Bazen insan kendini tanıyamaz. Kendimizi aradıkça aslında bir o kadar kayboluyorduk duygularımızda. Daha fazla yıpranmamak için duvarlar ördük kendimize.
Bazen eskiden öğrendiklerimizi doğru sandık, bazende istemeden değiştik. Onu da olgunluk evrimi sandılar.
Hayata güvenemedik, insanların ise sınavından geçemedik. Bazen yalnızlık öğretti bize hayatı ama sandık ki hayat öğretti bize yaşamayı. Aslında ne doğru ne yanlış bilmiyordum ama duvarlarımı yıkınca belkide yaşayabilirim kendi hayatımı...
Kollarımdan tutan bir çift el hissettim hala duygularımı kontrol edemiyorken. Ne yaptığımın farkında bile değildim. Zihnim kararmış ve kendimi kaybetmiştim. Aslında karanlık bir odada kendimi arıyorken yüzüme çarpan şey ile gerçek hayata gözlerim yavaş yavaş açılıyordu.
Sımsıkı tutulan ellerim ile geriye doğru çekildiğinde biri kolları ile beni sarmıştı. Kim olduğuna bakmak için döndüğüm de bir damla yaş omuzum ile buluştu ve hızla yere aktı. Daha yeni yeni kendime geliyor ve gözlerimi açtığım hotelde ki çocukların burada olduğunu gördüm. Alvin ve Alex buradaydı. Peki ya diğerleri neredeydi?
Hortuma yakalanmadan önce beni büyük karanlığa iten o kişi aklıma geldiğinde yeniden bağırmaya başladım.
“Nerde o alçak?”
“Bütün bunlar onun yüzünden oldu!” Dediğimde kendi zihnim ile çelişkiye girmiştim. Adrian’ın başına gelenler muhtemelen benim suçumdu ama kalbim ister istemez onu suçluyordu.
Bedenime sarılan kollar beni daha da sıktığın da koluna bir iki şaplak atıp bırakmasını istedim. Muhtemelen az önce bağırdığım için daha da sıkı tutmuştu ama o beni sıktıkça boğuluyor gibi oluyor ve daha da çok öfkeleniyordum.
“Alex, bırak beni. Hemen!” dediğimde bu öfkeli komutuma karşılık yavaş yavaş kollarını gevşetmişti ve bir hışımla ondan kurtulup Adrian’ın muayene eden Alvin’nin yanına doğru süründüm.
Elimi kolumu nereye koyacağımı bilemezken şaşkınca onun ellerine sarıldım. Bir zamanlar Rozalin’in de dediği gibi o hep bana güç vermek istemiş bu yüzden ellerimi tutmuş, aynı şekilde kalbimde bunu yapmak istediği için şuan elini tutuyordum.
“O...O iyi mi?” dememle Alvin kulağını göğsüne dayayıp kalp atışını dinlemeye başladı.
“Yoksa o öldü mü?” diye sorduğumda şaşkınlıkla bir elimi ağzıma götürdüm. Alvin başını kaldırıp benim yaşadığım ufak çaplı paniğe uzun uzun baktı. Öyle uzun baktı ki hatta belki de o da benim kendimi suçladığım gibi beni suçluyordu.
“Sanırım iç kanaması var. Onu hotele götürüp daha iyi bir şekilde muayene etmem gerekecek.” Dedi ve içine sanki fazla geliyormuş gibi nefesini bir hışımla dışarı verdi.
“Sorun ne?” diye sordum. Bir şeylerin yolunda gitmediğini biliyordum.
“Onu ameliyat etmem gerekebilir ama...”
“Ama ne Alvin?” dedim belki de acele etmemiz gereken zaman da o ağır sözleri ile zamanı tüketiyordu.
“Lanet olsun. Bunun için steril alanımız, uygun malzemelerimiz ve ilaçlarımı yok.” Bunu duyduğumda öfkeyle boynuma tırnaklarımı geçirerek kaşıdım.
“Ben gidip bir hastane bulacağım ve orada ne gerekiyorsa toplayıp sana getireceğim.” Bunun ne kadar doğru bir karar olduğunu düşünemezdim ama şuan birinin hayatını riske atıp, bir hayatı kurtarması gerekiyordu. Özellikle vicdanı rahatsız biri.
“Bende geliyorum.” Dedi arkamdaki ses ve başımı geriye çevirerek göz ucuyla ona baktım.
