Yeni Üyelik
2.
Bölüm

3 | Yargısız İnfaz

@burjon_

Bölüm İki

Yargısız İnfaz

Lansman gecesinin üstünden iki gün geçmişti ve ben o günden beri sersem gibi geziyordum. Kafamı bir türlü toparlayamıyordum. Bunun en büyük sebebi de tabii ki arabacı çocuktu. Bir türlü aklımdan çıkmıyordu. Ortadan kaybolması ortaya çıkması kadar aniden olmuştu. Bazen onu kafamda uydurduğumu düşünüyordum. Kızlar pasta olayını konuşup gülmeseler buna inanabilirdim. Ne yazık ki arabacı çocuk gerçekti ama ortadan yok olmuştu. Hem de hiçbir iz bırakmadan... Ne zaman geri döner kim bilir ya da döner miydi? Ve en önemlisi ben dönmesini istiyor muydum? Keşke bilseydim. Melisa da o günden beri telefonlarıma bakmıyordu. Sanki herkes bir anda yer yarılıp içine girmişti.

Bir anda otobüsün ani fren yapmasıyla gözlerimi açıp panikle etrafa bakındım. Daha beş durak olduğunu anlayınca tekrar başımı cama yasladım. Saat sabanın yedisiydi ve ben bu saatte uyanmaktan ve okula gitmekten nefret ediyordum. Keşke leş gibi ter kokan, gürültülü ve rahatsız otobüs koltukları yerine mis gibi yumuşatıcı kokan sıcak yatağımda olsaydım. Ama yapacak bir şey yoktu.

Okula geldiğim de kartımı turnikeye okutup içeri girdim. Aslında okul bitmişti ama proje teslimi için son gündü. Bu yüzden mecburen gelmiştim. Kafenin önünden geçerken biri bana seslenince durup bir baktım. Yasemin gülerek el sallıyordu, bende gülümsemesine karşılık verip rotamı yanlarına doğru çevirdim.

Yaklaşık üç buçuk saat sonra projemi başarılı bir şekilde teslim edip okuldan çıkmış, durakta otobüsün gelmesini bekliyordum. Haziran ayının ılık rüzgârı mis gibi çiçek kokularını taşıyordu. Hava dingin ve huzurluydu, kuşlar cıvıldıyordu. Şehrin ortasında arabaların egzoz kokularına maruz kaldığımız için en ufak rüzgâr kokusu bile beni rahatlatıyordu.

Durakta beklerken şöyle bir etrafıma bakındım; biri sigarasını içerken uzaklara dalıp gitmiş, düşüncelerde kaybolmuş gibiydi. Kim bilir ne düşünüyordu. Bir diğeri telefonda hararetli bir kavga yapıyordu, onun yanında oturan küçük çocuk bile hayattan yorulmuşçasına suratı asık, boş boş yere bakıyordu. Her türden, farklı görünüş ve yaşta insanlar olsa da ortak noktaları hep aynıydı; mutsuzluk...

Yaseminin kolumu dürtmesiyle kendime geldim. "İşin yoksa sen de bizimle alışveriş merkezine gelsene"

"Çok isterdim fakat stüdyoda çekim günümüz. Oraya gideceğim."

"Tamam, o zaman başka zamana diyelim."

Başımı sallayıp dediğini onayladıktan sonra yola bakıp otobüsün gelip gelmediğini kontrol ettim.

"Sen ne yaptın iş bulabildin mi?"

"Yok be, nerden bulacağım." Deyip iç çektikten sonra ayağının ucuyla yerdeki olmayan şeyi dürttü. “Ama bulmam lazım, biliyorsun.”

"Ben bugün Kubilay'la bir konuşayım belki o bir şeyler ayarlar."

"Ya sen bir tanesin!" deyip bana sımsıkı sarılıp yerinde zıplıyordu. Bu kız cidden deliydi Otobüsüm geldiğinde vedalaştık.

