Yeni Üyelik
2.
Bölüm

🍇1. Bölüm🍇

@busbckr

Herkese Selamlar... 2014 Yılınca bu hikayenin 1. Bölümünü paylaştığımda 1900 civarında kelimeymiş... Bugün 5600 küsur okuyacaksınız ilk bölümü ve normalde bölümler daha uzun...

Hikayeye başlamadan önce mutlaka ama mutlaka GİRİŞ bölümünü okuyun. Hikayenin adının neden değiştiğini orada okuyunca anlayacaksınız. Temeli GİRİŞ bölümünde sağlam attım. Kafanızda soru işareti kalmayacak. Bol bol yorum yapın lütfen. Kitap çok iyi, kokusu var, sayfalarını çeviriyoruz, elimize alıyoruz ama orada böyle bir şansımız olmayacak. O yüzden buradan bol bol yorum yapın. Hatta kitap çıktığında da bana yazın olur mu? Buraya da yazabilirsiniz tabi ama spoiler vermeden :D

Sanırım 3. Bölüme kadar burada paylaşacağım. Normalde 2. Bölüm son olacaktı çünkü Giriş de aslında bir bölüm ama 3 olsun bizim olsun dedim. Eski günlerdeki gibi her paragrafı doldurun olur mu?

 

 

 

🍇🍇🍇🍇🍇🍇🍇

 

 

 

1. BÖLÜM

 

 

Güneş en yakıcı haliyle tepeye ulaştığında otobüs durağa varmak üzereydi. Melek, aylardır görmediği köyünü güneş gözüne vuruyor diye, görememeye devam ediyordu.

 

"Off bu ne sıcak ya!" diye söylenirken diğer yandan da elindeki boş yoğurt kovalarını ve yağ bidonlarını kaldırarak salladı. "Sen de bunları başımıza bela ettin. Ne vardı akşam babamlar gelirken getirseydi? " diye annesine dönerek sessizce söylendi.

 

 

 

Berivan Hanım da elindeki kuru ekmek poşetleriyle cebelleşirken kızına ters bir bakış atıp kulağına doğru sessizce fısıldadı. "Baban sevmiyor böyle şeyler yapmayı. Bilmiyor musun?" diyerek kızını susması için dürttü.

 

Gözlerini devirdi Melek ve "Ben bayılıyorum sanki! Araba onda, arkaya koyar daha fazlasını da getirirdi." Diyerek omuz silkti.

 

"Melek susmayacak mısın kızım? Sıcak hava, yeterince bunaltıcı zaten!" diyen Berivan Hanım ise konuyu çoktan kendisi için kapatmıştı.

 

Melek yine ofladı ama başka bir şey demedi. Tamam, köye önden gelmek için Melek ısrar etmişti ama tüm yükü yüklenelim dememişti sonuçta. Her gelişlerinde mutlaka boş bidon ve sitiller getiriyorlardı. Bir de hayvanlar için kuru ekmek. Çünkü o bidonlar ve sitillere yoğurt, peynir, yağ koyuyorlardı. Ekmekler de telef olmadan ıslatılarak hayvanlara veriliyordu. İsraf etmemeyi bu şekilde başarıyorlardı.

 

Otobüs durağa geldiğinde birkaç kişiyle beraber indiler. Dedesinin evi, durağa biraz uzak bir mesafedeydi. O yüzden konuşup enerji kaybetmek yerine hızlı adımlarla dedesinin evine doğru yürüdü.

 

Eh acelesinin başka bir sebebi daha vardı, asıl mesele olan oydu.

 

Yavuz...

 

Ailedenmiş gibi büyüdüğü, bir kere olsun asla o gözle bakmadığı yan komşuları, aile dostları, arkadaşı olan Yavuz...

 

Kuzeninin ilk ve tek aşkı olan Yavuz bir de...

