Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Korkunun Esi̇ri̇

@burcud187

Mantığımı esir alan korkular ile kalbime yenik düşmek üzereydim. Korku. Bütün duyguları elimden alan bir başka duyguydu korku. Umutsuzluğun travmalarıyla dolu bir duyguydu korku. Ben umudumu yitirmek üzereydim. Çünkü korkunun bütün damarlarımdaki siyah akışkan halini hissedebiliyordum. Bir virüs gibi esir almıştı bedenimi. Her yerimi sancılar sarmıştı. Güçsüz hissettiriyordu. Aynı zamanda yalnız ve umutsuz. Korku umutsuzluk ve yalnızlığın harmanlanmış haliydi. Korkunun simgesi ise bedenimin şu anda reaksiyon gösterdiği belirtileriydi.

Korkumdan dolayı ağrıyan bedenim daha da ağır gelmeye başlamıştı. Az önce aldığım ağrı kesici ise dizime iyi gelsede harmanlanmış duygularımı iyileştirememişti. Gözlerimden istemsizce akan yaşı silerek derin bir nefes aldım. Bunu yapabilirdim. Ben güçlüydüm. Her zaman kafama koyduğumu inat eder, zor da olsa yapardım. Zorluklar beni korkutmazdı. Çünkü imkansız diye bir şey yoktu. İmkan vardı, başarı, azim en önemlisi umut vardı. Dünyanın kaderi benim elimdeydi ve ben bu mavi gezegenin kahramanı olacaktım.

Elimdeki Ceset Çiçeğinin olduğu şeffaf paketi inceleyerek baktım. Paketin içindeki çiçeğin yaprağından koparılmış büyük bir parça vardı. Çiçeğin üst tarafı koyu kırmızı renklerde olmasına nazaran altı tırtıklıydı ve bir mantarı andırıyordu. Kokusunu fazlasıyla merak etsemde risk alarak dışarıda denemek zorundaydım. Çünkü makalede yazılanlara göre anında bütün böcekleri başına toplayabilecek kadar güçlü bir kokuya sahipti. Cesaretimi topladığım an derin bir nefes aldım ve dakikalardır oturduğum yerden kalktım.

Masanın üstünde duran kalın pamuklu bezi ıslatarak maske görevini görecek şekilde burnumu ve ağzımı sıkıca kapatarak, ensemden düğmek yaptım. Masanın üstüne koyduğum çiçeği alarak çantama koydum ve fermuarını kapatmadım. Eğer bir tehlike anında kalırsam çantanın fermuarının açık olması ve çiçeğe daha kolay ulaşabilmem gerekiyordu.


Sığınağın metal çıkış merdivenlerinden bir elimle tutarak tekrar derin bir nefes aldım. Gözlerimi sıkıca kapattım. İçimden yapabilirsin Talya diyerek kendime cesaret veriyordum. Babamın son görüntüsü gözümün önüne geldiğinde dişlerimi sıkarak merdivenleri tırmanmaya başladım. Sığınağın kapağını bütün gücümle iterek aralanmasını sağladım. Gözlerimle bir şahin gibi çevreyi anında taramaya başladım. Bir ses yoktu veya bu dev canlılardan bir görüntü. Bu dağ fazla sessizdi. Bu oldukça ilginçti.

Sığınağın kapağını ses çıkarmayacak şekilde sessiz ve sertçe itmeye çalıştım. Etrafımı hızla gözümle tararken aynı zamanda da tetikte bekliyordum. Son merdivene basıp sağlam olan bacağımla dışarı çıktım. Etrafımda derin nefesler alarak çevremde turladım. O eski hayvan gürültüsü veya deprem şiddetinde ki sarsıntılardan eser kalmamıştı.
Bir anlık düşünceyle.
"Belki..."
"Belki..." dedim fısıldayarak. Ansızın geldikleri gibi belki de yine aynı şekilde geri dönmüş olabilir miydiler?

Gözüme şehrin çıkışını kestirdiğim de sessiz ve ağır adımlarla yürümeye başladım. Sessizdim çünkü, trafikte insanların kulağını sağır edecek arabaların korna sesini şimdiden özlemiştim. Ağır adımlar atıyordum çünkü, kırmızıdan mora geçiş yapan sol bacağım artık bana kafa tutuyordu. Tetikte olmama rağmen düşünce bulutu aniden gözümün önünden geçti. Kendime ve bu acınacak halime gülümsedim önce. Artık kendiliğinden karma karışık olan duygularıma karşılık ansızın dolan gözlerime inat, gülümsememi daha çok yaydırdım yüzüme. Bir insan duygularına da kafa tutabilirdi.