Alex yüzü yaş izleri ile olmuş ayağının yerdeki kumları öfkeyle avuçlarının içinde sıkıyordu. Ona nasıl baktığımı anlamış olacak ki sözlerine devam etti.
“ Ben onu kendi yaşamına son veren abimin yerine koymuştum. Eğer o da gözlerimin önünden giderse tutunacak dalım kalmaz.” Kurduğu cümle ile Alvin ve ben göz göze gelmiştik.
“Hazırlan gidiyoruz.”
Bir kaç kaybettiğimiz dakikadan sonra hotele varmıştık ve büyük yakarış bağırışlardan sonra Adrian’ın Alex’in odasına götürerek yatağa uzanmasını sağladık. Adrian’ın odasında Cidny olarak bildiğimiz sevgilisi olduğu için onu buraya yatırmak daha mantıklı gelmişti.
Adrian’ın odasına doğru girdiğimde dolapta çanta bularak boş çantayı koluma geçirdim ve Adrian’ın yatağında yatan sevgilisine baktım. Kendimi üçüncü Dünya savaşının içinde hissediyor ve yaralılara o enkazın altında ilaç getiren bir hemşire gibi görüyordum.
Gözüm ondan Adrian’ın bıçaklarına kaydığında hiç düşünmeden alarak çantaya yerleştirdim ve odadan çıktım. Alex ise benden daha fazla materyaller bulmuştu. Bir başka çanta, silah ve bir pompalı tüfek. Aslında bunlar bıçaklardan çok daha fazla işimizi görebilirdi. Birlikte koridorlarda yürürken, “Bana silahı ver.” Dedim Alex’e sesim çok fazla hissiz çıkmıştı bunu söylerken.
“Bunu kullanmayı biliyor musun?” Dediğinde o da aynı benim gibi ruh yoksunuydu.
“Annesiz büyüyen biri olarak kendimi korumayı çok küçük yaşlarda öğrendim.” Dedim ve başımı çevirerek gözlerinin içine baktım.
Silahı tereddüt etmeden bana verdi ve için dolu olup olmadığına bakarken silahın parçalarının sesi küçük koridorda yankılandı.
Biz hotelde dışarı çıkıp dağ arabalarının birine bindiğimizde Alex’in arabayı kullanmasına izin verdim. Bu arada bende herhangi bir hastaneye yaklaşana kadar düşüncelerim ile başbaşa kalacaktım.
Çok fazla soruyu kafamda canlandırmam hatta çözüm yollarını bulmam gerekiyordu. Araba çoktan çalıştığında başımı koltuğa gömerek düşünmeye başladım.
Babam neden kum adasına gitmem gerektiğini söylemişti? Belki de onu bir kaç saniyelikte olsa bazı şeylerin çözüm yollarını söyleyebilirdi. Bu yaşananlar hakkında onun neden bilgisi olduğunu bilmiyordum. Bir bilim adamı olduğu için ihtimalleri görmüş olabilirdi.
Onu hiçbir şekilde suçlamıyorum ve koşulsuz ona her zaman güvenirdim. Şimdide kötü şeyler yaşasam da güvenirdim. Onun dediği gibi güçlü ve korkusuz bir kız olmak zorundaydım. Adrian gibi...
Hatta onun için güçlü olup ona ayak bağı olmak yerine bir destekçisi olmak istiyordum. O an gözümün önüne kendini derin sulara bırakarak bana ettiği tebessümü geldi. Bu düşünceden çıkarak Alex’e baktım. Belli ki o da düşünceler içinde arabayı sürüyordu. Gözünü belli bir hedefe diksede şu an bilinçle değil refleks ile araba kullandığına emindim.
“Abin için çok üzgünüm,” dedim ve yutkunarak devam ettim. “ Neler oluyor emin değilim ama artık yanınızdayım.” Diyerek ona tebessüm ettim.
Başını çevirip bana ciddiyetle baktı. Sözlerini düşünceleri yüzünden toparlayamıyorum gibi bir hali vardı.
“Biliyorum, Talya. Kendini suçlama herşeyi yoluna girecek.” Diyerek beni rahatlamaya çalıştı. Kaşlarımı çatarak ona doğru baktım. Bunca korkuya ve karmaşık duygulara rağmen hala nasıl iyi düşünmeye itebiliyordu kendini. Çatık kaşlarımı normal halini almasını sağlayarak başımı cama doğru çevirdim. Bütün binalar neredeyse yıkılmış ortaya büyük bir enkaz çıkmıştı. Bazı büyük dinozorlar ölü gibi yere uzanmış ve biz büyük gürültü ile yanlarından geçerken onlar bizi duymuyordu.
