@burcuko
|
Uzun zamandır insan görmediğimiz bu ıssız topraklarda üç kişi ve bir köpek bize doğru geliyordu. İlk önce bir köpek gördüğüme sevinmiştim ama onun birilerine ait olacağını düşünmemiştim. Evet, sahipleri vardı ve şu an bizimle aynı yerdelerdi. Tehlikeliler miydi? Bu su kaynağı için bize zarar verirler miydi? Halihazırda onların su kaynağı mıydı yoksa onlar da mı bizimle aynı anda bulmuşlardı bu gölü? “Demir, Demir koş, bulduk sonunda, işte göl!” diye bağırmaya başladı içlerinden benim yaşlarımda görünen, sarışın bir çocuk. “ Gözlerime inanamıyorum. Gerçekten bu gölü görüyor muydum şu an yoksa bu bir hayal miydi?” O an o kadar içim rahatlamıştı ki. Çünkü bu göl onların olsaydı oradan uzaklaşmamız gerekecekti. Hem onlara ait olduğu için, hem de içimizden birine zarar vermemeleri için. Ama şu an bu göl için savaşabilirdim, aynı zamanda uzlaşabilirdim de. Sevdiklerime zarar vermedikleri sürece. Gölü ilk önce biz görmüştük. Benim yaşlarımda görünen sarışın çocuksa bizden sonra görüp seslenmişti arkasındaki arkadaşlarına. Yani aramızda eğer bir anlaşmazlık çıkarsa gölün hakkı bizde demekti bu. Her şey bu insanların kötü olup olmamalarıyla alakalıydı. Onun arkasından da sanırım az önce “Demir” diye seslendiği çocuk geliyordu. O Demir olmalıydı çünkü yanında sadece bir kız vardı. Yanlarında da başka biri olmadığına göre yani toplam üç kişi olduklarına göre o Demir’di. “Sayina, Demir hadi koşun.” dedi tekrar sarışın çocuk. Bizi daha görmemişlerdi. “Ne oluyor, bunlar da nereden çıktı?” dedi telaşla abim. “Yıllardır insan bile görmemiştik. Ne kadar da şanslıymışız ya, of.” Biz de ilerlemeye başlayınca hepimiz birbirimizi net görmeye başladık. Onların da sırtlarında çantaları vardı. Demek ki onlar da bizim gibi uzun bir yolculuktan geliyorlardı anlaşılan. “Sizin bölgeniz mi burası? dedi adının Demir olduğunu düşündüğüm çocuk. “Hayır biz de şimdi gelmiştik.” dedi Onat abi. “Ya Onat evet deseydin ya. Niye bizim de yeni geldiğimizi söylüyorsun. Bizim bölgemiz olduğunu duyunca giderlerdi belki. Burası da bize kalırdı.” dedi abim Onat abinin kulağına doğru fısıldayarak. “Oğlum yerleşik hiçbir şeyimiz yok. Çantalarımız sırtımızda. Onlardan hiçbir farkımız yok şuan. Zaten belli olmuyor mu halimizden?” “Doğru ama ne yapacağız şimdi? Onlar da yeni geldi biz de.” O sırada gözüm ilk gördüğümüz köpeğe takıldı. Gözüme ilk önce sevimli görünen köpek şimdi biraz sinirli görünmeye başlamıştı. Dişlerini mi çıkarmıştı yoksa bana mı öyle geliyordu bilmiyordum. Sarışın çocuk onu tutmaya başlamıştı. Demek ki gerçekten sinirlenmeye başlamıştı. Ben onlara bakarken aynı yaşlarda göründüğüm, köpeği tutan sarışın çocuk bana gülümsedi. “Korkma, ısırmaz. Yani belki de ısırabilir. Bilemiyorum ki, pek fazla insan görmedi bu hayatında.” dedi. “Komik mi olmaya çalışıyorsun acaba? “Yoo, komiğim zaten.” diyerek sırıttı. Sayina olduğunu varsaydığım kız ise pek gülümseyerek bakmıyordu bana. Abimlerin konuşmasına döndüm. Onlar mı burada kalacaktı yoksa biz mi? Biz geldiğimiz yönde zaten bir su kaynağına rastlamamıştık. Onlar da bizim geldiğimiz yönün tam tersi yönde geldiğine göre onlar da hiçbir şeyle karşılaşmamış gibi görünüyorlardı. Kimse kimseye karışmayıp hayatımıza olduğu gibi devam edeceksek, birbirimize bir zararımız dokunmayacaksa aynı su kaynağını kullanıp yaşayabilirdik. Hatta birbirimizi görmemize bile gerek yoktu. İki farklı tarafta yaşayıp gölü kullanabilirdik. Onlar ne düşünüyordu acaba? “Merhaba, ben Demir.” dedi adının zaten Demir olduğunu tahmin ettiğim çocuk. “Ben de Altay.” diye atladı sarışın olan. “Bu da Sayina.” dedi yanındaki kızı göstererek. Karşılaştığımızdan beri kızın sesini duymamıştık. “Ben de Aslan.” dedi abim ve sonra bizi tanıtmaya başladı. “Onat, Özlem ve Asena.” dedi bizi tanıtarak. “Asena kız kardeşim. Onat ve Özlem de bizim abimiz, ablamız gibidir. 