Şehrin çıkış yoluna bir kaç adım kaldığını fark ettiğimde adımlarımı hızlandırdım. Sonunda çıkış yoluna gelmiş ve hatta yolun ortasında durmuş kendi etrafımda tam tur dönmeye başlamıştım. Bir anda güneşli olan hava ansızın kararmaya başlamıştı. Elimi siper yaparak havaya doğru baktım. Bulutlar gereğinden daha hızlı hareket ediyordu. Rüzgar turuncu saçlarıma nazik dokunuşlarda bulunuyor, yerdeki parçalanmış eşyalar ise bir toz bulutu olarak çevreye dağılıyordu.

Bir anda kulağıma gelen hırıltı sesi ile yavaşça başımı arkaya doğru çevirdim. Yok olduklarını düşünsemde işte şu an beş metre ileride bana hiç hareket etmeden duruyordu. Bu türü geçen yıl müzede görmüştüm. Rehberin dediğine göre adı Trex ve iki büyük ayakları ve iki küçük kolu olmasına rağmen zekası ile dikkat çeken bir türmüş. Aslında o minik iki kolu oldukça tatlı bulmuştum. Fakat ben onun kollarını tatlı olarak düşünürken onun ise beni lezzetli bir yemek olarak gördüğünü biliyordum.

Yavaşça ve hiç bedenimi hareket ettirmeyerek sağlam olan bacağımla geriye doğru bir adım attım. Trex‘in gözlerinin içine baktığımda ise hırçın bir köpek gibi bana hırıldayışını buradan duyabiliyordum. Tekrar sağlam bacağımla yavaşça ikinci ve üçüncü adımı attım.

Şu an beni dışarıdan biri görseydi eğer dans adımları yaptığımı zannede bilirdi. Fakat tek amacım belli ritim eşliğinde mesafeyi açmaktı. Dördüncü ve beşinci adımı attığımda o da bana doğru bir adım atmıştı. Yüzümde tek bir mimik oynamıyor, bakışlarımı Trex'ten ayırmıyordum. Belki de Ceset Çiçeğini kullanmanın vakti gelmişti. Altıncı ve yedinci adımlarımı ritmi bozarak attığımda ise bana doğru hızla ve gürültülü bir şekilde koşmaya başlamıştı.
Derin bir nefes alarak artık koşmaya başlamıştım. ‘Korkacak ve ümidimi kesecek bir şey yok Talya,’ dedim içinden. Sen güçlü bir kızsın başara bilirsin. Saatlerdir bu türleri tecrübe edinmiştim. Korkmamalıydım.

Bir beden bu kadar yaralı ve güçsüz düşmüşken ne kadar hızlı koşabilirdi ki? Üstelik bana fazlalık yapan, ne durumda olduğunu bilmediğim yaralı bacağımla bütün gücümle koşmaya çalışıyordum. Daha hızlı koşmalısın Talya! Daha hızlı...

Aklımdaki sesin yüreklendirmesi ile bedenim hareketlerini hızlandırmıştı. Trex ile aramızda sadece üç metre kadar mesefa kalmıştı. Bedenimin birazdan tekrar yorgun düşeceğinin farkındaydım. Bir yol bulmalıydım. Bu şehirde sadece bir tek ben vardım. Bu yıkık evler, bu ezilmiş arabalar hepsi bana aitti. Teknik olarak ezilmemiş bir araba bulabilirsem hırsız konumuna düşmeyecektim.


Bir araba. Hemen bir araba bulmam lazımdı. Kendimi sıkarak bütün gücümü ayaklarıma verdim. Trex ile arama yeterince mesafe koymuştum. Gözüme parktaki sağlam arabalar takıldığında ise yönümü değiştirdim. Kırmızı bir arabanın önüne gelerek kapısının koluna asıldım. Fakat ne kadar asılsımda kapı kilitliydi. Diğer yanındaki mavi arabaya geçerek onunda koluna asıldım. Onunda kilitli olması beni şaşırmamıştı. Mavi arabanın yanındaki pembe spor arabayı gördüğüm de tutku dolu gözlerle arabayı inceledim. Uzun zamandır istediğim bir modeldi. Şu durumda bu spor arabaya kavuşmak istemezdim. Kendime gelmeye çalışarak bu mükemmel aracın az önce kırmızı ve mavi arabalarının koluna asıldığım gibi asıldım.
"Tam beklediğim gibi mükemmel Talya! Bu arabada kilitli." dedim dişlerimin arasından.