İşte Moonlight Dans Akademisi karşımdaydı. Bir tekstil fabrikası iken ilerleyen zamanlarda kapanmış, kaderine terk edilmiş. Şimdi ise devasa bir dans akademisiydi. Konumu ormanlık bir arazi yerine şehrin içinde olduğu için herkesin dikkatini çekecek bir konumdaydı. İlk günden beri Kubilay Erge' nin yönetiminde olan bu dans akademisi birçok başarıya da imza atmış, adını duyurmuş bir yerdi. Faaliyetleri ise oldukça kapsamlıydı.

Bahçe ve çevresi ayrı bir büyüleyici bir ortamdı. Oralara zamana geldiğinde değinirdim. Şimdi içeriye girip çekime yetişmem lazımdı. Giriş kısmı o kadar büyük ki her türlü aktivite alanı vardı. Kapının sağ tarafında büyük bir oyun alanı vardı, sol tarafta ise Friends dizindeki Central Perk kafesinin mini versiyonu vardı. İki alanın ortasında yer alan koridor giyinme odaları, duş odaları, spor salonu ve her dans türü için özel odalara çıkıyordu. Koridorun sonu ise çekimlerin yapıldığı en büyük dans stüdyosuna çıkıyordu. Üst kat ise Kubilay hocanın ofisi ve toplantı salonlarından oluşmaktaydı. Bir de kostüm odası vardı ama onlar zemin kattaydı.

Daha fazla oyalanmadan stilistten kıyafetimi alıp giyinme odasına geçtim. Birkaç kız koyu bir dedikoduya dalmıştı. Kendimi tutamayıp kulak misafiri oldum. Sadece yeni sezon çıkan kıyafetlerin dedikodusu olduğunu anlayınca işime devam ettim. "Önemsiz bir konuymuş" dedim sessizce.

Üstümü değiştirip dışarı çıkmak için kapıyı açmam ile dans salonundaki kargaşa sesleri üstüme hücum etti.

Haftada bir çektiğimiz dans videolarını çektiğimiz günler büyük karmaşa oluyordu. Kubilay'ın kameramanlara bağırdığı buradan duyuluyor, ses denemeleri için şarkı bir açılıp bir kapanıyordu.

Bu haftaki konseptimiz High Heels türünde danstı. Dans grubu, bir örnek siyah şort, siyah askılı bluz üzerine de ördek başı yeşili bir tül bluz giymişti.

Ayakkabımın tokasını ayarlarken Lara Hoca ellerini çırparak içeri girdi, "Haydi başlıyoruz! Bu harika koreografı için Aylin'e teşekkür ederiz. Daha önceden de konuştuğumuz gibi iki kişi önde, iki kişi arkada olmak üzere dört kişilik beş grup olacak. Her grup kendisine ayrılan sürede koreografini yapıp kenara çekilecek. Anlaşılmayan bir şey yok sanırım değil mi?" dedi. Herkesi tek tek kontrol etti. Kimseden ses çıkmıyordu. "Güzel, öyleyse ilk grup yerini alsın. Çekime son yirmi saniye!"

İlk grup hiç sorun çıkarmadan tek seferde tamamlamıştı. Sıra bana yani ikinci gruba geldiğinde benden istenildiği gibi ön tarafta yerimi aldım. Yere oturup dizlerimi kıvırdım ve bacaklarıma sarılıp müziğin başlamasını bekledim. Her şey çok iyi gidiyordu. Bir yandan hocalar ritimleri söylüyor, bir yandan diğer öğrencilerde alkış tutuyordu. Bir ara ayaklarım birbirine takılır gibi oldu. Düşmemek için büyük çaba sarf edip bir şey olmamış gibi devam ettim. Kimseden ses çıkmadığına göre fark edilmemişti.

