@burjon_
|
BÖLÜM BİR Lansmanda Ortaya Çıkan Bay Ölü Telefonumdaki çalma listesini başlatıp lavabonun üstüne koydum. Taylor Swift- How You Get The Girl çalmaya başlayınca gözlerimi kapatıp kendimi müziğin ritmine teslim ederek sözleri mırıldanmaya başladım. Şarkı ilerledikçe daha fazla dayanamayıp dans etmeye başladım. Müzik damarlarımda akan kandı, dans ise o kanın akış yönünü belirliyordu. Küçükken duyduğum bu yoğun ilgi sadece evde yaptığım küçük gösteriler ve hayallerimin içerisinde sığınıp kalmış özgürlüğüne kavuşamamıştı. Zamanı gelip, hayallerimi yaşamaya başladığımda o küçük Seda için de dans ediyordum. Bana kalsa saatlerce dans ederdim ama şu anki önceliğim bu gece için hazırlanmaktı. Bir spor markasının yeni çıkarmış olduğu kıyafet koleksiyonunu tanıtmak için bir organizasyon düzenleniyordu ve geç kalmaya hiç niyetim yoktu. Bu gecenin davetlilerinden biri de benim de dansçılık yaptığım yer olan Moonlight Dans Akademisi olmuştu. Dans Akademisini temsil edecek birkaç kişilerden biri de bendim. Bunun dışında Influencer ve bazı oyuncular da bu gece davet edilenler arasındaydı. Bu katılacağım ilk etkinlik değildi ama her zaman içimdeki heyecan hep benimleydi. Çünkü yeni şeyler deneyimlemeye bayılan biriydim. Duşa kabinin kapısını açıp içeri girdim. Haziran ayının ilk haftasında olmamıza rağmen hava biraz serindi. Sıcak aşığı biri olarak suyu dayanabileceğim sıcaklıkta ayarlayıp sıcak suyun keyfini çıkartmaya başladım. Çıkmak üzere olduğum zaman kapının sesi duyduğumu sanıp musluğu kapatarak kulak kabarttım. Doğru duymuştum. Beril’in "Seda, sence gümüş küpe taksam nasıl olur?” deyip bir yandan da kapıya ritmik bir şekilde tıklattığını duyunca gülümsedim. Tam cevap verecektim ki Beril’in bağırıp koridor da evi yıkarcasına koşmasını duyunca gülümsemem kahkahaya dönüştü. Birileri Beril’in korkusundan istifade edip bilerek üzerine gidiyordu. Bornozumu giyip kapıyı açtım. Kapıyı açmam ile sıcak su buharları açlıkla kapıdan dışarı süzülüp, soğuk odada gözden kayboldular. Reyna’nın açılan kapının sesini duyar duymaz yeni hedefine doğru koşarak geldiğini görünce karşılamak için çömelip kollarımı açtım. Hızını alamayıp üstüme atlayınca devrilmemek için tek elimle yere tutundum. Dili dışarı da heyecanla etrafımda dönüp duruyordu. Melisa da eğilip köpeği severken yüzü dikkatimi çekti. Gözleri dolmuş, parlıyor ve dudakları titriyordu. Elimi yavaşça omzuna koyduğumda kafasını kaldırmak yerine gözlerini yumup ayağa kalktı. Bir terslik vardı. Sabahtan beri yerinde durmayan kıza bir anda ne olmuştu? Beril’de durumu fark etmiş kapıya yaslanmış ne yapacağını bilmez bir halde bakıyordu. Bir yandan da köpeğin her hareketini dikkatle inceliyordu. Belki ben duştayken bir şey olmuştur diye düşünüp “Ne oldu?” der gibi kaşlarımı çatıp baktığımda omuz silkip başını iki yana sallayarak karşılık verdi. Konuşmadan Melisa’yı kendime çekip sıkıca sarıldım. Sarılmam ile kurumuş göz yaşları geri gelmiş, birkaç saniye