Ruh halim bazı nedenlere göre hızla değişebilirdi. Az önceki manzarada olduğu gibi güneşi hızla örten bulutlar bir fırtınanın habercisiydi. Bende aniden öfkelenip aniden mutlu olabiliyordum.
Bir kaç denemeden sonra arabanın kapısını bir türlü açamamıştım. Arkamı döndüğümde ise Trex ile aramda iki metre kadar mesefa kaldığını görüyordum. Yemek olmama saniyeler kalmıştı.Yıkık olan bir süper marketin taşını elime alarak bütün gücümle arabanın camına attım. Camın ortasında bir delik açıldığında başka bir taş daha bularak kalmış camları kırmaya başladım.

Trex ile aramda sadece bir metre kadar mesafe kalmıştı. Bu tür zeki olmasına nazaran ağır cüssesi ile oldukça ağır koşuyordu.
Kolumu camdan içeri sokarak kilidi açtım. Koltuğun üzerine dökülmüş cam parçalarını elimle dışarı doğru atarak oturmak için kendime yer açmaya başladım. Araba kullanmayı bir yıl önce babam öğretmişti. Diğer gençler gibi bir türlü sevememiştim arabaları. O yüzden bana özel bir araba fikri beni pek heyecanlandırmazdı. Evde bütün gün ders çalışan ve kitap okumayı seven tiplerden biriydim.

Ne mutlu ki arabanın ayna kısmında yedek bir anahtar gizliydi. Arabanın gaz fedalına sertçe basarak anahtarı çevirdim. Fakat arabayı bir türlü çalıştıramamıştım. Heyecanla aynayı Trex'e doğru çevirdim ve kalan mesafeyi hesapladım. Bana yaklaşmak üzereydi. Bir kez daha anahtarı çevirdim.
"Haydi ama. Çalış! Çalış!" dedim sesimi yükselterek. Dişlerimi birbirine kenetleyerek tekrar ve tekrar anahtarı çevirdim. Arabanın deposuna bakmak daha yeni aklıma gelmişti. Baktığımda ise deposu beni başka şehire götürecek kadar doluydu.

Öfkelendiğimi hissettiğim vakit elimi yumruk yaparak direksiyona ard arda vurmaya başlamıştım. Vurmanın etkisi ile korna da şiddetle çalmaya başlamıştı. Öfkemin çığlıkları bu ıssız şehirde yankılanmaya başlamıştı. Sonum gelmek üzereydi. Hatta gelmişti.
Derin bir nefes aldım. Pes etmeyerek anahtarı tekrar çevirdim ve hafifçe gaza bastım. Arabanın motorunda devamlı gelen sesini duyduğumda elimi yüzüme çarparak kahkahalara boğuldum ve içimde git gide ağırlaşan nefesimi dışarıya verdim.

Kulak zarımı patlatacak kükreme sesi duyduğumda bakışlarımı aynadaki yansımaya çevirdim. Bir ev büyüklüğünde olan Trex ağzını kocaman açtı ve arabaya doğru yöneldi. O anki heyecanla gaza basarak önümde olan duvara çarpmıştım. Kaçacak yerim kalmamıştı.
"Sonun geldi Talya." dedim korkunun etkisiyle akan gözyaşlarımın arasından. Tekrar Trex'e baktığımda adımlarını geriye doğru attı ve ağzını kocaman açarak arabayı ısırmaya kalkmıştı. Arabanın arka tamponunu ısırdığında ise çığlıklarım tekrar yankılandı. Bir anda aklıma gelen fikir ile çantamı sırtımdan çıkardım ve Ceset Çiçeğinin olduğu paketi elime aldım. Çiçekten küçük bir yaprak kopararak, spor arabanın üst camından çıktım ve dinozorun açık olan ağzına attım. Hiç hareket etmeden öylece bakıyordum bu vahşi hayvana. Bedenim bir kaç dakikalığına korkudan felç olmuş gibi kalakalmıştı.


