Çelikten yapılmış olan sığınakta sağa sola doğru topallayarak yürürken aynı zamanda da saçımı kaşıyarak çözüm yolları düşünmeye başlamıştım. Bu olanlar, bu dev canlılar hepsinin bir açıklaması olmalıydı. Ama önce çelik duvarlara pençesiyle şiddetlice kazıyan bu uçan canlıdan kurtulmam gerekiyordu. Kurtulmalıydım. Kurtulacaktım da. Aklıma gelen bir fikir ile dudaklarım ansızın aralandı. Şu an duvarları şiddetlice delmesinin nedeni benim ona enfes gelen kokumdu. Ona lezzetli gelen kokumu yok etmeliydim. Bende onlardan biri olup benden korkmasını sağlamalıydım. Çevreme hızlıca baktım. Kötü kokmamı sağlayacak bir madde veya bir parfüm olmalıydı.
Babamın beyaz olan panosunda ki yazılarına gözüm takıldığın da biraz daha yaklaşarak okum
aya çalıştım. Bunlar el yazısıyla yazılmış makaleleriydi. Her zaman tuhaf bir olay yaşandığında beni evde yalnız bırakarak araştırmaya giderdi.
Bir gün çok ısrar ederek onunla yine tuhaf bir olayı araştırmaya gitmiştim. Uzun bir yolculuktan sonra Kanada'ya varmıştık. Olay yerine ulaştığımızda ise insanlar belirsiz bir şekilde uyuyordu. Her ne kadar babam yapma desede uyuyanları dürtüklerdim, bağırırdım, hatta kaldırıp silkelerdim ama bir türlü uyandıramamıştım. Babam bir hafta boyunca bu insanları uyandırmak için çözüm yolları aradı. Araştırdı, makaleler yazdı hatta gereğinden fazla çalıştı fakat bir türlü insanların neden uyuduğunu bulamamıştı. Bizde üzülerek eve geri dönmek zorunda kalmıştık.
Bu da o tarz el yazması makalelerinden biriydi ve büyük bir başlığı ile "Dünya'nın en kötü kokan çiçeği Ceset Çiçeği yüz elli yıl sonra yeniden açtı." yazıyordu. Demek kötü kokuyordu. Gülümsemem tamamıyla yüzüme yayıldığında makalenin çoğunu okudum. Bu çiçek babamın araştırmalarından biri olabilirdi. Öğrenmeyi, araştırmayı, bilgiyi tümüyle sevmişti. Hiç bir zaman araştırmaya itiraz etmemişti. Kendisi uzay bilimcisi olsa da ona ilginç gelen her şeyi ayrıntısıyla araştırır ve kendine öz makaleler yazardı.
Makale de, Bu çiçeğin içerdiği kimyasal maddeler ile et kokusu yaydığı ve bütün böcek türlerini etkileyip bir araya topladığını anlatıyordu. Eğer ben bu çiçekten bir parça atarsam dinozorlar bu çiçeğe gelecektir ve böceklerde her yerine toplanıp dinozorun yok olmasına neden olacaktır. Bu bir varsayımdı, olmama ihtimalini de düşünememiştim.
Hemen bu çiçekten toplanmış bir örnekten bulmam gerekiyordu. Bu çiçeğin küçük bir parçası bile koku duyusu hassas olan bütün canlıları başına toplayabilirdi. Çevreme hızlıca dönerek baktım. Aradığımı bulamadığım da umutsuzca kasılan bacağım ile kendimi yere attım. Dayanacak gücüm kalmamıştı. Bacağımın sızısı vücudumu kaskatı yapıyor ağrı bütün bedenime yayılıyordu.
Sert zemine oturarak bacağımı uzattım ve bağlamış olduğum hırka parçasını sökmeye başladım. Yaraya baktığımda durum fazlasıyla ciddi görünüyordu. Derimin rengi kırmızı ve mor renklere bürünmüştü ve ben her adım attığımda kemiğimden sesler geliyordu. Dayanılmaz bir acıydı. Kalbimin ritminin değişmesine neden oluyor, gözlerim her şiddetli sancısın da kararmasına neden oluyordu.
Aldığım ilk yardım derslerinden birini şu an kendi üzerimde denemem gerekiyordu. Çıkardığım bezi ağzıma sokarak ısırdım. Çünkü birazdan ölüme fazlasıyla yakın olacaktım. Sığınağın içine tekrar göz gezdirerek uzun tahta parçaları aradım. Sonunda tezgâhta gördüğüm pano şeklindeki tahta parçasına yaklaşarak aldım ve yere sağlam bir şekilde vurarak kırılmasını sağladım. Mordan kırmızıya geçiş yapan bacağımı biraz daha inceledim. Kemiğimde ki orantı fazlasıyla bozulmuştu. Her ne kadar canım acısada ağzımdaki bezi sıkarak dayanmaya çalıştım. Biraz daha elimi kemiğe basarak ne şekilde kırıldığını anlamaya çalıştım. Diz kemiğim alt tarafa doğru kaymıştı ve ben toparlamazsam felç kalma ihtimalim vardı veya acıya dayanamaz belkide kendi kendime burada can verebilirdim.
