Yeni Üyelik
17.
Bölüm

Tutsak Ruhlarimiz

@burcud187

Uçan dinozor hala yerde acıdan dolayı çırpınırken, ateş kız olayın şokunu üzerinden atamamıştı. Göz temasımızı bozmak zor olsa da kendime gelerek üstünden kalktım. Yerde hala çırpınan dinozorun kanadına ayağımla basarak sabit kalmasını sağladım. Hala onun şaşkınlık için de beni izlediğinin farkındaydım. Dinozorun gözüne saplanan bıçağı şiddetle çekerek elime aldım. İşte o an ilk kez isteyerek onunla gözlerimi kenetlediğimde bütün gücüm ile dinozorun sırtına bıçağımı sapladım. Hızla saplamamdan dolayı dinozor acı içinde inlerken, ateş kız ise acı dolu bir şekilde kaşlarını çatmıştı.

İstemeden de olsa ona en kötü yanımı göstermiştim. Ne kadar mucize dolu bir yaratık olsalar da hayatın konumuna uymak zorundaydım. Güçlünün güçsüzü yendiği bu durumda, asıl o yaratıklar gözümde güçsüz konumuna giriyordu ve ben gözümü bile kırpmadan bu insanlar için onları hayattan silebilirdim. Bu zamanda var olmayan bir canlı için üzülemezdim. Onlar geçmişin varlıklarıydı ve bizlerde geleceğin varlıklarıydık. Her varlık kendi zamanında yaşamalıydı; yoksa Dünya’nın düzeni bozulabilirdi. Aslında sorunda buydu ya, bu varlıkları ait olduğu yere nasıl göndeceğim hakkında ufak bir fikrim dahi yoktu.

Gözlerimi ondan çekerek yere düşmüş olan defterimi ve kalemi aldım ve ardıma bile bakmadan onu geride bırakarak hotele doğru yürümeye başladım. Bir yanım onu o şekilde ormanda bıraktığım için üzülürken, diğer yanımda öfkeden dolayı yürümeye devam ediyordu. Fakat bu ben değildim ne kadar öfkelensem de bu durumda kimseyi geride bırakamazdım. İnsanlar da böyleydi işte kimi sadece konuşurken, kimi de duygularını katıyordu sözcüklerine ve ben duygularımı katarak konuşan yanlışı ve doğruyu ayırt etmeyi seven bilinçli bir bireydim. Çoktan hotelin kapısına gelmiştim ki bir anda duraksadım, öfke ve düşüncelerim yüzünden ne zaman hotele geldiğimi anlamamıştım. Bu yüzden hala elimde olan not defterini ve kalemi bir araya koyarak cebime yerleştirdim.

Geri dönmek zorundaydım onu o halde o canavarlar içinde bıraktığım için çoktan pişmanlık duymaya başlamıştım bile. Koşar adımlarla tekrardan ormanın içine girerken kötü düşünceler yine zihnime dolmaya başlamıştı. Bacaklarım ürettiğim senaryolar ile titremeye başlamışken adımlarımın düzeni çoktan bozulmuştu. Bir ağaca tutunarak kesilen nefesimi düzene koymaya başlamıştım. Ne yapıyordum ben böyle? Az önce sonradan telaşlanacağımı bile bile onu neden orman da bırakmıştım?


“Kendine gel Adrian. Yoksa tek kendini değil, yanındakileri de yok edeceksin.” Dedim kendi kendime fısıldayarak. Kendimi toplamam lazımdı bu kadar hassas olamazdım, olma zamanı değildi. Tekrardan derin nefes alarak kendimi biraz daha iyi hissetmeye başladığımda tekrardan yönümü doğrulamaya çalıştım. Bir kaç sayılı ağacı geçtikten sonra yerde cansız bir şekilde yatan dinozoru gözdüm fakat ateş kız orada yoktu. Çevreme hızla bakarken yine bilmediğim ağaçlık bir yere daldım. Hotele dönüş yolunda yoktu ve neredeydi o hala bilmiyordum. Bacaklarımın tekrardan titremeye başladığını hissedebiliyordum, bir kriz gelmek üzereydi ve ben şu an zihnimle kalbim arasında sıkışmış gibiydim.

