Yeni Üyelik
16.
Bölüm

Vazgeçi̇şleri̇m

@burcud187

Belli belirsiz bulanık tavan tekrar gözlerimin odağına girdiğinde Alvin ve Alex'in bana dikkatle bakan bedensiz kafalarını görüyordum. Tavanın etrafında hafif dönen kafaları bir kaç göz kırpmam ile netleşmiş ve olduğu yerde kalmıştı. Ellerimle destek olarak yumuşak beyaz yastıktan başımı kaldırdım ve oturur pozisyona geçtim. Onlar ise sessizce beni izliyordular. Başımı ne oluyor anlamında birkaç kez salladım birbirlerine baktılar. Tam olarak ne olduğunu hatırlamıyordum. Çünkü zihnim hala uyuyordu. Gözlerim bir anda rastgele tekli koltuğa takıldığında olanlar yavaş yavaş aklıma geliyordu. En son kumların üstüne düşmüştüm. "Yine mi? " dedim Alex ve Alvin'e bakarak. Alvin başını sallayarak, "Yine bir kriz geçirdin. Artık sana bir tedavi vermemin zamanı geldi." dedi. Alex üzgün görünüyordu. Dolgun dudaklarını bir çocuk gibi büzmüştü.

"Bunu neden yapıyorsun?" dedi Alex. Söylediklerini anlamayarak, "Neyi?" dedim. Sabırsızca yüzünü elleri ile sıvazladı. "Duyguların Adrian." Dedi. Ellerini yüzünden çekti. "Bu duyguların seni gözümün önünde bitiriyor ve benim elimden birşey gelmiyor." Onun sözleri ile son olanlar aklıma gelmişti. İnsanları önemsemem suç olmuştu. Ben ne zaman bu kadar sıcak kalpli olmuştum. Ben insanların gözünde her zaman soğuk ve kibirli biri olmuştum. İçimdeki bu sıcaklık ne zamandır vardı? Ne zamandır ve neden gün yüzüne çıkmıştı. Gözlerimin dolmaya başladığını hissediyordum. Bedenim gerilmeye ve ellerim anlamsız bir şekilde titremeye başlamıştı. Ağlamayacaktım. Benim gibi soğuk birine bir çocuk gibi ağlamak yakışmazdı.

"Bilmiyorum." Dedim. Bana ne olduğunu bilmiyordum. Doğrularım ve yanlışlarım birbirine girmişti. Ne doğru veya ne yanlış artık emin değildim. İnsanları korumak istemem, onlara değer vermem bu zamanda ve onca yaşanan şeyden sonra neden yanlıştı?

Alvin sessizce başını kaldırdı. Bana mimiksiz bir şekilde bakıyordu. "Distimik bozukluk. "dedi. Alex ve ben anlamamış gibi ona baktık. "Yani bir nevi depresyon." Dedi. Anlamamış gibi üzerime örtülmüş yarı örtüye baktım. Onca sıkıntının arasında bir bu eksikti diye düşünmeden edemedim. "Peki bu krizler?" dedim. Uzun cümleler kuramayacak kadar kendimi yorgun hissediyordum. Alvin yine mimiksiz bir şekilde benim gibi kısa cümleler kurarak cevapladı. "Duygular." Dedi. Sonra ise iki elini sıkarak aynı hizaya getirdi. "Biri beyin biri kalp." Dedi ellerine bakarak ve bir elini açarak baş parmağı ile göğsüme bastırdı. "Beyin ve kalp çelişkiye girerse burası acır." Dedi. O an acı kelimesi ile bir kez daha sızlayan göğsümü daha da acıttı. En çokta kafamı kurcalayan o soruyu soramadan edemedim. "İnsanları korumak suç mu?" dedim şu an bir çocuk gibi mızmızlanmam umurumda değildi. Sadece insanların doğrusunu arıyordum.