İki ayrı eklemi elimle sıkarak bütün gücümle dengelemeye çalıştım. Bacağımın diz üst kısmını aynı oranda tuttum ve alt kısmınıda bana doğru birden çekerek kırığın eski yerini almasını sağladım. Başta acıyı hissetmesem de ayağımın tabanından gelen ince sızı ve yanma hissi kısa sürede bacağımı kaplayarak dayanılmaz bir acı aldı. Ağzımdaki bez parçasını acıya inat ısırıyordum. Derin nefesler almaya başladığım da düşüncelerimi acıya değil derste öğrendiklerime yöneltmeye çalıştım. Bacağımı düz tutarak bir tahta parçasını dizimin altına diğerinide üstüne koyarak ağzımdaki bezi çıkardım ve yine sıkıca bağladım.
Acının etkisi dayanılmazdı kendimi güçsüz ve halsiz hissetmeye, bilincim ise acının verdiği etki ile pürüzleşmeye başlamıştı. Bir anda kulağımı sağır edecek bir çınlama sesi ve ensemde oluşan titreme ile gözlerimi açık tutamamıştım. Kelimeler dudaklarımdan belirsizce çıktığı an sadece "Neden?" diyebilmiştim. Gözlerimin zifire kapanmasına engel olamamıştım.
..........
"Talya!"
"Talya kızım!"
"Umarım bu mesajım sana erkenden ulaşmıştır."
Adımı ve tanıdık bir sesi duyduğum an gözlerimi araladım. Görüntüm netleştiğin de yattığım yerden doğrularak kendime baktım. Bacağıma ara ara saplanan sızıyı umursamayarak başımı çevirdim. Arkamı döndüğüm an benim dolap olarak düşündüğüm metal kapaklar açılmış ve içinden eski bir televizyondan babamın pürüzlü görüntüsünü görmüştüm. Ayağa kalkamayacak bir halde olduğum için sürünerek televizyona doğru gittim.
"Baba!" dedim asılı duran televizyonu ellerim ile kenarlarından tutarak. Babam gözlerimin içine bakıyormuş gibi, "Kızım!" dedi içten sakin bir ses tonuyla. Derin bir nefes aldı ve devam etti.
"Şunu bilmediğini isterim benim bir suçum yok ve bu durumu bir tek sen düzeltebilirsin benim zeki kızım." dedi ve dudaklarına zordan bir gülümseme yerleştirdi. Gözlerinde pişmanlığın izi vardı. Her ne kadar suçum yok desede kendini suçlu hissettiği çarpık gülümsemesinden çok belli oluyordu.
Gözümden bir damla yaş hızlıca yere düşerken, " Ben. Ben bunu yapamam." dedim akmayan burnumu çekerken. Beni anlıyormuş gibi yaklaştı ve gözlerini kıstı.
"Talya sen zeki ve korkusuz bir kızsın. Şu an ne oluyor bilmiyorum ama korkmuyorsun değil mi?" dedi ve yüzü bir anda ciddileşti. Gözyaşlarım şiddetle akarken, başımı evet anlamında salladım.
"Ben o canlılardan değil yalnızlıktan korkuyorum." dedim fısıldayarak.
"Kızım. Benden daha güçlü ve akıllı olduğunu biliyorum. Korkusuzluğu annenden almışsın. " dedi o onda gözleri nemlendi ve bir hüzün bulutu çöktü. Başının çöktüğünü anladığı an kendini dikleştirdi. Arkadan bir kapı sesi geldiğinde nefes alışları hızlandı.
" Talya çok vaktim yok. Sadece Kuzey Corelina'daki kum adasını bulman gerekiyor. Bütün sorularının cevabı orada ve - ve kimseye güvenme." dedi ve arkasını döndüğü an görüntü birden kesildi.
"Baba!" dedim. Gitmemesi için. Beni burada yalnız bırakmaması için. En büyük korkum bir gün beni bırakıp gitmesiydi ve o şu anda yoktu. Gitmişti. Her şeyi bilmesine rağmen gitmişti. Sorularımı cevaplamadan, bütün yükü bana bırakmıştı ve gitmişti.
..........
Kaç saat geçti bilmiyorum. Babamın aynı görüntüsünü saatlerce izledim. Yalnız kalmamak için pes etmemek için, babamın bu telaşının sebebini bulmak için aynı görüntüyü ezberleyene kadar tekrar tekrar izledim. Fakat hiç ipucu bulamamıştım.
