@burjon_
|
BÖLÜM ALTI KUĞU OPERASYONU SEDA Beni eve bırakacağını söylediğinde kabul etmemiştim. Henüz eve gidip annemle karşılaşmak istemiyordum. Bunun üzerine bizi bir sahil kenarına götürünce gülümsemeden edemedim. İlk tanıştığımız yerde sahil kenarıydı ve şimdi yine denize karşı vakit geçiriyorduk. “Seda, sana söylemem gereken bir şey var.” diyen Aybars, birden durup bana doğru döndü. Ensesini kaşıdıktan sonra devam etti. “Daha doğrusu Sinan’ın bir istediği şeyi sana söylemem lazım.” “Sinan mı?” dedim kaşlarımı çatıp merakla baktım. Nedense onun adını duyunca gerilmiştim. Yerimde kıpırdanıp belli etmemek başımı dikleştirdim. “Ne istiyormuş?” “Artık senin de ekipten birisi olduğun için bizimle birlikte bir sergi gecesine katılabileceğini dile getirdi.” dedikten sonra elimi bırakıp uzaklaştı. “Bana bu ekibe katılma şeyinden bahsetmediğin için baya bir afalladım teklifi karşısında.” İkinci dediğini görmezden gelerek, “Nasıl bir sergi gecesinden bahsediyorsun?” diye sordum. “Kırk yılı aşkın süredir cemiyet hayatının önde gelen isimlerinin ev sahipliğinde gerçekleşen müzayede ve sanat sergisinden bahsediyorum. Eğer araştırmak istersen adı, Altın Anka.” Telefonu çıkartıp söylediği ismi arattığımda dediklerinin doğru olduğunu gördüm. Bu sene ev sahipliği yapan iş adamının da Turgut Kandemir’di. Sayfayı biraz daha incelediğimde ev sahipliği yapan iş adamının resmini gördüm. Yanında da tanıdık birisi vardı. “Naz’ın babası mı bu adam?” Aybars onaylarcasına başını sallayıp, “O yüzden bu gece katılmamız gerekiyor.” deyip beni yönlendirircesine elini uzatınca ilerledim. “Amacımız tek bu değil ama bunu daha sonra konuşabiliriz. Kuğu Operasyonuna var mısın?” Son dediği ile başımı hızla kaldırıp baktım ama Aybars’ın yüzü oldukça ifadesizdi. Anlamını bilmediği belliydi ve bunu rahatlatmıştı. Teklifini kabul ettikten sonra daha fazla konuşacak bir şeyimiz olmadığı için hazırlanmam için beni eve bıraktı. Odama geçip Aybars’ın hediye ettiği elbiseyi yatağın üstüne bıraktıktan sonra bir kez daha bakmak için kapağını kaldırdım. Siyah dümdüz, uzun olan elbise basit dursa da son derece şık gözüküyordu. Son bir kez bakıp ayakkabı seçmek için odamdan çıktım. Holde yer alan dolabın kapağını açınca küçük bir hüsran yaşadım. İstediğim ayakkabılar neredeyse en üst raftaydı. Bu da benim ulaşamayacağım nokta demekti. 1.65 olan boyumla bana iki - üç raf bile dağın tepesiymiş gibi geliyordu. Parmak uçlarımda yükselip kutunun kapağını parmağımla kendime doğru çekmeye başladım. Diğer elimle de üsten gelen kutuları tutmaya çalışıyordum. Son kez çekmemle diğer kutular jenga gibi teker teker üstüme düşmeye başlayınca zaten parmak ucunda olduğum için yere düşmüştüm. Bir tane kutuda kafa isabet edince "Ah!" diye bağırdım. Abim koşarak yanıma gelip, "Seda ne yapıyorsun burada?" Dedi korku ve panikle. "Ne yapıyor gibi görünüyorum abi!" diye bağırıp elime geçen ilk kutuyu üstüne attım ama zıplayıp kurtuldu. "Madem evdeydin niye yardım etmiyorsun?!" "Ruh hastası, ben evde olduğunu bile bilmiyordum. Tam içim geçmişken bir deprem etkisi olunca