içinde ise omzumda hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı. Beril’de yanımıza gelip ikimize sarılmıştı. Bir yandan sırtını sıvazlarken "Ne oldu tatlım, sorun ne?" diye sordum. Melisa sesi ağlamaktan kalınlaşmış bir şekilde "Az önce annem aradı." dedi. Daha fazla bir şey söylemesine gerek yoktu. Babası Polisti ve aylar önce tayinini istemişti. Sonuçların ne zaman geleceği belli değildi ama mayıs sonu veya haziran başı denildiği için hepimiz bu anı bekliyorduk. Daha fazla konuşacak bir şey yoktu. Birbirimizden ayrılacak olmanın burukluğu ile yüzümüze bile bakamıyorduk. İnsanın çok nadir dost diyebileceği birisi vardır. Bazen yanıltıcı olsa da gerçek dost bulduğunda hayatında grilikler renklenmeye başlardı. İşte böyle olan dostlara sahip olduğum için çok şanslı olduğumu düşünüyordum. Kapı açılınca başımı uzatıp baktım. Gelen Tuğçe'den başkası değildi. Çoktan giyinmişti ve harika görünüyordu. Islık öttürerek yanına gidip elinden tutarak etrafında döndürdüm. Krem rengi kumaş pantolon, üstüne mavi çiçek desenli bir korse giymişti. Elinde de pantolonun takımı olan kısa bir ceket vardı. Sarı kısa saçlarının bir yanını örüp, geri kalanını hafif dalgalı yapmıştı. Peri gibi gözüküyordu. "Gözlerimi kamaştırıyorsun peri kızı." deyip gülümsedim. Dediğime karşılık gülümseyip, "Şimdi, bana ayakkabı seçmemiz lazım." dedi. Havaya kaldırdığı iki ayakkabıya baktım. Biri korsesindeki çiçeklerle aynı renkte, diğeri yeşil renkteydi. Sormaya bile gerek yoktu aslında. Mavi sandalet tarzındaki topuklu ayakkabıyı gösterip seçimimi yaptım. Diğer kızlarda seçimimi onayladı. O da aklında onun olduğunu söyleyip koluma tutunarak ayakkabısını giydi. Doğrulup üçümüzün halini fark ettiğinde birimizin bir şey demesini bekler gibi hepimize tek tek baktı. Melisa, “Sonra konuşuruz Tuğçe.” deyip konuşmamak için salona doğru gitmeye başladı. Yarım saat sonra hepimiz hazırlanmış bir halde evden çıkıyorduk. Annem arkamızdan sürekli bir şeyler dediğini asansördeyken bile duyuyordum. Eray ve abim bizim neden bu kadar geç kaldığımızdan ve biz kadınların süslenmesinin- onların tabiriyle – bu kadar uzun sürdüğüne anlam veremediklerinin söylenmeyle karışık nutuklarını sıralıyorlardı. Etkinliğin gerçekleşeceği otele geldiğimiz de bir karmaşa da burada yaşanmıştı. Birkaç dakika ne yapacağımızın mini toplantısını yaptıktan sonra herkes bir yerlere dağılmıştı. Biraz etrafta dolaştıktan sonra onları bulacağımı söyledim ve yanlarından ayrıldım. Etrafa baktığımda tek tük gelenler olduğunu gördüm. Kubilay yine yapacağını yapmış, bize bilerek etkinlik saatini geç kalmamamız için daha erken söylemişti. Otel'in deniz manzaralı arka bahçesinin atmosferi oldukça göz kamaştırıcıydı. Koleksiyonun ana renkleri olan krem, mavi ve mor tonlar bütün dekorasyona yansımıştı. Bazı tanıtım stantları, fotoğraf çekim alanları ve hediyeli yarışma alanları gibi oldukça kapsamlı bir etkinlikti. Gezinirken bazı yerlerde durup hesabıma yüklemek üzere video