Yeni Üyelik
12.
Bölüm

Gözleri̇ Deri̇n Bakan Kadin

@burcud187

Yorgunluk ve çöküş aynı şey mi? Emin değildim. Fakat ruhum çoktan elini çenesine koymuş ölümünü bekleyecek kadar yorgundu. Babamın arkasından öylece bakakalmıştım. Başta olduğum yere sakince çöktüm. Sonra arkadaşlarımın da beni tekrar ederek sahilin temiz kumlarının üstüne oturduklarını gördüm. Onlara farkında olmadan uzunca baktım ve düşünmeye başladım. Ruhları çoktan çökmüştü. Kendileri için değil sevdiklerine olan özlemleri ayakta kalmalarına neden oluyordu. Yorgunluk bir taş misali sırtıma yük olunca sahilin yakınların da olan birkaç eve baktım. Sağlam görünseler de bir o kadar tehlikeli de görünüyordular. Bu yaratıkların nasıl uyuduklarına anlam verememiştim ama Tanrı'nın bizim için verdiği kutsal şans olabilirdi. Düşünmek için yada başımıza gelecek büyük kabuslar için verdiği ufak bir zamandı sadece. Sonra ona baktım. Ona bakma isteğim güzelliğimiydi? Yoksa içimdeki ateşin dış görüntüsüne mi bakıyordum?

Harry'nin bana baktığını fark ederek gözlerimi ateş kızdan aldım ve aynı şekilde ona doğru gözlerimi hiç kırpmadan bakmaya başladım. Neyin öfkesi olduğuna emin değildim. Fakat Harry'nin bir kaç hareketi beni rahatsız etmeye başlamıştı. Ona olan öfkemi bir türlü çözemesem de gözüm çaktırmadan üstünde olacaktı. Gözlerini kırparak sahile doğru baktığında bu küçük savaşı kazanmış olmanın sevinciyle dudaklarımı kıvırarak bende sahile doğru döndüm.
Nerede kalabilirdik emin değildim. Bizi ne rahat ettirirdi ondan da emin değildim. Sadece güvenilir bir yerde olmalıydık. Aklıma gelen bir fikir ile Alex'e sordum. "Alex sende Eyaletin küçük bir haritası vardı o yanında mı?"
Başını kaldırarak düşündü. "Sanırım..." derken sarı renkli çantasını sırtından çıkarttı ve fermuarını açtı. Çantanın içini eliyle tararken sözlerine devam etti.
"Buralarda olacaktı. İşte. Ha! Ha! Burada işte." dediğinde üstünde çizgileri olan beyaz bir kağıdı bana doğru uzattı. Harita hala sağlam olmasına şaşırsam da fazla sorgulamadan elime aldım. Haritaya biraz göz gezdirdim tam olarak nerede olduğumuzu bilmiyordum fakat çocukken annemle gittiğim Aransas kasabası gözüme takıldığında bizim için en uygun yer olduğunu düşünmeye başlamıştım.


Daha önce annemin aracılığı ile bu küçük tatil köyüne gitmiştik. Kasaba olmasına nazaran aslında turistlerin olduğu küçük bir tatil köyüydü. Hem ormana yakındı hemde sahile bizim için kolay kaçışı olacak bir yerdi. Dünya ve bu Teksas eyaleti sadece bize aitti. Belki bir umut bizim gibi bir kaç insan ile denk gelebildik. Sonuçta umudumu kaybeden yalnızlığa mahkum olurdu. Başımıza gelen onca şeyden sonra gülümseyebiliyorduk. Gülümsemek ve iyi düşünmek evrene ve tanrıya iyi olduğumuzun, biz hayatta kaldık mesajının en iyi şekli değilmidir?
Bizim gibi bir kaç kişiyi bulacağımıza emindim. Kendi kendime verdiğim küçük ümit ile yumuşak kumlardan kalkarak harekete geçtim. “Çocuklar kalkın gidiyoruz." dediğimde çoktan ileri doğru yürümeye başlamıştım bile.


Arkamdakiler bana yetişmeye çalışırken anlamsız sorular sormaya başlamıştılar. “İyi de nereye gidiyoruz?"
"Adrian ani karar vermiyorsun değil mi? Son gelen soruya karşılık gülümseyerek yoluma devam ederken cevapladım. "Tatil köyüne gidiyoruz. Morele bizim de ihtiyacımız var çocuklar değil mi?"
Alex'in arkadan gelen cevabı ile dudaklarım daha da kıvrılmıştı. "Dostum sen kafayı yemişsin orada ne işimiz var?"