uyandım. Hem insan önden bir eve bakar kim var kim yok diye." deyip kutuları toparlamaya başladı. Bir yandan da gülüyordu ama sinirlerimin daha çok bozulacağını bildiğinden çok belli etmemek uğruna dudaklarını birbirine bastırmıştı. Bu yüzden kırmızı balon balığına benziyordu. Sızlanarak yerimden kalkmaya başlayınca belime bıçak saplanır gibi olmuştu. Tam kolonun köşesine çarptığım için canım daha çok acımıştı. Abim, bu halimi görünce kutuları bırakıp yanıma gelerek önümde çömeldi. "İyi misin?" derken endişeyle bakıyordu "Biraz kafam acıyor bir de belimi duvara vurdum." deyince anında kollarımdan tutarak beni yerden kaldırdı. Ömer, "Önce sana bakalım, dağınıklığı sonra hallederiz." dedikten sonra belime dokunmamaya çalışarak odama götürdü. Harika, tam da akşam dışarı çıkacakken sakatlık çıkarmıştım. Gerçi onların en üste olması benim suçum değildi. Tabi sandalye alıp yapabilirdim ama illa bir sakatlık çıkaracaktım ya almazdım. Ben yatağa otururken o da bir koşu gidip gelmişti. Elime buz tankını tutuşturup belime krem sürmeye başladı. Dokunduğu yer baya acıyordu. Her elini değdirdiğinde tıslayıp kendimi geriye çekiyordum. Buz gibi krem ateş gibi yanan derimi adeta dağlıyordu. Tek isteğim dans provalarında bana zorluk çıkarmamasıydı. "Çok acıyor mu?" "Daha yeni vurduğum için acısı sıcak. Krem birazdan iyi gelir" dedim tişörtümü indirirken. "Peki, o ayakkabıyla nereye gidiyorsun?" "Arkadaşlarımla bir sergi gecesine katılacağım." “Tamam, çok geç kalma.” deyip eşyalarını toplayıp ayaklandı. “Bütün gece nöbette olduğum için uyumam lazım." Dört saat sonra neredeyse akşam için hazırlanmış sayılırdım. Saate bakınca 17.48 olduğunu gördüm. Bir değişiklik yapıp bana hediye ettiği elbise yerine beyaz bir elbise giymiştim. Madem kuğuydum, ben de kuğu olurdum. Elimle eteğini düzeltip son bir defa aynada kendime baktım. Elbisem, bileklerime kadar uzanıyor, bir bacağım yırtmacından dolayı neredeyse komple açıktaydı. İnce askıları olan dümdüz sade bir elbiseydi. Altına da altın rengi. Önü açık bantlı bir topuklu ayakkabı, giymiştim. Eh fena olmamıştı. Bu giydiğim kafama düşen kutudan çıkan ayakkabıydı. O yüzden ceza olarak bu geceyi benimle geçirecekti. Tam küpemi takarken abim kapıdan içeri kafasını uzatarak, "Arkadaşın geldi, içeride bekliyor." deyip gitti. Arkadaşım mı? Kim gelmişti ki? Her kimse daha fazla bekletmemek için hemen odadan çıktım. Salonda ki annemin kıkır kıkır gülmeleri koridordan duyuluyordu. Bizim çocuklar gelmiş olmalıydı. Sola dönüp salona girince olduğum yerde kaldım. Gözlerim fal taşı gibi açılmış karşımda duran kişiye bakıyordum. Eğer halüsinasyon görmüyorsam Sinan Sanhal evimde, annemle konuşuyordu. Yok canım kesin hayal görüyorum. Annem geldiğimi görüp, "İşte benim güzel kızım da geldi." demesiyle Sinan'da kafasını çevirip bana baktı. Beni görünce yüzünde bir gülümseme oluşmuştu. Sinan gözlerini benden alamayarak, "Çok şey," diye boğazını temizleyip devam etti, "Çok zarif ve güzel olmuşsun." dedi. O da çok şık ve yakışıklı gözüküyordu ama dile getiremezdim. Tamamen siyah bir takımına ne kravat ne de