Kendimi tekrardan sakinleştirmeye çalışırken iyi şeyler düşünmeye çalıştım. Bu olanlar tamamen zihnimde oluyordu ve benim bunu kendi kendime düzetmem gerekiyordu. Şuan gıda eksikliğinden dolayı zayıflamış olsamda tamamen sağlıklı ve ciddi bir rahatsızlığı olmayan bir bedene sahiptim. Sadece ruhsal sorunlarım vardı. Kimin yoktu ki! Burada herkes kendi zihni ile çelişkiye girerken, benim bu kadar zayıf davranmam onlar için saygısızlıktı. Bunu onlara yapmaya hakkım yoktu, yapamazdım.

Ormanın içinde iyi bir halde değilken kötü düşüncelerim ile savaşarak gittiğim yönün farkında değildim ama önüme büyük bir beton yığını çıktığında dolanarak ve yolumu uzattığımı daha yeni fark ederek hotelin arkasına çıkmıştım. Beton yığınının tamda ortasında demir bir kapı dikkatimi çektiğinde çoktan içimi yiyip bitiren kötü düşüncelerden kurtulmuştum. Ağır adımlar ile kapıya yaklaşarak tuttum ve açtım. İçinde ne olduğunu gerçekten merak ediyordum ama farkındaydım ki içinde hotel eşyalarından başka yada eski püskü ıvır zıvırdan başka birşey olmayacağını. Genelde böyle yerler dikkatimi çekip bakardım ama böyle eski yerlerin içinde şimdiye kadar da değerli birşey bulamamıştım.
Kapıyı açıp baktıktan sonra içerisi fazlasıyla karanlıktı yinede yoğun bir hisle içeri girmeyi denedim fakat bir iki adım attıktan sonra dışarıdaki güneş ışığının aydınlattığı kısım dan sonra yol uzuyor ve daralıyordu. Geri doğru dönerek hotelden bir fener almaya karar verdim ve yine aynı özenle paslanmış demir kapıyı kapatarak hotele doğru yol aldım.

............

Hızla hotele geldiğimde aklımda sadece ateş kız ve o demir kapı vardı. Fazlasıyla soğuk bir yerdi daha içeri girmeden yüzümü serinliğinle okşamıştı. Şuan en çokta gıdaya ve suya ihtiyacımız varken bu serinlikte ancak gıda malzemeleri veya hoteldeki eski eşyalar olabilirdi. Odama hızla geldiğimde el feneri aradım, her yerde bir yandanda ateş kızı bulması için Alex’e seslenmeye başladım. Hemen yan odamda ve rahatlıkla beni duyabilirdi. Hala el feneri ararken yakarışımdan dolayı Alvin kapıdan içeri girdi ve hızla yanıma geldi. “ Bir sorun mu var Adrian?” dediğinde yüzüne telaşı yansımıştı.

Onu da benim gibi telaşlandırmak istemiyordum. Bu yüzden sakin bir şekilde konuştum. “Sakin ol Alvin. Sadece ateş kız ormanda yanımdaydı ve ben geri döndüğümde onu bulamadım.”
Alvin şaşkın bir şekilde sakallarını kaşıyarak düşündü aynı zamanda da az önceki telaşından eser kalmamıştı. “Az önce onu odasına Harry ile girerken gördüm, o gayet iyiydi.” Alvin’in söylediği cümle ile öfke tekrardan bütün bedenimi ürpertirken kaşlarımın çatılmasına engel olamadım. Ama sorun bendeydi onu kendimden ben uzaklaştırarak Harry’nin kollarına atmıştım. Alvin değişen yüz ifademden anlamış olacak ki öfkelendiğimi daha fazla üstelemeyerek konuyu dağıttı.“ Sen ne arıyordun?” sorusu ile çatılı olan kaşlarımı normal şeklini almasını sağladım ama aynı zamanda içten içe kendimi yiyor ve sövüyordum.
“Fener arıyorum. Hotelin arkasında eski bir depo buldum. Belki orada gıda olduğunu düşünerek, gidip bakmak istiyorum.”
Bir kaç adım atarak bana daha da çok yaklaştı. “Alex şu anda uyuyor. Zaten alkol aldığı için uzun bir süre kendine gelemez. Odamda bir fener bulmuştum, onu alıp seninle geleyim.” Diyerek benden onay beklercesine yüzüme baktı. Başımı salladığımda hızlı adımlarla odadan çıktı.