***

Dünya tamamiyle bize aitti. Pahalı arabaları, ucuz bisikletleri bazen aylarca hatta yıllarca çalışıp alamadığımız o küçük evi dâhi kolaylıkla sahiplenebilirdim. Bu söylenenler kulağa hoş geliyordu. Fakat yalnızlık, bazen yanımızda sevdiklerimiz olduğu halde yalnızlık hissederdik. İçimizde ki o yalnızlık sıkıntısı bir türlü peşimizi bırakmazdı. Bu hissin neden oluştuğuna gelirsem bazen bir insan için yalnız hissederdik. En önemlisi de aşk denen duygunun verdiği yalnızlık acısı. Ya da elde edemediğimiz bir duygunun yalnızlık hissi. Veya acısı...

Elimi tuttuğum direksiyonda daha fazla sıktım. Bu düşünceler, kafamda ki karmaşa, ve bir türlü geçmek bilmeyen yalnızlık hissi beni delirtmek üzereydi. Bir kaç dakika önce kumların üzerinde mutluymuş rolü yapıyorken aslında hayatı kandırmak istiyordum. Çünkü bana verdiği ikinci şans ile yine kendim ve yanındakiler için savaşmak ve dik durmam gerekiyordu.

Elimi direkyonda daha da sıkarak aynaya doğru baktım. Harry'nin benimle birlikte gelmesini istemiştim. Onu istediğimde Alex'te çemkirerek benimle gelmek istemişti ve şuanda yan koltukta ileri doğru bakıyordu. Ona doğru baktığımı fark edince çatılı olan kaşlarını daha da çattı ve bağlı olan emniyet kemerini tutarak dudaklarını birbirine bastırdı ve bana doğru baktı.


"İnanamıyorum!" diye bağırdığında bende aynı şekil kaşlarımı çatarak ona doğru baktım. "İnanamadığın şey nedir?" dediğimde tekrar gözlerimi önüme çekmiştim. Arkaya doğru dönerek işaret parmağını Harry'e doğru uzattı. "Çocukluk arkadaşını değilde, yeni kızı ve Harry'yi yanında istemen hiç tuhaf olmadı gerçi." Tekrar ona doğru dönerek önceden Rozalin'e söylediğim kelimeyi ona da söylemiştim. "Haydi ama çocuklaşma Alex."
Bazen tahammülüm olmayınca bu kelimeyi tek Rozalin ve Alex'e değil herkese söylerdim. Gözlerini kocaman açarak şaşırmış biz yüz ifadesi takındı. "Ah inanamıyorum gerçekten çok değiştin dostum." dediğinde alaycı bir gülüş atarak karşılık verdim. "Değiştim mi? Olduğumuz durumun farkında değilsin galiba." dedim hala alaycı bir şekilde bir ona birde önüme bakıyordum.

Kollarını iki yana doğru açtı. Sinirlendiği daha da çatılan kaşlarından çok belli oluyordu. "Siz insanlara gerçekten inanamıyorum dostum." dediğinde onunla tartışmaya girmemek için sessiz kalmayı tercih etmiştim.
"Hey adamım kendine gel artık. “dedi bana doğru yükselerek. Bu yanıtına karşın daha fazla dayanamayarak bağırmaya başlamıştım. "Alex kes artık, ben bir kaç saat öncesi dev bir yaratığın ağzından çıktım ve okyanusun dibini boyladım. Eğer Alvin olmasaydı şuan yanınızda olamazdım." Çatılı kaşlarını daha da gevşeterek bir kaç saniye öylece bana baktı. Başını yanındaki cama bir anda çekerken gözleri ile yolu izlemeye başladı. Ne demek veya ne yapmak istediğini kesinlikle anlayamamıştım. Fakat çocukça nazlarını çekmenin ne yeri ne de zamanıydı.

Bu tür tartışmaları hiçbir zaman sevmezdim. Ortamdaki gerginlik kokusu bütün bedenimi sarıyor ve geriye hüzün bırakıyordu. Dayanamayarak suratımı astım ve çocukluk arkadaşıma, “Üzgünüm." deyiverdim. Suç ve kabahat bende değildi. Haklı olan da bendim ama boşa da olsa bir üzgünüm demek bana büyüklük geliyordu.