Az önce olandan dolayı canım sıkılmıştı. Çok büyük bir sorun olmasa da benim kafama takılmıştı. Ne kadar kötü olursam olayım dans etmeye başladığım an kendimi bir boşlukta buluyor, tek odağım müzik ve dans oluyordu. Şimdi bir çift gözün gözlerime değen bakışlarıyla kendimi kaybetmiştim. Aklıma geldikçe adeta kalbim sıkışıyordu. Ben orada lacivert denize aşkla bakıp nefes alıyorken çıkıp gelmiş, kahverengi gözleriyle nefesimi kesmişti.

Çekim tamamlandığında etrafta boş boş dolaşıp duruyor, benimle konuşanlara cevap vermek yerine başımla onaylıyordum sadece. Gözlerim bizimkileri aramaya başladı. Görkem ve Eray'ı görünce hemen onların yanına gittim. Kimseye bir şey belli etmemek için ikisinin de eline vurup güldüm.

Görkem, "Seda, harikaydın," deyip bana tek koluyla sarılınca ben de sımsıkı sarıldım. Şu an çok ihtiyacım vardı. “Gözümü alamadım.”

"Teşekkür ederim canım."

Eray, "Seda, hazır yorgunken üstüne bir de antrenman yapsak nasıl olur?" Derken ben de bir şeyler olduğunu anlamış gibiydi.

"Fena fikir değil." Deyip omuz silktim ve hep beraber spor odasına doğru gitmeye başladık.

Eray, "Daha sert vur!" diye bağırıp ayağımı ayağıyla çekip yere sırt üstü yere düşmeme neden oldu. Bilmeme rağmen, dövüş sporlarında kibarlığa yer olmadığını bir kez daha anlamıştım. İnleyip kıvranırken Görkem’in kalkmam için bağırdığını duyuyordum. Benden bir hareket göremeyince söylene söylene dışarı çıktı.

Ayağa kalkıp bir hırsla bağırıp karnın altına sert bir yumruk attım. Eray, beklenmedik hamleyle sendeleyip gardını düşürse bile anında toparlanıp bir yumruk savurunca eğilip, etrafında döndükten sonra ellerimi yüzüme siper ettim. Yüzündeki gülümsemeye bakarsak istediğini vermiş olmalıydım. Keyifle gülerek karşılık verdim ve özel şovum için yerimde zıplayıp sıçradıktan sonra havada bir tekme savurdum. Eray, maalesef geç atağa geçtiği için yere düşmesi sert ve kaçınılmaz olmuştu. Elimi uzattığım da hemen tutup ayağa kalktı. Maçın kazananı belliydi.

Ne kadar süredir burada olduğumuzu bilmiyorum ama cayır cayır yanan kaslarıma bakılırsa epey zaman geçmişti. Az önceki halimden eser kalmamıştı. Bir anda yanan ateş çok büyümeden sönüp gitmişti. Aybars içimde öyle ufak bir ateş yakmıştı ki zamansız harlamalarla coşuyor, ardından hızla sönüyordu. Eldivenli ellerimi gözlerime kapatıp yerde solucan gibi kıvranmaya başladım ama Eray ayağı ile beni dürtüp duruyordu.

Tepemde dikildiğini tam gözümün içine giren ışığın kırılmasıyla anladım. Kollarımla yüzümü iyice kapatıp ona bakmamaya çalıştım. Bu konuda tam bir umutsuz vakaydım. Eray boks yapmaya geçen sene takmıştı ve bizim erkekler ile antrenmanlar yapıyorlardı. Bir yerden sonra benim de ilgimi çekmiş ve bana ders vermelerini istemiştim. Beni bir ay boyunca haşat etmişlerdi ve devam da ediyorlardı. Diğerleri bir yerden sonra umutsuz vaka olduğumu düşünüp bırakmış iken Eray çok inatçıydı bu yüzden sabırla bana ders veriyordu.