ve resim çektim. Benim amacım olduğum gibi kalıp sadece dans etmekti ama kendimi birden tanınan biri olarak bulmuştum. Ve bu size bağlı olmuyordu. İşte şimdi buradaydım. Bir anda kendinizi kariyer basamaklarında hızla ilerlerken buluyordunuz. Evet, kolay bir süreç olmuyordu ama ipin ucu bir kere bulunmaya gelmesin gerisi akıp gidiyordu. Bu hızlı süreci kontrol etmek tamamen size kalıyordu. Geri dönmek ise imkânsız oluyordur çünkü çıktığınız her basamak arkanızdan anında yok oluyordu. En ufak hatayla ayağınız kayarsa o boşluğa düşüyorsunuz ve çıkışınız kadar düşüşünüz de çabuk oluyor. Bir anda kameraların odağı olurken kendinizi normal hayatta bulmanız kaçınılmaz olurdu. Derin bir nefes alıp mermer korkuluğa yaslanıp sıkıcı ortama göz gezdirdim elbisemin eteğini düzeltim. Bu akşamki elbisemle Yunan tanrıçası gibi hissediyorum desem yalan olmazdı. Yağ yeşili saten elbisemin bel kısmı kendiliğinden korseli, dizimin üstünde biten ne dar ne de bol olacak şekilde ve sırt kısmında da çapraz şeklinde ipler bulunuyor. Birinin belime dokunmasıyla daldığım düşüncelerden sıyrılıp gözlerimi kırpıştırarak gelen kişiye baktım. İçinde koyu bir sıvı olan bardağı uzatan Serkan vardı. Bardaktaki içeceğe olan tuhaf bakışımı anlayıp konuşmaya başladı. Serkan, "Selam, alkolsüz bir şeyler getirdim. " dedi ve bardağı tekrar uzattı. Teşekkür edip bir yudum aldım ve mermer balkon tırabzanına koydum. Biraz ortamdan ve oradan buradan konuştuktan sonra etrafa göz gezdirerek "Bizimkiler nerede biliyor musun?" Diye sordum. "Bu kadar dekolteli giymen şart mıydı? Yok yani abartı olmuşta." Dediğinde iç çekip gözlerimi devirdiğimde konuşmaya devam etti. “Şaka yapıyorum ve hayır bizimkileri görmedim.” Ortamdaki müzik ve kalabalık sayesinde attığım kahkaha hiç fark edilmedi. Bir elime kolamı alıp diğer elime Serkan'ın koluna girerek insan selinin içinde ilerlemeye başladık. Tanımadığım bir çocuk Serkan'ı durdurup, "İnsan bir selam verir!" Diye bağırdı ortamdaki sesi bastırırcasına. Çocuk esmer, uzun boylu ve biraz yapılı biriydi. Yaşı da en fazla bizden birkaç yaş büyük gibiydi ya da aynıydık. "Kardeşim, kusura bakma bizde daha yeni geldik. Etrafa bakma fırsatım olmadı." deyip devam etti. "Tanıştırayım bu Seda, bizim dans ekibinden. Seda, bu da Aybars, Kubilay’ın kardeşi. " Doğru mu duydum diye şaşkınlıkla bakarken çocuğun elini uzattığını görünce ben de ağır ağır uzattım ve "Tanıştığımıza memnun oldum. "Dedim. Beklemediğim bir şekilde elimi çevirip nazikçe öptü. "Ben de tanıştığımıza çok memnun oldum." Derken oldukça naif, flörtöz bir ifadesi vardı. Beklenmedik hareketi karşısında ne yapacağımı bilemediğim için sadece başımı hafifçe eğerek tebessüm ettim. Serkan ve Aybars sohbete daldığı için bende etrafta tanıdık bir yüz arıyordum ama Aybars'ın bakışlarını üzerimde hissettiğim için odaklanamıyordum. En sevmediğim özelliklerimden birisi de insanların bakışını hissetmek olabilirdi. Çocuk büyük bir soru işaretiydi resmen. Kubilay'la