Yeni Üyelik
15.
Bölüm

Hayatin İmti̇hani

@burcud187

Gözlerim bir anda açıldığında beyaz tavana gözümü dikmiştim. Her uyandığımda aklıma takılan konular sanki gözlerimin önünden geçiyor gibi oluyordu. Hayatı sorguladığım kısımları atlamak gerekseydi çoktan atlardım. Sorun da bu ya atlayamıyordum. İmtihan dolu bir hayat. Dolu bir o kadar da boş bir hayat. Gelecek sınavlar için yetersiz ve yorgun hissediyordum kendimi. Duygularım karmaşa içinde bir sarmaşıktan kurtulmayı bekliyordu. Bir tek ben kurtulabilirdim bu sarmaşıktan. Devam edecektim. Çünkü var olan düşünceler farklılıkta gösterebiliyordu. Benim düşüncelerim gibi. Karşılık beklemeden sevdiklerimi korumak. Bana özel bir duygu muydu? Yoksa istemsizce yapılan hareket miydi?

Başımı sallayarak yattığım yerden kalktım. Düşünceleri başımdan atmaya karar vermiştim. Hangi konu olursa olsun zamanı geldiğinde iyi veya kötü bir şekilde karar vermem gerekecekti. Ya ödül alacaktım yada ceza ama ne olursa olsun savaşacaktım hayatla ve hayatı bu hale getiren insanlarla.

Ayağa kalkarak banyoya doğru yöneldim. El alışkanlığı olarak düğmeye basıp ışıkları yakmaya kalkışmıştım. Bir kaç saattir hayal âleminden çıkmakta zorlandım. Çünkü kendimi bilemeyecek kadar hasta olmuştum. Kendime geldiğinde açık olan ışığı kapanacakmış gibi tekrardan kapattım. Alnıma bir tokat attığımda hala kendime gelerek dikkatimi gerçek hayata vermeye çalışıyordum. Banyoya girdiğimde altın rengi dolapları açarak içine baktım. İçinde bir şampuan bulduğumda üstümdeki kıyafetleri atarak duşa kabinin içine girdim. Suyu açtığımda buz gibi su bedenimin ürpermesine neden olmuştu. Fakat buz gibi suyu hissetmemiştim. Duygularım da buz gibi olduğundan hissizleşmiştim. Buz gibi suda hasta olduğumu bile bile öylece durdum.

İşimi bitirdiğimde yine aynı hissizlikle duşa kabinin içinden çıktım bir havlu ile bedenimi ve saçlarımı kuruladığımda dolaptan daha uygun kıyafetleri üstüme geçirdim. Siyah bir tişört ve kot bir pantolon. Diğer insanlar gibi imaj kovalamayı sevmezdim. Temiz bir kıyafeti üstüme geçirip kendi işime bakardım. Tekrardan banyoya gittiğimde yüzüme yayılan koyu kumral sakallarımı kaşıdım. Artık onlarla vedalaşmanın zamanı gelmişti. Dolabın kapağını tekrar açarak içinde daha hiç kullanılmamış jileti buldum ve bir tıraş köpüğü. İlk defa işimin bu kadar kolaylaşmasına sevinmiştim. Yukarı doğru bakarak tanrıya minnet ettim. Sonrasında ise tıraş köpüğünü yüzüme sürerek jilet ile yanaklarımdaki sert kılları temizledim. İşim bittiğinde yüzümü yıkayarak kuruladım ve banyodan çıktım.

