Yeni Üyelik
5.
Bölüm

Nefes Alanlar

@burcud187

Adrian’nın anlatımıyla...

Alex keskin gözleri ile hamlelerimi zihninde tartmaya çalışıyordu. Onu bilek gücümle yenebileceğime bir türlü ikna olmuyordu.
"Kaçıncı yenilişin dostum?" dedim tek gözümü kırparak ve alaycı bir şekilde devam ettim.
"Saymış olman lazım." Söylediğim sözler üzerine daha da hırslandığını ve birazdan üzerime doğru geleceğinin farkındaydım. Dişlerimi göstererek ona tekrar göz kırptım.


Alnında biriken terleri elinin tersiyle silerek bedenini bir anda dikleştirdi. Keskin bakışlarını gözlerimden ayırmıyordu. Bana doğru bir iki adım atarak kollarını açtı ve üzerime doğru yürümeye başladı. Bizi merakla izleyen gözler, Alex'in beni yenebileceği üzerine çığlık tufanları kopuyordu. Aniden belime sarılarak bana yapıştı. Beni yere düşürebilmek için sağa ve sola doğru hırpalamaya başladı.
"Haydi ama dostum. Nedir bu? Sevgi kucaklaması mı?" dedim ellerimi havaya kaldırarak.

Bizi izleyen arkadaşlarımın kahkahaları kulağıma geldiğinde, onlara bakarak gururlu bir şekilde gülümsedim.
"Bitirin artık şunu çocuklar, karnımdan sesler gelmeye başladı." diyen Rozelin'in sesi kulağıma geldiğinde, Alex'in belime sarılı olan ellerini sökmeye çalıştım. Rozelin haklı olmakla birlikte bugünkü öğünümüz balıktı ve bu derin okyanusta balık tutmak oldukça zordu.

Bana yapışmış vaziyette öylece sarılıyordu. Sıkı ellerini bir türlü gevşetemesem de ellerimi oldukça sert duran bedenim ile göğsümde bağladım.
"Alex." dedim bitirmesini umarak. ”Dostum yeter. Bir milim bile hareket etmiyor bedenim."
Ellerini gevşeterek yine aniden doğruldu. Her zaman hızlı hareket etmesine rağmen ince yapılı kasları ona göre fazla güçlü değildi. Bakışlarını yakaladığımda başını sağa ve sola doğru çevirerek dudağını alaycı bir şekilde kıvırdı.
Arkama doğru ilerlemeye başladığında,
"Bir gün bu savaşı kazanacaksın dostum. Üzülme." dedim burun altından gülümseyerek.

Bizi izleyen meraklı gözler Alex'in hareketlerine kenetlenmişti. Başımı çevirerek gözüm onu aradığında, dizlerimin eklem bölgesine gelen bir ağırlık ile dengemi sağlayamadım ve sert cüsseme rağmen dizlerimin üzerine oturdum. Aniden boynuma sarılan Alex'in hızlı nefesini kulağımda hissedebiliyorum.
"Ya pes edersin. Ya da bu yenilgiyi kabul edersin adamım." dedi dişlerini sıkarak. Kurduğu cümlenin aynı anlama geldiğinin farkında değildi. Bu oyunu daha da uzatıp Alex'in kendine olan güvenini yerle bir edebilirdim. Fakat o benim en yakın arkadaşımdı bir istisna geçebilirdim değil mi?

Ellerimi havaya kaldırarak boğazıma sarılı olan koluna pes edercesine peş peşe vurmaya başladım. "Tamam dostum. Nefes alamıyorum. Bu küçük savaşı sen kazandın." Bizi izleyen gözlerden çığlık tufanı koptuğunda boğazıma sarılı olan kollarını gevşetti. Tek ayağımla doğrulup kalktığım da onun zafer gülümsemesini gördüğümde yine alaycı bir şekilde ona gülümsedim. Bu küçük zaferi ile siyah bedeni içinde beyaz dişleri bütün hünerini gösteriyordu.

Alex, Amerika'ya ailesi ile daha o çocukken yerleşmişlerdi. Benim evimin karşısındaki binaya taşınacağı ilk gün onunla arkadaş olup bu günlere gelmiştik. Annem ve kız arkadaşımın yok olmasına nazaran onun burada benimle kalmasına oldukça seviniyordum.