Birazdan gelecek olan azarlara kendimi hazır hissedip kollarımı yüzümden çektim. Elindeki lapaları çıkartıp ringin bir köşesine attı. Kollarımdan tutup kolaylıkla beni ayağa kaldırdı.

"Aklın bir karış havada. Neyin var?"

"Bir şeyim yok." Diye mırıldandım boks eldivenlerimi çıkartırken. Yüzüne göz ucuyla baktığımda inanmadığı belliydi. Şüphelenmekte haklıydı çünkü büyük bir yalandı.

"Seda, bana yalan söyleme. Danslarda bile tökezliyorsun."

"Yeni koreografi düşünüyorum." Dink! Yalanlar listesine bir tane daha eklenmişti. Üstüne üstlük dans sırasındaki tökezlememi de fark etmişti.

Espri yapmışım gibi birden gülmeye başladı. Yerden lapaları ve boks eldivenlerini topluyordu. Bense çoktan ringden çıkıyordum. Tam merdivene ayağımı basmıştım ki kolumdan tutup beni durdurdu.

"Sorun, ne olduğu belirsiz o çocuk değil mi?"

Cevap vermek istemediğim için kolumu çekip aşağı indim. Ringin sağ tarafında yer alan bankın üzerindeki suyumu alıp tek nefeste şişeyi yarıladım. Kalan yarısını ufak çantama koyup, çantayı da omzuma attım. Bu süre zarfında Eray'ın gözlerinin üzerimde olduğunun farkındaydım. Kapıdan çıkarken arkamı dönüp baktığımda başını iki yana sallayıp başını başka yere çevirdi.

Hızlıca duşumu aldıktan sonra soyunma odasına çıkan kapıyı açtım. Soyunma odasının kapısından kızların gülüşmeleri duyuluyordu. İçeri girdiğimde sesler kesilmiş üç çift göz bana bakıyordu. Orta kısımda yer alan masa da Gözde, Aylin ve Ceyda oturuyordu. Bu üçlü kız herkesçe pek sevilmezdi. Gözleri benim üzerimde bir şeyler konuşuyorlardı ve konuştukları şeyin benim hakkında olduğunu anlamak çok da zor değildi.

Dolabın kapağını çarparak kapattım ve "Yine neyin dedikodusunu yapıyorsunuz?" dedim. Hepsi çarpan dolap kapağından sıçrayıp sustular.

Tam karşımda duran Gözde kollarını masaya koyup öne çıkıp, "Ece'nin aldatıldığını konuşuyorduk." Dedi.

Daha ağzımı açıp bir şey diyemeden arka taraftan bir ses geldi. Ece dolapların ikinci sırasının arkasından çıkıp yanımda durdu. "Ne saçmalıyorsun." dedi.

Ben Ece'nin burada olduğunu bilmiyordum. Bilseydim konuyu açmazdım. Bu kızlar dedikodu yapmaya bayıldığı gibi iftira atmaya da bayılıyorlardı. Bunun yalan olma ihtimali çok yüksekti ya da yanlış anlamadan ibaretti. Boş yere olay çıkartıyorlardı. Ece'de çabuk sinirlenen biri olduğu için bu iyi bir durum değildi. Kolunda çekiştirip boş vermesini söylüyordum ama beni duymuyordu.

"Bunu yanındaki dost bildiğin kişiye sor bence." diye karşılık veren Gözde'ye kaşlarımı çatarak baktım.

Ne saçmalıyordu bunlar? Benim Eray ile olduğumu düşünüyor olamazlardı. Kalbim davul gibi güm gümdü, ellerim terlemeye başlamıştı. Ne kadar yalan olduğunu bilsem de bir panik dalgası vücudumu sarmıştı.

"Ne demek istiyorsun?” dedim merakla.

Aylin, "Duydunuz işte, boks dersleri bahane. Birlikte zaman geçirmek için yapıyorsunuz."