Ona ne kadar öfkeli olsamda yüreğinin temizliğini kendiminmiş kadar iyi tanıyordum. Beni yalnız bırakmış olsada o benim tek ailemdi ve ben ona koşulsuz güveniyordum. Beni her zaman kendinden daha çok düşünürdü bu yüzden tek çıkış yolum sözünü dinleyerek kum adasına gitmekti. Kendimi bir an önce toparlamalı ve plan yapmalıydım.
Evet ben korkusuzdum. Ölümden korkmazdım. Çünkü ölüm korkulacak bir şey değildi. Masumların öldüğü bu Dünya'da ölüm sadece kaçış yoluydu. Güçlünün güçsüzü, kendini güçsüz sananın ise güçlüyü yendiği bir zaman dilimindeydik. Zaman pes etme zamanı değildi. Zaman kendini güçlü sananı yenme vaktiydi. Babamı ve diğer masumları kurtarmalıydım. Kendi kendimin kahramanı olmalıydım.
Düşüncelerimden sıyrılarak kendime geldim ve sığınak dışını sessizce dinlemeye başladım. Hiç ses veya bir kıpırtı bile duymamıştım. Çelik duvarı sinsice gagalayan uçan dinozor umduğunu bulamayınca sanırım gitmişti. Çünkü ritim eşliğinde kulağıma gelen gagalama sesi ve çığlıklar artık yoktu. Belki çoğu insan bu yaratıklar yüzünden can vermişti. Bunlar aklıma geldikçe kalbimde derin ağrılar yer ediniyordu.
Parçalanmış olan çantama doğru sürünerek, girmiş olduğum evden aceleyle çantaya koyduğum bir ağrıkesiciyi ambalajından çıkararak hemen yuttum ve su şişesini de elime alarak içtim. Derin bir nefes alarak kendime gelmeye çalıştım. Toparlanmalıydım. İnsan âleminin geri dönüşü de yok oluşu da bana bağlıydı. Ve babam. Onu geri getirmek istiyorsam. Bana güvendiği gibi güçlü olmalıydım.
Çanta göz odağıma girince dışına taşan bir makarna paketini gördüm ve midemden sesler gelmişti. Açıkmış ve saatlerdir su da dahil hiçbir şey mideme girmemişti. Kendime bu durumda da olsam bakmam gerekiyordu. Ayağa güçlükle kalkarak küçük ve uzun bir demir buldum ağrım azalana kadar ona gücümü vererek ayakta durabilirdim. Demire ve sağlam olan bacağıma ağırlığımı vererek kalktım. Neyse ki burada her ihtimale karşı küçük bir mutfak vardı. Mutfak bile denilemeyecek kadar küçüktü ama karnımı doyurabilmem için gerekli olan malzemeler bana yeterdi. Suyu kaynatarak makarnayı hazırladım. Yemeğimi hızlıca yiyip bitirdim ve karnımın doyduğunu anladıktan sonra artık hazırlamalıydım.
Çantama yine gerekli olan malzemeleri koydum ve Ceset Çiçeğini tekrar aramaya başladım. Uzun bir süre her dolaba ve gereksiz olan her yere baktım fakat çiçeği bir türlü bulamamıştım. Bedenimin ağırlaştığını hissettiğim an bir duvara Sürünerek yere doğru indim ve oturdum. Güçlü olabilirdim ama umudum güçlü olmamdan daha azdı ve ben bu yüzden sürekli pes ediyordum. Sabretmek istercesine derin bir nefes verdim. Başımı duvara doğru yasladığım sırada, başım gerektiğinden daha geri gittiğini fark ederek, ileri doğru atıldım ve duvara baktım. Duvarda kare şeklinde bir çıkıntı olduğunu gördüğümde, biraz daha ittim. Sert olan duvarı ittikçe altındaki gizli bölmesi açığa çıkıyordu. Gizli bölmeye elimi sokarak biraz kurcaladım. Elime bir nesnenin değdiğini anladığım da onu parmaklarımla tutarak çıkardım. Oldukça büyük ve şeffaf bir paketti. Sanırım aradığım çiçeği bulmuş olabilirdim. Paketi açıp koklamam da imkansızdı tek yol dışarı çıkıp bu çiçekten parça parça atıp sonucu görmek olacaktı.
Tehlike ve kuşku bedenimdeki damarları ele geçirdiği vakit planımı devreye sokacaktım. Bazen kolay yola gitmek yerine zor yoldan gitmek daha mantıklıydı. Zor yollardan gitmek belki de kaybettiğim duyguları umudumu ve ümidi tekrar bize kazandırabilirdi. Belki de o yollar hedefimize zor da olsa verdiğimiz emek sayesinde bizi yaklaştırabilirdi. İnsanı insan yapanda karmaşık yolları geçebilmek.