@burcud187
|
Derin bir kış gecesi arabam yolda kalmıştı. Arabanın kapısını açarak ne yapacağımı bilemez bir şekilde dışarı çıktım. Üstündeki montun şapkasını telaşla kafama kapatarak yanlarındaki iplerini sıkıca çektim ve çenemde sıkıca bağladım. Çevrede fırtınanın etkisi ile uçuşan kar taneleri birbirine girmiş bir vaziyetteydi. Önümü göremesem de yürümeye devam ettim. Bu havada hangi akılla dışarı çıktığımın daha yeni farkına varıyordum. Bir anda kötüleşen bu hava beni tamamıyla şaşırtmıştı. Ne kadar bu dondurucu havada yürüdüğümü bilmiyordum. Artık bu derin havayı iliklerime kadar hissedebiliyordum. Fırtınanın etkisi ile gözlerime diken gibi batan kar tanelerini görüş alanımı giderek azaltmıştı. Biraz daha yürüdükten sonra gözlerimi zorla açmaya çalışarak yolun kenarında bir dağ evi gördüğümü sandım. Bütün gücümle fırtınaya karşı koyarak ileri doğru gitmeye çalıştım. Sonunda evin önüne geldiğimde fazla inceleyemeden tahtadan yapılmış kapısına doğru koştum. Kapıyı olduğum yerde titrerken belirsiz bir ritim eşliğinde tıklatmaya başladım. Bu karanlık ve fırtınalı kış gününde içimi bir an kaplayan korku giderek bütün bedenime yayılıyordu. Derin bir nefes alarak tekrar kapıyı tıklattım. Rüzgâr konuşmamı engellese de bütün gücümle konuşmaya çalıştım. “Kimse var mı?” Bir süre olduğum yerde sessizce durup fırtınanın sesine nazaran başka bir ses duymaya çalıştım. Kapıdan geriye doğru giderek evin ışıklarının yanıp yanmadığını kontrol ettim. Evin ışıkları yanıyordu fakat içeriden bir türlü ses gelmiyordu. Tekrar hızla kapıyı tıklayarak yüksek sesle seslenmeye çalıştım. “Lütfen kapıyı açar mısınız? Hava çok soğuk ve üşüyorum.” Kapıya biraz daha yaklaşmaya çalıştığımda ayağım yerdeki buz ile kaydı ve kapıya doğru düşmeye başladığımda elimi siper ederek kapıya tutunmaya çalıştım. Fakat kapı içeri doğru açılarak yere düştüm. Soğuk etkisi ile taşlaşmış bedenim bir heykel gibi yere düştüğünde bedenim beklenenden daha da fazla acımıştı. Kendimi toparlamaya çalıştığım da zorla da olsa başımı kaldırarak yattığım yerden içeri baktım. Küçük bir koridor vardı. Dağ evi olmasına rağmen fazlasıyla modern bir yere benziyordu. Işıkları açık olduğu için izin almadan içeri girmek istememiştim. O yüzden bir kere daha seslenmeye karar verdim. “Kimse var mı? İzniniz olursa içeri girmek istiyorum.” Bir süre yine cevap gelmesini bekledim. Beklediğim cevap gelmediğinde artık üşümeye dayanamayarak arkamdaki kapıyı yavaşça kapattım ve dar koridorun beni götürdüğü yere sessizce gitmeye başladım. Adımlarım beklenilen den fazla sessiz ilerlerken içimdeki korku duygusu da artmaya başlamıştı. İçeride kimse olmamasına rağmen içimdeki bu artan hissin ne olduğunu çözememiştim. Korkunun getirdiği bu his başımın belaya gireceğinin habercisi olabilirdi. Derin bir nefes alarak kendimle konuşmaya başlamıştım. “Sakin olmalısın Evren. Bu boş evde hiç kimse yok.” Kendime verdiğim teselli ile içimdeki korku daha da artmaya başlamıştı. Sonunda labirent görünümlü koridorun sonuna geldiğimde muhteşem bir manzara ile karşılaşmıştım. Sarı renge boyanmış tahta koridora nazaran buranın biraz daha güzel görüntüsü vardı. Buranın salonu koridor gibi korkunç değildi. Hatta insanın içini ısıtan bir şöminesi vardı. Aklımdaki korkuyu atmaya çalışarak şömineye doğru koştum. Elimde soğuktan taşlaşmış eldivenlerin yanmasını yok sayarak biraz daha şömineye yaklaştım. Bedenim yavaş yavaş ısınmaya ve ağırlaşmaya başlamıştı. Sıcak bütün bedenimi esiri altına alırken