Boş gözlerle izlediği dışarısını bırakıp bana doğru baktı. Onun tepkisini inceleyerek baktığımda eliyle şakaklarını ovaladı. "Bak dostum..." dediğinde çatık olan kaşlarını gevşeterek yüzüne bir hüzün çöktü.


"Asıl ben üzgünüm. Sana çocukça gelen bu davranışlarımla aslında kendimi kandırıyorum. Ben ailemi kaybettim Adrian." dediğinde arabanın aynasına doğru baktı. Tekrar bana döndüğünde, "Biliyorum hepinizin benim gibi içi yanıyor, yalnız hissediyorsunuz. Yaşam mücadelesi vermek o kadar zor ki bu yaratıklara karşı gelmek ve meydan okumak çok zor." gözleri dolduğunda tekrar devam etti. "Dostum ben kendimi kandırmaktan yoruldum." uzun bir süre öylece bana baktı. Gözleri daha da dolduğunda araya girdim.


"Alex bende aynı durumdayım. Aslında okyanusun dibindeyken sizi burada bırakıp gitmeye hazırlamıştım kendimi." Derin bir nefes aldım düşüncelerimi birine anlatmak her zaman benim için zor olmuştu. "Ben sizden ve hayattan vazgeçmiştim." Alex gözlerini kocaman açarak bu anlattığıma fazlasıyla şaşırdığını belirtti. Ellerini hayır anlamında saklarken, "Dostum tek ailem sen kaldın. Bir daha sakın böyle konuşma." kulaklarını kapatırken gözlerini de kapatmıştı. "Alex ben..." dedim aslında artık böyle düşünmüyordum.


Sözümü keserek dişlerini birbirine bastırdı. "Bu yükü bir daha sana bırakmayacağım. Emin ol ki seni ve diğerlerini korumak için elimden geleni yapacağım." Ona minnettar bir şekilde gülümsedim. Çünkü böyle yaparak hem kendimi hemde onu üzüyordum. Onun hayata tutunma şekli de çocukça hareketler yaparak içindeki sesi susturma şekliydi. Aslında o iyi bir insandı , eğlenceyi severdi, çevresine yayacak kadar küçük ve saf bir kalbi vardı.

"Sevgili tartışmanız bittiyse artık önüne bakabilir misin?" diyen Harry'nin sözüyle kendime gelmiştim. Aynadan ona baktığımda bana doğru değil karşıya doğru bakıyordu. Ateş kızın başını kollarının arasına almış üstündeki beyaz örtü ile onu tamamen sarmıştı. Bu hareketine karşın dişlerimi sıkarak burnumu dikleştirdim. Kızı ona neden emanet ettiğimi bilmiyordum fakat çoktan pişman olmuştum. Yinede sokakta direklere çarpmış ve alalalade etrafa çarpmış arabalara çarpmamak için onun söylediğini uygulayarak önüme baktım.

***
İki saat geçen son derece sessiz bir yolun ardından boş hoteli gördüğümde aracı önüne yanaştırarak arabadan indim. Kapasını kapattığım da Alvin ve Rozalin'in içinde olduğu araç bize yetişerek, benim Safari aracının yanına yanaşmıştı.
Onlar arabadan indiğinde hepimiz uzunca hotele baktık. Beyaz rengi ile tertemiz görünüyordu. Duvarlarının kenarlarına orman da olduğu için sarmaşık süslemesi yapılmıştı. Sahile doğru bakan camdan balkonlarının üstüne balık işlemesi yapılmıştı ve muazzam bir görüntüye neden olmuştu. Çevresinde ise minik kulübeler vardı.


Aklıma gelen çocukluk anılarım ile boğazım bir anda düğümlenmişti. Annem beni karne hediyesi olarak buraya tatile getirmişti. O zamanlar bu duruma geleceğimi bilseydim. Anneme tekrardan sarılırdım. Onu öyle özlemiştim ki.