papyon takmıştı. Yanına yaklaştığımda gerildiğini hissetsem bile geri çekilmedi. Elbisemin göğüs kısmına taktığım yeşil taşlı nilüfer çiçeği broşu çıkartıp onun ceketine taktım. Sadece broşa bakıp güldü. "Teşekkür ederim de canım arkadaşım, senin ne işin var burada." dedim dişlerimi sıkarak gülerken. Gülüyordum ama seni bitireceğim şeklindeydi. Bir yandan da zaten düzgün olan gömleğinin yakalarını düzeltiyordum. Ömer, "Ayıp oluyor, çocuk seni almaya gelmiş. Bize de bir merhaba demeden gitmek istememiş." Dedi Annem, "Ne beyefendi bir çocuk, pek sevdim. Arada gel oğlum." deyince Sinan'ın yüzünde karanlık bir gölge geçtiğini fark etmiştim. Hemen konuşamaya atlayıp "Evet öyledir ve yine gelir, niye gelmesin." dedim bu seferki gülmem gerçek ve içtendi. Sinan yerinde kıpırdanınca gitmemiz gerektiğini anlayıp konuşmaya devam ettim. "Biz artık gidelim. Çok geç kalmam." Kapının önüne çıkınca fırsat bu fırsat deyip tam dibim de duran Sinan'ın omzuna vurdum. Sinan omzunu tutup, "Bu ne içindi?" Dedi şaşkınlıkla. Yumruğumu sıkıp vuracak gibi yapıp geri çekerken, "Ya, evime kadar geliyorsun. Abimin seni ya da beni kesmediğine dua et." deyip asansörün tuşuna bastım. "Bu Aybars'ın istediği bir şey mi?" Sinan, "Abin gayet anlayışlı biri beni korkutmak için bunları diyorsun ama boşuna uğraşma." dedi asansöre binmem için elini öne doğru uzatıp. "Ayrıca bu benim içimden gelen bir şeydi. Rahatsızlık verdiysem kusura bakma, bir daha yapmam." “Sorun değil, Sanhal.” deyip aynaya baktım. Karşılıklı duvara yaslanmış görüntümüze birden gözüme çok hoş geldi. Ben onun çenesinin altına geliyordum ve yanında minicik duruyor durduğumu görünce gülümsedim. O da fark edip aynaya baktığında bakışlarımız buluştu. Kahretmesin ki, çok yakışıyorduk. Aybars aklıma gelince bakışlarımı çevirdim ve asansörden indim. Kafamdan bir saniye çıkmaması aşk ve sevgiden değildi. Evet, aramızda gelişmekte olan bir ilişki vardı ama ben henüz emin değildim. Ona karşı kafamda cevaplanması gereken çok fazla soru vardı. Bunlardan birisi de bu akşam niye gelmediğiydi. Yola çıkalı on dakika kadar olunca Sinan, çalan telefonu açıp elime tutuşturduğunda aptal gibi suratına bakıyordum ta ki Aybars'ın sesini duyana kadar. Tek sesi yok görüntüsü de karşımdaydı. "Seda, şimdi Naz ve Birkan da bağlanacak ama lütfen sevgili olduğumuzu belli edecek bir şey deme." dedi. Hiçbir şey anlamıyordum. Daha ilişkimizde bir netlik yokken neden böyle gizli saklı iş yapıyorduk? İkisi de yakın arkadaşıyken neden söylemek istemiyordu. Sakladığı bir şeyler vardı ve bu da onunla ilgiliydi. Onu öğrenmeden rahat etmeyecektim. Şimdilik onun istediği yapıp daha sonra kendi hamlelerimi yapacaktım. Neden bile demeden "Tamam anlaştık." Dedim göz ucuyla yanımdaki adama bakıp. O da bilip susuyordu. Diğerleri de görüntüye katılmıştı. Tuhaf bir şeyler dönüyordu. İçimden bir ses bu gecenim amacı başka diyordu ama neydi? Naz konuşmaya katılıp, "Ben doğru mu görüyorum, Sinan'ın üstünde parıltılı takı mı var?" diye sordu. Sinan, " Evet, Seda kendi broşunu bana verdi." Dedi iyice görmeleri için öne doğru eğilip