dört yıldır çalışmama rağmen ismi bile çok az geçmişti. Arada sırada hakkında dedikodular yayılıyordu ve ona şehir efsanesi diyorlardı. Acaba ne oldu da birden ortaya çıkmıştı. Yıllardır hakkında birçok dedikodu dolaşıyordu. Bazıları ölü diyor, bazıları hapiste diyordu. Kimse tam olarak bilmiyorken bu kadar dedikodu nerden çıktığı da bir muammaydı. "Benim gitmem lazım, izninizle." deyip arkamı dönüp gidiyordum ki Aybars kolumu tutunca durdum. "Keşke biraz daha kalsaydın." Cevap vermek yerine kolumu elinden kurtarıp yoluma devam ettim. Bu çocukta beni rahatsız eden bir şeyler olduğu kadar kendine çeken şeyler olduğunu hissediyordum. Çocuğun yüzünü çok incelemesem de yakışıklı olduğu inkâr edilemezdi. Etrafa yaydığı enerjisi bile nasıl biri olduğunu belli ediyor denebilirdi. Bu bay gizemli de belalı bir tip havaları vardı. Belki de tüm bu var sayımlar hakkında bilinen ama bilinmeyen dedikodulardan kaynaklıydı. Nereye gittiğimi bilmeden doğaçlama bir şekilde kalabalıkta ilerliyordum ki kalabalığın arasında elimdeki bardakla etrafında dönen Beril'i gördüm. Yanlarına yaklaştığım da beni fark edip hemen el sallamaya başladı. İyice bakınca bizimkilerin hepsi orada toplanmıştı. Tam oraya giderken Eray önümde belirip yolumu kesti ve beni uzak bir köşeye çekti. Eray, "Neredesin Seda ben de seni arıyordum." dedi sarılıp, iki yanağımdan öperken. Dans performansların da genellikle partnerim Eray olur, çoğunlukla da kendi istediğimiz ile eşleşirdik. Uzun süre birlikte dans ettiğimiz için ritimlerimiz birbirini çok iyi tamamlıyordu. Dans ederken uyum sağlamamız ise kusursuzdu ve çiftli danslarda kendimi rahat hissettiğim tek kişi de Eray'dı. Gerçi ilk tanıştığımızda birbirimizi çok sevmemiştik ve bu da danslarımıza çok yansıdığı için Kubilay birbirimize alışmamız için gece yarılarına kadar akademide kalmamız için çok şey yapmıştı. Birkaç ay sonra çok sıkı arkadaş, harika partner olmuştuk. Bir de arkadaş grubumuzdaki Ece'yle sevgiliydi. Hepimiz aynı işi yaptığımız için aramızda hiçbir sorun çıkmıyordu. "Asıl siz neredesiniz? Bende sizi arıyordum. Telefon ile arayacaktım ama duymazsın diye aramadım." Dediklerimi duymazdan gelip kulağıma doğru eğilerek "O konuştuğun çocuk kimdi?" diye sordu. İkimiz de omzumuzun üstünden Aybars'a baktık. Elindeki şampanya bardağını sağ sola çevirip duruyordu. Yanına bir kız yaklaşınca kıza bakıp kaşlarını çattı ve bir şeyler söyledi. Her ne söylediyse kız memnun olmamış bir şekilde oradan ayrıldı. Bundan ne çıkaracağımdan emin değildim. Dikkat çekmemek için hemen önüme döndüm. "Kubilay'ın kardeşiymiş. Adı Aybars." dedim. Eray, bu dediğimi beklemiyormuş gibi kaşları yukarı kalkıp tekrar ona doğru dönerek bir daha baktı. "Emin misin Seda?” "Ben de çok şaşırdım, "dedim omzumu silkip. "Serkan tanıştırdı bizi, o nereden tanıyor ben de anlamadım." "Çocuğu ölü sanıyordum, demek yaşayan gerçek bir kardeşi varmış." "Bugün Serkan ile hiç konuşmadınız mı?" "Hayır, dünden beri