@burjon_
|
BÖLÜM YEDİ GEÇMİŞTEN GELENLER Yanımdan geçen garsonu durdurup tepsiden bir bardak şampanya aldım. Biraz stresimi azaltmak için bir yudum almamla pişman olmam bir oldu. Karnımın gurultusunu duyunca elimi karnıma bastırıp etrafa göz attım. Sabah kahvaltısıyla durduğumu yeni fark etmiştim. Üstelik streste açlığıma yardımcı olmaktan çok uzaktı. Girişin orda bir açık büfe gözüme takılınca planı boş verip oraya yöneldim. Bir adım, iki adım derken birbiri önüne attığım her adımda belimdeki acı vücuduma elektrik akımı veriyor gibiydi. Açık büfeye baktığımda yüzümü buruşturdum. Kanepeler o kadar minikti ki, kahvaltı hazırlarken ağzıma attığım şeyler daha fazlaydı. Kurabiyelerin birini ısırdığımda bayatlığından dolayı daha fazla yiyemedim. Buradan bir şey çıkmayacağını anlayınca elimle elbisemin eteğini tutup merdivenlere yöneldim. Tam o sırada üst kata çıkan karşı merdivenlerin trabzanlarına yaslanmış Sinan'ı gördüm. Tek kaşı havada bir bana bir açık büfeye bakıyordu. Omuz silktikten sonra karnımı ovaladım. Bu hareketimi görünce kahkaha attı. Belimin acısını umursamadan basamakları dövercesine çıkmaya başladım. Hayat insanın karşısına neler çıkartır gerçekten bilemiyordun. Ben bundan bir hafta öncesine kadar gayet sıradan bir hayatı olan biriydim. Kim derdi ki kurtlar sofrasına düşüp onlara yardım edeceğimi. Bir hafta önce ki Seda buna çok gülebilirdi. Ya tüm bu olanlar rüyaysa ve uyanınca tekrar sıradan Seda olacaksam? Bunu çok isterdim. Tüm bunların yanında sanki hep olmam yere uzun yıllar sonra kavuşmuş gibi hissediyordum. Birbiriyle alakasız duran iki dünyayı birbirine bağlayan bir düğüm yeri mutlaka vardı. Buna emindim. O düğümü bulduktan sonra açıp gerçeklerin önüme serilmesi de kolay olacaktı. Kuğu bataklıkla hızla ilerleyip, keşif yapıyordu. Zift gibi siyah suyun altı adeta balçık gibiydi, perdeli ayaklarını ilerlemeye zorluyordu. Ayağına değip geçen şeyler neyse henüz öğrenmeye niyeti yoktu. Yüzeyi böylesine pis bataklığın kim bilir altında neler vardı. Bataklık sahibi kuru kafa ise suyun yüzeyinde bir görünüp, bir kayboluyordu. Merdivenleri çıkıp oldukça geniş yuvarlak bir açıklığa geldiğimde burasının masalarla dolu olduğunu gördüm. İnsanların arasından süzülerek ilerlediğim sırada gördüğüm bir yüzle beynimden vurulmuşa döndüm. Kilitlenen bacaklarımla olduğum yerde durup ona bakıyordum. Doğru görüyor olamazdım. Beynimin bana oynadığı oyundan başka bir şey olamazdı ama oradaydı. Dolmaya başlayan gözlerimi kırpıştırıp tekrar baktığımda adamın hızlı adımlarla uzaklaşmaya başladığını gördüm. Ben de bir saniye düşünmeden peşinden gitmek üzere harekete geçtim. Peşinden gitmeye devam ederken, "Baba!" diye seslendim. Benden çok önde olduğu halde köşeyi dönerken kolunu görecek kadar gerisindeydim. Adımlarımı hızlandırıp ben de köşeyi döndüm. Hiçbir yerde görünmediği için durup etrafa bakındım. Kalbimin atışı adeta kulaklarımda davul gibi çalıp, yankılanıyordu. Up uzun koridorun tamamı tabloların, büstlerin ve boyum kadar mermer heykellerin üstünde asılı apliklerle aydınlanıyordu. Burasının sergiye dahil bir kanat olmadığını anlamak çok zor değildi. Bu sefer temkinli adımlara ilerlerken sağ tarafımda yer alan bir merdiven gözüme takıldı. Girilmez yazılı şerit yeni açıldığını belli edercesine yerde