Bir kaç dakika öylece havada süzüldük. Sanki başka bir diyarın içinde yer çekimi yokmuş gibi hissettirse de bedenimizi bıçak gibi kesen dal parçaları bizi gerçeğe döndürüyordu. Ne kadar gökyüzünde kaldık emin değildim ama hortum ve yağmurun şiddeti yüzünden ıslanan bedenimizin derisi buruş buruş olmuş ve kan içinde kalmıştı. Gözlerimizi açmak imkansızdı. Dakikalar önce yerde olan sahil kumları belkide dibi görünecek kadar gökyüzünde bizimle karışmıştı ve nefes almak imkansızdı, hortumun şiddeti koca bir okyanusu bile ayaklanmıştı.
O an tek yapacağım şey hayatta kalmak ve kollarımın arasındaki kıza sıkı sıkıya sarılıp dua etmekti. Dünya belki de yok oluyordu ve biz tanık olan tek canlılardık. Elimizden hiçbirşey gelmeden durduramıyor, sadece olanların bir parçası ve şahidi oluyorduk.
Duygularımızın taştan bir farkı yoktu artık. Donuklaşmıştık ve hissizleşmiştik. Günlerdir gözümden akan her yaş sevdiklerim ve bu büyük gezegen içindi. Gezegenimiz yok oluyordu. Çünkü uykuya küsmüştü ve biz geceye hasret kalmıştık.
Hortumun şiddetini azaldığını ve yağmurun kesildiğini anladığım an güçlükle gözlerimi aralamaya çalıştım ama bir milim bile açamamıştım. Yağmur yüzünden sahil kumları bütün bedenime yapışmıştı. Gözlerimi açmaya çalıştıkça kumlar bir diken gibi gözlerime batıyordu ama açmam gerekiyordu buna mecburdum. Nerede olduğumuzu görmem gerekiyordu.
Uğraşarak zorlada olsa bir gözümü açabilmiştim. Her yer bulanık görünüyordu. Daha da zorlayarak gözümü açmaya çalıştım. Bu sefer diğer gözümde biraz aralanmıştı ama refleks ile gözlerimi kırpıyor bu da kumları daha çok gözüme batmasına neden oluyordu. Sonunda bir gözümle de olsa net görmeye başladığımda başımı çevirerek nerede olduğumuza bakmaya çalıştım.
Herşey bir şakaydı sanki. Gökyüzünde birbirine sımsıkı sarılan iki bedenden ibarettik. Havalanmıştık ve hortum şiddetini azaltırken bu romantizm gibi görünen sahne birazdan biz okyanusa çakılınca dram türüne dönüşecekti. Kıyada fazlasıyla uzaklaşmıştık sahile yüzmemiz kesinlikle imkansızdı. Bir çözüm yolu bulmam gerekiyordu. Başka çarem kalmamıştı. Hortum daire şeklinde bizi içinde döndürürken okyanusu da net görmek zordu.
“Talya!” dedim ama ağzıma giren kum taneleri yüzünden sesim boğuk çıkmıştı. İstemsizce öksürdüm çünkü bir kaşık kum yutmuş gibi boğazım acımış ve kurumuştu.
Tekrar denedim. “ Talya.” Bu sefer sesim bana bile daha net gelmişti. Kollarımın arasındaki kız şu ana kadar sıkıca bana sarılmış bir vaziyetteydi. Ben seslenince kasılmış bedenini ve bana sarılmış kollarını daha da gevşetti.
Göğsüme gömdüğü başını kaldırdığında ona doğru baktım. Yüzü zarar görmemişti, hatta onu sahilin kenarında cansız bir şekilde bulduğum tene bulanmıştı yüzü.
Sesime hakim olamayarak tekrardan adını şefkatle tekrarladım. Adını söyledikçe huzuru hissediyordum. Gözlerini benden çekip nerede olduğumuza bakmaya başladı ama ben açılmayan gözlerimle bile ona bakmadan duramıyordum. Gökyüzünde hala dönüyorduk bunun farkına vardığında gevşettiği kollarını tekrardan sıklaştırdı.
