya baktım. Meraklı bir insandım. Bu durumda ne yapabilirdim ki? Fakat burası fazlasıyla zihni kazınmıştı ve bir ara gelip tekrardan burayı kontrol edecektim.
Tekrar adanın tozlu yoluna çıktığımızda başımı kaldırarak saklanan uçan dinozorları kontrol ettim. Sessizce kaç tane olduklarını saydım. "Bir. İki. Üç..."
Rozalin beni takip ederken sordu," Neyi sayıyorsun Adrian?" Tekrar sessiz olmaya gayret göstererek konuştum.
"Her türlü ihtimali kafamda değerlendirmem lazım." Kemerimdeki bıçakları kontrol ederek devam ettim.
"Bu keskin metaller her dinozora yeter mi?"
Rozalin arkamda olmasına rağmen beden dilini tahmin edebiliyordum. Omuzlarını yukarı doğru kaldırarak indirdi. "Kesin birşey söyleyemem. Ama o elindeki ucu sivri sopayla belki bir kaç tane öldürebilirsin."
İç çekti bir anda. "Keşke şu an bir süper gücüm olsa." Bu öneriye karşın yine istemsizce gözlerimi devirerek başımı salladım.
Başımı salladığımı fark ederek konuştu. "Ne? Neden başını sallıyorsun? Bir düşünsene bu olanlar normal mi?"
Söyledikleri fazlasıyla mantıklı olsa da bu çizgi roman gibi olan durumu bir şekilde gerçeklerle düzeltmemiz gerekiyor.
"Rozalin dikkatini toparlanan gerekiyor. Senin adanın en büyük ağacına tırmanman da normal bir durum değildi?"
Kıkırdadı.
"Söylesene nasıl yapabildin bunu?"
Uzun bir nefesi içine çektiğini hissettim. “Ablamla yarışmalar için hazırlanıyorduk."
Kaşlarımı çatarak sordum. "Ne yarışması?"
"Ah Adrian senin gibi güçlü bir adam nasıl bilemez, Dünya'nın en büyük yarışmasını."
"Uzatmada anlat artık, “dedim sabırsızca.
"Dünya'nın büyük eyaletlerinden seçilen iki kişi sadece bu yarışmaya katılabiliyor. Biz ablamla küçüklüğümüzden beri bu yarışmaya hazırlanıyoruz ve bu yıl yarışmaya sonunda kabul edilmiştik."
Bu durumu şaşırtıcı bulsam da kafamdaki soruları düşünmeden sordum. Anlattıklarını merak ederek ve daha hızlanmasını sağlayarak konuştum. "Ee yani?"
"Sonuç olarak insanlar yok oldu ve ben şu anda senin yanındayım." Bu hikayenin sonunu böyle tahmin etmemiştim. Tek ailesi olan ablası ile belkide büyük bir şöhret, hayali vardı ve bu durum sonucu bütün hayalleri ve emekleri yerle bir olmuştu.
Üzüntümü sesime yansıtmaya çalıştım. "Buna üzüldüm."
Üzüntüsünü azaltmak için açıklama yapmak zorunda hissetmiştim kendimi. "Rozalin. Yine de bana güvenmen gerekiyor. Bu durum nasıl birşey anlam vermiş değilim. Fakat sonucu ölüm de olsa..."
"Hayır Adrian!" Adımlarını hızlandırarak yanıma geldi ve gözlerini bana dikti.
"Bir daha bana o kelimeyi kullanırsan ciddiyim seninle konuşmam. Hatta buradan giderim."
Bu cümleyi bir haftadır kimseye kullandırmıyordu. Hatta adaya geleli daha iki gün olmuştu ve Alex fazlasıyla duygusallaşarak, "Burada ne işimiz var ki?" Gökyüzünü göstererek aynı zamanda dizlerini yerle buluşturmuştu. "Bu kalkan..." Diyerek bir şair davası bürünmüştü.
Çadırına girmeden önce Alvin araya girdi. "Bu teknik olarak koruma kalkanı."
Alex daha da çok sinirlenerek sesini yükseltti. "Lanet olsun dostum her neyse işte."
Burnunu çekerek devam etti. Sanki gökyüzünden yardım ister gibi bir hali vardı.
"Bu koruma kalkanı bizi ne kadar koruyabilir ki?" Durdu ve bakışlarını yerde gezdirirken elini yüzüne koydu.
"Tanrım hepimiz diğerleri gibi öleceğiz."
Çadırından bir hışımla çıkan Rozalin, Alex'in boynunu tutarak kafasını kendine çevirdi.