Çocuklar daha uyandığımım farkında değillerdi bu yüzden odadan çıkarak ateş kızın odasına diktim gözlerimi. Yavaş adımlarla odasına gittiğimde tam kapıyı tıklatacağım anda kapının hafif aralık olduğunu fark ettim ve yavaşça yine kapıyı açtım. Kafamı uzattığımda yatağında değildi bu yüzden Alex ‘in odasına baktım. Kapıyı tıklattığımda bir yanıt gelmemişti. Bir anda yalnız hissettim kendimi ve içime bir ağırlık çökmüştü. Merdivenlerden koşarcasına inerek, hotelin büyük kapısından çıktım ve onları karşımda sahilin kenarın da gördüm. Onları görünce dakikalardır tuttuğum nefesi bir anda dışarı vererek elimi kendime gelmek için yüzüme vurdum. Bir anlığına da olsa beni burada yapayalnız bırakıp gittiklerini düşünmüştüm. Yalnızlıktan kaçmak için onlara ihtiyacım vardı ve beni korkutan tek duyguydu şu anda.

Titreyen bacaklarımı kontrol etmeye çalışarak tekrardan sakin olmak için derin bir nefes aldım ve verdim. Soğuk bakışlarım yüzüme yerleştiğini hissettiğimde ağır adımlarla yanlarına gittim. Gülümsemeyi unutmuştum sonuçta ve çocuklarda bu duruma alışmıştı. Bende alışmıştım, gerçi duygularımı okumalarını da istemiyordum. Bu yüzden her zaman soğuk ve sert görünmeliydim. Yanlarına vardığımda hepsi konuştuğu şeyi keserek bana baktı. Birşey demeden onlara bakmaya devam ettim. Bir süre sessizce bakıştık. Neyin sessizliğiydi anlam verememiştim.

Rozalin sessizliği bozarak gülümsedi ve ayağa kalktı. “Tanrım. Çok daha iyi görünüyorsun Adrian. Bir yere otur ve yemek ye bugün yemekler benden.” Yemeklere baktığımda sadece noodle vardı. En kısa sürede kasabaya gidip yiyecek bir şeyler bulmam gerekiyordu yoksa açlıktan ölecektik. Başımı sallayarak Alvin ’in yanına oturdum. Alışkanlığın etkisi ile hala uyuduğunu sandığım ateş kız ile bir anda göz göze geldiğimde bakışlarımı Alvin’e çektim. Bakışlarından kaçmıştım. Beni çözmesini istemiyordum. Bu somut tavırlarım içimdeki karmaşayı anlamaması için yeterliydi.

Alvin’e istemsizce bir soru yönelttim. “ Neden sabah oldu dedin?” dedim soğuk ve düz bir sesle. O anda da tencerenin içinden noodle’ı tabağıma koyuyordum. Ona baktığımda gülümsedi. Saatini göstererek, yarı İngilizce diliyle anlatmaya çalıştı. “Takip ediyorum.” dedi. Gündüzü ve geceyi nasıl çözdüğünü anlamak için “Açıkla.“ dedim. Cebinden eski paslanmış bir saat çıkardığında merakla saate baktım. Bana doğru uzattığında avuçlarıma alarak inceledim. İnce bir metalden yapılmıştı. Daire şeklindeydi ve yavaş yavaş zamanın etkisi ile çürümüştü. İçinden uyumlu bir yelkovan sesi geliyordu daha çalışılıyordu. İnce kapağını açtığımda içinde bilinmeyen şekillerin olduğunu ve normal saatler gibi yelkovanın olduğunu gördüm. Alex hemen karşımdaydı saate doğru eğilerek merakla baktı ve “Vay canına.” Dedi.