Kendime gelerek okyanusa doğru baktım ama hayatımızı kurtaracak hiçbirşey göremiyordum.
“Korkma. Gözlerini aç ve okyanusa bak,” dedim şefkatli bir tonla. Onu birazda olsa sakinleştirmek istiyordum.
“Gözlerini aç ve manzaranın tadını çıkar.” Diye saçma sapan bir cümle attım ortaya. Şu an Alex yanımda olsaydı, bu haldeyken bile kahkahalara boğulurdu. Benim saçma sözlerim ile bana baktı tekrardan.
“Sanırım çok fazla darbe aldın,” Dediğinde pişmanlıkla yüzüme baktı. Utanç içinde derin bir nefes almaya çalışarak, gözlerimi yumdum ve gökyüzüne baktım.
“Üzgünüm. Sadece seni sakinleştirmeye çalışıyordum.”
Bir kaç saniye boş boş bana baktı. “Bence etkili oldu.” Bana sinirlenmesi gerekirken neden böyle bir şey söylediğini anlayamamıştım ama nedeni ölümün ucunda olmak olabilirdi.
Utançla gözlerinden teması keserken konuyu kapatmak için yalandan ciddileştim. “Buradan canlı bir şekilde inmenin yolunu bulmalıyız. Çünkü birazdan okyanusun derin sularına çakılacağız.”
Söylediğim sözler ile o da ciddileşerek okyanusa bakmaya çalıştı.
“ Tanrım, bu durumu yine yaşadığıma inanamıyorum.” Yine mi demişti? Doğru mu duymuştum. Acaba kum adasına hortum ile mi gelmişti. Bu imkansızdı nasıl olurdu?
Şaşkınlık içinde sordum, “Yoksa kum adasına...” diyerek onu kırmadan cümlemi yarıda bıraktım.
“Bence artık kavgayı kesip bu olanları doğru düzgün konuşmamız gerek.”
“Tabi buradan kurtulabilirsek.” Diyerek cümlesini tamamladım. Onu korkutmak istemiyordum. Aslında başta fazlasıyla korkmuştu ama sanırım o da benim gibi pek ölümden korkmayan biriydi. Şu an yerimizde başka biri olsaydı kesin yaptığı stres yüzünden kalbi durmuştu ve biz sürekli bu tür durumlar yaşadığımız için olanları ve ölümü kabullenmiştik.
“Korkuyor musun?” diye sordum ona.
“Belki biraz.” Dedi ama hala merakla çevreye bakıp, belki de çözüm yolları düşünüyordu.
Bizimle beraber dönen dal parçalarını fark ettiğimde belki de bir ağaca veya dal parçasına tutunarak okyanusun kenarına yüzebileceğimizi düşündüm ama bu çok zor ve fantastik olurdu.
Gerçi şu an hortumun içinde hala bedenimizi çizen dallar ile dönerken konuşmamız daha inanılmazdı ama ne gerçek ne doğru bende artık bir şekilde kabullenmiştim.
Hortum birden güçlenmesine rağmen etkisini de yavaş yavaş azaltıyordu. Hortumun içinde nerede olduğumuzu görmek imkansızdı ama dakikalarca süren hortum belkide bizi okyanusun ortasına bırakacaktı. Bir çözüm yolu bulmak imkansızdı belki de artık sonumuz gelmişti.
“Hortum şiddetini azalttı. Emin değilim ama sanırım gerçekten okyanusa düşeceğiz.” Diyerek onu bilgilendirmek istemiştim. Ondan bir cevap bekliyordum ki çevremizde bizimle beraber dönen toz bulutu ve dal parçaları birden dönmeyi keserek yere doğru çakılmaya başlamıştı.