O cılız bedeni ile içinde güçlü bir kız sıkışmış gibi görünüyordu. "Bir daha o kelimeyi kullanırsan seni dinozorlara yem ederim." Beyaz yüzü sinirlendiğinden dolayı kırmızı kesilmişti.
Alex ise gözlerinden damlalar akarken, Rozalin'i anlamaya çalışıyordu.
Tuttuğu boynunu bırakarak burnunu dikleştirdi. "Kendine gel Trawer çocuk gibi ağlamayı kes." dedi ve çadırına geri döndü. Orta yaşlı insanlar gibi soy ismi ile seslenmişti. Rozalin'in bu tavrı Alex'i ürkütse de beni de meraklandırmıştı.
Adanın neresinde olduğunu anlamaya çalışırken aynı zamanda da kafamda beliren bir başka soruyu sordum. "Bu kelime ile ne derdin var senin?"
Adımlarını hızlandırarak önüme geçti ve ileriden yürümeye başladı.
"Çocuklaşma Rozalin. Basit bir soruydu sadece." ' Çocuk' kelimesine de takıntısı olacak ki bana doğru dönerek adımlarını hızlandırdı.
"Bana çocuk demeyi kes artık Kunt!" Yeni bir bilgi daha, Rozalin sinirlenince kızarıyor ve soy ismiyle hitap ediyordu.
Onunla ilgilenmeden önden ilerlemeye çalıştım. "Çocuk gibi davranmayı kesmelisin."
Onun daha çok üstüne giderek ağzından bir kaç kelime almaya çalışıyordum. Öfkeli adımlarını arkamda hissedebiliyordum. Kolumdan çekerek beni kendine çevirmeye çalıştı. Ona döndüğüm sırada kollarımı birbirine bağlayarak bastırılmış duygularını bana dökmesini sağladım.
"Bak Kunt herkes senin gibi şanslı olamıyor hayatta. Ben bu kelimeyi sevmiyorum çünkü..."
Gözleri dolarken son kelimesi titredi. "Çünkü annem ve babamın ö..."
Onun için bu kelimeyi kullanması gerçekten zordu. "Ben. Ben. Onların gidişine şahit oldum. "
Omzuna dokundum yavaşça. “Bu nasıl oldu?”
Burnunu çekerek yüzü gibi kızaran gözlerini de benimle buluşturmuştu. "Akşam yemeği yiyorduk. Güzel bir geceydi. Babam annemin en sevdiği lazanyalı tavuk yemeğini yapmıştı. Sohbet ediyorduk ve bir anda babamın başı masaya düştü."
Bu kısımda göz yaşları artık süzülmeye başlamıştı. “Annem o ara mutfağa gittiği için babamı görmemişti. Ayağa kalkarak ona seslendim ama hiçbir şekilde bana cevap vermiyordu. Boynunun sol tarafı bir anda morarmıştı. İlk okulda önemli sağlık dersleri verildiği için nabız ölçmeyi öğrenmiştim. Babama yavaşça yaklaşarak elimi boynuna götürdüm. O ritimli ses yoktu. Bir anda pili biten saat gibi onunda kalbinin pili bitmişti. Kendime gelmeye çalışarak anneme seslendim. Fakat konuşamıyordum. Boğazımda düğüm oluşmuştu.”
Derin bir nefes alarak toparlanmaya çalıştı ve kaldığı yerden devam etti. “Annem elinde tepsi ile kapıdan içeri girdiğinde bana ve babama baktı. Tepsi elinden düşerken babama seslenerek yanına gitti. Seslendi ve tekrar tekrar seslendi."
Rozalin olanları anlatırken gözleri boşluğa dalmıştı. Olaylar zihninde tekrardan canlanmıştı. Olanları ona hatırlatmak vicdanımı sızlatmıştı. Bu yüzden sözünü kesmeye çalıştım. "Üzgünüm Rozalin babanın gidişi için."
Gözlerini boşluktan çekerek bana baktı. Acı bir gülüş yüzüne yayıldığı da devam etti. "Tek giden o değil."
Anlamayarak başımı salladım. "Anlamadım."
"Tek giden o değil çünkü o gece annemde gitti."
Duyduğum bu durum kekelememe neden olmuştu. "Na-nasıl?"
" Babam gittikten sonra kendime gelerek hemen telefona sarıldım ve yardım istedim. Bir süre sonra ambulans geldi. Babam ani bir kalp krizi geçirmişti. Bunu duyan annem de perişan oldu. O da kalp hastasıydı zaten. Fenalaştı birden babamın yanında yere yığılıp kaldı ve o gece ikisi de beni terk etti."