sallanıyordu. Gözlerimi kaldırıp duvarın içinde yer alan merdivene baktıktan sonra kendimi ağır ağır oraya çıkarken buldum. Merdivenlerden çıktıkça burnuma gelen koku ikinci şoku yaşatmıştı. Krom trabzana tutunup elimi kalbimin üstüne koydum. Bu koku beni her gece göğsünde uyutan, "Buketim..." diyerek saçlarımı okşayan babamın kokusuydu. O huzur bulduğum kokuyu kaç yıl geçerse geçsin unutamazdım. Üstelik Birkan’ın da kokusu aynıydı. Tüm bunlar gerçekten birer tesadüften mi ibaretti, yoksa büyük sırlar mı vardı? Tekrar "Baba!" diye seslenip devam ettiğim sırada bir el pençe gibi kolumdan tutunca bir çığlık atıp olduğum yerde kaldım. Omzumun üstünden baktığımda karanlığa rağmen kızıl saçlarını görmemek imkansızdı. "Senin burada ne işin var?" Naz gözlerini sonuna kadar açmış bir halde olduğum basamağa gelerek, "Bu soruyu benim sana sormam lazım." Dedi. Merdiven o kadar dardı ki yüz yüze dönük durduğumuz halde vücutlarımız birbirine değiyordu. "Ben babamı gördüm. Onu bulmam lazım." "Babanı sonra görürsün. Şu an önemli işlerimiz var." deyip gitmeye başlamıştı ki bu sefer ben kolundan tutup durdurdum. "Naz, anlamıyorsun." "Tam olarak neyi anlamıyorum?" deyip daha da yaklaştı. Sinan'ın sesi kulağımda yankılanınca boşluğuma geldiği için irkildim. "Anlamadığın değil, bilmediğin bir şey var. O beş yıl önce vefat etmiş." "E, ne var bunda? Kız hayal görmüş işte.” deyip gözlerini bıkkınla devirdi. “Burada bir adam bile yoktur. Ne drama yaptınız." "Görüntüler gelip geçicidir ama kokular öyle değil. Bir koku asla unutulmaz ve ben onun kokusunu aldım." Naz söylenmeye başlayacakken beni merdivenlerden yuvarlarcasına arkasına itince düşmemek için kendimi zor tuttum. Çantasından silindir şekilli bir şey çıkartınca anlamsız bakıyordum. Bu esnada yukarıdan bir takırtı gelince gözlerim korkuyla büyümüştü. Naz, elbisenin eteğini yukarıya kaldırıp bir tabanca çıkartınca o silindir şeyinde susturucu olduğunu anlamış oldum. "Seda, az önce yukarıda bir adamın gölgesi göründü ve sesi ikimizde duyduk. Burada hiç iyi şeyler dönmüyor. Ben üç dediğimde koşmaya başlıyorsun." deyip hedefini yukarıdan ayırmadan beni tekrar itti. "Üç!" Merdivenlerden nasıl indiğimi bilmeden uçarcasına ilerliyordum. "Başında bir, iki de olmalıydı. Pat diye üç denmez!" "Oyunun sırası değil. Git Birkan'ı bul!" Geldiğim yönden koşarken kalbim adeta ağzımda atıyordu. Az önce olan şeyler gerçek miydi bilmiyorum ama korkum oldukça gerçekti. Hiçbirini uydurmamıştım. Birinin peşinden gerçekten gitmiştim ama kimdi o adam? Beni asıl korkutanda hayal ürünü olamayan birisini takip etmemdi. O gölge görünmeseydi kafamda kurduğunu düşünebilirdim. Nefes nefese kalmış bir halde kendimi açıklığa attığım an bütün gözler üzerime çevrilmişti. Bakışların tedirginlik oklarını yağdırmaları beni panikletmişti. "Şey, ben lavaboyu arıyordum da..." diye söylediğim an pişman oldum. Bu sefer utanç duygusu beni hızla ele geçirdi. Neyse ki bir kadın anlayışla yanıma gelip yolu tarif etmişti. Ardı ardına teşekkürleri sıralayıp tarif ettiği yere yöneldim. Sonunda lavabo işaretini görmüştüm. Kadınlar tuvaletinin kapısını hızla açmam duvara çarpıp tekrar üstüme gelmesine sebep olunca Birkan arkamdan kapıyı tutup durdurdu. Çantamı lavaboların oraya fırlatıp derin bir nefes aldım. Saçlarımı