Bizde dal parçaları ile şiddetle aşağıya düşüyorduk. Şu saatten sonra ne olacaksa olacaktı. Kaderimize ne yazıldıysa başımıza o gelecek ve yaşayacaktık. Ne kadar kabullenmiş gibi olsa da bir tarafımız küçükte olsa hala ölümden korkuyordu.
Bu diyarı bırakmak istemiyorduk. Yaşamın her zerresi o an gözümüzün önünden geçtiğine yemin edebilirdim ama anlatamazdım. Farklı bir his ve acı verici bir duyguydu. Yine de kabullenmekten başka çaremiz yoktu.
Fırtına sanki hiç çıkmamış gibi saniyeler içerisinde durdu ve biz hızla denize çakılmaya üzereydik. Kollarımda ki kızdan ayrılmamak için umursamazca sıkı sıkıya sarıldım ve saniyeler sonra okyanusa çakıldık. Sert bir cisme çarpmışız gibi bir etki bırakmıştı bacaklarımda. Şimdi anlıyordum işte kollarımda ki kızın çektiği acıyı. Yaşam ve ölüm savaşında bedeninde bu acılara direnip nasıl kazandığını.
Suya çakılmam ile beraber bir sızı bacaklarımdan başlayarak bütün bedenimi kaplamıştı. Sanki iliklerime beton dökülmüş ve hareket edemiyormuş gibi hissetmiştim. Kollarım yavaş yavaş gevşerken gözlerim korkuyla açılmıştı. Tek istediğim aynı acıyı tekrar çekmemesiydi. Benden uzaklaşırken o an sadece elini kavrayabilmiştim ve son kalan gücüm ile ben dibe batarken onu iterek yüzeye çıkmasını sağladım.
Gözlerim yavaş yavaş kapanırken Talya’nın bana şiddetle baktığını ve geri dönmek için kolları ile savaş verdiğini gördüm ama ben onun için çoktan pes etmiştim.
Biri bana uğruna biri için ölümü göze alacaksın dese belki de o zamanlar bile kabul ederdim. Ben zaten bu hayatı yaşamayı becerememişken nefes almamamın bir önemi yoktu. Yaşamayı bilen birinin hayatta kalması için kendimde dahil her şeyden vazgeçebilirdim.
Talya’nın anlatımıyla...
Uzun bir süredir yaşanan herşeyi için kendimi suçlamıştım. Babamın yok olması. Dünyanın bu hale gelmesi ve şu an da Adrian’ın kendinden vazgeçerek beni yukarı doğru itmesi. İşte o an onun gerçekten kalbinin temiz olduğunu anlamıştım. Suyun içinde debelenirken ve ona doğru bakarken okyanusun karanlık dibinde o masum tebessümünü görmüştüm.
Beni kurtardığına pişman olmamış gibi öyle içten gülümsemiş ve kendini hareketsiz bir biçimde karanlığa bırakmıştı ki o an kalbimin yerinden çıkacağını hissettim.
Yaşananların sorumlusu bendim. Daha en başta sorular sormak yerine babamı dinleseydim şuan sadece beni düşünen bu kişinin ölümü kabullenmesine tanıklık etmiş olmazdım.
Bir anlığına çırpınmaktan vazgeçerek gözlerimin önünde öylece dibe doğru sürüklenen ona baktım ve gözlerimi kapatarak ritmi bozulmuş kalbimi düzüne sokmaya başladım. Adrian belkide ben uyurken çoğu kişinin hayatını kurtarmıştı. Hatta şu an sanırım ikinciye benim hayatımı kurtarıyordu.
Rozalin’in söylediği sözler zihnimde yankılanmaya başlamıştı.
“Aptallık ediyorsun Talya. Senin hayatını Adrian kurtardı. Harry değil. O yalan söylüyor neden inanmıyorsun?” Bu söylediklerinde belki Rozalin fazlasıyla haklıydı ama Adrian’ın bana karşı yaptığı tavırlar yüzünden de onun kötü biri olduğunu düşünmeden edememiştim.