Gözünden yarışırcasına bir kaç damla daha döküldü. "O geceden sonra ben insanlar için gereksiz endişelenir oldum. Bu yüzden o yarışmaya katıldım. Duydum ki sağlıklı bedenler daha geç gidermiş. Ablam için bu yarışmaya katılıyorum. Verdikleri ödül umurumda değil, ablam beni bırakmasın diye yaptım herşeyi."
Başını yaklaştırarak bakışlarını gözlerime derinleştirdi. "Bu gözlere baksana Adrian. İnsanlar için endişelenen on yedi yaşındaki bir çocuk var mıdır sence?"
Kollarını omzuma dolayarak teselli etmeye çalıştım. “Rozalin ben sadece..."
"Adrian, kimsenin ne yaşadığını bilemezsin! Yaşı küçük olanın kalbi büyük oluyor bazen ve ben- ben birinin daha gözümün önünde gidişini izleyemem."
Onun bu durumunu kimse anlayamazdı. Durumuna vicdanım sızlamış olsa da içindekileri dışa vurması gerekiyordu. Bazen içimizde yer edinmiş karanlık bir bulut oluşur ve o bulutu karşımızda ki beyaz bulutlarla yer değiştirip gökyüzüne bırakırız, aslında belki de yağmur bilimden ötedir. İnsanın acıları dünyadan evrene karışamıyordur ve yine belki de karanlık bulutlar acıları yeryüzüne dökerek insanlara karışıyordur.
Ona tek kelime etmeden sivri uçlu sopayı omzuma atarak devam ettim yola. Bu konuşma yolu giderek uzatmıştı. Rozalin'in daha bu yaşta bunlara üzülmesi normal değildi. O her ne kadar kabul etmese de gelişmekte olan bir çocuktu içindeki savaşı anlamış gibi yapsamda anlayamazdım.
Bir kaç adım daha attıktan sonra arkamda derin bir nefes alarak verdi. “Adrian birşey fark ettin mi?"
Ona bakmayarak ciddi bir şekilde sordum. "Ne gibi?"
Hızlı adımlarla bana yetişti ve ağaçlarda kanatlarını kalkan yapmış saklanan uçan dinozorlara baktı. "Ben az önce sesimi yükselttim ve onlar hareket dâhi etmediler."
Doğruydu. Rozalin bir anlıkta olsa sesi fazlasıyla yükselmişti.
"Birşey denemem lazım. Sen hazırlıklı ol." Ne yapacağımı meraklı gözlerle izlerken o ise derin bir nefes alarak tuttu ve yüzüne yapışmış sarı saçlarını geriye doğru itti.
Kemerimden çıkardığım bir bıçağı sapından tutarak dinozorların birine hedef aldım. Bu yapacağım şeyden sonra ölebilirdik delice bir düşünceydi aklımdaki ama anlamak için yapmam gerekiyordu. Hedef aldığım bıçağı geriden ileri doğru iterek uçmasını sağladım. Bıçağın sivri ucu hızla dinozorun kanadına saplandığında Rozalin'in önüne geçerek sivri uçlu sopayı ona doğru tuttum. Bir süre sessizce bekledim. Fakat dinozor olduğu yerden bir milim bile hareket etmemişti. Bu olanlar delilikti. Saatler öncesi delice koruma kalkanı kıran yaratıklar sanki donup kalmıştı.
Rozalin'e başımı çevirmeden konuştum. "Rozalin gerçekten bu çok tuhaf. Bir sorun var."
Kolumdan tutarak beni çekiştirdi. "Sanırım artık diğerlerini bulsak iyi olur."
Başımı sallarken ileri doğru yürümeye başladım fakat bakışlarım hala bıçağın saplandığı dinozorun üstündeydi.
Bir kaç hızlı adımdan sonra adanın gür ormanından çıkabilmiştik. Adanın sahilinden yürümeye başladığımızda yine dikkatli adımlarla ve çevreyi süzerek ilerlemeye başlamıştık. Ada tamamen savaş alanına dönmüştü. Sanki büyük bir kasırga adanın içinden geçmişti. Bazı ağaçların dalları kırılarak zeminle en uç kısmına yatık bir şekilde kalmıştı ve bazı ağaçlarda dinozorların yuvası olmuştu. Yeşil yaprakları dallarını çevreleyen dinozorlar yüzünden daha gür görünüyordu. Sahile ise bazı dinozorların cansız bedenleri karaya vurmuştu. Sürekli dalan gözlerimi zorla onlardan çekerek ileri doğru koşmaya başladım. "Koş Rozalin bu yaratıklar uyanmadan buradan hemen gitmeliyiz."
Uzakta gördüğüm küçük bir kayık ile hızımı daha da arttırdım. Umarım herkes oradadır diye umdum içimden.