“Onlara ne oldu?” diye sordum Alex’e. Çünkü uzun zamandır bir uykudaydım. Dinozorların nasıl geldiğinden çok nasıl derin bir uykuda oldukları tuhaf gelmişti bana.
“ Gerçekten bilmiyorum.” Dedi ve endişeyle başını kaşıdı.
“ Sence biri bunu yapabilecek güçte mi?” Sorusuna karşı uzun uzun düşündüm. Bunu yapacak kişi sadece Tanrı olabilirdi.
“Bu bir kıyamet olabilir mi?” diye sorusuna karşılık soru sordum. İkimizde hala bazı şeylerin cevaplarını erken olduğunu biliyorduk ama sabırsızlık içinde o zamanın gelmesini beklemek oldukça güçtü. Normal yaşantımız özlemeye başlamıştık.
“ Kaç hafta oldu?”
“ Sanırım iki hafta oldu. Herşeyi o kadar hızlı oluyor ki, hangi ara kum adasına gidip hotele geldiğimizi bilmiyorum. Canımızın derdine düşmüşken zaman çok çabuk geçiyor.”
Kum adası işte ne varsa bu adada vardı. Belki de sorularımın cevapları ordaydı.
“Oraya neden gittiniz?” diye sordum Alex’e. Çünkü herşeyi öğrenip birleştirmem geriyordu. Bana babam oraya gitmemi söylemişti ve tesadüfen hortumdan kaçarken oraya gidip bu grupla karşılaşmıştım ama onların ki tesadüf olamazdı. Çok fazla tesadüfler vardı ve bu ya bir Tanrının oyunuydu ya Dünyanın düzeni gerçekten bozuluyordu ve kıyamet çok yakınımızdaydı.
“Adrian’ın babası bizi oraya götürdü.” Dediğinde başımı hızla çevirerek ona doğru baktım. Bu grubun yanına geldiğimden beri öyle biri ile ne tanışmıştım ne de görmüştüm.
“ Bana daha detaylı anlat.” Diyerek sabırsızlandım. Alex heyecanımı anlamayacak bir bana bir de yola bakıyordu.
“ Bu olay ilk başladığında mahallede Adrian ile onun garajında takılıyorduk. O bıçaklarla oynamayı çok sever bu biraz mantıksız birşey ama bıçaklar onun hobisi gibi birşey. Bir anda büyük gürültü koptu ve dışarı çıktık. İnsanlar yok oluyordu. Adrian ve ben ailelerimize bakmak için ikimizde evimize koştuk. Zaten evlerimiz karşı karşıya oluğu için kısa sürede eve vardım ama kimseyi bulamadım ne ben ne de Adrian.”
Yaşadıkları olayı tekrar anımsadığı için kesik kesik nefesler veriyordu ve gözleri dolmuştu ama ben olayın en başından ona anlat dememiştim. Detaylı deyince sanırım beni yanlış anlamıştı. Sözlerine devam ettiğinde sessizce dinlemeye karar verdim.
“Sonrasını biliyorsun zaten. O an ailemizi unutup canımızın derdine düşmüştük. Sahile geldiğimizde bu grupta ki herkes ordaydı ve bu gerçekten bir tesadüf. Harry hariç herkesin hayatta kalmak için gruba bir yardımı dokundu. Özellikle Adrian’ın. Sahile geldiğimizde bir dinozor bizi kıstırmıştı ki bir adam geldi ve o şekilde babası ile tanıştım.”
“Nasıl yani?” diyerek istemeden araya girdim.
“Adrian o çok küçükken babası, onu ve annesini terk etti. Adrian ondan tiksinse de annesi için babasına hala katlanıyor. Çünkü annesi hasta ve o şuan yok oldu diğer insanlar gibi. Fakat Adrian hala insanların döneceklerine inanıyor.”
Duyduklarımdan sonra Adrian’ın yaşadıklarını benimseyerek derin bir nefes aldım. Acısını az çok anlıyordum. Çünkü ben annesiz büyümüştüm. O da babasız büyüyerek hasta annesine bakmak zorunda kalmıştı. Gerçi onun babası geçte olsa dönmüştü ama benim annemin dönme gibi bir lüksü yoktu çünkü o beni dünyaya getirirken hayatını kaybetmişti. Ben annemi hiç tanıyamamıştım. Annesiz büyümek belki de hayatta en çok koyan şeydi bana.