"Böyle bir şey yok" desem de Ece'nin aklıma girmişti bir kere, şu an gözü bir şey görmez durumdaydı. “Ece, her zaman olan şeylerden bahsediyorlar. Bunu çok iyi biliyorsun.”

Aylin, "İsterseniz fotoğraflı kanıtımız var" diye telefonunu masanın üstüne bıraktı. Ece hiç tereddüt etmeden alıp ekrandaki fotoğrafa bakarken kafamı başka yere çevirdim.

Bir anda sesler boğuklaşmaya, uzaktan gelmeye başladı. Etraf puslu gibiydi net göremiyordum. Hayır, Seda ağlamak yok. Sen masumsun, her şey iftiradan ibaret. Ağlamamak için zor tutuyordum kendimi. Benim en zayıf özelliğimde buydu; sinirlenince ya da bu tarz şeylerde hemen ağlamaya başlar, kendimi savunamazdım. Sadece boş boş bakardım çünkü ağzımı açsam ağlayacağımı biliyorum.

Aylin'in elinden telefonu kapan Ece üzerine bornozunu geçirip hızla kapıdan çıkıp gitmeye başlayınca ben de peşinden gitmek üzere hareketlendim.

"Ece, ortada bir yanlış anlaşılma var." Deyip kolunu tutmaya çalıştım ama hızla çekti.

Ece, "Hep öyle derler!" diye bağırıp deli gibi koşturuyordu. “Eray!”

Eray dans salonunda son denemeler için bizimkiler ile çalışıyordu. Ece'yi görünce yüzünde ışıklar saçarak bize doğru hareketlendi. Onu uyarmak için kafamı iki yana salladım. Tabi ki anlamadı. Herkes az sonra kopacak olan kıyametten habersiz kendilerine düşen işleri yapıyordu.

Eray, "Aşkım neden bu hal..." Dedi ama yanağına inen tokat yüzünden cümlesini tamamlayamadı.

Tokat sesi müzik olmasına rağmen odada yankılanmıştı. Bütün meraklı gözler işlerini bırakıp yeni olaya bakıyordu. Ece ise Eray'a vurup bağırmaya devam ediyordu. Ne olduğunu anlamadığı için o da şoktaydı.

En sonunda kollarından tutup kendinden uzaklaştırırken "Ne oluyor Ece? Beni herkesin içinde rezil etme sebebin nedir?" Diye sordu.

"Bir de soruyor musun? Seda ile beni aldattığını biliyorum!" diye bağırıp sonunda gözyaşlarını tutamayıp ağlamaya başladı. "Bunu bana nasıl yaparsın? Hele sen Seda, sen benim en yakın arkadaşımdın. Bana bunu nasıl yaptınız?"

Bu son söylediği tokattan daha büyük etki yaratmıştı. Bana tokat atsa bu kadar canım acımazdı. Dediklerinde hiçbir gerçeklik olmasa da kötü olmuştum. Üstelik etrafımız da bir kalabalık toplanmaya başlamıştı. Her kafadan bir ses, bir eleştiri çıkıyordu. Odakları Ece değil, ben ve Eray olmuştuk. Herkes beni yuhalıyor üstüme geliyordu. Kendimi tutamayıp ağlamaya başladım. Bir insanı dinlemeden etmeden hüküm verip suçlu ilan etmişlerdi. Beni savunanlar beni kalabalığın elinden almıştı ama ne fayda bana karşı olan grup daha kalabalıktı.

Whatsapp grubuna bir mesaj gelince kısa süreliğine gözler üstümden kalkmış oldu. Fakat bu fotoğraf olayları daha da körüklemiş, yangının büyümesine sebep olmuştu. Beril ve Görkem beni iki kolumdan tutup götürüyorken bir erkek sesi odada yankılandı. Herkese bu yeni sese doğru ilgi oklarını attı.

Yanlış görmüyorsam salonun kapısında dikilen Aybars'tan başkası değildi.