 

Ne yazık ki Yavuz'un ilk aşkı kuzeni değil, bizzat Melek'in kendisiydi ve Melek bu durumdan oldukça rahatsızdı. Çünkü bu durum öylesine büyütülmüştü ki duymayan bilmeyen neredeyse kalmamıştı. Her iki ailenin bireyleri dışında...

 

Belki de onlar da biliyor ancak bilmezden geliyorlardı, emin olamıyordu bu konuda. Emin olabildiği tek şey asla ama asla Yavuz'un hislerine karşılık vermeyeceğiydi.

 

"Melek yavaş yürü! Madem o kadar enerjin var benim elimdekileri de al!" diye bağıran annesine bakmadan cevap verdi. "Oldu, oradan bakınca yük vagonuna benziyorum herhalde! Taşıyamayacağınız yükü sırtlanmayacaksınız Berivan Hanım! Bu sizin kendi öğüdünüz!"

 

Berivan Hanım gülümsese de çaktırmadı. Fena kızdı Melek! Ancak adı gibi yüzü de insanları yanıltıyordu.

 

"Dilde pabuç kadar maşallah!"

 

Melek arkasından söylenen annesinin sesindeki gülüşü yakalamıştı. Annesine dönmeden sırıttı. "38 Numara hem de." Diye karşılık verdiğinde Berivan Hanım, kuvvetli bir 'Fesuphanallah' çekti.

 

Melek dedesinin evinin bulunduğu meydana geldiğinde bakışları Necmi Dede'nin bahçe kapısına takıldı. Bir ses seda yok gibiydi.

 

Elindeki bidonları sallaya sallaya bahçe kapısının üstünde bulunan ipi çekti ve demir kapı gıcırdayarak açıldı.

 

Hamit Dedesi elinde demir bir bardakla sedire kurulmuş, muhtemelen ayran içiyordu.

 

"Oh oh afiyet, bal, şeker ve de şifalar olsun Tontişimee." Diyerek bahçeye dalınca yaşlı adam korkudan ayranı üstüne döktü. Öfkeli bakışları sesin kaynağına dönerken gördüğü yüzle bakışları yumuşadı. Aylar olmuştu melek yüzlü torununu görmeyeli.

 

"Yavruum Hoş geldiniz." Diyerek oturuşunu düzeltti ve ayaklarını sedirden indirdi. Melek elindekileri evin duvarına yaslayıp koşturarak dedesinin yanına gitti.

 

Dışarıya karşı korku namı salan bu ihtiyar torunlarının yanında pamuk şekeri gibiydi. Onlarla şakalaşır, onların esprilerini kaldırmak bir yana onlara katılarak şenliği büyütürdü. Bu yüzden, tontiş, minnoş, dedoş, ballı lokma, en çok duyduğu hitaplardı. Diğerleri hadi neyse, o kadar da abartmıyorlardı ama Melek ve Toprak hitap konusunda bazen kendilerini aşıyorlardı. Takılmıyordu ama Hamit Bey. Torunlarının yüzlerindeki tebessüm varlığını korusun, onun için yeterdi.

 

Melek, dedesinin yanına geldiğinde sarıldı boynuna, yüzünün her tarafına öpücükler kondurdu. "Oh oh oh ne kadar da tatlıymış..." diye de sanki tatlı bir şeyler yiyormuş gibi tiyatro çevirdi. O sırada amcasının kızı, aynı zamanda ailenin tatlı belası Gazel evin kapısının önünde durmuş gülerek onları izliyordu. "Yağcılarda inecek var!" diye bağırınca Melek dedesini serbest bıraktı. Gazel "Adamı çalkalaya çalkalaya yayık ayrana çevirdin." Diye de devam etti. Melek gözlerini devirip kuzenine doğru yürüdü.

 

"Bir şey diyeyim mi Gazel? Seni bile özledim vallahi!" dedikten sonra kollarını beline doladı ve çenesini omzuna yaslayıp sağa sola sallandı.

 

Gazel de onunla birlikte sallanırken bir omzuna yavaşça vurdu. "Beni bile mi? Beni bile... Kalbim çıt gözyaşım pıt! Aşk olsun Alex!" diye sitem etti.