gösterirken. “Nilüfer yaprağıymış. Ben çok sevdim.” Naz, "Seda bunu nasıl yaptı bilmiyorum ama inanamıyorum. Sinan öyle şeylerden nefret ederdin." Deyince Sinan karşılığında sadece gülüp yola bakamaya devam etti. "Havada bir aşk kokusu alıyorum sanki." Sinan, "Kapa çeneni Naz. Hadi operasyonu anlatın." "Ne operasyonu?" Dedim kaşlarımı çatıp bakarken telefona bakmak yerine ona bakarken. Herkesin içinde bir onun sözü güvenilir geliyordu. Aybars araya girip, "Sinan sana gittiğimiz yerle bilgi mutlaka veriştir. İşte orada bize ait olan bir antika zümrüt takım var. Bu zümrüt takımın gerçek sahiplerine geçme zamanı geldi. Onu geri almamızda bize yarımcı olacaksın" dedi. "Bir dakika, siz benden hırsızlık yapmamı istiyor olmazsınız!" dedim neredeyse bağırarak. Kafayı yemiş olmalılar çünkü böyle bir şey asla yapmayacaktım. Nasıl benden bunu isterler aklım almıyordu. Ben bunun altından kalkamazdım. Telefonu kapatıp öfkeyle Sinan’a döndüm. “Neyin saçmalığı bu?” “Seda, tepkinde haklısın ama beni de dinlemen lazım.” dediğinde bir saniye bile düşünmeden direksiyona atılıp rastgele çevirmeye başladım. Araba zikzak çizmeye başlarken arkamızda ki arabalar kornaya deli gibi basıyor olması da umuruma değildi. "Bırak şu direksiyonu, ikimizi de öldüreceksin!" diye bağırıyor, direksiyonu kurtarmak için büyük çaba sarf ediyordu. “O zaman sağa çek!” diye bağırarak karşılık verdiğimde sert dönüşünden dolayı kendimi kucağında buldum. Durmayı başarmış olsa bile bir şey çarpmayı engelleyememişti. "Sen kaçığın tekinsin Seda Beder!" "Evet, kaçığın tekiyim!" Diye söylendikten sonra ağır ağır doğrulurken bütün kemiklerim yer değiştirmişte yerine oturuyor gibiydi. Sinan kalkmam için yardımcı olmasa iki saat belimi doğrultamazdım. Çok ters bir şekilde düşmüştüm. Bacağına tutunup tamamen kalktığımda her şeyi daha net gördüm. Çarptığımız şey bir çöp konteynırına çarpmıştık. Sinan, burnundan soluyan boğa gibi dümdüz önüne bakıyordu. Hafif çiselen yağmurun cama çarpan sesi, yanımızdan geçen arabaların kornası dışında arabanın içinde hiçbir ses yoktu. Sessizliğin dışında havadaki ağırlık öyle yoğundu ki bazen nefes almayı unutuyordum. İlk adımı atarak bana döndüğünde ben de o an ilk defa yüzüne bakabildim. Kaşından ince bir kan akıyordu. Elimi yüzüne uzatıp parmağımı yaranın etrafında gezdirdim. "Kaşın açılmış." dediğimde elimi tutup indirdi. "Ben iyiyim. Asıl sen iyi misin?" Sorusunu yanıtsız bırakarak Çantamdan ıslak mendil ve yara bandı çıkarttım. "Bıçağın var mı?" "Kazayla öldürmeyi başaramadın, şimdide bıçakla mu deneyeceksin?" "Hayır, yara bandının yarısını keseceğim. Bu çok kalın." dedim yara bandını havaya kaldırıp gösterirken. Bir yara bandına bir bana baktı. Kafasını iki yana sallayıp torpidoyu açtı. Gözlerim daha önce bu kadar açılamamıştır. Karşımda üç tane silah, İsveç çakısı, bıçaklar ve adını bilmediğim birkaç şey daha vardı. Karşımda bir cephane duruyordu. En masum görünen İsveç çakısını alıp pat diye torpidoyu kapattım. Bana günler gibi gelen bir süreden sonra arka giriş kapısının orada durduk. Sokak lambalarının aydınlattığı