"Ne oluyor burada!" diye bağırıyor, kalabalığı yararak geliyordu ve şimdi tam karşımda duruyordu. Daha ne olduğunu anlamadan Aybars bana sarılırken kulağıma “Bana ayak uydur tamam mı?" diye fısıldadı.

O an doğru düzgün karar vererek durumda değildim sadece kafamı salladım. Elimi tutup kalabalığa döndü. "Eğer sevgilime bir daha böyle iftira atacak olan olursa gelip benimle konuşsun." Dediğinde herkes bir anda susmuş, yeni olayı anlamaya çalışıyordu. "Ne duruyorsunuz? Oyun bitti dağılabilirsiniz."

Toplanan kalabalık yavaş yavaş dağılırken sadece arkadaşlarım kalmıştı. Ece ise yüzüme bile bakmadan arkasını dönüp gitti. Eray'ın hâlâ yanımda durmasına ise çok şaşırmıştım. Herkes gibi ben de Aybars'ın dediklerinden dolayı şoktaydım. Elim hâlâ elindeydi ve bırakmak yerine sımsıkı tutuyordum. Birden beni peşinde sürüklemeye başladı.

"Aybars, nereye gidiyoruz?"

"Konuşacağımız bir yere güzelim."

"Bana güzelim deme."

Aybars, "Sen nasıl istersen bebeğim." Dediğin de yüzünü görmesem de güldüğüne emindim. Omzuna vurduğumda gülmesi arttığı gibi bana da bulaşmıştı. Az önce yaşanan olaydan dolayı sinirlerim bozulmuştu.

Dışarı çıkınca temiz havayı içime çekip gözlerimi kapattım. İçerideki o boğucu havadan sonra nasıl iyi gelmişti. Ece’nin söylediği her şey kafamda bozuk plak gibi tekrar edip başa sarıyordu. Öyle ki, cümleler uç uca bağlanarak bir halat olmuştu ve boğazıma dolanarak beni nefessiz bırakıyordu. Elimle boğazıma sarılıp nefes almaya çalışırken derinlerden gelen sese karşı tek bir karşılık veremiyordum. Dudaklarıma değen suyla birlikte biraz kendime gelmeye başlamıştım.

Aybars önümde çömelmiş, endişeli gözlerle bana bakıyordu, "Daha iyi misin?" diye sorunca sadece kafamı salladım. "Seni dinliyorum."

"Anlatacak bir şey yok, hepsi yanlış anlaşılma."

"Seda, ben her şeyi duydum ve gördüm."

"En yakın arkadaşım dediğim Ece, onu sevgilisiyle aldattığıma inanıyor. Çünkü yanlış zamanda, yanlış bir durumda çekilmiş bir fotoğraf vardı ellerinde! " Diye bağırırken buldum kendimi. Olaylardan ötürü iyice sinirlerim bozulmasıyla kendimi Aybars'a çıkışırken buldum. "Beni herkese rezil etti. Belki de bir daha kimse bana güvenmeyecek!"

"Öncelikle sakin ol, nefes al.” deyip saçlarımı yüzümden çekip gözlerimin içine dikkatle bakıyordu. Sanki kırılacak hassas bir şeymişim gibi... yüzümü ellerinin arasına alıp devam etti. “Seni bilen biliyordur, böyle düşünme. Biraz zaman ver, unutulur."

Dediğini geçiştirir gibi gülüp başımı iki yana salladım. Unutulacak bir şey değildi. "Peki ya sen nerelerdeydin? Aniden ortaya çıkıp sevgili olduğunuzu ilan ediyorsun. Şimdi bunun içinden nasıl çıkacağım."

"Ne yani sevgili olmamızı istemez misin? Kahramanın olarak çok memnun olurum"

Bıkkınlıkla gözlerimi devirip "Sen çok ukala birisisin. Bir anda ortaya çıkıp, aynı anda ortadan kaybolan hayalet gibisin. Ayrıca seninle sevgili olmak istemiyorum." Dedim.