kimse görmemişti." "Çok tuhaf." dedim. Bende bu durumdan şüphelenmiştim. Dünden beri haber alınamayan çocuk birden dört yıldır sadece varlığını bildiğimiz, ismi bile belli olmayan çocukla ortaya çıkmıştı. "Aybars'tan uzak dur. Gözüm hiç tutmadı." Onaylarcasına kafamı sallayıp Beril'in yanına doğru ilerledim. Eray benimle gelmek yerine kalabalığın arasına karıştı. Etrafta çok fazla ses vardı. İnsan kalabalığından çok oluşan sesler yer kaplıyordu. Deniz tarafında kadınlar şık elbiseleriyle pozlar verip resim çekiliyor, kahkahalar ile gülüp eğleniyorlardı. Süs bir yaşamdı zenginlik. Bunu bir kez daha anlamıştım. Gece neredeyse bitmek üzereydi ve ben yorgunluktan ölüyordum. Başım ise çok ağrımaya başlamıştı. Bu işkenceye daha fazla katlanamayacaktım. Eve gitmek için can atıyordum. Bizden herhangi birine haber vermek için oturduğumuz masaya doğru ilerlemeye başladım. Masada sadece kızlar kalmıştı. Etrafa baktım ama çocukları göremedim. Ece neye baktığımı anlamış olacak ki "Nereye gittiklerini bizde bilmiyoruz," dedi omuz silkip "Erkekler işte, bir şeyler mutlaka bulurlar." "Özellikle bizimkilerse her şey olabilir." dedim yavan bir gülümsemeyle. Tuğçe, "Görkem özellikle etrafta aç kurt gibi dolanıyor." Dedi sarı rengi saçıyla oynarken. "Kaç kızla konuştuğunu sayamadım." Sandalyeye oturmamış, âdeta yığılmıştım. Ayaklarım ise acıdan feryat ediyordu. Etrafa göz gezdirdikten sonra daha fazla dayanamayıp ayakkabılarımı çıkarttım. Sonunda ayaklarım özgürlüğüne kavuşmuştu. Önümde duran yarım pasta dilimi ağzıma atıp "Bu enfös birşöy." Dediğimde dördü de öyle bir gülmeye başladı ki arka masamızdaki kadın dönüp ters ters baktı. Kızlar gülmekten bir konuşup bir susuyor, cümlesini bir türlü tamamlayamıyorlardı. Ağzım da kocaman pasta parçasıyla komik göründüğümün farkındaydım ama bu pasta gerçekten enfesti. Kreması, keki çikolatalıydı ve içinde damla çikolataları vardı. Resmen lezzet bombası ağzımda patlıyordu. Daha ne olduğunu anlamadan gözümde bir flaş patladı. Hem korkudan hem de şaşkınlıktan otobanda araba farı görmüş tavşan gibi baktığıma emindim. Bu ani resim sonrası kızların gülmesi krize dönüştüğü için sinirlerim bozulmaya başlamıştı. Kaşlarımı çatıp, işaret parmağımı onlara sallayarak, "Gölüncek börşöy yok.O fötoğrafı da sölöcksiniz."dedim tehditkarca. Beril, "Bence baya komik değil mi kızlar? Hem fotoğraf çok güzel oldu." dedi ama gülmekten çok konuşamıyordu. Tuğçe, "Pastayı boş verin. Seda'nın içi pasta dolu yanakları daha güzel değil mi?" Sonunda ağzımdaki pastayı bitirdim ve adeta üstlerine atlayıp telefonu almaya çalıştım. Ben elimi uzattıkça onlar çekiyordu. Telefon Ece'deydi ve kolunu yukarı kaldırıp beni daha da oynatıyordu. Birden telefon Ece'nin elinden alınınca hepimiz kafamızı yukarı kaldırdık. Aybars elinde telefonla başımızda dikiliyordu. Hayır, o resmi göremezdi. Ani bir şekilde kalkınca ayağım takıldı ve kendimi Aybars'ın kollarına sımsıkı tutunurken buldum. O da tek eliyle belimden