Alex'in sesiyle kendime geldim. "Tanrım muhteşem bir hotel. Çok iyi geldi, çok iyi geldi." derken saatler öncesi o gerginlik çoktan uçup gitmişti. Resepsiyona doğru koşmaya başladığında arkasından gülümseyerek adımlarını takip ettim. Hotelin camlı kapısını açıp içeriye girdiğimde, sessizlik ve ıssızlık bir duvar gibi yüzüme çarpmıştı. Sessizdi aynı zamanda ıssız, bir insan veya bir hayvan dâhi kalmamıştı. Burası da yalnızdı.
Daha fazla düşünmemeye çalışarak, resepsiyona doğru adım attım. Sanki her an biri , "Buyrun efendim." dicekmiş gibi hayali gözümde canlanmıştı. Alex'in resepsiyonda duran küçük zili sürekli çalması ile kendime gelmiştim. Baş parmağını küçük zile tutarak ritimli bir şekilde çalıyordu. "Kimse yok mu?" derken hala zile basmaya devam ediyordu. "Dostum bu zil harikaymış." derken çığlıkları ve zilin tiz sesi kulaklarımda uğuldamaya başlamıştı.
Daha fazla dayanamayarak yanına gittim ve kolumu omzuna dolayarak, "Adamım biz seninle odaları gezsek iyi olur." dediğimde onu asansöre doğru çektim. Arkamda göz ucuyla çocuklara baktığımda Alvin ve Rozalin minnettar bir şekilde bana bakıyorlardı. Gözüm Harry'e takıldığında Ateş kızın kollarının arasında olduğunda gördüm. Alex'in omzundan kollarımı çekerek ona doğru yürümeye başladığımda Alex'in uğuldayan kulaklarım da sesini duydum. "Adrian nereye?"

Onu takmayarak az olan mesafeli adımlarımı daha da hızlandırarak attım. Harry'nin tam önüne geldiğimde dişlerimi sıkarak konuşmaya başladım. "Emanetimi geri alabilir miyim?" derken kaşlarımın daha da çatıldığını hissettim. Harry'nin de aynı şekilde kaşları birden çatıldı dudaklarını ısırdığında sağ dudağı bir anda kıvrıldı. Hareketlerini tekrar ederek dudaklarımı kıvırdım ve kollarının arasındaki kızı beline dolanarak çekip aldım. Başı boynumdan destek aldığında, beyaz örtüyü bedenine daha da doladım. Dişlerimi göstererek ona gülümsediğimde tepkisini ölçmeden arkamı dönüp Alex'e doğru yürüdüm.


Alvin ve Rozalin bu anlamsız hareketlerimi anlamaya çalışırken Alex'in yanına geldiğimde, "Hepiniz birinci kata yerleşerek bir arada kalmaya çalışın." dedim. Birinci kat bir merdiven üstüydü. Buna rağmen Alex ışığı yanmayan asansörde kapıların açılmasını bekliyordu. "Adamım." diyerek seslendim merdivenlerin ucuna doğru yürürken. "Sanırım elektrikler yok. Merdivenleri kullansan daha iyi olur." diyerek onu uyarmaya çalıştım. Daha yeni fark etmiş olacak ki,


İnanamıyorum lüks bir hotelde elektrikler mi yok?" Kollarımda ağırlaşan ateş kıza rağmen gülümsedim ve başımı olumlu şekilde salladım. Ona değil buradaki herkese karşı anlayışlı olmam gerekiyordu. Buradaki herkes benimle aynı şeyleri yaşayarak farklı şekillerde kendini gösteriyordu. Onlara karşı bu kadar katı olmama gerek yoktu sonuçta neden beni bile isteye kırmak isterlerdi ki?


Merdivenlere yavaş yavaş çıktığımda yorgunluğun etkisi ile ateş kız daha da ağırlaşmaya başlamıştı. Kapısı açık gördüğüm ilk odayı gözüme kestirdiğimde adımlarımı hızlandırdım. Aralık kapıdan içeri girerek, beyaz büyük yatağa doğru yürüdüm ve üstünde ki kirlenmiş beyaz örtüyü yere atarak onu yavaşça yatağa yerleştirdim. Dinlenmek için yatağın hemen yanı başında duran koyu mavi renkli, tekli koltuğa giderek kendimi yumuşak koltuğa attım. Derin bir nefes verdiğimde bu olanlardan ne zaman kurtulacağımı tekrardan düşünmeye başladım. Bu hotelin ıssızlığı kendime binlerce defa sorduğum soruyu aklıma getiriyordu. İnsanlar neden ve nasıl kayboldu?