Bunları hatırlayınca kalbim teklemişti ve elimi kalbime koyarak derin nefes alarak düzene girmesini bekledim.
“İyi misin?” diye sordu Alex ve başımı hızla sallayarak onu onayladım.
“Sen devam et.” Dediğimde kalp atışlarım yavaş yavaş düzene girmeye başlamıştı.
“Sonuç olarak şu an aynı yerdeyiz.” Diyerek kestirip atmıştı anlatılacakları. “Peki babası şuan nerede?”
Söylediklerimden sonra boş boş yüzüme baktı ve açıklama gereği duyarak sözlerime devam ettim. “ Sonuçta orta yaşlı bir adam yalnız kalmamalı. Bizimle kalmalı değil mi?” diyerek manalı bir bakış attım ona.
“Babası bir bilim adamı ve şuan laboratuvarda olanları araştırmak ile meşgul. Yani bize söylediği şey bu.” İki parmağım ile başımı kovalarken adamın yaptığı şeye anlam vermeye çalışıyordum. Onca zaman sonra tam da kıyamet koparken adam neden oğlunun yanına dönmüştü? Yada onu korumak varken neden oğlunun yanında kalmasına izin vermeyip onu ölüme terk ediyordu? Bu nasıl canı bir babayı böyle?
Alex’in söyledikleri ile öfkeden başıma hafif bir ağrı saplansa da hala parmakların ile alnımı kovalamaya devam ettim. “Bu adamın adı ne?” derken sesim tehditkar bir biçimde çıkmıştı.
“ Ne oluyor dostum? Bana neden sinirlendin şimdi?” derken Alex tavrımdan hoşlanmamış o da oldukça öfkelenmişti. Kendimi sakinleştirmeye çalışırken aklımı toplamaya çalışıyordum. “ Sadece Adrian böyle bir babaya sahip olduğu için üzüldüm.”
Gerçekten anlamıyordum önümde oldukça karmaşık bir yol vardı ve hepsi soru işaretleri ile doluydu ve hangi yola sapsam hepsi karanlık bir bataklığa çıkıyordu. Sorumu tekrardan yeniledim. “ Benim babamda bilim adamıdır. Bu yüzden çoğu bilim adamını tanırım adı ne babasının?”
Alex sorgulamamdan fazlasıyla sıkılmıştı bu yüzden derin bir nefes alarak omuzları çöktü ve pes etmiş gibi bir hal aldı.
“Onun adı Kadir Atalay.” Duyduğum işim ile şaşkınlıktan yerin dibine batsam da çocukluk anılarım bir bir hafızamda canlanmaya başlamıştı.
Ben çocukken sık sık babamın laboratuvarında gider ve o deneylerini izlerdim. Bir gün babam önemli bir deneyin peşinde olduğunu ve bu Dünyada yaşanan ilginç olayların bir asteroit yüzünden olduğunu ve bunu araştırmak için başka bir bilim adamı ile iş birliği yapmak istediğini söylemişti ve o adamda Kadir amca dediğim yani Adrian’ın babasıydı. Çocukluğumdan beri onu tanırdım ve bana bir ailesinin olmadığını buna vaktinin yetmeyecek kadar kendini bileme adadığını söylemişti. Bir oğlu olduğunu neden bizden saklamıştı? En önemlisi çoğu insan ve buna babamda dahil üzere yok olmuşken neden bizler ve o kalmıştı?
“Yani Adrian benim gibi bir Türk öyle mi?” dediğimde sadece kafa karıştırmak için bu soruyu sormuştum. Alex başını sallayıp önündeki enkazlar daha fazla odaklandığın da bu durumu Alex yerine Adrian ile konuşmaya karar vermiştim ama önce Adrian’ın iyileştirmemiz ve onunla iş birliği yaparak bu durumu çözmem gerekiyordu.
Bir kaç dakika sonra en yakın olan küçük bir hastaneye gelmiştik. Tabelasından adı okunmayacak kadar hasarlar alan bir enkaz olsa da şu an oranın bir tehlike arz etmediğine emindim. Arabadan indiğimizde uzun uzun hastaneyi süzmüştüm. Ne gerekli olduğunu bilmiyordum ama elime ne geçerse almaya razıydım. Adrian’ın yaşamalı ve vicdanımın yangınını söndürmeliydim.