Önümdeki çekmeceleri kapatınca odadaki önemli malzemeleri her ihtimale karşı elimin altında bir yere koymam gerektiğini düşündüm. Eğer o paslı yerde bir gıda bulamazsam şehire gitmemiz gerekecekti ve bu oldukça tehlikeli bir görev olacaktı. İçimden orada gıda olması için dua ederken odamın kapısını kapatarak dışarı çıktım. Karşımdaki odaya baktığım da ağır adımlarla kapının önüne gittim. Harry hala odada olabilir miydi? İçimden umut ederek çıkmasını diledim.

Tam o sırada Alex’in yanındaki odanın kapısı açıldı ve hızla kendi odamın önüne gittim. O odada Alvin kalıyordu bunu bir anlığına unuttuğum için şaşkınlıkla bana doğru gelişini izledim. Alvin hızlı adımlarla gelirken kendime çekidüzen verdim. “ Gidebiliriz,” dediğinde uzun, salaş bir çantayı omzuna yerleştirdi. Çantanın koyu kırmızı rengi ve tasarımını bakarken istemeden uzun uzun bakmıştım. Bunu anlayan Alvin omzundan düşen çantayı tekrar sabitlerken konuştu. “Gıda bulabilirsek taşıması kolay olsun diye alıyorum yanıma,” diyerek bakışlarımı cevapladı. Başımla onay verirken aslında onun bir kadın çantası olmasının bir önemi olmadığına karar verdim. Önemli olan şu an gıda bulmaktı.

Alvin ile tekrardan ormanın içine girdiğimizde bu sefer yolu uzatmayarak hotelin arkasına gitmeye çalışıyordum. Ağaçların sık olmayan yerlerinden hotelin dış duvarlarını takip ederek varacağım noktaya en kısa şekilde ulaşabilirdik. Fakat hotel çok genişti ve bu da bir kaç dakika yolumuzu uzatıyordu. Yol sıkıntından gözümde daha da uzarken Alvin’e hep merak ettiğim o şeyi sordum.


“Nasıl bu kadar işinde iyisin?” Yolda dalgınca yürürken bir anlık sorum ile duraksadı ve sonrada yoluna devam etti. Başını kaldırarak ağaçların dallarına baktı. Her zaman uzun uzun konuşan biri değildi. Ya karakteri öyleydi yada İngilizcesi iyi olmadığı için konuşmayı tercih etmiyordu. Bir anlığına onun yerine koymuştum kendimi, kendini anlatamamak çok kötü birşeydi. İnsan yalnız hissederdi kendini. Belki aynı durumda olmayabilirdik ama bende duygularımı anlatamadığım için kendimi yalnız hissediyordum.