tutuyordu. Eli açık sırtımdaki tenime değdiği an saç diplerime kadar ürpermiştim. Adeta kor bir ateş tarafından derim dağlanıyor gibiydi. Yanıyordum ama yakmıyordu... Sanki aşk filminden bir sahne çekiyorduk. İki aşık değil, iki yabancıydık. Zaman durmuş, etraftaki sesler susmuştu. Odağım da sadece Aybars'ın yüzü vardı. Elinin altındaki ürpertimi hissetmiş olacak ki kibarca beni bıraktı. Gözlerimiz birbirimize kilitlenmiş bir şekilde ne kadar kaldık bilmiyorum. Zaman durmuştu sanki. Kızlar hafifçe öksürünce kendime geldim. O da gelmiş olmalı ki hemen ensesini kaşıyıp etrafa bakındı. Telefon aklına yeni gelmiş gibi eline bakıp kaldı. Sanki fotoğrafa bakıp bakmamakta kararsız gibiydi. Gözlerime izin ister gibi arayışla bakıyordu ama ben hiçbir tepki veremiyordum. Bakışlarımı kaçırıp boğazımı temizledim ve uzaklaştım. Birkaç adım uzaklaşmış olsam, ona bakmasam bile varlığı üzerimde bir yağmur yüklü bulut gibi duruyordu. Telefon ekranında gözleri flaştan ötürü kocaman olmuş, şapşal gibi bakan bir surat ve ağzındaki koca pasta diliminden dolayı yanakları şişmiş bir surat vardı. Rezil olmuştum. Resim gerçekten çok komikti ama utançtan o yönünü düşünemiyordum. Aybars ise merakına yenik düşmüş olacak ki katıla katıla gülmesiyle kendime geldim. Bu hali sinirlerimi bozmuştu. Elinden telefonu bir hışımla alıp masaya koydum. Aybars, gülmelerinin arasından "Bu resmi çerçeveletip bizim mekâna asmak istiyorum. "Demeyi başarmıştı. Ben ise gerisini dinlemeden çantamı ve ayakkabılarımı aldığım gibi otele doğru hızla ilerlemeye başladım. Utançla karışık sinir tüm vücuduma virüs gibi yayılıyordu. Kolumu tutmak isteyen elinin rüzgarını hissetmiştim. Hızlı ilerlediğimden vaktinde tutamamıştı. Yüzüne bakamazdım da yani bir süre. Nereye gittiğimi bilmeden insanların arasından kıvrıla kıvrıla hızla ilerliyordum. Her zaman eğlenmesini bilen, kim ne der demeden yaşamaya çalışmıştım bu sayede. Kim ne der diye yaşasam da hatta bu his içimi bir fare gibi kemirse de elimden geldiğince çılgınlığımla o fareyi kısa süreliğine kendimden uzaklaştırıyordum. Diyeceğim o ki az önce yaptığım şey benim için çok eğlenceli bir şeydi fakat o kadar gülünmesi yanlış bir şey yaptığım izlenimi vermiş, kendimi kötü hissetmeme neden olmuştu. Merdivenlerden çıkarken Tuğçe’nin adımı söyleyerek koşturduğunu duydum. Kaçış yoktu, elbet bana yetişirdi. Gözlerimi devirip trabzana yaslandım. Tuğçe, koşmaktan nefesi kesilmiş bir şekilde, “Sana yetişeceğim diye canımdan oluyordum." Dedi. Bir yandan ayakkabılarımı duvara tutunup giyerken, "Sinirlerim bozulmuştu.” deyip omuz silktim. Bir türlü dengemi kuramadığım için zor olsa da giymeyi başarmıştım. "Neyse, sessiz bir yer bulalım mı?" Dediği esnada diğer kızlarında geldiğini gördüm. Melisa konusu henüz konuşmadığımızı fark edince başımla sorusunu onayladım. Çocukları da çağırdıktan hep beraber durumu konuştuk. Daha sonra birlikte geçirdiğimiz o güzel anıları tek tek anlatınca ortamda ölüm sessizliği