Önceden camı kırılmış olan kolundaki saate dikkatli bir şekilde bakarak havanın kararacağı vakti zihnimde değerlendirdim. Güneş çoktan batmaya başlamış, gökyüzünde sarıdan turuncuya geçiş yapan renkler oluşmaya başlamıştı.
Alex'in nemli omzuna elimi koyarak, “Artık gitmeliyiz." dedim ciddileşerek. Onun ise bütün gülümsemesi yüzünün her bir ayrıntısına yayılmıştı. Parmakları beni işaret ederek ağzından garip sesler çıkarıyordu. Sanırım hala küçük zaferinin kutluyordu. Ciddi bir bakış atarak başımı iki yana salladım ve ormanın derinliklerine doğru yürümeye başladım.

Adımlarını hızlandırarak bana yetişmeye çalıştı. Hızlı nefeslerinin arasında, "Hey! hey! “dedi. Yanıma doğru geldiğinde ellerini oynatarak, "Adamım kızmış olamazsın. Değil mi?" Yüzümdeki mimiklere dikkatlice baktığında ona cevap vermedim. Biraz daha bu meseleyi uzatırsam eğer şu anda her zamanki kötü zafer dansından yapabilirdi. Ona bakmıyor olmama rağmen mimikleri zihnimde canlanıyordu.


Büyük siyah gözlerini belerterek, "Gerçekten kızdın mı?" dedi ve ellerini yüzüne çarparak gülümsedi. Büyük bir işi kazanmışçasına mutluydu ve ciddi yüz ifademle yapmayacağını umduğun o dansı yapmaya başladı. Ağzından ritim melodisi çıkararak kalçasını sağa ve sola doğru bir iki kere kıvırarak hızlıca etrafından döndü. Dans etmeyi ve şarkı söylemeyi bana nazaran çok severdi. Bende buna bir türlü katlanamıyordum. Sürekli her mutlu olduğunda ve sıkıldığında dans ederdi. İnsanların içinde beni rezil etmiş olan tuhaf dansları zihnimde canlandığında yüzümü buruşturdum. O ise hala dansına devam ediyordu.

Kulağıma gelen bir ses ile daha net duymak için olduğum yerde bir anda durdum. Alex de benimle durduğunda, "Neden durdun adamım?" dedi meraklı gözlerle. Onu susturmak için bir elimi kaldırarak -dur- işareti yaptığımda, benimle beraber gökyüzüne bakmaya başladı.
Gökyüzündeki beyaz elektriğin her yere yayıldığını gördüğümde adımlarımı hızlandırmaya başladım. Alex'te artık ciddileşmiş ve adımlarımı takip etmeye başlamıştı.


"Sence yine Pterosaur istilası olabilir mi?" dedi benden onay beklercesine.
Emin değildim fakat olma ihtimali de oldukça yüksekti. Bu kadar şiddetlice çarpan bir kuş olamazdı. O günden sonra insanlarla birlikte hayvanlarda kalmamıştı. Onun yerine Dünya'da ki ilk türler geri dönmüştü. O kadar çıkmaza sürükleniyorduk ki her an herşey olabilirdi. Bu olanlara alışmak ben ve arkadaşlarım için oldukça zordu. Sadece biz kalmıştık bu büyük gezegende ve o kadar çok yer gezmemize rağmen bir insana daha rastlamamıştık. Umudumuz giderek kayboluyordu ve bu olanları nasıl düzelteceğimiz hakkında en ufak bir fikrim dâhi yoktu. Ölüm bu kadar yakınken yaşam mücadelesi veriyorduk. Yine de yanımdaki insanlar bir nebze olsun tebessüm etmeleri için onların dikkatini dağıtacak şeyler yapıyordum.


"Sahile inmeden ne olduğunu bilemeyiz. Ama yine de dikkatli olmamız gerekiyor." Başını ciddiyetle onaylar biçimde salladı. Artık adımlarımız daha da hızlanmış koşmaya başlamıştık.
Gökyüzünde bizi koruyan bir kalkan olmasına rağmen bu büyük adada oldukça farklı türler vardı ve bu türlerin arasına karışan yırtıcı başka bir türde olabilirdi. Her gün farklı ve gizemli olan bu türleri keşfedip, onları gözlemler ve notlar alıyordum. Bu gerçekten inanılmazdan öte olmasından bir yana oldukça ilginçti de. Keşfettiğim bu türler zararsız olan cinstendi fakat her gün yeni bir hayvan keşfediyordum. Bunun sonu gerçekten anlamsız bir şekilde yoktu. Düşüncelerim bütün olumsuz olabilecek sahneleri sıralarken ve strateji geliştirirken, okyanusun huzur dolu sesi kulaklarımda yankılanmaya başlamıştı.