geriye tararken bir yandan da volta atıyordum. Birkan’ın arkamda kabinleri kontrol ettikten sonra, " Temiz, konuşabiliriz. Çakal güvenlik kameraları ne durumda?" Dediğini duyunca ters bir bakış attım. Çakal da kimin nesiydi? Kulağımda hırıltılı bir ses, " Burası tamam." dedi. Artık tüm bunlar fazla gelmeye başlamıştı. Buraya hiç gelmemeliydim. Attığım yer adımı gören şeytani gözler olmasa çıkıp gitmek kolay olabilirdi. Korkmuyorum desem yalan olurdu. Ah Seda, nereden bulaştın bu işlere. Volta atmayı bırakıp titreyen ellerimle musluğu açıp boynuma soğuk suyu çarpınca biraz da olsa iyi gelmişti. Birkan bana bakıp, " En alt kata ineceksin. Binanın krokisini telefonuna gönderdim. Eğer bir sorun olursa seni yönlendiririm. Zaten biraz gerinde, peşinden geliyor olacağım." Deyip iki omzundan tutarak devam etti, " Eğer tehlikede olursan timsah kuğunun peşinde demen yeterli." Başımı iki yana sallayıp oldukça sesli bir şekilde güldüm. Kulağımdaki minik cihazı biraz zorlansam da çıkartıp yere attım ve üstüne paramparça olana kadar bastım. En sonunda yeterli gelince ayağımın ucuyla parçaları Birkan'ın önüne ittim. "Planınızın da, kolyenizin de canı cehenneme. Benden bu kadar." deyip kapıya yöneldim ama geçmeme izin vermiyordu. Kollarımda tutup beni arkaya ittirdiğinde yüzüne tokat attım. İşaret parmağımı yüzüne doğru sallayarak tehdit ettim. "Bir daha bana dokunmayacaksın. Eğer çıkmama izin vermezsen seni bu ses cihazı gibi ezer öyle çıkarım." "Sorun ben değilim Seda. Bu kapıdan çıktığın an herkes senin peşinde olacaktır. Bizi hafife almamak senin yararına olur." "Adamlarınıza söyleyin hiç çekinmeden gelsinler." deyip kapıyı açarak dışarıya çıktım. O kulaklığı çıkarınca üzerimdeki ağırlıkta gitmiş oldu. Resmen özgürdüm. Kuğu öyle sakin bir hayvan gibi görünse oldukça vahşidir. İşte az önce olanda kuğunun gerçek yüzünün ortaya çıkmasıydı. Kiminle dans ettiklerini bilmiyorlardı. İnsan selinin arasında yılan gibi kıvrılarak yolumu bulmaya çalışıyordum. Fazla dalmış olduğumdan birine çarpınca ne olduğumu şaşırdım. Yabancı kız, “Biz tanışmadık sanırım,” deyip elini uzattı. “Ben Sinem.” “Memnun oldum.” deyip geçiştirerek gitmeye çalıştım ama önüme geçerek engel oldu. "Sevgilin nerelerde, adı Sinan'dı değil mi?" "Evet, Sinan. Ben hava almaya çıkıyorum." Dedim kollarında iterek. Hâlâ bu oyunu neden devam ettirdiğim hakkında bir fikrim olmasa da şu an ters bir şey dememem gerektiğini düşünüyordum. Sinan bir anda yanımda bitip, "Canım, her yerde seni arıyordum. Haydi gel seni birileriyle tanıştıracağım." deyip elimden tutarak peşinden sürüklemeye başladı. “Beni nasıl buldun?” derken yanından geçtiğimiz bir garsonun tepsisinden bir bardak şampanya aldım. “Hem nereye götürüyorsun beni?” Sinan hâlâ elimden tutup beni yönlendiriyordu. Tek başıma bulmakta zorlanacağım yollardan geçerken her detayı aklıma kazımaya çalıştım. Olası kaçma planında işime yarayabilirdi. "Kulaklığı paramparça ettiğin için yanına geliyordum." deyip aşağı kata inen merdivenlerin başında durdu. "Yolda tesadüf eseri seni gördüm." Ben de onunla birlikte durup şampanyayı yudumladım, sanki tadına alışmıştım. "Sizin de duyduğunuz gibi ben artık yokum. Şimdi önümden çekilirsen eve gidiyorum." Sinan bardağı elimden alınca kaşlarımı çattım. "Şu zıkkımı