Trex çiçeği yuttuğunda öylece olduğu yerde birkaç saniyeliğine durdu. Sonra yine daha önce duymadığım kadar şiddetli bir şekilde kükremeye başlamıştı. Gözüm yere iliştiğinde yaşayan bütün böcekler siyah bir taban oluşturmaya başlamıştı. Hamam böceği, örümcek, tarantula, karınca hemen hemen bütün böcekler Trex'in bedenini yayılmaya ve onu yok edecek kadar artmaya başlamıştı.
Bu dev canlının tepkisini hareketsizce izliyordum. Birden şiddetle gel git yapan nefesi durdu. Ayakları üzerinde geriye doğru düşmeye başlamıştı. Yerle buluştuğunda içinde olduğum araba havalanarak tekrar yere çakıldı. Önüme düşen saçlarımı geriye doğru iterek şaşkınlığımın arasından çıkmaya çalışıyordum. Bu çiçek o kadar güçlüydü ki, bu dev canlıyı dakikalar içerisinde böcekler tarafından öldürmüştü. Bu planın işe yarayacağından bile emin değildim ama çiçeğe de içten içe güveniyordum.


Kendime geldiğim an arabanın içine girerek tekrar anahtarı çevirdim. Araba çalıştığı an geriye doğru manevra yaparak ölü bedenin yanından hızla geçtim. Gaza yüklenerek bir anda otobana çıkmıştım. Az önce başıma gelenlerin bir cevabı yoktu veya birine anlatsam kesinlikle şu anda kahkahalara boğula bilirdi. Yaşamda bu ya! Bazı şeylerin ya cevabı yoktur ya da gerçekliği. İnanmak istediğimize inanır, görmek istediğimizi görürdük. Kim derdi ki ; geçen yıl müzede gördüğüm bu canlıların ansızın canlanıp onlar tarafından yenmenin ucundan döneceğimi. Bazılarının da gerçekçi bir cevabı yoktu.

Arabanın gazına yüklenmeyi bırakıp sakince gitmeye başlamıştım. Evler harap olmuş kullanılamaz bir hale gelmişti. Sokak lambaları yerle buluşmuş bazılarından kıvılcım çıkmaya başlamıştı. Dünyada yalnız kaldığımı hala sindirememiştim.
Yalnızlık. Karanlık bir odada hapis olmaktı. Sevgiyi özlemek, bir dokunuşa hasret kalmaktı. Ama şu anki durumum yalnızlık değildi. Ben tek başıma kalmıştım. İnsanlık neslinin tek türü, insanlığın tek habercisi ve tek kurtulanı. Evren neden beni seçmişti? Bu sorular beni çıkmaz bir uçurumdan sürüklüyordu. Fosillerini gördüğümüz bu canlılar bir anda hayatıma ortak olmuşlardı.


Ön cama doğru yaklaşarak koyu bulutların arasında bakışlarım uçan türleri aramaya başlamıştı. Bugün Trex dışında başka bir tür görmemiştim. Bu durumda bir gariplik vardı. Başıma saplanan ani bir ağrı ile kafamdaki bu düşünceleri bir anlığına görmezden gelip biraz rahatlamam gerektiğini düşündüm. Spor arabadaki radyonun düğmesine basarak bir süreliğine bu sakinliğin tadını çıkarmalıydım. Bir kaç dakikalığına öylece radyoda çalan hareketli müziği dinlemeye çalıştım fakat aklımdaki bu soruları bir türlü yok edemiyordum. Müziğin kapatma düğmesine basarak yoluma devam ettim.

Karşımda gördüğüm yoğun sisin içine hiç düşünmeden girmiştim. Önümü net görememeye başladığımda biraz daha yavaşladım. Bir anda arabamın camına düşen tabelâ ile aniden frene basarak olduğum yerde sıçradım. Düşmenin etkisi ile cam da çatlaklar oluşmuştu. Elimi yüzüme çarparak, "Sadece canlı bir şekilde Kum Adasına gitmek istiyorum," dedim. Sakinleşmek için ard arda derin nefesler almaya başlamıştım. Elimi yüzümden çekerek karşıma baktığımda ise gözlerim olduğundan fazla açılmış, dudaklarım şaşkınlıkla aralanmıştı. Bana yaklaşmakta olan büyük bir hortum vardı. Hemen anahtarı çevirerek arabayı çalıştırmaya başladım. Yine beni yanıltmamış araba çalışmıyordu. Anahtarı tekrar ve tekrar çevirdim. Fakat ne yaparsam yapayım bir türlü çalışmıyordu. Anahtarı bırakarak karşımda olan hortuma baktım. O kadar büyüktü ki on metre meksefesindeki bütün herşeyi içine çekiyordu. Bana yaklaştığında derin bir nefes alarak beklemeye başladım. Kalbim korkudan amansızca çarpmaya şakaklarımdan ecel terleri akmaya başlamıştı. Bir yanda da istemeden bu nerden çıktı şimdi diyerek kendi kendime isyan ediyordum.