İkimizin de adımları bir anda yavaşladı ve dikkatli adımlar atmaya başladık. Nefes alışverişlerimiz de bedenimizi kaplayan adrenalinin hızı vardı. Çevreyi taradığım da tehlikeli her hangi bir şey görememiştim.
Alexle göz göze geldiğim sırada ona fısıldayarak, " Sen adanın Güney tarafına git." dedim. Başını bir asker edasıyla sallayarak onayladı ve sahil boyunca gitmeye başladı. Bende adanın Kuzey tarafına doğru yürüdüm. Küreye çarpan her neyse ciddi yaralar almıştı ve sahile düştüğüne kesinlikle emindim.

Biraz ilerledikten sonra sağ tarafımda bulunan çalılıklar hareket etmeye başlamıştı. Kemerimde asılı olan bıçağı elime alarak çalılığa doğru diktim ve yaklaşmaya başladım. Tam yaklaştığımda bıçağımın ucuyla çalılığı araladım ve içine baktım. Çalılığım içinde minik arkadaşımı gördüğümde benden korkarak çığlık attı ve ağacın üstüne zıpladı. Bıçağı tekrar kemerime koyarak onu sakinleştirmeye çalıştım.
Kollarımı açarak," Fredie sakin ol minik dostum, sana asla zarar vermeyeceğimi biliyorsun.."
Başını sola doğru yatırarak bana uzunca baktı. "Yardımın lazım. Gel buraya haydi." dediğim an bir süre durdu ve yukarıdaki ona doğru asılı olan sağ koluma zıplayarak, omzuma yerleşti.

Bu adaya ilk geldiğimiz zamanlarda ilk bu türü keşfetmiştim. Rengi ve zekâsıyla göz kamaştırıcı ilk türlerden biriydi. O Tamarin maymunuydu bir diğer deyişle Altın Aslan maymunu olarakta bilinirdi. Günümüzde bu türlerden hala vardı fakat fazlasıyla evrim geçirmiş ve nesli tükenen hayvanlar listesinde yer aldığı için özenle bakılıyordu. Şu anda ise o ilk tür tamamen yanımdaydı . Bir diğer deyişle beni anlıyor ve ne istersem onu yapıyordu. Bu tür oldukça zekiydi, insan kanından geldiği düşünülüyordu. Görüntüsüyle ise oldukça muazzam bir hayvandı. Bedeni koyu mavi renkte ve aslana benzer turuncu yelesi ile adına yakışır bir görüntüye sahipti.


Gülümseyerek sol parmağımla yelesini okşadım. Oldukça küçük bir bedene sahipti ve bende ona Fredie ismini koymuştum. "Fredie nasılsın minik arkadaşım?" dedim hala parmağımın ucuyla okşarken. Kendince sesler çıkarmaya başladığında iyi olduğunu anlamıştım.
"Aferin sana Fredie. Şimdi burada hiç tuhaf birşey gördün mü?" dedim büyük gözlerinin içine bakarak. Sağ omzumdan bir anda zıplayarak, yürümeye başlamıştı. Ne olduğunu anlamaya çalışırken cıyaklayarak minik kokuyla - gel- hareketi yaptı. Zeki olduğunu söylemiştim. Ağır adımlarla onu takip ederken bir süre çevrem yerine onun adımlarını izledim. Oldukça hızlı bir hayvandı ve her an gözümün önünden kaybolabilirdi.

Bir kaç dakikalık mesafe yürüdüğüm de Alex'ten oldukça uzaklaşmıştım. Fredie telâşla cıyaklamaya başladığında olduğu yerde zıplamaya ve elini bir goril gibi yere vurmaya başlamıştı. Çevreme hızla baktığımda hala tehditkâr birşey görememiştim.
"Sakin ol Fredie. Ne gördün? Onu bana göster." dedim ellerimi -sakin ol - anlamında ona uzatırken. Zeki olduğu söylensede duygularına hâkim olmayı öğrenememişti. Her duygunun fazlasını yaşıyordu. Korku, hüzün, mutluluk vb. Bu duyguları yönetmeyi becerememişti. Onu bir haftada bu kadar iyi tanıyabilmem de hızlı olmuştu.