yerler hariç hiç ışık yoktu neredeyse. Az ötede bir ataç daha duruyordu. Arabadan inince soğuk hava içimi titretti. Kollarımı etrafıma sarıp kaputa yaslandım. Sonra aklıma arabanın durumu gelince geri geri gidip arabaya baktım. Biraz hasar vardı ama çokta büyük bir şey değildi. Sinan, ceketini çıkartıp omuzlarıma bıraktıktan sonra biraz ilerime gidip bir sigara yaktı. Arkamdan bir ses, "Sinan!" diye bağırarak bana gelince arkamı dönüp baktığımda Aybars olduğunu gördüm. Çok kısa bir kısa bir an sarılmak istesem bile geldiği gibi geçmişti. Zaten onun arkasından Birkan ve Naz’da geliyordu. “Telefonda yaşanan şey neydi?” Sinan, "Haydi Seda sen arabaya geç. Ben de hemen geleceğim." deyince kollarımı göğsümde bağlayıp olduğum yerde kaldım. Hiçbir yere gitmeyeceğimi anlayınca konuşmasına devam etti. “Bir şey olduğu yok. Plan devam ediyor.” Birkan, “Öyleyse biz içeri geçiyoruz.” derken sevgilisinin tek odağı bendim. Kendimi az sonra delik deşik olacak hedef tahtası gibi hissediyordum. Araba farının ışığı karşısında saçları adete alev, yeşil gözleri zümrüt gibi parlıyordu. Yaydığı enerjiyle iyice ürperdim. Onlar gittiğinde üçümüz baş başa kalmıştık. Arkalarından bakmaya öyle bir dalmıştım ki Sinan’ın belime değen eliyle irkildim. Başını yana eğip gözlerini kırpınca ne demek istediğini anlamıştım. Arabada tek kalmamı fırsat bilip etrafa bakındım. Arka koltukta daha önce fark etmediğim bir dosya vardı. Kafamı çevirip Aybars’ları kontrol ettikten sonra dosyayı elime aldım. Belimi döndürdükçe ve hareket ettirdikçe acı derimi dağlasa da durmadım. Hızlıca karıştırırken bir fotoğrafa denk geldim. Fotoğraftaki kolye göz alıcı güzellikteydi. Dört kat zümrütten oluşan paha biçilemez bir kolyeydi. Her zümrüt taşın arasında elmas ışık gibi parlıyordu. Bu kolyenin fiyatı hayal bile edilemezdi. Kafamı kaldırdığımda Sinan'ın arabaya geldiğini görünce dosyayı arkaya fırlattım. Sinan, "Nasıl kolye hoşuna gitti mi?" Dedi arabaya binip kontağı çalıştırırken. Bir şey diyemediğim gibi yüzüne de bakamıyordum. "Seda, görmeni istemeyeceğim bir şey öyle kolay bir şekilde gözünün önünde olmaz. Gizli saklı bakmana gerek yok." Ön girişe geldiğimizde kalabalık çoktan toplanmıştı. Kadınlar şık elbiseleri ve göz alıcı takılarıyla zarafet içindeydi. Partnerlerinin, eşlerinin kollarına girmiş zarafetle yürüyorlardı. Girişe kırmızı halı serilmiş, yol boyu yerlerde yuvarlak ışıklar konulmuş sanat galerisinde kameraların yanıp sönen flaşlarından etrafı doğru düzgün göremiyordum. Binanın duvarı da Sanat Galerisinin tanıtımını yapan ışık gösterisiyle donatılınca iyice göz gözü görmez durumdaydı. Binanın tamamını görmek için başımı arkaya yatırmam gerekmişti. Burası buram buram zengin cemiyet hayatı kokuyordu. Sinan’ın uzattığı koluna girince bizde kırmızı halıda ilerlemeye başladık. Stresten adeta dizlerim titriyordu. Üstüne operasyon aklıma gelince iyice gerildim. Sinan elini elimin üzerine koyana kadar durduğumuzu fark etmemiştim, "İyi misin Seda? Yüzün kireç gibi oldu." "Belim acıyor ama sorun değil." dedim ama yüzümü buruşturmadan edemedim.” Biraz