aklımdaki düşüncüler bir toz bulutu gibi yok olmaya bedenim ise kendini sıcağa teslim etmeye başlamıştı. Gözlerimin kapanmasına engel olamadan sıcağa teslim etmiştim kendimi. Günün yorgunluğu ve soğuğun etkisiyle savunmasız bir şekilde uykuya dalmıştım. Bilincim yavaş yavaş kendine geliyor olacak ki evden ne olduğunu anlamadığım bir ses ile bir an da gözlerimi ışığa açtım. Nerede olduğumun ve uykuya daldığımın bilincine yeni gelerek ayağa kalktım ve olduğum yeri incelemeye başladım. Ahşaptan yapılmış bir oturma odasıydı olduğum yer. Tavanı ve duvarları kahverengi anımsatacak benzer bir renkteydi. Şöminenin çevresi ise gri taşlarla örtülmüş ve kahverengi ile farklı bir uyum sergilemişti. Mobilyalar ise yine aynı renkteydi. Küçük bir masa ve üstüne rengârenk çiçekler koyulmuştu. Şöminenin taşlarının kenarına ise çiçeklerle uyumlu yine yastıklar özenle dizilmişti. Deriden yapılma tek koltuk şöminenin bir kenarına ve ahşaptan olan sallanan bir koltuk ise diğer tarafına koyulmuştu. İlk geldiğimde ahşap koltuk saklandığı için uyuya kalmış olabilirdim. Kendime not: Sallanan bir koltuğa oturma ve başkasının evinde uyuya kalma. Küçük notumu aklımın bir köşesine yazdığıma göre daha yeni fark ettiğim bir yeri inceleye bilirdim. Odanın dışarı bakan tarafı ise bir çitli bir cam ve kapanmayan bir kapısı ile döşenmişti. Bir iki adım atarak buranın da açılan başka bir oda olduğunu fark ettiğimde şaşkınlık içinde adımlarımı hızlandırdım. Burasının ise oturma odasına nazaran daha fantastik bir tasarımı vardı. Çünkü duvarları ve tavanı dahil her yerini ağaç kökleri kaplamıştı. Köklerin başladığı yani ana yerini merak ederek ilerledim çünkü odanın kıvrımlı bir şekli vardı bir koridoru andırıyordu. Eve ilk girdiğimde olan tanıdık bir his yavaş yavaş bedenimi yoklamaya başlamıştı. Bu korkuydu aynı zamanda da merak. Her zaman meraklı olmam korkumdan daha üstün olmuştu ve bu durum beni dışarıdan korkusuz biri gibi gösteriyordu. Yine de ben fazlasıyla korkuyordum. Bu ağaç kökleri nasıl bu şekilde duvarları ve tavanı kaplayabilmişti anlayamıyordum. Bu bir tasarım olsada imkansız derece zor bir tasarımdı. Merak duyguma yenilerek etrafa dağılmış kökleri takip etmeye devam ettim. Şu an bir rüyanın içinde olabilirdim veya kabus ve gerçek arasında kaybolmuş olabilirdim. Adımlarım sessiz ve zayıftı. Kökler giderek artmakta ve sıklaşmaktaydı. Bir yön gösterir gibi sonunu daha da kalınlaşarak gösteriyordu. Ben ise önüme bakmaktan çok ara ara duvarda ve tavandaki köklerin şeklini çözmeye çalışıyordum. Az önce de dediğim gibi kökler birbiri etrafında dönerek sarmaşık görünümlü bir şekil oluşturmuşlardı. Önüme bakmadığım için bir şeye takılarak yere düştüğümde bütün bedenimi kaplayan o keşfetme duygusu bir anda uçup gitmişti. Dizlerimin üstüne çöküp kalkmaya çalıştığımda bir köke takıldığımı fark ettim. Şimdiye kadar yerde kök olmamasına rağmen bana uzanan diğer kökleri gördüğümde başımı kaldırarak karşıya baktım. Karşıda gördüğüm şey ile kalp atışım hızlanmaya dudaklarım ise titremeye başlamıştı. Çünkü şu an karşımda merak bir koltuğa oturmuş bir adamı görüyordum. Başına geçirdiği kask ile göğsüne bağladığı EKG kabloları ve monitörden gelen ritmik sesler bir yoğun bakım ünitesi gibi görünse de aslında ilginç olan adamın kolları ve bacakları kök olmuş bir vaziyette uzuyor ve etrafa dağılıyordu. Bedenimi terk edip beni cesaretsizce ortada bırakan merak duygum yüzünden ortada kalmıştım. Yine korku devreye girince bedenim artık kendi kendini