Kahkaha atarak şaşırdığını belli ettiğinde, “Tanrım. Bu hangi yıldan göç etti?” dedi Alvin’e bakarak. “Sanki zaman makinesine koymuşlar ve geçmişten gelmiş.” Dedi. Sakince elimdeki kapağını kapatarak Alvin’e geri verdim saati. Alex’i takmayarak sordum. “Bu saatin üstündeki şekiller ne?” Saati elinde çevirerek inceledi. “ Bu benim dilim.” Dedi. Her zaman kısa cümlelerinden büyük anlamlar çıkarmaya çalışarak söylediklerini anlamaya çalışıyordum. “Bu Korece mi?” dedim. Başını sallayarak onayladı. Kolundaki deri saati göstererek,” Bu bozulur.” Dedi. Sonra elindeki eski saati sallayarak ciddi bir şekilde hepimize baktı. “Bu bozulmaz.” Diye devam etti. Kaşlarımı çatarak ona baktım. Daha fazla bilgi almak ve anlamak istiyordum. Alvin yüzümün şeklinden daha fazlasını istediğimi anladı. “Aile yadigarı bir saat. Pille çalışmıyor. Dedemden kaldı bana. Nasıl çalıştığını bilmiyorum. “ dedi bu kadar bilgi bana yeterdi. Peki gündüz ve gece olayını nasıl çözmüştü?

“Su an gece mi gündüz mü?” diye sordum. Saatinin kapağını açarak içine baktı ve bakışlarını okyanusun ufuk çizgisine yöneltti. “Gece.” Dedi. Kaşlarımı daha çok çatarak sordum. “Nasıl yani?” bakışlarını bana çekerek cevapladı. “Korece olduğu için sayıları okuyamıyorsunuz. Şu an saat gecenin dokuzu. Ufuk çizgisine bakın. Güneş batmak istiyor ama batamıyor. Dünya kendi etrafında döndüğünde mevsimler olur. Güneşin yaydığı ışıklar ile de gece ve güneş. Ve şu an dünya sadece olduğu yerde kaldı. Dönmüyor. Sıkışmış bir oyuncak gibi sağa ve sola doğru hareket ediyor sadece. Ufuk çizgisine bakın. Renkleri turuncu ve kırmızı gece olduğunda bu renkleri alıyor. Gündüz olduğunda kırmızı ışık yok oluyor. Bulutlara bakın. Bulutların bu kadar hızlı hareket etmesi normal mi?” dediğinde hala anlamamış gibi ona bakıyordum. Karışık İngilizcesi ile pek anlamamıştım. Açıklamak için tekrar ettim. “Yani Dünya dönmek yerine sadece sağa ve sola doğru mu dönüyor?” dedim. Başıyla onayladı. Herkes sessizce anlamaya çalışıyordu. “Nasıl böyle birşey olabilir ki?” dedim sessiz bir şekilde. Alvin bunu nasıl çözebilir ve nasıl anlayabilirdi?

Ateş kız yerinden kıpraşarak düşündü. “Mantıklı.” Dedi sadece. Elindeki tabağı yere bıraktığında konuştu. Gözlerini ateşe sabitledi. “Babam bir bilim adamı ve çözülmemiş olayları hatta tuhaf olayları araştırır. Dinozorların dönüşü bu ne kadar mantıklı ki? Ben insanların yok oluşuna şahit oldum. Taşlaştı ve bir anda rüzgarla çevreye dağıldı. Bu mantıklı olmasada gerçek.” Dedi.

Alex söze girerek devam etti. “Dostum bir film izlemiştim. İnsanlar bir eldiven ve değerli bir taşlarla yıllarca yok oluyor. Tanrım o taşlar gerçek mi yoksa?” dedi ve onaylamamızı istercesine bize baktı. Fısıldayarak, “Alex kes sesini.” Dedim sakince. Dudaklarında bir fermuar varmış gibi çekti ve ellerini havaya kaldırdı. Ateş kız konuşmaya başladığında, “Babam sanırım herşeyi biliyordu. Benden kum adasına gitmemi istedi ve ben düşe düşe bir hotele düştüm.” Başımı kaldırarak ona baktım. “Yani baban herşeyi biliyor mu?” diye sordum. Belkide bütün soruların cevapları babasındaydı. “Baban nerede?” diyerek devam ettim. Gözleri kızarmaya ve dolmaya başlamıştı. Gözlerimin içine bakarken, ”Yok oldu.” Dedi. Onu daha fazla üzmemek için konuyu kapattım.