Bazı şeylerde kendimi haklı buluyordum. Babam her zaman kimseye güvenmemem konusunda beni fazlasıyla uyarırdı. Bu felaketler de bakınca nasıl olduğunu bilmiyordum ama sorumlusu da babamın olmadığına emindim. Dünyanın nasıl bu hale geldiğini bulacaktım ve sorumlu bir kişi varsa elbet kendi ellerimle de cezasını verecektim ama önce bana hayatı bahşeden kişiye yeni bir hayat vermem gerekiyordu.
Düşünceler içinde kalbim az da düzenli ritmine kavuşmuştu. Yaralı olan bacağımı düşünmeden az önce karanlıkta yok olan adama doğru yüzmeye başladım. Şimdiye kadar yaptığı fedakarlıkları göremeyecek kadar kin tutmuş ve güvensizdim ama babamın nasihatini dinlemeyecek Adrian’a artık koşulsuz güvenecektim.
Güçsüz kollarımı ve bacaklarımı hareket ettirdiğimde okyanusun fazlasıyla derin olduğunu fark ettim. Daha ne kadar nefesimi tutabilirdim bilmiyordum ama artık pes etmeyeceğime de emindim.
Bir kaç dakika derine doğru yüzdükten sonra artık nefesimi tutamayacak bir vaziyete gelmiştim tam o sırada gözleri kapalı bir şekilde hareketsizce duran Adrian’ını gördüm ve sakinleşerek biraz daha dayanmam için kendime güç vermeye çalıştım. Bir kaç hareketten sonra yanına varmıştım ve hiç umursamadan koltuk altından tutarak onu bütün gücüm ile yukarı itmeye çalıştım. Ağır bedeni yüzünden ben yukarı gittikçe tekrardan bana doğru geliyordu. Bileğini tutarak yukarı doğru yüzdüm ve onu çekerek yüzeye çıkmaya çalıştım. Bu öyle zordu li ciğerlerim havasızlıktan patlayacak gibi olmuştu.
Bir kaç dakika daha uğraştıktan sonra sonunda güneş ışığını görmeye başlamıştım ama havasız kalan ciğerlerim yüzünden kulaklarım uğuldamaya ve gözlerimi açık tutmakta zorlanmaya başlamıştım. Kendimi uyanık tutmaya çalışarak bütün gücümle yüzeye doğru çırpınmaya başladım. Sonunda yüzeye çıktığımda ağzıma dolan suları umursamayarak derin bir nefes aldım fakat gözlerim hala kapanmak için direniyordu. Adrian hala suyun içindeydi tekrardan bütün gücümle onu yukarı doğru çektim ve suyun üzerinde uzamasına izin verdim kavradığım bileği hiç bırakmamak adına için sıkıca tuttum ve görüş alanım karardığında artık gözlerimin kapanmasına izin verdim.
Gördüğüm parlaklıktan dolayı nerede olduğumu daha kavrayamamıştım. Sonunda yaşamım bitip vicdan azabından kurtulmuş muydum? Yoksa bu gördüğüm sadece bir güneş ışığı mıydı?
Bilincim yavaş yavaş yerine gelirken gerçeğe dönmeye başlamıştım. Gözlerimi kırptığımın farkındaydım. Güneş ışığını da net olmasa da görebiliyordum fakat zihnim bulanıktı. Gerçekleri kavrayıp kabullenemeyecek kadar dağılmıştı.
Yoğun bir öksürme isteği ile yattığım yerden dönerek öksürmeye başladım. Ciğerlerim yanıyor ve öksürdükçe ağzımdan bir sıvının aktığını görüyordum. Birkaç yoğun öksürükten sonra sonunda derin bir nefes alabilmiştim ama boğazım ve ciğerlerim ağzımın tadını bozacak kadar yoğun bir şekilde yanmaya devam ediyordu.