Kayığa yaklaştığımızda ise ciğerlerime zorla dolan havayı tekrar tekrar içime çekmeye çalışmıştım. Bazen bu Dünya'nın oksijeni bana az geliyordu. Çünkü kapana sıkışmış gibi hissediyordum. Sanırım herşey zihnimden gelen kötü düşüncelerden ibaretti.
Nefesimi zorla düzene koyduğum anda diğerlerine seslenmeye başladım. “Çocuklar! Benim Adrian. Neredesiniz?"
Ormanın içine umutla bakıyordum. Burada olup olmayacaklarını sadece tahmin etmiştim. Adayı çevreleyen dinozorlar yüzünden buradan girmemiz gerekecekti ve beş kişinin geldiği bu kayık şimdi altı kişiyle tekrar dönmek zorundaydı. Bunu düşünmüş olabilirlerdi.
Emin değildim. Umarım.
Derin bir nefesi ciğerlerime doldurarak verdim. "Çocuklar neredesiniz?" Diye tekrardan seslendim. Dayanacak gücüm kalmamıştı. Bir çocuk gibi duygularımı dışa vurmaya hazırdım. Elimi saçlarıma götürerek sabırsızca saçlarımı çektim.
Rozalin kolumdan tutarak, “Sakin ol Adrian. Eminim ki buradalar ."
Umutsuzca ona bakarken zihnimdeki karmaşıklığı boş gözlerle ifade ettim. "İstersen ormanın içinde onları arayabilirim. Bence iyi fikir. Bekle burada. "
Bir adım atmışken kolundan tutarak kendime doğru çektim. "Hayır. Seni bulmuşken tekrar kaybedemem."
Biraz düşündü ve aklına bir fikir gelmiş gibi parmaklarını şaklattı. "O zaman seslenelim daha yüksek sesle."
Bu ne kadar güvenli olur emin değildim ama şuan doğruyu bulmak için tehlikeye girmek gerekiyordu. Başımı sallayarak ormanın içine doğru baktım.
"Çocuklar! Alex... Alvin..."
Ormanın içinden bir çıtırtı sesi geldiğinde bir anda susarak geleni izlemeye koyuldum. Bir süre sona Alex, Harry ve Alvin ateş kızı koydukları bir çarşafı taşıyarak ormandan çıktılar.
"Dostum! Tanrım yem olmak istiyorsun sanırım. Neden sesleniyorsun?" Alex'in çılgın tavırları ilk kez beni gülümsetmişti. Aslında onları bularak kaygılarım bir nebze azaltmıştı.
Alex çarşafı tutmadığı diğer kolunu bana uzatarak, "Dostum senin gerçekten sorunun var. Gülümsememen gereken yerde gülüyorsun." İstemsizce yere bakarak sırıttım.
"Şunu kesermisin artık!"
"Alex kes artık buradan hemen gitmeniz gerekiyor. “dedi Alvin bir anda Araya girerek.
Başımı sallayarak onayladım. İçime dolan bir anlık huzur ile doğru kelimeleri bulmakta zorlanıyordum. Gözüm bir anda çarşafa sarılan ateş kıza takıldığında ona doğru atıldım.
"Dostum o iyi olmakla birlikte kesinlikle çok ağır bu sıska kız nasıl bu kadar ağır olabilir ki?" diyerek Alex kaşlarını çattı. Bu durumu gerçekten düşünür gibi gözleri daldı bir anda.
"Onu yere bırakın." Dedim eski tavrıma bürünerek.
"Al. Tamam bırakıyorum. Beyler benden bu kadar." Diyerek kızı yere bıraktı ve ellerini bir anda havaya kaldırdı Alex.
Ona cevap vermeden ateş kızı tozlanmış gri çarşaftan kurtardım. Mermeri andıran teni yerine yüzüne biraz da olsa renk gelmişti. Yanakları allaşmaya başlamış gözlerinin altındaki morluklar azalmıştı. Çekinerek elini tuttum vücut ısısını kontrol etmek için. Yaz ayında olmamıza rağmen önceki saatlerde bedeni buz kesilmişti şimdi ise yavaş yavaş ısınıyordu. Bedenini daha da ısınması için çarşafı bedenine tamamen sardım ve daha da eğilerek onu kollarımın arasına aldım. Hayata tekrar bir şans vermiş bu kızın, ölümünü kabul edemezdim. Onu kollarıma aldığımda ayağa kalkarak kayığa doğru yürüdüm.
"Adrian! Tanrım kızı hiç zorlanmadan nasıl kaldırdı gördünüz mü?" dedi Alex, Alvin'in omzuna yalandan bir kaç yumruk attı. Tabi ki söylediklerinde olan imayı anlamıştım ama şu an onunla dalaşacak ne vaktiydi ne de yeriydi.