içip durma." "Bunları kendin içinde uygula Sanhal." dediğim de cevabı homurtudan başka bir şey olmamıştı. “Ayrıca sana eve gitmek istediğimi söylüyorum konumuz bu değil.” Daha sonra bana inatla meydan okurcasına gözlerimin içine bakarak şampanyayı tek seferde içti. Kendi kulaklığınıda çıkartıp yete attıktan sonra parçaladı ve bana bakarak, "Sadece kapı kartını istiyorum Seda. Gerisi bende, ne bilmek istiyorsan daha sonra cevaplayacağım." "Üstünde ondan başka bir cihaz olmadığını nereden bileceğim?" dediğim de kollarını iki yana açıp "İstediğin kadar ara.” dercesine baktı. "Cep telefonunu alayım." "Yok artık..." diye söylense de istemeyerekten avcuma telefonunu bıraktı. Ben hâlâ tatminsizlikle bakarken pes edip yedek telefonunu da verdi. İkisini de çantama atıp gülümsedim. "Sadece kapı kartı Sanhal, daha sonra bu cehennemden defolup gidiyorum." “Anlaştık. Bir de unutmadan, hazır bende de kulaklık yokken söyleyeyim." deyince ikinci basamakta durup omzumun üzerinden baktım. "Birkan sana lavaboda her ne şekilde dokunduysa onunla bizzat ilgileneceğim." Gözlerimi yumup başımı eğdikten sonra arkama döndüm. Bu esnada gülümsememe engel olamıyordum. Ateş gibi bakışları ise sırtımı kamçılarcasına hissediliyordu. Bakışının her saniyesi içindeki duyguları kamçılayıp şekillendiriyor gibiydi. Daha fazla oyalanmadan alt kata inemeye başladım. Merdivenlerin yarısına gelmiştim ki durup eğildim. Etrafta kimse görünmüyordu. Yavaş yavaş gitmek istesem ne olacak, topuklular beni ele veriyordu. Hele ki boş bir yerde ses daha çok yankı yapıyordu. Ayakkabılarımı çıkartıp elime alınca yoluma devam ettim. Telefonda görünen krokiye bakacak olursak bir kat daha aşağı inmem gerekiyordu. Arkamdan bir ayak sesi gelince saklanacak yer aradım ama bulamadım. Biraz hızlanarak diğer merdivenin başına geldim ve hızlı hızlı inmeye başladım. Bu kat temiz olunca hızla diğer kata inmeye başladım. Merdivenlerin sonunda ayaklarım birbirine dolanmış gibi birden kendimi öne attım. Güvenlik görevlileri anında bana doğru dönmüştü. Kahkaha atıp yalpalayarak yürüyordum. İnşallah sarhoş numaramı yutarlardı. Bu esnada Sinan'a güvenmekten başka şansım yoktu. Dikkatli baktığımda koridorun en sonunda bir kafa görünüp yok olmuştu. Söz verdiği gibi buradaydı. Omuzlarımı geriye atıp rolüme devam ettim. Güvenliğin biri bana doğru yaklaşıp, "Hanımefendi, bu kata giriş yasak. "dedi. Ben de çantamı ona doğru sallayıp, "Yukarısı o kadar sıkıcı ki... " dedim yerimde yalpalayıp düşüyormuş gibi yaparken. Adam beni baştan aşağı süzüp arkadaşına baktı. Birbirlerinin kolunu dürtükledikten sonra bir tanesi sırıtarak üzerime gelmeye başladı. Pislik herif... Hemen ağzının suyu akmıştı. Adam aç kurt gibi bakıyordu. Ben de çok açtım. Ben onu uzak tutarken diğer ikisi etrafımı sarmıştı. Bir el sırtımdan kalçalarıma doğru yol alınca bombanın fitili de ateşlenmiş oldu. Çantamı ve ayakkabımı yere atıp yüzüne bir yumruk attım. Daha sonra omuzlarını tutup dizimle kasıklarına sert bir tekme atınca adam iki büklüm oldu. Bunu fırsat bilip çenesinin altına da yumruk attım. Adam acıyla kıvranırken bunun yeterli olmadığını düşünüp büyük bir hırsla sağlam kolunu tutup arkaya çevirdim. Omzundan gelen sesle yüzümü ekşittim. Dizinin arkasına dizimle vurunca dengesi anında bozulmuştu. Tek