Belime sapladığım silahı elime alarak uzun uzun baktım. Bunu başarmalı ve şu an duygu yoksunu biri gibi davranıp hiç olmadığım kadar güçlü olmalıydım.
Hastaneye hızla girdiğimde en alt katın acil kısmı olduğunu düşünüyordum. Resepsiyon kısmına girdiğimde iki tane olmak üzere koridor vardı sessiz adımlarla ilerlerken elim ile Alex’e diğer koridora gitmesini söyledim ama Alex beni anlamayacak “ Neden fısıldıyoruz?” diye saçma salak bir soru yöneltmişti. Aklıma o an hortumdayken Adrian’ın söylediği saçma sözler geldiğinde sinirlenmek yerine hafif bir tebessüm ettim ve o bu duruma alınarak, “ Komik olan ne ?” diye sordu.
Adiran’ın görüntüsü zihnimde kaybolurken ona aynı şekilde fısıldadım. “ Dinozorlar yem olmak istemiyorsan yavaş hareket et ve sessiz ol.” Söylediklerimden sonra gözlerini kocaman açmıştı bir ter damlası alnından aşağı ilerlerken bunun havanın sıcaklığından değil gerginlikten olduğunu anlamıştım.
Yine önemsemeyerek elimi ilerideki koridora doğru atarak ona gitmesini söyledim. Fakat o hala gözlerimin içine korkuyla bakıyordu. “ Sessiz olursan birşey olmayacak Alex. Sadece güçlü ol ve en kısa sürede alabildiğin herşeyi alarak çantana koy. Hangimiz önce çıkarsa arabayı çalıştırsın ve beklesin. Kendine güven.” Diyerek ona uzun bir motivasyon konuşması yaptım.
O da koyduğu silahı belinden çıkararak başınla beni onayladı ve diğer koridora yavaş adımlarla ilerlemeye başladı.
Derin bir nefes alarak o an karanlık koridorda ilerlemeye başladım. Hiçbirşey görünmüyordu neyse ki bunu akıl ederek çantama bir fener koymuştum. Feneri en düşük ayarda açarak koridorda sessizce ilerledim. Bir tek nefesimin yoğun sesi koridorda yankılanıyordu. Adımlarım ise olabildiğince yavaş atmaya çalışıyordum. Sonunda bir kaç küçük adımdan sonra acil kısmına gelebilmiştim. İçeri doğru girdiğimde burnum acı bir koku ile yanmaya başlamıştı. Beyaz olan yataklar karanlığın içinde kendini belli ederek parlıyordu. Feneri yataklara tuttuğumda hala üniteler bağlı bir kaç insanın kokuşmuş bedenini fark ederek olduğum yerde irkildim. Yanlarına yaklaştığımda sinek sürüsü büyük bir sesle kulaklarıma doluyordu.
Demek ki bir kaç insan hala yok olmamıştı ama umutları rüzgar ile dağılmıştı. Hasta vardı hatta imkanları, gerekli ilaçları vardı ama onları iyileştirecek doktorları yoktu. Ne kadar midem ağzıma gelse de hala yatakta yatan insan yığınlara teker teker baktım. Hepsi dışarıdan bir et parçası olmuş görünse de yüzlerin de hala korkunun ifadesi mevcuttu.
Sadece yatakta bir çift bacak gördüğümde korkularak gerilmedim ve derin nefes alarak daha ayrıntılı inceleme için yavaş adımlarla yaklaştım. Gövdesi olmayan bir çift bacağı dinozorun yemiş olması şu anda en büyük ihtimallerden biriydi. Yatakta yatan cansız bedenleri bakmayı kesip hızla elimde fener ile çevremi taradım. İçimde yoğunlaşan derin nefesi dışarı verdiğimde kendime gelerek ilaçların olduğu bölüme gittim. Bir kaç ilaç, şırınga hatta serumlar elime ne gelirse çantama doldurmaya başladım. Çantamın fermuarı kapanmayacak kadar dolduğunda birkaç tüp ilacı da ceplerine kordum.