Gitmek üzere ayağa kalkmıştım ki kolumdan tutup durdurdu.

"Şu an sinirlisin anlıyorum,” deyip ensesini kaşıdıktan sonra biraz durdu. Bir şet teklif etmek istiyor ama çekiniyor gibi bakışlarını da benden kaçırıyordu. “Eğer istersen kafanı dağıtacak bir şeyler yapabiliriz."

"Teşekkür ederim ama yalnız kalmak istiyorum" derken sert bir şekilde dediğimi fark ettim.

Göğsünden itip içeri doğru ilerlemeye başladım. Şu an tek istediğim biraz tek kalıp olanları sakin kafayla düşünmekti. Sinirimi ondan çıkarmış olduğuma da birazcık üzülmüştüm. Sonuçta beni o berbat durumdan kurtaran oydu.

Fikrimden vazgeçmeden geri dönüp, “Aybars!” diye seslendim. Tam arabasının kapısını açmış, binecekken durdu. Bunu beklemediği yüzünün aldığı şaşkın ifadeden belliydi. Hızlı adımlarla gidip boynuna atladığımda anlık tereddüttün ardından nazikçe belime sarıldı. Kaskatı duran vücudu, sıcaklığımızla çözülmeye başlamıştı ve bu içimi titretmeye ve tüylerimin diken diken olmasına sebep olmuştu. Geçen akşamki yanlışlıkla yakınlaşmamızdan sonra şimdiki isteyerek sarılmak bazı duyguların peyda olmasını sağlamıştı. Kokusunu içime çektiğim an kalbimin atışı kulaklarımda yankılanıyordu.

Sadece "Teşekkür ederim" deyip çekildikten sonra yüzüne bile bakmadan arkamı döndüm ve koşarak içeri girdim.

Giriş kısmında bazı kızlar toplanmış bir şeyler konuşuyorlardı. Yanlarından geçerken duyduğum şey şuydu; "Zavallı Seda, kesin sevgilisi terk etmiştir. Sonuçta o da aldatıldı."

Tam durup ağızlarının payını verecektim ki Kubilay arkamdan "Seda, hemen odama gel" dedi.

İstemeye istemeye yerimden kıpırdayıp peşinden üst kata çıktım. İşte şimdi ayvayı yedin Seda Beder...

O bir şey demeden, "Her şey yanlış zamanda çekilmiş bir fotoğraftan dolayı yanlış anlaşılma. Yani Eray'la aramda hiçbir şey yok. Biliyorum akademide bu tarz dedikodulardan hoşlanmaz..."

Kubilay, masaya vurunca anında sustum. "Yeter! Ben zaten böyle bir şeye ihtimal dahi vermiyorum. Benim derdim Aybars'la sevgili olman."

"İçin rahat olsun. Öyle bir şey de yok.”

"Yalan söyleme, sana sarıldığını ve elini tutup seni götürdüğünü gördüm."

"Diyelim öyle bir şey var,” Dedim kollarımı göğsümde kavuştururken. “Neden istemiyorsunuz?”

"Aybars benim öz kardeşim. Onu en iyi ben tanıyorum. O sana göre biri değil Seda, bu hikâyenin sonunu görebiliyorum.” deyip ses tonunu alçaltarak devam etti. “Lütfen kardeşimden uzak dur, kendi iyiliğin için."

"Anlıyorum.” dedim duygusuz bir ses tonuyla, gözlerimi bile kırpmadan meydan okurcasına gözlerinin içine bakarken. “Eğer söyleyeceklerin bu kadarsa çıkabilir miyim?"

Arkasına yaslanıp eliyle kapıyı gösterdiğin de memnuniyetle arkamı dönüp dışarıya çıktım.

 

 

Loading...
0%