Alex çemkirir bir şekilde bana baktı. "Adamım böyle düşünme sana hepimizin ihtiyacı var. " dedi sonra Alvin'e baktı. Alvin başıyla onayladı ve Alex sözlerine devam etti. " Biliyorum çok zor bir durum, herşey için çok zor. " Sözlerini toparlamak için biraz düşündü. "Senin inatçı bir kişiliğin var Adrian ve ben ilk defa bu kadar duygularını belli ettiğini görüyorum. Aslında biliyorum senin soğuk tavırlarının nedenini." Boş bir şekilde gözlerinin içine baktım. " Senin yüreğini en iyi ben bilirim. İnsanlar seni kırmaması için bu kadar soğuk davranıyorsun. Ama insanlar seni bu yüzden bencil biri sanıyor. Aslında demek istediğim. Şefkatli bir yürek ama bencilmiş gibi gösteren bir fiziğin var." Bana anlatmak istediğini karışık bir biçimde anlattığının farkındaydı. Bu yüzden Alvin devreye girdi. "Konuşmayı beceremiyorsun Alex." Dedi onaylamaz bir şekilde başını sallarken. Alex "Kes sesini Alvin." Dedi kaşlarını çatarak gülümsedi. İşaret parmağını yüzünde döndürürken, "Tanıdık geldi mi?" dedi. "Kes sesini Alex! Kapa çeneni Alex! Sus artık Alex!" dedi ve karnını tutarak kahkahalara boğuldu. Aklı sıra beni taklit ediyordu.

O sırada odamın kapısı tıkladı. Ben cevap vermeyerek boş şekilde kapıya baktım. Alex rahat bir şekilde, "Gir." Dedi. Kapı yarı açıldığında Rozalin başını kapıdan uzattı. "Biraz daha iyimisin?" dedi bana bakarak ve çekingen bir şekilde. Gülümsemeye çalışarak, "İyiyim." Dedim sadece. Başını sallarken kaşlarını bir anda çattı. "Adrian bunu neden yapıyorsun kendine?" dedi. Hala içeri girmemiş başı yarı açık kapının dışında kalmıştı. Tam cevap vereceğim sırada Alex araya girdi. "Hadi ama." Dedi feryat edercesine. Sonra birden kaşlarını çattı ve yine benim taklidimi yaparak, "Kes sesini Rozalin." Dedi. Rozalin anlamsızca ona bakıyordu. Başını onaylamaz bir şekilde sallarken ağzından değişik sesler çıktı. Alex ise hala kendi kendine gülüyordu. Onun bu hallerine alıştığımız için tepkisizse onu izliyorduk. "Biz pijama partisi yapacağız." Dedi. Gri benekli eşofmanı tuttu. "Pijama olmadığını biliyorum. O yüzden onun bir pijama olduğunu düşüneceğim." Derken dudakları ile garip bir ses çıkardı. Başımızın üstünde büyü yapar gibi baş parmağını iki kere döndürdü." Ve sadece bu kadar kişi bu partide olacak." Dedi. Rozalin başını anlamış gibi sallayarak, "Mesaj alındı." Dedi ve hiçbirşey demeden kapıyı kapatıp gitti. Alex sabrını zorluyordu ama yinede ona bizim gibi alışmıştı.

"Pijama partisi mi?" dedim onaylamaz bir şekilde. Alex Alvin'in giydiği eşofmanın kenarından tutunca gülümsedim. Alvin her zaman kumaş pantolon giyerdi. "Sende mi?" dedim ona bakarak. Ellerini hava kaldırdı ve Alex'i işaret ederek, " Beni zorladı." Dedi. "Neyse,” diyerek sözüne devam etti Alex ve bir elini susmam için kaldırdı. "Sana neyin iyi geleceğini biliyorum.” Dedi ve eğilerek yerden birşey aldı. Bu şaraptı. "Adamım! İnanıyor musunuz? Yıllık şarap buldum. Nereden bulduğumu sormayın. O kadar sert ve güzel ki. Bence senin şifan bunda gizli." Dedi. Alvin başını hayır anlamında sallarken Korece çığlıklar atmaya başladı. " Aniyo. Masil su eobsda!" Alex yüzünü buruşturarak bir ona bir bana baktı." Ne diyor bu be!" diyerek sitem etti. Elimde olmadan gülümsedim. Sağır bir amcaya anlatır gibi elini bir oraya bir buraya doğru attı. "Dostum. İngilizce. Ortak dil lütfen." Diyerek bağırdı. Alvin Alex'in yüksek sesle konuşmasına karşı gözlerini kıstı. Bu çocukların bu hallerine dayanamayarak dudaklarımdan istem dışı bir kahkaha koptu.