Bir anda zıplayarak ilerlemeye başlamıştı. Koşarak onu takip ettiğimde, sahile vurmuş dal parçaları arasında bir beden görmüştüm. Fredie ise hareketsiz bedenin çevresinde dönmeye başlamıştı. Bu kişinin yanına geldiğimde ilk gözüme takılan ıslak turuncu saçları olmuştu. Onu kollarımın arasından daha fazla ıslanmaması için kumların üstüne yatırdım. Kim olduğunu anlamak için ıslak turuncu saçlarını yüzünden çektiğimde bu kişiyi tanıyamamıştım. Bu kızın ne zamandır burada olduğunu ve buraya nasıl geldiği soruları zihnimde yer edinirken, Fredie'nin çığlıkları daha da çok dikkatimi çektiğinde bakışlarım onu buldu. Çıldırmış bir şekilde hala olduğu yerde zıplıyordu. Belli ki yolunda gitmeyen birşey vardı.


"Fredie ne oldu. Sakin ol! “dedim ne yapacağımı bilemez halde. Onun yanına doğru gittiğimde, hareketsizce duran kızın bacağına zıplamıştı. İşte o zaman sorunun ne olduğunu ve Fredie'nin neden bu kadar çıldırdığını anlamıştım. Kumaş pantolonunda ufak ufak yırtıklar oluşmuştu. Pantolonunu daha da çok yırttığım da kırmızıya dönmüş bacağını gördüğümde bir anlığına olduğum yerde kaldım. Kızın durumu ciddiydi ve sanırım bacağı oldukça hasar almış ve canına mâl olabilirdi.
"Merak etme. Onu iyileştireceğim." dedim. Fredie'ye ikna edici bakışlar atarken. Kemerimde olan telsizi çıkararak, kırmızı duşuna bastım ve dudaklarıma yakınlaştırdım.


"Alex sahili takip ederek hemen bulunduğum yere gel." Bakışlarım hareketsizce yatan kızı bulduğunda, " Kalkana çarpan şeyi buldum." dedim soğuk bir sesle. Telsizin ucundan gelen ses onayladığında, kıza biraz daha yaklaştım. Uyanmasını umarak, "Hey! Uyan haydi! " dedim iki omzundan tutup onu sallarken. Bir milim bile hareket etmemişti.
Başımı göğsüne koyup nefesini dinlemeye çalıştım. Bir süre nefes aldığını düşünmesem de derin bir nefes alışı duydum. Nefes alışverişi yavaşlamıştı. Oldukça ince olan bileğini tuttuğumda nabzını dinledim. Ciğerlerine dolan hava giderek azaldığı için nabzı da bir o kadar yavaşlamıştı.
"Sanırım kalbi durmak üzere. “dedim yine soğuk bir tonda.
Yanımda çılgınca zıplayan Fredie bu sözüm üzerine olduğu yerde durmuş ve şaşkınca bana bakmaya başlamıştı. Kendinden geçmesine bir türlü anlam verememiştim.


"Neden bu kadar panik oldun?" dedim bir anda sorduğum bu soru beni şaşırtsa da devam ettim sorularıma. "Senin için neden bu kadar önemli bu kız?" dedim sanki cevap verebilecekmiş gibi bekliyordum. O anda yerde üç kere zıplayarak, ağacın dalına çıktı ve ortadan kayboldu.
"Fred!" dedim koyduğum ismi daha da kısaltarak. Bu kızda çözemediğim şeyler vardı ve benim ne olursa olsun onu kurtarmam lazımdı. Bir insan daha hayatta kalabilmişti. Belki uzun süredir burada bizden gizli yaşıyordu ama kalkana çarpan şeyin de o olma ihtimali yüksekti. Peki kalın tabakalı olan ve elektrik yüklü olan bu kalkanı aşıpta nasıl adanın içine girebilmişti?
"Adrian!" arkamdan gelen ses ile başımı çevirdim. Bu Alexti ve nefes nefese kalmış bana doğru koşuyordu. Tam yanıma geldiğinde, "Yaşayan biri mi?" dedi şaşkınlığının arasından.


Kırmızı bacağını göstererek, " Şimdilik yaşıyor. Fakat bacağını kaybetme ihtimali var ve nabzı giderek yavaşlıyor." dedim sakin bir tonda.
Bu adanın başındaki kişi bendim. Arkadaşlarım soğuk kanlı olduğum için sözümü dinlemeyi oy birliğince kabul etmişlerdi. O yüzden bu durum ne kadar zihnimde yer edinse de sakin olmalı ve kızı kurtarmalıydım.
Alex kıvırcık saçları arasında ellerini geçirirken bir insanı daha kaybetmek istemediği gözlerinden okunuyordu. Kızın belinden tutarak kollarıma aldım ve yürümeye başladım.
"Merak etme. Onu kurtaracağız."