Alvin konuşmaya başlayınca düşüncelerimden çıkarak ona doğru döndüm. “Ben mecburum.” Neden mecbur kaldığını anlamamıştım bu yüzden gözlerimi ondan çekmeden ona dikkatle baktım.
“Ben küçükken babam alkol bağımlısıydı. Ayık olmadığı için beni ve annemi sürekli döverdi.” Yarım İngilizcesi ile kelimelerini anlamakta zorluk çeksemde araları doldurarak anlıyordum.
“Bir gün annem mide kanseri oldu ve ben o zaman sadece on yaşındaydım.” Söyledikleri ile yüzünde acı bir gülümseme oluşmuştu.
“Daha on yaşındayken yarı zamanlı işlerde çalışarak, eve gizli gizli ilaç ve yemek alıp anneme bakardım.” Omuzları kendini ikna etmeye çalışırcasına attı. “ Bu benim kaderim.” Sözlerini hiç kesmeden dinliyordum. Belki de aramızda en çok o olgundu yada erken yaşta olgunlaşmak zorunda kalmıştı.
“ Annemin kanseri gün geçtikçe dahada kötüleşiyordu. Hem babam dövdüğü için hemde iyi bakılamadığı için. Onun durumunun kötüleşmesini izlemek kalbimi çok acıtıyordu. Bir gün kendi kendime söz vermiştim, eğer iyi bir doktor alabilirsem annemi tedavi edebilir ve çoğu masraftan kurtulabilirdim.” Acı içinde derin bir nefes verdi. Verdiği nefes kalbimi sızlatırken ona sadece hüzünlü bakışlar atabiliyordum. Bu durumda ne söylenebilirdi ki?
“Kendini suçlamıyorsun değil mi?” deyiverdim. Başını kaldırarak bana doğru döndü ve başını sağa sola salladı.
“Hayır. Aslında çocukken çok suçlamıştım kendimi ama insan bu yaşa gelince anlıyor ki, bu Tanrının suçu benim suçum değil!” Haklıydı. Çocuk yaşta ağır sorumluluklarının olması onun suçu değildi. Oyun çağında olan bir çocuğun tek derdi oyuncaklar olmalıydı. Bu onun suçu değildi.

Hikâyesinin devamını merak ediyordum, ne kadar onu incitmeye çekinsem de sonra soracaktım çünkü çoktan hotelin arkasına gelmiştik.
“Yaşadıkların için çok üzgünüm Alvin ama şunu bilmeni istiyorum, bu yaşanılan herşey kimsenin suçu değil,” deyip elimle sırtını hafifçe sıvazladım. Duygularımı aktaramadığımı belki de çoktan anlamıştı bu yüzden beni daha iyi anlaması için tekrardan şefkatle baktım ona.
Bir elimle kaslı demir kapıyı açarken ekledim, “ Her zaman yanında olacağım, hatta hepinizin. Büyük sorumluluklar almanıza artık gerek yok. Ben sizin yerinize hepsini yok edeceğim.” dedim ve gülümsedim. Başını bir kere salladığında , omzuna asılı olan çantadan feneri çıkararak bana verdi. İçeri yavaş yavaş girerken fener az da olsa taştan olan duvarları aydınlatıyordu. Küçük bir yerdi, hatta başım tavana çarpmaması için hafif eğmiştim.

Bir kaç dakika ıssız yerde yürüdük sonra ortam daha fazla soğumaya başlamıştı. Bedenim soğuktan dolayı hafif ürperse de bunu yok sayarak yoluma devam ettim. Bir süre dar olan ortam yavaş yavaş genişleyerek kare şeklini aldı.

Çevreye detaylıca bakmak için olduğum yerde duraksadım ve fenerin her yeri görebilecek şekilde tuttum. Sağ ve sol tarafta yine paslanmış iki demir kapı gördüğümde birine bakmak için bir iki adım atarak önüne doğru gittim. Kapı çelik zincirleri ile sıkı sıkıya bağlanmıştı ama içerisi detaylıca görünüyordu. Çünkü paslanmış kapı aslında ince demirlerin bir araya getirilmesi ile eski çağlarda yapılan mahzen kapıların şeklindeydi. Başımı kapıya yaslayarak bir kolumu hafif demir kapıdan çıkararak içerisine bakmak istemiştim. Bu kadar zincirler ile sıkı sıkıya bağlanmasının bir nedeni olmalıydı. Kıyısına köşesine detaylıca bakarken benim görmediğim tarafta bir karartı gördüm. Ne kadar kapı ile iç içe girsem de bir türlü o karartının ne olduğunu göremiyordum.