Bir süreliğine gelen neşemiz bir anda kaybolmuştu. Herkes gözleri dalgın bir şekilde sonunu düşünmeye başlamıştı. Daha başımıza ne gelecekti yada daha neler gelebilir? Onların mutsuzluğuna katlanamıyordum. Ortamdaki soğukluğu sevmiyordum. Onları rahatlatmak için konuştum. “Ben bu durumu halledeceğim.” Dedim.

“Daha ne kadar rol yapacaksın Adrian.” Dedi Harry tıslarcasına. Başımı yana yatırıp kaşlarımı çattım. “Ne rolü?” dedim. “Sizi korumaya çalışmam bu olanları düzeltmeye çalışmamın rol olduğunu mu düşünüyorsun?” kaşlarını çattı ve alaycı bir gülüş ekledi. “Kendini kandırıyorsun. “ dedi dudaklarından bir kıkırtı yükselirken bir anda ciddileşti. “Hepimiz öleceğiz.” Dedi. Ayağa bir anda kalktığında herkesi süzdü. “ O kim ki bizi kurtaracak! Asıl bütün sonumuz onun yüzünden olacak.” Rozalin ayağa kalkarak parmağını tehdit edercesine ona uzattı. “Kapa çeneni artık. “ dedi. “Sen!” derken parmağını sallamaya dişlerini sıkmaya başlamıştı. Beni göstererek, “ Sen onun tırnağı bile olamazsın.” Dedi. Derin nefeslerinin ardından bir hıçkırık koptu dudaklarının arasından. “ Sen yalancının tekisin Harry. “ dedi. Harry alaycı bir şekilde gülümserken ellerini göğsüne koyarak, “ Ben mi?” dedi ve uzun bir kahkaha attı.

Rozalin dişlerini sıkmaya devam ederken konuştu. “ Talyaya söylediklerini duydum. Sen yalancının tekisin.” Dedi. Yerimden kalkarak Rozalin’e sordum. “Ona ne dedi.”

“Onu aslında kum arasındayken kendisinin bulduğunu ve kendisinin koruduğunu söyledi.” Boş çenemi kaşırken bu duruma ne tepki vereceğimi bilememiştim. Rozalin ateş kıza bakarak, “ Harry değil, Adrian seni bir evlat gibi korudu.” Dedi. Sözlerine devam edecekken ateş kız bozdu. “ Beni kimin koruduğu önemli değil Rozalin. Önemli olan bu olanların cevabını bulmak.” Bu duygusuzluğa anlam vermeyecek kaşlarımın çatıldığını hissettim. Bir teşekkür bile beklemezken ondan sadece bana gülümsemesini istemiştim.

Harry ateş kızın sözlerini duymayarak hedefi bana yöneltti. “ Gördün mü? Senin yüzünden yalancı konumuna düştüm. Çıkar artık şu yüzündeki maskeyi!” dedi. Sakin bir şekilde ona baktım. Kurumuş dudaklarımı hızla yalayarak ıslattım. Ne kadar nefret etsemde benim samimiyetimi anlamasını istiyordum. “Harry yalan değil ben sadece sizi korumak istiyorum.” Parmağını bana doğru uzatarak konuştu. ”Sen bizim bir şeyimiz değilsin Adrian. Senin bizi korumana gerek yok. Sen kendini koru. Biz senden bizi korumanı istemedik.” Dudaklarını ısırdı ve eli ile saçlarını çekmeye başladı. Aklına birşey gelmiş gibi çenesini sıkarak yine parmağını bana doğru uzattı.