13 senedir onlarla birlikte yaşıyoruz. Demir de “Biz de çok uzun zamandır Altay’la birlikte yaşıyorduk. karşılaştığımızdan beri bu zorlu hayatta yaşam mücadelesini birlikte veriyorduk. Birkaç ay önce de Sayina’yla karşılaştık. O da artık bizimle.” dedi. Özlem abla “Merhaba.” dedi kıza ama kız Demir’in arkasına saklandı. Sayina da bizden en fazla birkaç yaş küçük görünüyordu. “O konuşmuyor.” dedi Demir. “Ne yaptıysak konuşturamadık. Altay da türlü şebeklikler yapmasına rağmen konuşturamadı ama neşelendirdi en azından onu. Geldiğinde çok üzgündü.” “Yani anladığımıza göre konuşabiliyormuş ama konuşmayı reddediyor şu an sanırım. Başına neler geldiğini de bilmiyoruz..” dedi Altay. “Eee nerelerden geldiniz, sizi buraya hangi rüzgar attı?” dedi Onat abi. “Bir oturalım, soluklanalım.” dedi Özlem abla. “Dinlenelim, temizlenelim, yemek hazırlayalım. Oturur hep beraber konuşuruz başımıza neler geldiğini. Herkes ona hak verdikten sonra görev dağılımı yapmaya başladık. Hemen de güvenmiştik bu insanlara sorgulamadan. Umarım kandırılmazdık. “Hem kız konuşamıyorsa adının Sayina olduğunu nereden biliyorlar ki.” dedim içimden söylediğimi varsayarak. Demir “Bize hiçbir şeyi yazarak da anlatmıyor.” dediğinde yerimden sıçradım. Çünkü içimden söylediğimi düşünüyordum ve dalmıştım. “Altay ona isimler sunuyordu, o da sürekli kafasını iki yana sallayarak istemediğini söylüyordu. En son Altay “Sayina” dediğinde hızlı hızlı kafasını aşağı yukarı salladı. O “Sayina” ismini beğenince biz de tamam dedik. İlk defa mutlu olduğunu görünce biz de sevindik haliyle. “Anladım.” dedim sadece kafamı sallayarak. Çünkü afallamıştım. “Altay da Sayina’yı uydurdu herhalde. Ben hiç böyle bir isim duymamıştım. Ama ısrarla uydurmadığını, böyle bir ismin var olduğunu söylüyor.” “Var öyle bir isim aslında.” dedim bu boğuk sesin benden mi çıktığını anlamayarak. Boğazımı temizleyip tekrardan “Var öyle bir isim.” dedim. “Vay be ben de çocuğa kızıyordum; yalan söyleme, uydurdun bu ismi işte diye.” dedi gülerek. Ben de gülümserken Özlem abla “Asena gel de bana yardım et.” dedi. Özlem ablanın yanına gitmeden önce Demir’e “Gözlerin…” diyecek oldum ama vazgeçip Özlem ablanın yanına doğru gitmeye başladım. Gözleri hiç gördüğümü hatırlayamadığım bir renkteydi. Karışık renkler vardı. Sadece yakından bakıp, inceleyip de anlaşılabilecek türden. Ama tabi ki de gözlerine o kadar yakından bakamazdım. Abim ve Demir ormana doğru avlanmaya gittiler. Kont dedikleri köpek de onları yalnız bırakmayarak peşlerinden gitmeye başladı. Geldiğimizden beri hem heyecanlanıp aynı zamanda başka insanlarla karşı karşıya geldiğimiz için dehşete düşmemiz sebebiyle etrafımı inceleme fırsatım olmamıştı. Gölün arka tarafı büyük bir ormana uzanıyordu. Gördüğüm kadarıyla karaçam ağaçları vardı. Gerçekten tam anlamıyla heyecanımı da yaşayamamıştım. Şu an heyecandan içim o kadar kıpır kıpırdı ki benden çok da beklenmeyecek bir şekilde dans bile edebilirdim. Ölmeyecektik. Suyu bulmuştuk. Gerçekten başarmıştık. Bunun ne anlama geldiğini düşündükçe delirecek gibi oluyordum. Hele de bana susuzluk yüzünden ölen insanların anlatıldığı tasviri düşününce… Sayina dedikleri kız; Demir, abimle beraber ava çıktığı için şimdi de Altay’ın yanından ayrılmıyordu. İkisinden birine yapışık yaşıyordu. Asla yanlarından ayrılmıyordu. Altay ve Demir’in çantası vardı ama onun ait bir eşya görememiştim. Sayina da Altay gibi sarışındı. Boyu çok uzun değildi. Aksine Altay’ın boyu da Demir kadar uzun olduğu için ikisinin arasında ufacık kalıyordu. Demir de ikisinin aksine esmerdi. Aslında çok da esmer değildi. Buğday tenliydi sanırım. Biz Onat abim hariç açık buğday tenli ve koyu kumral saçlıydık. Çok normaldik yani. Pek farklı bir yanımız yoktu. Onat abime gelince, o gerçekten farklıydı. Kızıl saçlı ve çilliydi. Bana