Araba havalandığın da boğazım düğümlenmiş çığlık atamaz bir hale gelmiştim. Emniyet kemerini takmayı akıl edemediğim için araba öne doğru yattığında bende oturduğum yerden havalanmaya başlamıştım. Oturduğum koltuğa arkamı dönerek sıkıca sarıldım ve korkunun etkisi ile gözlerimi kapattım. Arabaya çarpan bütün herşey yönünü değiştiriyor ve benide içinde sürüklüyordu.

Ne kadar o koltuğa sıkıca sarıldım ve ne kadar hayata tutunmaya çalıştım bilmiyordum. Bir süre sonra gözlerimi açmış arabanın arka camından bakmak istedim. Hortumun şiddeti ile saçlarım yüzüme sertçe çarpıyor, arabanın camlarından ise sesler gelmeye başlıyordu. Bu girdabın içinde gözlerimi açık tutmak imkansızdı.

Uzun bir süre öylece bekledim fırtınanın şiddetinin azalmasını ve sonunda azaldığında kapattığım gözlerimi hemen açmıştım. Yoğun fırtına ve arabanın dönme hızı azalmaya başlamıştı. Araba öne doğru yatık olduğu için bir mavilik görmüştüm. Sanırım hortumun şiddetini azalttığı bir bölgeye gelmiş ve beni okyanusa sürüklemişti. Hortumun fevri hareketleri azalarak kesilmeye başlamıştı. Şu an nerede olduğumu hatta kaç metre yüksekte olduğumu bilmiyordum. Bana ağır gelen ve uzun zamandır tuttuğum nefesimi aniden dışarıya doğru verdim. Gördüğüm şey ile işte şimdi nefes almayı unutabilirdim. Okyanusa içinde bir ada görüyordum ve şu an bu ada ne kadar yakın olursa olsun ben derin bir okyanusa saplanmak üzereydim.


Arabanın parçalanmış kapağını tekmeleyerek açılmasını sağladım. Eğer buradan atlarsam canlı olarak okyanusa düşme ihtimalim çok yüksekti veya araba ile okyanusa çakılırsam arabanın ağırlığı ile daha hızlı batma ihtimalim yüksekti. Canlı çıkmamsa daha düşüktü. Ben belki de ölüm fermanımı imzalıyor olabilirdim. Doğrusu buydu arabadan atlayacaktım ve okyanusa düşerek adaya doğru yüzecektim. Yüzme konusunda her zaman yetenekli olmuştum. Suyu ve soğukluğunu severdim. Suyun derinliklerinde ki sessizliği severdim.
"Haydi Talya. Yaşamadığın ne kaldı ki bunu da başarabilirsin." dedim gözlerim hala mavi derinliklere dalmışken. Gözlerimi sıkıca kapadım. Derin bir nefesi içime çektim ve başarılı bir atlayıcı gibi kolumu uzatarak ve ayaklarımı birleştirerek kendimi derinliğe bıraktım. Rüzgar tenime şiddetlice çarparken gözlerimi kısık bir şekilde açabildim. Burnuma dolan sisli hava ciğerlerimi yakmaya başlamıştı. Bir martı gibi gökyüzünde süzülüşümü sessizce izliyordum. Okyanusa biraz daha yaklaştığım da sisli havayı tekrar ciğerlerime çektim.


Gökyüzünde parlak ve gökkuşağına benzer bir tabaka gördüğümde duruşumu değiştirdim. Bir şeye çarpacağımın farkındaydım ama ne olduğunu bilmiyordum. Bu tabakaya yaklaştığım da önce ellerim dokundu sonra ise ayaklarım. Belli belirsiz bir akım vücuduma yayıldığında ürperdiğimi ve gözlerimi açık tutmakta zorlandığımı anlamıştım. Her ne kadar kendimi zorlasam da mavi derinlikle buluştuğum an bilincim karanlığa çoktan gömülmüştü.

Loading...
0%