“ İlgi üstünde olsun istiyorsun değil mi? Bütün gözler senin üstünde olacak ve sen bizim kahramanımız olacaksın. Onları kandıra bilirsin ama beni kandıramazsın.” İstemsizce gözlerimin dolduğunu istedim. Bütün varlığımı tehlikeye atarak onların yanında olmuştum ve adam kimin kahraman olacağını düşünüyordu. Yanına doğru hızlı bir şekilde yürüdüm. Gözlerimi sabitlediğimde onu göğsünden iterek dişlerimi sıktım. “Ben size zarar gelmemesi için bir canavarın ağzına atladım. Ölümün kıyısında olmak nasıl birşey biliyor musun sen? Sen ne yaptın bu insanlar için? Ben seni bu insanlardan ayırmadan yine de korudum.” İleri geri giderek içimdeki öfkeyi tutmaya çalıştım. Bütün saçlarımı çekerek oradan çıkardım hıncımı. “Defol git buradan.” Dedim. Göğsüne tekrar vurduğumda. ”Ne bakıyorsun gitsene!” dedim. Anlamsız bir şekilde bana bakıyordu. Ateş kız söze girdi. “ Dışarısı çok tehlikeli. Ne diyorsun sen?” Alex ’in omzundan tutarak ayağa kalktı ve bir ayağı ile sabitleyerek Harry’nin önüne geçti. Gözlerimin içine bakarak ciddileşti.” Kimse bir yere gitmeyecek.” Dedi. ‘Gitmeyecek’ kelimesini bastırarak söyledi. İnat ettim ona doğru yaklaştım. “Ben söylüyorsam gidecek.” Diyerek tısladım. Alaycı bir şekilde gülümsedi. “Sen gerçekten de pisliğin tekisin.” Dedi ve göğsüme iki eli ile vurarak beni ittirdi. Harry arkasında mutluluk ile gülümserken ben ise ateş kıza bu sözünden dolayı cevap verememiştim. Ben artık onun gözünde pisliğin tekiydim.

“Harry götür beni buradan.” Dediğinde Harry yüzündeki alaycı gülümsemeyi bozarak sahte bir ciddiyet yerleştirdi yüzüne. Ateş kızı kollarının arasına alarak hotelin içine götürdü. Ben ise olduğum yerde onların gidişini izledim. Açıklamak istedim dudaklarım izin vermedi. Karışık düşüncelerim başımda bir enkaz yarattığında onlar çoktan hotelin kapısını açarak içeri girmişlerdi.

Göğsüm kasıldığında kendimi yere attım ve inledim. Yerdeki sarı kumların rengi solmaya başlamıştı. Nefes alışım azalmıştı. Artık bana nefes almak bile haramdı. Kalbim bir taş ile sarılırken kulaklarım çınlamaya başlamıştı. Alvin yanıma gelerek omzuma dokundu.” Adrian sakin ol. Kriz geçireceksin.” Dedi. Söylediklerini duymazdan geldim. Dünya artık benim için yaşanılmayacak kadar değersizleşmişti gözümde. “Rahat bırak beni.” Dedim. Kumları avuçlayarak yerden kalktım ve onlara baktım. Ayağa kalkınca daha da çok kesildi nefesim. Gözlerim kararmaya başlamıştı. Yinede kesik nefeslerimin arasında konuşmaya devam ettim. “ Ne zamandır insanları önemsemek, onlara değer vermek suç oldu?” Gözlerim daha da karardığında, “Siz hiçbir şeyi hak etmiyorsunuz!” dedim ve arkamı dönerek yürümeye çalıştım. Son nefesim iyice kesildiğinde kumların içine düştüğümü hissettim. Artık yaşamak istemiyordum.

Onlar sayesinde tutunduğum bu hayat yine onların yaptıkları ile vazgeçmeme neden olmuştu. Ben onlar yüzünden hayata veda etmek istiyordum. Yaşamak hiç bu kadar değersiz olmamıştı ve yaşamak hiç bu kadar zor olmamıştı. İnsanların bitmek bilmeyen bu iki yüzlülüğü yaşanan olaylardan beni daha da çok yoruyordu ve ben artık bu tür insanlar için kendimi ateşe atmak istemiyordum.

Loading...
0%