Tekrar yerimden kalkarak ateş kızın açık olan üstünü beyaz ince örtü ile göğsüne kadar çekerek örttüm. Tekli koltuğa oturduğumda sırtıma batan yastığı kollarımın arasına alarak sarıldım. Çocukluğumda ki gibi ne zaman kendimi mutsuz ve yalnız hissetsem bir yastığa sarılıp öylece bekler düşünürdüm yada uyurdum.
Odanın camdan yapılmış masasının üzerindeki vazo gözüme takıldığında yastığı kenara bırakarak ayağa kalktım ve vazonun içinde ki daha solmamış gülü elime alarak gülümsedim. Arkama doğru baktığımda ateş kızın yanına doğru giderek baş ucuna usulca oturdum. Yüzüne dökülen ateş rengi saçlarını parmağımın ucuyla yatağına doğru iterken elimdeki kırmızı gülü baş ucuna koydum. Eğer uyanık olsaydı bu gülü ona verir miydim emin değildim fakat bir insan uyurken de acılarıma bu kadar yakın olacağı hiç aklıma gelmezdi.

Alex'in çığlıklarını duyduğumda hızla ayağa kalkarak sesin geldiği yönü dinledim. "Adrian." Çığlıklar biraz daha yaklaştığında olduğum yerde bekledim. Olduğum odaya birden daldığında şaşırmış bir vaziyette ona doğru bakmaya başladım. "Tanrım odamda jakuzi var."
Derin bir nefes vererek korkunun etkisi ile hızla atan kalbimin üstüne elimi koyarak sakinleşmeye çalıştım. Bir süre sonra aynı ritmine geri dönen kalbim, dudaklarımın bağını çözerek konuşmama neden olmuştu. "Alex ne yaptığını sanıyorsun. Korkuttun beni." dedim sinirime hâkim olmayarak. Saatler öncesi onu gerdiğim için sakin davranıyordum fakat bu küçük adam sakinliği hak etmiyordu.

Alex'in başında olan tuhaf şeyler gözlerimi kısarak ona doğru baktım. Ne olduğunu anladığımda gözlerim aynı şekilde kocaman açılmıştı. Kekeleyerek adını söyledim. "Kafanda kırmızı dantelli iç çamaşırının ne işi var?" Şaşırmış bir şekilde ellerini başına koydu. İç çamaşırını tutarak onu başından çıkardı. Gülümsemesi büyüdüğünde ne diyeceğini merak ederek bekledim. "Dostum sanırım kaldığım odada çıtır bir bebek kalıyordu." İğrenir bir şekilde ona baktığımda şaşırarak karşılık verdi. "Güzelden anlamıyorsun ve bu senin sorunun." Onun güzellik anlayışı da buydu işte. Kolumdan çekerek, "Sana jakuziyi göstereyim harika. “dedi. Ne kadar koluma yapışmış elinden kurtulmaya çalışsam da beni odasına doğru çoktan çekmeyi başarmıştı.


Odanın kapısından içeri girdiğimde taştan ve krem rengi olan duvarları içimi aydınlatarak beni karşılaşmıştı. Dışarıya açılan camdan duvarı ve ortasındaki yine camdan olan kapısı ile gökyüzünün muazzam görüntüsü sergileniyordu. Duvarlarında bir kaç küçük çerçeve asılıydı. Çerçevelerin içinde kurutulmuş çiçeklerin figürleri vardı. Cam duvarın hemen yanında L koltuk ve üstünde de kahverengi yastıkları vardı. Odanın tam ortasında beyaz renkli geniş bir yatak ve odaya uyması için kahverengi bir çarşaf vardı.

Odayı detaylıca incelendikten sonra, "Gerçekten de güzel bir oda. “dedim. Gözlerimi odanın aydınlık havasından çekip tekrardan Alex'e baktım. Elinde kırmızı iç çamaşırıyla gülümseyerek odanın içine bakıyordu.
Yine yüzümü ekşiterek konuştum. "Ama önce. “dedim elindeki iç çamaşırını göstererek. "Bunu yerine koysan iyi olur. Azıcık mahrem. “dediğimde cevabını beklemeden kendime oda aramak için kapıdan hızla çıktım. Karanlık koridoru baştan sona gezdiğimde tekrardan ateş kızın olduğu odanın önünde durdum ve hemen karşısındaki odaya yaklaşarak kapının kolunu çevirdim açık olduğunu umarak. Kapı şifresiz bir şekilde kolaylıkla açıldığında, gülümsemem bütün yüzümü aydınlatmıştı. Bu oda ateş kıza yakın olan en yakın odaydı. Eğer uyanırsa karşısına ilk çıkacak kişi bendim.
Odanın içine birkaç adım attığımda az önceki odanın hemen hemen aynısıydı. Daha çok lacivert rengi detaylara sahipti. Balkona doğru yürüdüğümde cam kapılarını açarak gözlerimi karşılayan yeşilliği derin bir nefes alarak selamlamıştım.