da geceden dolayı gerginim.” "Belin mi? Kaza sırasında mı oldu, o an bana niye demedin?" dedi durmuş gözlerimin içine panikle bakıyordu. "Sakin ol. Zaten evde düşüp vurmuştum, o olayda üstüne tuz biber oldu." dedikten sonra elini sıkıp gülümsedim. "İdare edebilirim. Burada dikilerek dikkat çekiyoruz." Birkaç çift meraklı göz bize bakıp aralarında bir şeyler konuşuyordu. Sinan, "Sen nasıl istersen ama çıkışta hastaneye uğrarız." Deyince daha fazla uzatmak istemediğim için bir şey demedim. İçeri adım attığımız an ağzım açık baka kaldım. İçerisi camdan saray gibiydi. Girişte bulunan asma katın çoğunluğu ve oraya çıkan merdivenler tamamen camdandı. Tavanda asılı olan elmaslarla bezeli avize ise benim iki katım uzunlukta ve devasa boyuttaydı. Yerler mozaik desenli tarihi tasvir eden resimlerle kaplıydı. Duvarlar afiş ve broşürden çok gözükmüyordu. Giriş uzun galeri salonuna bakıyor, sol taraf ise başka bir kısma açılan kanattan oluşuyordu. Önümüzde uzanan galeri salonunda ilerlemeye başladık. Kafamı kaldırdığımda asma tavanda yürüyenlerin ayaklarını siluet gibi görebildiğimi fark ettim. Yol boyu belirli aralıklarla yuvarlak masalar konmuştu. İnsanlar öbek öbek bu masaların başında durup gülüşerek konuşuyordu. Üç tane kır saçlı ama yapılı ve yaşlıca adamın önünde durduğumuzda hepsi beni yiyecek gibi bakıyordu. Ortada ki adam hemen yanımıza gelip durdu, "Hoş geldin oğlum. Bu güzel arkadaşın kim?" Dedi. Karşımda duran Sinan'ın babası olduğunu anlayınca yüzüme geniş bir gülümseme yerleştirdim. Dikkatli bakınca çok benziyorlardı. Göz yapıları ve simaları aynıydı. Sinan, "Hoş bulduk baba. Bu Seda Beder, bir arkadaşım olur kendisi," deyip onay alırcasına bana baktıktan sonra devam etti, "Seda, bu da babam Ender Sanhal." Ender Bey, adımı duyduğu an eli havada kalıp, yüzü taş gibi ifadesiz kaldı. “Memnun oldum Ender Bey.” Adamın elini tutar tutamaz beynimde tabiri caizse şimşek çakmıştı. Gözümün önüne bulanık birkaç anı, kulaklarıma boğuk konuşmalar dolunca tüylerim ürperdi. Kaşlarımı çatıp bana tanıdık gelen simayı inceledim. O da aynı şekilde bana bakıyordu. Hayır, o bana sıcak bir gülümsemeyle eski dostuna bakar gibi bakıyordu. Elimi yavaşça çekip yüzeme yavan bir gülümseme kondurdum. Ender Bey, "Ben de çok memnun oldum. Seni görmek çok güzel Seda." deyip başka bir masaya doğru hızla yol aldı. Arkasından bakmaya o kadar dalmıştım Sinan'ın belimden tutup kendine çekmesiyle kendime geldim. Yüzüne baktığımda sorgularcasına gözlerimin içine bakıyordu. Omuz silkip önüme döndüm. O da belimi bırakıp ceketini düzeltti. Sinan, "Seni bu gecenin ev sahibi olan Kandemir şirketinin sahibi Turgut Kandemir'le tanıştırayım. Ayrıca kendisi Naz'ın babası oluyor." deyince istemsizce yutkundum. Naz'ın babası bu adamdı demek. O kadar çok benziyorlardı ki... adam şeytanın vücut bulmuş hali gibi enerji yayıyordu. Tıpkı kızı gibi... "Memnun oldum efendim." dedim aynı şekilde tokalaşırken. Turgut Bey, "İsmini hiç duymadım. Kimlerdensin?" Tam cevap verecek iken nerden çıkıp geldiğini görmediğim Ender Bey, "Kızla uğraşma Turgut, o oğlumun ve