Karşımda boş bir oda vardı her ne kadar iç sesim oraya girmemi söylesene kendime hakim olamayarak odanın kapısına doğru gittim. Elimde fener ile çevreyi aradığımda bir anda inlemeye benzer bir ses duydum. Geri adım attığımda cebimde ki tüplerde biri yere düşerek kırılmıştı ve boş hastanede büyük bir yankı oluşturdu. Küçük inleme bir de artarken yerini kükreme sesi aldı ve bir çift parlak gözlerle gözlerim kesişti. Şaşkınlık içinde geri adımlar atarken bunun bir dinozor olduğunu biliyordum. Belki de o da uykuya dalmıştı ama çıkardığım ses itibari ile onu güzellik uykusundan uyandırmıştım.
Bana doğru kükrerken hastanenin diğer ucunda tiz bir çığlık duydum yavaş adımlar atarken hala geri geri gidiyordum ki zamanı geldiğinde koşarak kaçabileyim. Birden silah sesi duyduğumda hastanenin tüm koridorlarında yankılanırken karşımdaki dinozorun da kışkırtmıştı. Dinozor yine ağzını büyükçe açıp kükrerken kokuşmuş nefesi bütün uzuvlarımı sardı. Arkamı dönüp koşmaya başladığımda arkamdaki dinozorun ayak seslerinden onunda koşmaya başladığını anlamıştım. Koridordan çıkıp hastanenin girişine geldiğimde Alex’in de tiz çığlıklarından geldiğini anlamıştım ancak dinozorun arkasında kalmıştı. Pantolonumun arasına soktuğum silahı çıkardığımda karşımdaki dinozor bir iki el ateş ettim ancak bu dinozorun yıkamamış daha da öfkelenmesine neden olmuştu. Dinozor bana kükrerken duvarın dibine sinmiş olan Alex’in ettiği bütün dualar kulaklarımda yankılanırken bu sefer derin bir nefes verdim ve gerisin geri giderken çözüm yolu düşünmeye başladım.
Bu dinozorların hassas yerlerini kesinlikle yoktu. Sahip olduğu bedenler bir zırh gibi güçlü ve kalındı. Hala vicdanımın getirmiş olduğu yetki ile zihnimde Adrian’ın anıları dönerken orman da yaşadığımız o an düştü aklıma. Arkamda olan dinozorun gördüğünde akıllılık ederek bıçağı gözlerine isabet ettirmişti. Bende onun gibi yaparak elime bıçağı alarak dinozora fırlattım fakat sivri tarafı yerine arka tarafı gelerek dinozor çarptı ve yere düştü. Başka bir bıçağı alarak onu da attım ama o da aynı şekilde yere düştü. Bu sefer elimdeki silah ile denedim. Sonunda tek gözüne isabet edebilmişti. Sıra diğer gözüne geldiğinde silahımdan alışkın olduğum ses gelmedi. Mermi bitmişti ve en kötü zamanda biteceği tutmuştu.
Dinozor ona zarar vermem ile daha öfkelenmişti. Hastaneden çıkarken Alex’in de sindiği yerden çıkması için dinozorun kendimle berber dışarı çıkardım. Dinozor büyük ayağı ile beni sabitlemeye çalışırken ağzı ile de yakalamaya çalışıyordu. Ayağının altına doğru ilerlediğimde artık tamamen dışarıdaydık. Yere düşen bıçakları almak istediğimde bu sefer dinozordan hiç beklemeyeceğim o hareketi yaptı ve bacaklarını kırarak kaçmamak için üstüme bütün bedeninin ağırlığını verdi.
Kaburgalarım üzerimde ağırlık ile bağırırken seslerde geliyordu. Bütün uzuvlarımı acı ile sızlıyordu. Nefes almak zorlaşırken kalp ritmim her geçen saat artıyordu. Kulaklarım çınlayıp gözlerim kararmaya başladığında adımı duydum belli belirsiz. Boğazım sıkılırcasına acırken nefes almak daha da zorlaşıyordu. Üstümde büyük bir dinozor vardı ve elim kolum tamamıyla bağlıydı.
Başımı bile kaldıramazken kaldırımın sivri taşları diken gibi batıyordu sol yanağımda. Bütün duygularım birbirine karışırken son bir kez nefes almaya çalıştım. Gözlerim daha da kararırken bunun benim sonum olduğunu biliyordum.
Çantamı neyseki bir kaç adım öteye atmıştım. Hala açıkta duran kolum ile onu dinozor dan kollamaya çalışırken o an tek isteğim Adria’nın iyi olabilmesiydi.
Bölüm nasıldı aşklar?
Talya'nın karakteri sanki bir anda değişime uğradı değil mi?
Diğer bölümler de görüşmek üzere yorumlarınızı bekliyorum...