Alvin korece konuştuğunu fark ederek sözlerini yeniledi. "Onu içemezsin." Dedi. Alex gözlerini kıstı ve sinirli bir şekilde ona baktı. Elindeki şarabın kapağını açtı ve eğilerek yerden bardak aldı. "Çok biliyorsun sen! Şifa dostum bu tropik meyvelerden yapıldı." Şarap şişesini bacaklarının arasına koyarak bir elini ona uzattı. "Hep soya içiyor ki doğru nereden bilecek?" Dedi. Her türlü karaktere bürüne biliyordu. Şuan da ise karşımda bilmiş yaşlı bir kadın vardı.

Bardağı doldurup bana uzattığın da Alvin karışmaya çalıştı ama Alex "Kes sesini." Diyerek uzun bir kaç söz çıkardı dudaklarından. Alvin anlamsızca ona baktı ve Alex ikinci bardağı doldurmaya devam etti. Bardak dolduğunda Alvin'in eline hızla verdi. "İç iç oğlum şifadır." Dedi yine. Sanırım zorla bize içirmeye kararlıydı. Bardaktan bir yudum aldığım da zihnim tamamen açılmıştı. Ciddileşerek, " Size söz veriyorum bu durumdan kurtaracağım." Dedim. Alex ayağındaki plastik terliği çıkararak bana doğru kaldırdı. " Sırası mı şimdi?" kızgın bir şekilde. "Parti yapıyoruz burada." Diyerek devam etti. Sanırım bugün Alex'in elinden kartalamayacaktık. Alvin'e gülümseyerek göz kırptım. O ise elinde tuttuğu bardaktan istemeden bir yudum aldı.

Alex yine aklına birşey gelmiş gibi göz kırptı. "Alvin?" dedi ve bardağından bir yudum aldı. "Sen bir Korelisin ama adın Alvin ve soyadında Choi." Dedi. Alt dudağını üst dudağına bastırdı ve düşünüyormuş gibi tavana bakarak sözlerine devam etti. " Adın neden İngilizce ve soy ismin Korece?" dedi. Sanırım Alvin'in melez olduğunu bilmiyordu. Alvin boş bir şekilde Alex'e baktı. "Annem Amerika. Babam Seoul." Dedi. Alex ile ikimiz de gözlerimizi kısarak ona baktık. "Seul Güney Kore'nin başkenti." Diyerek devam etti. Alex Alvin'in omzuna bir şaplak atarak, "Nasıl bir yer orası?" dedi kıkırdayarak. Her zaman bir bardak şaraptan sonra sarhoş olurdu ve yinede öyle olmuştu. Alvin umursamazca bardağından bir yudum almadan önce, "Şehir." Dedi. Sanırım Seoul'un etkileyici bir yani yoktu. Alex kıkırdarken, parmağını bardağının etrafında döndürmeye çevirdi ve yine anlamsız bir soru sordu. "Peki neden Korece konuşuyorsun?" dedi. Alvin yine kısaca cevapladı. "Amerika'da doğdum. Güney Kore'de büyüdüm." Dedi. Alex artık kendinden geçmişti. Bu kadar çabuk kendinden geçeceğini bilmiyordum. Çünkü daha bardağından bir iki yudum almıştı.

"Tamam o zaman." Diyerek artık müdahale ettim. "Alvin diyor ki gece olmuş. Artık uyku vakti." Dedim. Yataktan kalktım ve baş ucuma oturmuş Alex'in elinden bardağı alarak yatağımın baş ucunda ki sehpanın üzerine koydum. Onu kollarından tutarak kaldırdım ve koltuk altına girdim. Tam gideceğimiz sırada gülümseyerek, "Nasıl ya? Daha gündüz." Dedi. Kapıyı açarak devam ettim ve arkamı dönerek Alvin'e bir göz kırptım. Alvin dudaklarına fermuar çekermiş gibi yaptı. Kapıdan çıkarken, "Unuttun mu? Dünya artık dönmüyor." Diyerek açıkladım. Aslında şuan gündüzdü ama Alex 'ten kurtulmak için böyle minik bir yalan atmak zorunda kalmıştım.