"Adrian." Bana seslenen Rozalin'in sesini duyduğumda içeri geçerek kapıları kapattım. Rozalin içeri girdiğinde, “Adrian." dedi tekrardan ve artık benim olan yatağın üstüne sırt üstü kendini attı. Yüzüne baktığımda bembeyaz olmuştu. Yanına doğru birkaç hızlı adım atarak ulaştım. Endişeli bir şekilde, “İyimisin Rozalin? “diye sorduğumda gözlerini eliyle kapadı. "Başım dönüyor." dediğinde kalbim hızla atmaya başlamıştı. Ellerimi dur şekilde kıvırırken kapıdan çıktım ve Alvin'e seslenmeye başladım.


"Alvin neredesin?" İlk seslenmeme rağmen Alex'i n odasının yanındaki odadan çıkarak meraklı bir şekilde bana baktı. "Rozalin'e birşey oluyor." İçeri tekrar girdiğinde bir saniye sonra elinde kahverengi çantası ile çıktı. Yanımdan geçerken omzuna dokunarak, "Adrian sakin ol." diyerek beni sakinleştirmeye çalışmıştı. Peşinden giderken titreyen bacaklarım yüzünden ayakta zor duruyorum.


Alvin kahverengi çantasının içinden tansiyon aletini çıkararak Rozalin'in koluna bağladı ve bir kaç soru sormaya başladı.

"Sorun ne Rozalin? Hepsini anlat bana. “Rozalin bütün sıkıntılarını anlatırken bende düşmemek için yanımdaki tekli koltuğun ucuna oturarak meraklı bir şekilde onlara bakıyordum. Alvin bir kaç küçük işlemden sonra kolundaki tansiyon aletini çıkardı ve tansiyon aletinin kablolarını kıvırarak düzenli bir şekilde çantasını koydu. Yüz ifadesinde ne olduğu anlaşılmıyordu. Ona ne olduğunu sorduğumda önüne düşen perçemlerini karıştırdı ve çantasını bana uzattı. Elinde ki çantayı alırken vereceği cevabı merakla bekliyordum.


Yüzünü ekşiterek sitem etti. "Adrian sana stres yasak. Şuanki durumun Rozalinden daha kötü ve senin için ilacım kalmadı. O yüzden artık kendi kendinizin doktoru olun." Başımı hızla saklarken sordum. "Neyi var onun?" Elini yüzüne çarptı ve derin bir nefesi dışarı verirken sakinleşmeye çalışır gibi bir hali vardı. "Önemli birşeyi yok iki gündür yemek yemiyoruz. Bu yüzden şekeri düşmüş." dediğinde ona nereden yemek bulacağımı düşünmeye başladım.


Rozalin'i kucağına aldığında ateş kızın yanındaki odaya girdi. Onu yatağa yatırırken başının altına yumuşak bir yastık koydu. "Alex." dediğinde bacaklarının altına da bir yastık koydu. Alex içeri girdiğinde ona doğru baktı. Elini uzatarak "Ver." dedi. Ne olduğunu bende merak ederek izliyordum. Alex te benim gibi anlamamış olacak ki, “Neyi." dedi gözlerini kısarak. Alvin mimiksiz bir şekilde, "Çikolatanı!" dediğinde Alex yüzünü düşürdü.


"O benim son çikolatam ama."dediğinde Alvin sinirle kaşlarını çatarak kolunu uzattı ve parmaklarını anlamsız bir şekilde iki kere kıvırdı. Alex," Ama!" derken Alvin kaşlarını daha da çatarak alttan alttan ona baktı. Alex istemeyerek cebinden çikolatayı çıkardığında gülümseyerek bu küçük filmi keyifle izlemiştim.


Neyse ki Roze iyiydi ve ciddi bir sorunu yoktu. Onun için çok endişelenmiştim. Ama kendi sorunum için daha da endişeleniyordum. Alvin haklıydı, sakin olmalıydım burada belkide en doğru kararları alan bendim. Buradaki herkes benim gözümün içine bakarken bu kadar da çabuk dibe batamazdım. Kendime gelmeliydim. Kararmış zihnimizde aydınlığa çıkaracak tek kişi bendim.

Loading...
0%