oluşmuştu. Havada vedanın soğuk burukluğu hakimdi. Bir an olduğumuz yeri unutmuş boşluğa dalmıştık. Etkinlik artık tamamen bitmiş, önümüzden geçip giden insanlar da kalmamıştı. Biz de eve gitmek üzere ayaklanmıştık ama bir sorunumuz vardı. Tek arabaya sığmayacak kadar kalabalıktık ve abim -sadece getirme görevini üstlenip dönüşte ortadan kaybolmuştu. Orta yolu bulduğumuz da herkes gitmiş, Tuğçe ve ben taksinin gelmesini bekliyorduk. Beklemekten sıkıldığımda ikimize kahve alacak bir yer bulduğumda dışarı da içmeyi teklif ettim ama o burada kalacağını, benim istersem gidebileceğimi söylediğinde ısrar etmedim. Kapıyı açmam ile denizin yosun ve iyot kokusu burnuma doldu. Denizin kokusunu seven pek yoktu ama bana iyi geliyordu. Ruhumu arındırıp rahatlatıyordu. Denize bakmak bile huzur veriyordu. Sanki mıknatısın bir parçası ben, bir parçası da denizdi. Akşam karanlığında simsiyah bir çarşaf gibi olsa da oradaydı. Kokusu ve orada olma hissi yeterliydi. Gözlerimi kapatmış dalgaların sesini dinlerken arkamdan gelen bir erkek sesiyle istemsiz çığlık attım. Boş bulunmuştum. "Demek Külkedisi buradaymış. " Gözlerim fal taşı gibi açılmış Aybars'a bakıyordum. Onun olduğunu anlamam birkaç saniye sürmüştü Ellerini havaya kaldırdı ve birkaç adım geri gidip "Tüh, korkuttum." dedi gülerek. "Korkutmadın, ödümü patlattın." "Ödün patlasa şu an ölmüştün, “dedikten sonra tam karşımda duracak şekilde balkon duvarına yaslanıp, ellerini ceplerine koyarak devam etti. “İnsan vücudunda gerçekten öd torbası diye bir şey var ve patlarsa içindeki zehirden ölürdün." "Ah, demek gizemli kardeş doktormuş." "Hayır, değilim. " Az önceki neşesi gitmiş, ciddileşmişti. Boğazını temizleyip ensesini kaşıdı. Bu hareketi ikinci yapışıydı. Bu hareketi kesinlikle gergin olduğu zamanlar yapıyordu. Benim kaşlarımı çatıp, gözlerimi kısarak bakmamı anlamış olacak ki konuyu değiştirmek için başka bir şeyler söyledi. "Özür dilerim, pasta olayında amacım seni utandırmak değildi. Şimdi de korkuttum. Eder iki özür. Eğer rahatsız ediyorsam gidebilirim." Başımı iki yana sallayıp, "Önemli değil, sana haksızlık etmiş olabilirim ama hiç tanımadığım birisisin sonuçta." "Her yeni tanıştığına bu kadar ters mi davranırsın? "Tam olarak öyle değil," Deyip kahvemden bir yudum aldım. "Ben sadece yakın olduğum kişilere samimiyim. Dışarıdan görenler çok soğuk ya da sert biri olduğumu söylerler ama hiç de öyle değilimdir." "Aslına bakarsan ben de öyleyim." dedikten sonra elini uzattı, "O zaman baştan alalım mı? Ben Aybars Erge." Bende elimi uzatıp elini tuttum ve "Tanıştığıma çok memnum oldum. Ben de Seda Buket Beder." Deyip gülümsediğim de gülümseyerek karşılık verdi. Denize bakmasını fırsat bilip kaçak kaçak bakışlarla yüzünü inceledim. Benden çok uzun sayılmazdı. Benim başım onun çenesinin altına geliyordu. Geniş omuzlu, yapılı bir vücudu vardı. Yüz hatları ise yumuşak ve yuvarlak çene yapısı vardı. Hoş æçocuk denebilirdi aslında. Nedenini bilmediğim bir