Odasına geldiğimizde kapısını açtım. Şaşırmış gibi bir nefes çekti ciğerlerine. "Tanrım! Kıyamet mi geliyor yoksa." Dedi ve sitem etti. İlk defa doğru bir sözü sarhoş halde söylemişti. Düşünmeden "Evet." Dedim yatağına yatırırken. Elimi tuttu. Gözlerini kocaman açarak, " Daha ben barda gördüğüm kızlarla dans edecektim." Dedi ve ağlamaya başladı.

Sinirlenmeye başlamıştım. Saçlarımı sakince geriye doğru çekerken gerçekten de sabretmeye çalışıyordum. "Hayır hiç olur mu? Yarın seninle bara güzel kızların yanına geleceğim. "dedim. Olanları ve başımıza gelenleri sanırım unutmuştu. "Gerçekten mi?" dedi. Başımı sallayarak onu onayladım. O ise kalın gri çarşafına sarılarak çoktan uykuya dalmıştı.

Kapısını sessizce çekerken bir iki adımdan sonra kendi odama döndüm. Alvin'i camdan dışarı sessizce bakarken görmüştüm. "İyimisin?" dedim. Bana doğru dönerek Alex'in olduğu odanın duvarını gösterdi. "Sanırım alışamayacağım." Derken bana doğru yürüdü ve omzuma bir elini koyarak gülümsedi. Bende ona gülümsedim ve adımlarımı izledim. Kapıdan çıktığında ateş kızın odasına gözüm ilişti. Ona kendimi çok yanlış tanıtmıştım. Beni böyle kötü biri olarak tanıması kalbimi acıtıyordu. Elimi kalbime koyduğumda gözüm hala kahverengi kapıdaydı. Alvin 'in fısıltıyla benzer sözleriyle başımı ona doğru çevirdim. "Üzülme her yanlış gün yüzüne çıkar ve doğruyu yansıtır."

••••••

Bana şuan en iyi gelecek şey resim çizmekti veya bıçaklarım ile oynamaktı. Fakat kendimi yorgun hissettiğim için resim çizmeyi tercih ederek çantamdan defterimi ve kurşun kalemimi alarak ormana içine koşmuştum. Doğa her zaman benim için huzurlu olmuştu ve bu yabancı hayvanların ise resimlerini çizmek benim için sadece bir deneyimdi.

Bir yarasa gibi asılı olan uçan dinozorun portresini çiziyordum. Kuru ve kalın dala bastırdığı ayak pençelerinden çizmeye başlamıştım. Ne kadar da savunmasız görünüyordu. Griye benzer bir rengi vardı ama gri değildi derisi. Yılan pulları gibiydi ama daha kalın bir deriye sahiptir. Pençeleri bir kaplanınkinden daha sivriydi. Şu zamanki hayvanlardan daha güçlü ve atik görünüyordu. Onların var olma sebebi aslında bu yaratıklardı. Kapalı gözlerine baktım. Onun her detayını incelemek belki bir gün işime yarayacaktı.

Arkamda bir ses duyduğumda geriye doğru baktım. "Ne kadar savunmasız." dedi. Gelen bastonu ile ateş kızdı. Ondan kaçmak için buraya gelmiştim ve huzurumu bozmak adına sanki bilerek burada beni bulmuştu. Duymazdan gelerek çizmeye devam ettim. Onunla konuşacak birşeyim yoktu. Ben onu korumuştum ve o bir sözüyle beni paramparça etmişti. Bunları hak ettiğimi düşünmüyordum.

Bana yaklaşarak, "Güzel çizim. Yeteneklisin." dedi. Başını salladığını hissede biliyordum. Ben ise sessizliğimi korumaya devam ettim. Bastonu ile yerdeki kurumuş yapraklarla oynamaya başladı. Hala arkamda olması beni rahatsız ediyordu. İçimde anlamadığım bir elektriklenme oluşuyordu. Bu öfke miydi?