Adımlarım hızla giderken ben ise kollarım arasındaki kızı inceliyordum. Saçları doğal olamayacak kadar turuncuydu sanki ateşi andırıyordu. Saç dipleri koyu kırmızı ve uçlarına doğru açık bir hal alıyordu ve teni fazlasıyla beyazdı. Kapalı gözleri arasında uzun olan yine turuncu kirpikleri ve çilleri bir uyum sergiliyordu. Beyaz ve turuncu renkler ona fazlasıyla güzellik katmıştı. Yere sarkan cansız kolunu gördüğümde hafifliğini ve zayıflığını fark ettim. Kimsin sen ateşi andıran kız?

İncelemeyi bırakıp karşıma baktığımda kamp alanına biraz daha yaklaşmıştık. Adımlarımı daha da hızlandırdım. Alex ise koşmaya başlamış ve yardım çağırmaya gitmişti. Gerekli tıbbi araçlarımız var mıydı ondan emin değildim. Bu işlere aramızda Alvin bakıyordu. Onunla ise ilk karşılaşmamız da Genel Cerrahi ve genç olması dikkatimden kaçmamıştı. Burada herkes işinde fazlasıyla başarılıydı. Belki de herşey kaderin bir oyunuydu.
Kamp alanına geldiğim de herkes toplanmış ve ilginç birşey görmüş gibi şaşkınlıkla kollarım arasında kıza bakıyorlardı. Bizden başka bir insanın kalma ihtimali bizi şaşırtsa da bir o kadar da sevindirmişti. Buradaki herkesin sevdikleri gözlerinin önünde toz olmuş çevreye karışmıştı. Sevdiklerimizden kalan tek şey ise onların eşyaları ve ardından bıraktıkları buruk kalpler sessizliği olmuştu. Daha hiç birimizin yüreği onların gideceğini aşamamıştı.
Alex ilk şoku bir nevi atlattığı için, Alvin'i bana doğru arkasından itti. "Alvin kendine gel ve birşey yap. Onun şu an canı tehlikede." dedi kumaş pantolonun yırtık kısmından çıkan kırmızı renkli bacağını göstererek.
Alvin başını kendine gelmeye çalışarak salladı ve bana doğru bir iki adım attı. Kolunu uzatarak çadırı gösterdi. "Onu çadıra götürelim sizde gerekli tıbbi araçları getirin."


Rozalin en küçüğümüzdü daha on yedi yaşındaydı. Gözleri dolmuş bir halde, "Ama doğru tıbbi malzeme olduğunu nereden bileceğiz?" dedi olduğu yerde titrerken. Buradaki herkes bu kızın canı için fazlasıyla korkuya kapılmıştı.
Alvin beni kolumdan tutup kızı içeri koymam için itekledi. " Bütün tıbbi araçları hemen getirin. Ne bulursanız olur." dedi sesini yükselterek. Çadırın içine girdiğimiz de, kızı yer yatağına yatırdım.


Alvin, "Hemen üstündekileri çıkaralım. Sanırım açık kırığı var ve bacağı enfeksiyon kapmış." dedi kızın üstündeki hırkayı çıkarmaya çalışırken. Kıyafetleri çıkarmaya çalıştığımız sırada Rozalin ve Alex iki kutu eşya getirmişti.
"İlaçları ve malzemeleri getirdik. Başka ne yapabilirim?" gibi belirsiz bir soru yöneltti.
Kızın üstündeki bütün kıyafetleri çıkarıp sadece iç çamaşırları ile kalmasını sağladım. Bacağındaki yara ortaya çıktığında bizi izleyen Rozalin ve Alex'in renk değiştiren yüzlerini gördüm.


"Alex, Rozalin'i buradan hemen götür." dedim. Bu ağır yarayı kaldıracak bir yaşta değildi. Rozalin -hayır- anlamında başını sallarken, Alex omzundan tutarak onu zorla dışarı çıkardı. O sırada Rozalin ise "Bana hep küçük muamelesi yapıyorsunuz." dedi sesini olduğundan fazla yükselterek. Gözden kaybolduğu sırada ekledi, " Bu kızı neye mâl olursa olsun kurtarın." dedi sesi tehditkâr bir şekilde çıkmıştı. Adada aramızdaki tek kız oydu ve sanırım şimdiden bu kızı kendine arkadaş olarak görmüştü.