“Kendini zorlama,” dedi bir anlığına yanımda olduğunu unuttuğum Alvin ve hala omzunda olan çantayı tutarak, “Işığı çantaya doğru tutarmısın?” dediğinde başımı sallayarak ona doğru yaklaştım ve ışığı tutarak içine baktım.
Hafif aydınlanan çantanın her yerini ararken konuştu. “ Kadın çantası olduğu için, içinde tel toka vardı.” Bu fazlasıyla mantıklı çoğu izlediğim filmlerde tel toka birçok kilidi açabiliyordu.

En sonunda gülümseyerek parmak uçları ile tuttuğu tel tokayı gösterdi ve koşar adımlarla kılıfı açmaya çalıştı. Dakikalarca sabretmeye çalışarak kilidin açılmasını bekledim. Duvarın köşesindeki o karartının ne olduğunu fazlasıyla merak ediyordum. Belkide biri için değerli ama bizim için önemsiz bir eşya olabilirdi. Yinede zincirleri ile sıkı sıkıya bağlanmasının nedenini çok merak etmiş ve görmeyi çoktan kafaya koymuştum.
Alvin hala kilidi açmaya uğraşırken bende içinde olduğumuz yeri inceledim. Sanırım burası eski tarz bir mahzendi. Duvarları taştan oluşu ve eski oluşu parçalanmış alçılarında fark ediliyordu. Peki lüks bir hotelin hemen arkasında bu mahzenin ne işi vardı?


Biraz daha detaylıca incelerken açık olan diğer kapıya doğru yürüdüm. Kapı biraz dokunmam ile gıcırdayarak feryat ederken odaya doğru başımı uzattım ama fener sadece Alvin de olduğu için onun aydınlattığı yeri görebiliyorken odanın içi zifiri karanlıktı. Tam o sırada boş mahzeni duvarında tiz bir ses yankılandığında arkamı dönerek refleks ile duvarlardaki yankılanan sesi dinledim. Aklım başıma geldiğinde kilidini açılma sesi olduğunu anlayarak Alvin’e doğru baktım ve gülümsedim. O da aynı şekilde bana gülümserken elindeki feneri açık olan kilide doğru tutuyordu.


Hızla yanına doğru koşarak paslı kapının her yerine sarılmış zinciri çıkarmaya başladım. Zinciri yere umursamadan atarken birazda olsa heyecanlanmıştım. Dakikalardır burada kilidini açılmasını bekliyordum bu yüzden sabrım yeterince hat safhaya ulaşmıştı. Kapıyı hızla açarak Alvin’in elinden hızla feneri aldım ve o karartıya doğru başta ışığı tuttum. Krem rengi eski bir çarşafı altında önemli birşey olduğu belliydi . Belkide önemsiz bir askılıktı yada bir sandıktı. Yinede merakımdan dolayı o çarşafın altında ne olduğunu görecektim.

Duvarda asılı olan iki yanyana zinciri gördüğümde artık merakım doruklarına ulaşmaya başlamıştı. Adımlarımı hızlandırarak çarşafı aniden çektim ve bir kenara attım. Gördüğüm şey ile ağzım yarım yamalak açılmıştı. Bedenim istemsizce titremeye başlarken, Alvin’in elindeki feneri hızla elinden aldım. Feneri daha detaylı incelemek için yaklaştırdım. Zincirlere bağlı olan şey bir insandı. Hafif eğik başını çenesini tutarak yüzünü net bir şekilde sabitledim. Gördüğüm kişi ile bir anlık yalpalayarak eğildiğim de dizlerimin üzerinde geri düşerken dudaklarımdan bağımsız çıkan ismi söyledim.
“Cidny!”

Loading...
0%