"Peki bunlar olmadan önce bir ressam mıydın?" dedi. Yine cevap vermek istemedim. Aslında bilememişti, makine mühendisiydim. Yine sessizliğime aldırış etmeden konuşmaya devam etti. "Bu bastonları bana sen uyurken Alex yaptı." dedi. Keşke Harry bunu da kendisinin yaptığını söyleseydi. Belki ikisi mutlu mesut kalbimi kırmadan yaşardı. Bu düşünce daha da rahatsız etti beni, o yüzden istemsizce derin bir nefes aldım.

"Bana katlanamıyorsun sanırım." Dedi. Elimdeki kalemi ve defteri bırakarak ona doğru döndüm. "Ne istiyorsun?" diye soğuk bir şekilde sordum. "Sadece seni tanımak istedim." dedi. Ben pisliğin tekiydim. Böyle bir insanı neden tanımak istiyordu anlamıyordum. Kaşlarımı çattım istemsizce. "Söyleyeceğin birşey yoksa gider misin?" dedim sesimi ve öfkemi bastırarak. Kaşlarını çattı ve ağzı yarım açık kaldı. "Gerçekten pisliğin tekisin." dediğinde tükürürcesine söylemişti. Oysaki bilmiyordu ki bu soğuk tavırlarım beni incittiği için olduğunu. Yutkundum. "Sen bilirsin." dedim.

Sakinliğime karşın öfkelendi ve bağırmaya başladı. "Nasıl bu kadar bencil olabiliyorsun Adrian. Sana hatalı olduğumu kabul ederek buraya geldim ve senin tavırlarına bak." dedi. Anlamamış gibi ona baktım. Hatasını kabul edecek birine benzemiyordu. "Tamam haklısın. Seni tanımadan öyle dememeliydim. Ama senin bu davranışlarına bak. Bencilsin. Gerçekten de öylesin. Tanrım nasıl bir yere düştüm ben?" dediğinde ona sadece bakıyordum. Bütün öfkesini benden çıkarıyordu. Ben ona karşı kötü birşey yapmamıştım. Oysaki ben ona her zaman şefkatle davranmıştım. Onun ölümünde yanında olmuştum. Hayata tutunduğunda buradaki herkesten çok ben sevinmiştim. Ben ona bilmeden köle olmuştum ama o söyledikleri ile kalbimi taşlaştırıyordu.

Ona doğru bir adım attım. Birşey söyleyemedim. Öfkeli gözleri aslında bana değildi. Belki kaybettiği ailesineydi, belkide arkadaşlarına. Bana olduğunu kabul etmek istemiyordum. Ben ona kıyacak aslında son insandım.

O sırada arkada bir hareketlenme gördüm. Başka bir dalda asılı olan uçan dinozor uyanmıştı ve ateş kızın hemen bir kaç metre üstünde uçuyordu. Ateş kız ise hala bağırmaya devam ediyordu. "Neden konuşmuyorsun Adrian? Senin bu soğuk tavırların beni deli ediyor. Rozalin..." dedi ve lafını kestim. "Sus artık." dedim. O ise bastonunu yere atarak konuşmaya ve bağırmaya devam etti. Uçan dinozor daha da yaklaştı ve pençelerini sivriltti. Ateş kıza doğru doğrulttu ayaklarını. "Sen bana ne yapacağımı söyleyemezsin." diye bağırdı ateş kız daha da çok. Üstündeki uçan dinozoru hala fark etmemişti.

Uçan dinozor daha da aşağıya yaklaştığında kemerimdeki iki bıçağı hızla çekerek uçan dinozora attım. Attığım bıçaklar gözlerine saplanmıştı ve o artık bizi göremiyordu bu yüzden kanatlarını çökertti ve ateş kızın üstüne düşeceği anda ona sarılarak üstüne atladım ve uçan dinozorun geriye düşmesine baktım. Ateş kıza baktığımda şaşkınlıkla bir bana birde yere düşen dinozora bakıyordu.

Yine istemsizce gözlerimin maviliklerinden kaybolduğumu hissettim. Bir insanın gözleri hiç derinlik kokar mıydı? Ama onunki kokuyordu işte. Gözlerimiz buluştuğunda konuştum. "Tek hatam sizi korumaktı. Bu bencillikse kabul ediyorum pisliğin tekiyim."

Loading...
0%