benim özel misafirim. Kim olduğu seni ilgilendirmez." dedi. Turgut Bey, bana dönerek, "Sana tavsiye kızım sen düzgün birine benziyorsun. Bu cemiyete adım atarsan çıkışın olmaz. Bizim cemiyetimiz öyle sosyetik değil. Bilmem anlatabildim mi?" dedi tek kaşı havada gözlerimin içine bakarak. "Evet efendim, anladım. Ama bu gece buraya gelmişsem bir şeyleri göze almışım demektir. Ne tür işler yaptığınızı az çok biliyorum. Burasının kurtlar sofrası olduğunun bilincindeyim." Dedim meydan okurcasına gülümseyerek. Bunun ardından Sinan gurur duyarcasına boğazını temizleyip güldü. Aslında bir şey anladığım yoktu ama bunu belli etmenin yeri değildi. Kendimden emin, dik bir şekilde durmaya çalışıyordum. Aybars babasıyla birlikte olduğumuz masaya gelince kısa bir süre bakıştık ama daha sonra beni hiç tanımıyormuş gibi soğuk ifade takınıp kafasını çevirdi. Sinan’da bunu görüp beni sürüklercesine masadan uzaklaştırdı. Boş bir köşeye gelip durunca kolumu çekip kurtardım. "Ne yapıyorsun?" Sinan, "Bir soğuk savaş çıkmasına engel oluyorum. Ona öyle bakarsan dikkat çekersiniz." deyip etrafına bakındı. “Haklısın, kafam biraz dağınık hak verirsin ki.” dedim yanında duran tabloyu incelerken. Tablolardan pek anlamadığım için yorumlayamıyordum ama hepsi göz kamaştırıcı güzellikteydi. Sinan eline minik bir cihaz alıp, "Saçını geri alır mısın?" deyince bir tereddüt ettim ama sonra saçımı arkaya atıp elimle düşmemesi için tuttum. “Sana elbette hak veriyorum Seda. Her şey konuştuğumuz gibi olacağı için endişelenmeni gerektirecek bir şey yok.” Tam elini kaldırıp kulağıma minik cihazı yerleştirecekken elini tutup durdurdum. Elini bırakmayarak, "Sinan, ben bunu yapmak istemiyorum. Korkuyorum." dedim. Cevap vereceği sırada yanımızdan geçen bir çiftle durdu. Yeterince uzaklaştıklarında baş parmağını elimin üstünde gezdirerek, "Senin elini asla kirletmeyeceğim. " Dediğin de başımı aşağı yukarı sallayınca devam etti. "Aybars'ın planının canı cehenneme. Sen güvenliği oyalarken ben koridorun diğer kanadından geleceğim. Sen sadece bana takıların olduğu yerin kapı kartını getireceksin. Bu plan ikimiz arasında." "Teşekkür ederim." demekten başka bir şey diyemedim. Sinan o minik aleti kulağıma yerleştirirken çok yakınımda duruyordu. Her nefes alışında sıcak nefesi tenimde iz bırakıyor gibiydi. Kafamı öbür tarafa çevirdiğim de Aybars'ın bize baktığını gördüm. İfadesiz bir suratla bakıyordu ama kıskandığını anlayabiliyordum. Sinan işi bitince kendisine de aynısını yapıp telefondan birilerine bir mesaj gönderdi. Birkan'ın sesini kulağımda duyunca korkup etrafıma bakındım. "Eğer herkes beni duyuyorsa bir işaret versin." deyince minik bir öksürük sesi çıkarttım. Benim ardımdan herkesin sesi duyulunca sorun olmadığı belli olmuş oldu. Birkan, "Güzel, herkesin sesi geliyor. Seda benimle birlikte lavabonun orada buluş, ben sana orada gereken şeyleri söyleyeceğim. Diğerleri göze batmamaya çalışıp her şey yolunda gibi devam etsin." deyince Sinan'da yanımdan ayrıldı. Onun gitmesiyle bir boşluğa düşer gibi oldum. Birkan, "O zaman operasyon başlasın." dedi.
|
0% |