göre çok tatlıydı. Abime göre de tatlıydı aslında ama onu kızdırmak için sürekli dalga geçiyordu. Onat abim de ona sürekli küsüyordu. Aralarında böyle süregelen bir ilişki vardı. Göz rengimize gelince şu an burada bulunan yedi kişiden altısının göz rengi kahverengiydi. Tek farklı olanı ise hepimiz biliyorduk. Tam olarak rengi anlamasam da… Özlem ablayla Onat abi bir çadırın kumaşını yere sermeye çalışırlarken kumaşın bir ucundan da ben tuttum. Özlem abla çantaların birinden su çıkardı. Gölden su içemezdik çünkü suyu arıtmadan asla içmeme konusunda bir kuralımız vardı. “Susadınız mı, suyunuz var mı?” diye seslendi Özlem abla bizden çok uzakta ve ayakta duran Altay ve Sayina’ya doğru seslenerek. “Aslında çok az suyumuz kaldı ve burayı bulana kadar onu kullanmak istemedik. Gölden de içebiliriz şu an.” dedi Altay. “Olur mu öyle şey, arıtılmamış su içilmez.” dedi Özlem abla onlara gelin işareti yaparak. Altay yanımıza gelmek istiyordu ama Sayina onu arkasından çekiştiriyordu. Altay onu da zor bela çekerek yanımıza doğru geldi. Altay Özlem ablanın uzattığı suyu içecekken Sayina yine huysuzlandı ve Altay’ın elinden şişeyi aldı. Altay Özlem ablaya şişeyi geri uzatarak “Yabancılara güvenmiyor da.” dedi. Özlem abladan önce davranıp şişeyi Altay’ın elinden alarak bir yudum içtim. “Bak su temiz, güvenli. İçmemeniz için hiçbir sebep yok. Susuzluğun sebep olabileceklerini anlatsam bu suyu şu an kafana dikerdin.” dedim ona uzatarak. Sayina yine almayınca Altay elimden aldı ve sudan biraz içti. Biraz rahatlamıştı. Bizim suyumuzu çok fazla kullanmak istemediği için kana kana içemedi. Bu sefer Sayina’ya uzatınca şişeyi almayı seçti. Bana tekrar baktığında ben de ona gülümsedim. Altay’dan biraz fazla içerek şişeyi bana geri uzattı. Ben de ona tekrar gülümsedim. Her şeyden o kadar çok korkuyordu ki daha fazla korkmaması için gülümseme ihtiyacı hissediyordum. “Otursanıza.” dedi Onat abi yere serdiğimiz çadır kumaşını göstererek. Onat abi yere de oturmazdı, üstünün kirlenmesinden de ayrıca hoşlanmazdı. Yaşadığımız yerleri düşününce komik geliyordu bu fikri çünkü doğada yaşıyorduk zaten. Üstümüzün kirlenmesinden daha doğal ne olabilirdi ki. Yine de dikkatli olmamız gerektiğini söylüyordu. Biz yere oturduktan sonra Altay da oturdu ve yanına Sayina’yı çekti. Özlem abla çok aç olup olmadıklarını sormaya başladı. Çünkü abimlerin bir şeyler yakalayıp aynı zamanda odun da toplamaları gerekiyordu. Ve geldikten sonra da ateş yakıp avladıklarının pişmesi de uzun sürecekti. Altay ne kadar “Zaten birazdan yiyeceğiz, gerek yok.” dese de Özlem abla konservelerden birkaçını çıkarıp neyi sevip sevmediklerini bile sormaya başlamıştı. Sanki şu an burada öyle bir lüksümüz olabilirmiş gibi. Konserveler arasından rastgele iki tane seçip yemeye başladıklarında ne kadar aç olduklarını fark ettim. Altay her ne kadar gerek olmadığını söylese de bir dakika içinde kutularda hiçbir şey kalmamıştı. Sayina da yerken çok tereddüt etmedi. Sonra sessizlik içinde abimleri beklemeye başladık. Aslında Onat abim ve Altay odun toplayabilirlerdi fakat zaten Sayina Altay’ı bırakmazdı. Onat abim de bizi bırakmazdı. Sonuçta hiç bilmediğimiz bir yerde biraz önce yeni tanıştığımız insanlarla beraber oturuyorduk. Özlem abla Onat abinin dizine yatmış dinleniyordu. Onları öyle görünce ben de yorulduğumu yeni fark ettim. İnsan bazen yorulduğunu bile anlamıyordu. Hele de dinleneceği bir diz, bir omuza sahip değilse bunun farkında bile olmuyordu. Göl tarafına doğru baktığım için abimlerin geldiğini Sayina’nın kalkıp da Demir’ e doğru koşuşundan anladım. Birinin ellerinde tavşanlar, diğerinin ellerinde de odunlar vardı ve yanlarında Kont dedikleri köpekle bize doğru geliyorlardı.
Bölümü beğendiyseniz oy verip, kendimi geliştirmem için yorum yaparsanız çok sevinirimm. Instagram: burcuko0
|
0% |