dizinin üstüne çökünce zayıf anından istifade edip sırtına tekme attım. Bu hamleyle adam kafasını duvara çarpmıştı. Duvara çarpmasıyla kendinden geçmesi de bir olmuştu. Korkuyla eğilip nabzına baktığım da attığını görünce içim rahatlamıştı. Arkamdaki adam savunmasız anımda boynuma sarılınca kendimi kapana kısılmış hissettim. Ben çırpındıkça adam gülerek leş gibi nefesine maruz bırakıyordu. Gözlerimden yaş gelmeye, gözlerimin önünde sarı ışıklar belirdiğinde daha fazla dayanamayacağımı anlamış oldum. Tam kendimden geçecekken serbest kalınca boşluğa düştüm. Beni dirseğimden tutarak düşmeme engel olup, “Seda, iyi misin?” diyen sese doğru bakınca bulanık görüntünün altındaki yüzün Birkan’a ait olduğunu gördüm. Başımı aşağı yukarı sallarken, öksürüp boynumu tutuyordum. Az kalsın ölüyordum. Beni kurtaranın o olduğunu düşünüyorken başımı çevirdiğim de adamı yere yatırıp üst üste yumruk atan Sinan’ı gördüm. Yanına yalpalayarak giderek elini havada tutarak bir sonraki hamlesine engel oldum. Ben bile henüz kendime gelememiş, dengede duramıyorken Sinan’ın kalkması için beline sarılıp kolundan tuttum. Bana çok ağırlığını vermeden kalktığında kamçılanarak şekillenen duygularımız sessiz birer çığlık gibi havada yankılanıyordu. Eliyle önüme düşen saçı geri itecekken geri çektiğinde, kanla kaplı elini tutup sıktım. Birkan’ın boğazını temizleyip araya girerek, “Oyalanmamız lazım. Dedi. Yere eğildi ve kendinden geçen adamın ceplerini yoklayarak bulduğu şeyi havaya kaldırdı. Doğru ya, asıl amacım kapının kartını almaktı. Parmaklarımın arasını sıkıştırıp aldıktan sonra gitmek üzere arkamı döndüğümde Sinan’da bana eşlik ediyordu. “Siz gidin ben kapıda nöbet tutacağım.” İçeri girip kapıyı arkamızdan kapattım. Bu işte bir terslik vardı. Bu kadar kolay olması saçmaydı. O kadar değerli bir şey üç çelimsiz adam tarafından korunuyor olamazdı. Sinan, karanlık odada minik fenerini yakmış ilerliyordu.İkimizde durumu fark edip birbirimize baktım. “Burası dört duvar boş bir oda Sinan.” “Görüyorum Seda ve çıkmamız lazım.” Çaresizce etrafıma bakınıyordum ki Birkan kapıyı kırarcasına açıp, "Bu bir tuzak. Aybars derhal çıkmamızı istiyor!" Diye bağırdı. Sinan halinden memnun olmayan bir şekilde, "Kahretsin, burada bir şeyler döndüğü belliydi." söylenip yanımıza geldi. "Birkan, Seda'yı arka çıkışa götür. Ben de geleceğim." "Hayır, Sinan seninle geleyim." "Senin rahat bir şekilde dışarıya çıkman için önden gidip etrafı toparlamam ve peşinizden gelenleri oylamam lazım." dediği anda benim geldiğim yöne doğru koşup merdivenleri çıkmaya başladı. Birkan bunun üzerine beni çekiştirip aksi yöne götürmeye başladı. Sergi salonunda öten alarmlar kıyametin alameti gibiydi. Beraber koşmaya başladık ama elbisem bana engel olup durduğu için geride kalıyordum. Birkan durumu fark edip elimden tuttu ve ayakkabılarımı da eline aldı. Şimdi elbisemi rahat tutup koşabiliyordum. Kalbim yerinden fırlayacak gibi atıyordu. Nereye gittiğimiz hakkında hiçbir fikrim yoktu. Sürekli bir kapıdan girip başka bir koridora çıkıyorduk. Kendimi deney için maketten bir labirente konulmuş fare gibi hissediyordum. Onlarda deney olarak kullanılmak istemiyordu, bende burada olmak istemiyordum. Ama ikimizin de çıkış yolu yoktu. Bir kere bu işe bulaştın mı gerisi gelirdi.
|
0% |