nedenden kötü biri gibi hissediyordum. Bu hissim de içten içe haksız olmak istiyor olabilirdim. Bana dönüp, "İncelemen bittiyse konuşmaya geçelim mi? " deyince ne yapacağımı bilemez bir halde yerimde kıpırdanıp bakışlarımı başka yere çevirdim. Hassas bir yapım vardı bu yüzden utandığım da anında yanaklarım pespembe olur, ateş basardı. Bunu fark edince gülümsedi. "Utanılacak bir şey yok. İstediğin kadar inceleyebilirsin." "Dört yıldır neredeydin? Neden şimdi ortaya çıktın? Ve en önemlisi sen kimsin?" diye bütün sorular ağzımdan birden çıkmıştı. Kendimi durdurma fırsatı bulmadan bütün sorular ağzımdan dökülmüştü. Dudaklarımı ısırıp kendimi durdurdum. "İlk soru gayet basit, tehlikeli şeyler yapıyorum. Herkesin bilmemesi gereken şeyler. Abimi bu konuda çok sıkı tembihlemiştim. Ne kadar az kişi bilirse o kadar iyi. "dedi yüzüme bakmadan. Tehlikeli işler mi? Bir sürü tehlikeli şeyler vardı. Benim de aklıma en kötüleri geliyordu. "Tehlikeli işler mi? Ne olur seri katil olduğunu, benim de sıradaki kurbanın olduğumu söyleme," dedim biraz ortamı yumuşatmak için. "Ah, montunun cebinde bir bıçak var ve onunla boynumu kesip beni balkondan aşağı atacaksın. Böylece cesetten kolayca kurtulacaksın.” Hepsini taramalı tüfek gibi arka arkaya sıralamıştım. Aybars ise her kelimem de daha çok gülüyordu. Aybars, elini karnına koyup "Lütfen dur yoksa katil olan sen olacaksın. "dedi. "Ne yani katil değil misin?" dedim gözlerimi kısıp baştan aşağıya süzerken. "Ben araba yarışları yapıyorum. Arada bahisler ve kumarlar da oluyor, "dedi. "Bir de kafes dövüşleri var ama ben ona çok bulaşmıyorum. Sadece tutkum arabalar." "İşte şimdi ilgimi çektin,” dedikten sonra kollarımı göğsümde bağladım ve dikkatle dinlemeye başladım. Bana bunları neden anlamasam da anlatmaya devam etmesini istiyordum. “Mutlaka bahislere de katılıyorsundur. Sonuçta araba yarışları da yasal bir şey değil mi?" "Evet, maalesef. Birden ortaya çıkmamda iki ay önce büyük bir kaza yapmış olmam. Biraz oradan uzaklaşmam lazımdı. Hastaneden ise daha yeni çıktım." Bunu deyince yüzünü daha dikkatli inceledim. Yüzünde herhangi bir yara yoktu. Etrafında dönüp ışığın daha çok yansıdığı yönden bakınca aradığımı bulmuştum. Alnının sol köşesinde bir dikiş izi vardı. Vücudunda ise bir şey gözükmüyordu. Ne diyeceğimi bilemediğim için sadece yüzüne bakabiliyordum. Zaten o da bunun farkında olmadan konuşmaya devam ediyordu. "Kaburgalarım da iki tane kırık ve birkaç zedelenme var. Ben ucuz kurtardım ama arkadaşım araba kapısının üstüne oturup etrafı kameraya alıyordu. Birden dikkatim dağıldı ve önümüzdeki arabaya çarptım. Arkadaşım ise zaten tehlikeli bir konumda olduğu için kazadan en çok yarayı o aldı. Hâlâ yoğun bakımda." "Ben...Ben ne diyeceğimi bilmiyorum. Çok üzüldüm. " "Seninle konuşmak güzeldi pastacı kız. Umarım bir daha görüşürüz." Deyip cevap vermemi beklemeden arkasını dönüp gitmeye başladı. Duymayacak olması bildiğim halde "Görüşürüz arabacı çocuk." Dedim.
|
0% |