Alvin ise bacağına göz ucuyla baktığında, ellerini baktığı yere koydu. Sonrada kollarına koyduğunda bir anda durdu. Uzun süredir tuttuğu nefesini bir anda dışarı verdi.
Getirilen kutulara hızla koşarken bütün malzemeleri yine aynı hızda sıraya koydu ve eline neşter alarak çadırın kenarındaki tahta masaya gitti. Oradaki akşamdan kalmış alkolün kapağını açarak, neşterin üstüne döktü ve onu tamamen alkole buladı. Kızın tekrar yanına geldiğinde, bana hiç bakmadan yaraya sapladı ve daha da genişletti.


Alvin melezdi. Hem Amerikalı hem de Koreliydi. Dikkatinin dağınık olduğu zamanlar da korece konuşarak ne söylediğini anlamıyorduk. Şu anda da yine korece fısıldarken kızın bacağına büyü yapıyormuş gibi görünüyordu. Yaranın etrafından tutarken, bir anda kolunun birini kendine doğru çekti ve kemiğin çıtırtı sesi çadırın içinde yankılandı. Bu sese ve olanlara karşın yüreğime bıçak saplanmış gibi hissetmiştim.
O yüzden kızın fark etmeden tuttuğum elini bırakarak, çadırın dışına attım kendimi. Bazı durumlar da soğuk kanlılığımı yitiriyordum ve şu anda da yitirmek üzereydim. Kızın tuttuğum eli ne kadarda soğuktu. Sanki bedeni çoktan ölümü kabullenmiş fakat ruhu hala savaşırcasına küçük nefesler alıyordu. Onun yanında olduğumu bilmeye ve bunu hissetmeye ihtiyacı vardı. Bazen küçük bir dokunuş ruhun canlanmasına neden oluyordu. Derin bir nefes alarak tekrar çadıra girdim ve soğuk elini ısıtmak için sıcak avuçlarımın arasına aldım.


Alvin sanırım bacağına gerekli olan şeyleri yapmış ve dahada açtığı yarayı özenle dikmeye başlamıştı. Dikilen yaraya bakarken bir yandan da Alvin'e kızın durumunu sormak istiyordum. Fakat dikkati dağıldığın da fazla öfkelenirdi bu yüzden çevresinde en yakını da olsa dışarı atardı ve başladığı bir işi bitiremezdi. O yüzden sessiz kalmak zorundaydım.

Dikişi bitirip özenle ipi kestiğinde bacağını sardı. Eli yetişemeyeceğim kadar hızlı ve çevikti. Benim dakikalar önce yaptığım gibi kızın başını kaldırdı nefesini dinledi ve nabzına baktı. Sonra yine tekrar ve tekrar nabzına baktı. Başını -hayır - anlamında sallarken hala korece konuşuyordu. Kızın çenesinden tutarak başını dikleştirdi. Bir anda kızın üstüne çıkarak kalp masajına başladığında, avuçlarımın arasındaki eli daha da sıktım. Gitme sana ihtiyacımız var ateş kız dercesine bunu hissetmesini umdum. Dolan gözlerimi kapadım. Ruhu ölüme meydan okurken içimden dualar etmeye başlamıştım.


Alvin'in sarsıcı hareketleri durduğunda gözlerimi açtım ve hayata döndüğünü umarak, ona buğulanmış gözlerimle baktım. Bana doğru dönerek uzunca baktı. Sonra ise bakışlarını yere çevirerek yine -hayır-anlamında salladı. Gözlerim tanımadığım bu kızın ruhunun gülümseyen halini görürken, arkamı dönerek yavaş adımlarla dışarı çıkmaya çalıştım. Güçlü bacaklarım bedenimi taşımazken yere oturdum ve soğuk kişiliğimin arasında sakladığım yaralı adamı dışa vurdum.

Bütün umudumu benim gibi kalan bir insanı bulmak için harcamıştım ve umudum artık yorgun düşmüştü. Bu kızı bulduğum ilk saniyeler yorgun umudum canlanmış beni hayata bağlamıştı. Ama şimdi de bu kız ile birlikte ölmesine engel olamıyor, onunla beraber gitmesine içten içe izin veriyordum...


 

Loading...
0%