Yerdeki sıvı şeye baktığımda okyanus suyu olduğunu sonunda anlayabilmiştim. Bir anlığına yaşanan gerçekler ile yeryüzüne düşerek herşeyi hatırladım. Gözlerim yerdeki okyanus suyundan yanımdaki bedene kaydığında hızla yerimden kalkmaya çalışarak yanına doğru süründüm. Bedenim nedendir bilmiyorum ama oldukça fazla sızlıyordu ve hareket yetimi kısıtlamaya neden oluyordu. Hala ciğerlerime tüm oksijeni dolduramama rağmen öksürüyor ama sadece karşımda cansız şekilde yatan o adama bakıyordum.
“Adrian? “dedim ağlamaklı bir sesle. Omuzlarından tutup uyanması için bütün gücümle sarstım onu. Fakat bir türlü gözlerini açmıyordu. İstemsizce gözümden bir yaş yüzüne damladı. Benim yüzümden sebepsiz yere ölmesini istemiyordum. Beni duyabilmesi için daha fazla bağırmaya başladım ama gözlerini bir türlü açmıyordu.
Onu bu şekilde hırpalamanın bir anlamı olmayacağını geçte olsa fark ettiğimde çenesini tutarak dikleştirdim ve burnunu bir elimle sıkarken hiç düşünmeden dudaklarımı onunkine gömdüm. Ciğerlerimdeki hava bana bile yetmezken içimdeki bütün oksijeni ona bahşettim ve hızla kalkarak ellerimi göğsünde birleştirdim ve babamdan öğrendiğim o ilk yardım tekniğini uyguladım.
Bir süre öylece ona nefes verip kalp masajı yaptım ama bir türlü uyanıp bana tepki vermiyordu. Umudumu son kırıntıları bitmek üzereydi. Çabaladıkça parçalanıyor, uğraştıkça dağılıyordum. Belki de şu an tek bir nefes daha benim dikkatsizliğim ve güvensizliğim yüzünden yok oluyordu.
Kalp masajı yapmayı bıraktığımda göz yaşlarımı ve o içimdeki yoğun duyguyu tutamamıştım. Boğazım yırtılırcasına çığlık atarken bir yandanda göz yaşlarına boğuluyordum.
Ben daha önce hiç bu kadar parçalanmamıştım. Birinin ölümüne tanıklık ederken hiç bu kadar yıkılmamıştım. Kalbime binlerce kez saplanan kazıklar bütün bedenimi istila ediyordu. Kendimi artık acıdan kaybetmek üzereydim. İşte o an büyük bir patlama yaşamaya başladım. Daha fazla çığlık atıyor, kulaklarım attığım çığlıklar ile buğulanıyordu. Öfkeme engel olamıyordum bu kadarı fazlaydı bu acı bana göre çok fazlaydı. Ellerim ile şakaklarımı yumruklarken bir yandanda kalkması için ona bakıyordum.
“Adrian! Sana yalvarırım, lütfen uyan. Söz bir daha seni üzmeyeceğim.” Diyerek sanki bir mucize gerçekleşecekmiş gibi hala kapalı olan gözlerine umutla bakıyordum. Mantığım yerine yoğun duygularımın esiri olmama ramak kalmıştı. Her an kendimden geçebilirdim.
Dizlerimin üzerinde oturarak elimle göz yaşlarımı sildim ve işte o noktada aslında kimseye zarar veremeyecek ben duygularımın karmaşası ile göğsüne bütün gücümle yumruklama başladım.
Uzun bir süreden sonra sonunda yeni bölümü yayınlayabildim.
Kusura bakma Kitappad ama Watty'i çok özledim.
Normal olarakta insanın canı bölüm yazmak veya paylaşmak istemiyor.
İşte sorular...
Hayat nasıl gidiyor canlar?
Bölümü nasıl oldunuz peki?
Hep biri ölümden dönüyor değil mi?
Bende farkındayım ama kitabın aurası zaten ölüm kalım meselesi değil mi?
Bu arada sizi çok özledim :)
Yorumlarda buluşalım:)
Öpüldünüz:*