yönetmeye başlamıştı. Yavaş ve sessiz adımlarla geri geri giden bedenim yerdeki kökleri hesap etmemiş olacak ki yine bir tanesine takılarak geriye doğru düşmüştüm. Düşmenin çıkardığı tok bir ses ile karşımda monitöre bağlı olan adamın nefes alışverişleri birden durdu ve gözlerini şiddetle açtı. Beni görmesi ile oturduğum yerden geriye doğru gitmeye başlamıştım. Adam demir sandalyesinde kalkarak üzerindeki kabloları koparırcasına söktüğünde oturduğum yerden hızla kalkarak kaçmaya çalışmıştım ki bir kök bacağıma dolanarak yine yere düşürmüş ve beni adama doğru sürüklemeye başlamıştı. Çığlıklarım odanın içinde yankılanırken dışarıdan gelen rüzgârın sesi bana eşlik etmeye başlamıştı. Sanki rüzgâr çıkardığı ses ile çığlıklarımı bastırmaya çalışıyordu. Adam ise gözlerini hiç kırpmadan kaskatı kesilmiş bir şekilde bana bakıyordu. Bu adam ve kollarından fışkıran köklerin bir bilimsel açıklaması olmazdı. “Lütfen.” Dedim çığlıklarımın arasında. “Ben sana zarar vermem bırak gideyim.” diyerek ekledim. Diğer kolundan çıkan kök ile boğazımı kavradığın da beni havaya kaldırarak kendine yaklaştırdı. Artık yüzünün her bir ayrıntısını görebiliyordum. Gözlerinin altından aşağıya inen siyah damarları bir ilacın etkisinden olduğunu gösteriyordu. Deney kurbanı olabilir miydi? Belki evet olabilirdi ama bu durum imkansız derecede fantastik bir olaydı. Boğazıma sarılı kökler gevşeyeceğine daha da sıkılaşırken nefes almam zor olmaya başlamıştı. Kesik nefesler alırken, refleks ile boğazımı sarılı kökü çekerek gevşemeye çalışırken, “Lüt-fen beni bı-rak” diyerek yalvarmaya başlamıştım. Karşımdaki adam ise bütün dişlerini göstererek gülümsüyordu. “Bu beden bana lazım.” Derken gülümsemesi bütün yüzüne yayılmış, gözleri ise daha da büyümüştü. Nefes alışlarım daha da azalmaya başladığında gözlerimden bir damla yaşın çeneme doğru süzülüşünü hissettim. Dudaklarımdan çıkan garip seslere nazaran göz kapaklarım ise kapanmaya çalışıyordu. Dudaklarımdan çıkmak isteyen sözler bir türlü çıkmıyordu. “Hayır.” “Hayır!” Sonunda hayır diyebildiğimde ayaktaydım. Karşımdaki insanlar bana boş boş bakarken durumu anlamaya çalışıyordum. Esin yanıma gelerek omzuma dokundu. “Evren iyi misin?” Derin nefesler alarak konuşmaya çalıştım. “Ben. Kök. Adam. Neredeyim ben?” korkunun etkisi ile cümlelerimi bir türlü bir araya getirememiştim. Eylül deri bir koltuğa elimden tutarak oturmamı sağladı. Arkadaşı olduğu ama tanımadığım bir kız elindeki bardağı bana uzattı. “ İç biraz.” derken sesinde şefkat duygusu belirliyordu. Titreyen elimle sudan bir kaç yudum aldığımda konuşmaya devam etti. “Bir kaç saat önce burada uykuya daldın Evren. Sanırım kötü bir kâbus gördün. Merak etme şimdi daha iyisin.” Söylediği sözlerin verdiği rahatlık ile sırtımı deri koltuğa dayayarak derin bir nefes aldım. “Gerçek gibi bir kâbustu.” dedim. Gerçek olmadığına binlerce kez içimden şükretmeye başladım. Esin elini birbirine çırptığın da kafamda dolaşan kâbus senaryolarından çıkarak ona baktım. “ Evet gece saat dokuz kim ormanda yürüyüşe çıkmak ister. Evren bunu kabul edeceğine kesinlikle eminim.” Gördüğüm kâbus ile merak duygum tamamıyla körelmişti. Artık korkulacak ve merak edilecek olayları indirgeye biliyordum. “Yok gelmek istemiyorum.” Aslında bu söz olgunlaşmanın bir kaç küçük adımı sayılabilirdi. Çocukluğun getirdiği merak ve bilinçsizlik yetişkinlik yaşında normal görünmüyor ve yakışmıyordu. Olgunlaşmanın bir yaşı yoktu fakat insan gördüğü bir kâbus ile de büyüye biliyordu. |
0% |