 

Ah bir de bir Alex mevzusu vardı! Maşallah köyde erkek bolluğu olduğundan oynanacak oyunların ağırlığı hep onlara verilirdi ve kızların evciliğine erkekler katıldığı gibi erkeklerin futboluna da kızlar katılırdı. Gelin görün ki Melek'in futbolda doğal bir yeteneği vardı. Bu yüzden Gazel'in en büyük ağabeyi ve Melek'in bu hayattaki en büyük idolü olan Toprak Abisi ona Alex lakabını vermişti.

 

"Olmuş ya zaten canım. Enver Abiciğim âşık olmuş." Dedi başını 'Seni gidi seni' der gibi sallayarak. Amacı Gazel'i kızdırmaktı ve başarıyordu doğrusu...

 

"Üf pabucumun aşkı. Aşk dediğin Mustafa'mla benim aramdaki gibi olur... İmkânsız ve de acı aşk..." diye fısıldayarak hülyalı gözlerle gökyüzüne baktı.

 

Gazel eskiden Enver Abi'ye yani, Necmi Dedenin en küçük oğluna âşıktı. Sorun Gazel'in beş, Enver Abinin ise on beş yaşında olmasıydı. Belki on yaş farkı şu an çok sorun olmayabilirdi ama beş yaşındaki bir bebekle on beş yaşındaki bir ergen elbette imkânsızdı.

 

Neyse ki Gazel bu saçma hevesten çabuk kurtulmuştu ancak etkileri ara sıra kendini gösteriyordu. Az önceki çekememezlikte olduğu gibi.

 

Enver Abi şimdi 30 yaşındaydı ve hayatının aşkını bulmuş, hatta geçenlerde istemeye gitmişti de. Elbette ki bu kişi Gazel değil, Enver Abi'nin yaşına beş yaş daha yakın olan Elif'ti.

 

Zaten bundan dört sene önce Gazel de aşkı başkasında bulmuştu bulmasına ama bu kez sorun, yaş gibi önemsiz bir konu olmamıştı. Zira Mustafa Gazel'den yalnızca iki yaş büyüktü. Gelin görün ki Gazel bu kez de gitmiş imkânsızı arayıp bulmuştu. Yukarı köyden olan Mustafa'nın ailesi ile kendi ailesi ölümüne düşmanlardı. Sebebini tam olarak bilmeseler de geçmişte çok kötü şeyler yaşandığını tahmin edebilecek kadar bulgu vardı hayatlarında...

 

Melek kuzeninin omzuna elini koyup "Sen hep böylesin minik kuş. Yemeğini de bol acılı yersin, dram filmlerini çok seversin, Aşkın da imkânsızını, bol gözyaşı olanını seçtin. Bir şey diyemiyorum yani..." dedi.

 

"Kız orada ne konuşuyorsunuz iki saattir. Şunları içeri götürsenize!" diye bağıran annesiyle Melek kuzeninden ayrıldı. Hangi ara gelmişti de dedesinin yanına gitmişti bu kadın?

 

Gazel, dedesinin az önce ayran içtiği bardağı ve annesinin elindeki bayat ekmeklerin olduğu poşeti alırken Melek de yere bıraktığı poşetleri yüklenip içeri geçtiler. Merdivenleri çıkarken Gazel "Meral nerede?" diye sordu.

 

Melek burnunu kıvırdı. "Arkadaşının doğum günü mü ne varmış. Dershaneden çıktıktan sonra oraya gitti. Akşam babamla gelecekler."

 

Gazel, Melek'in tavrına güldü. "Kız yaşamayı seviyor. Partiler, konserler falan..."

 

Melek de güldü. "Hiç sorma! Bu enerjisi nereden buluyor anlamıyorum. Hem sınava bir sene önden çalışmaya başladı hem de sosyal hayatı gayet aktif. Ben son senemin sonlarına doğru azıcık salmıştım ipin ucunu diye daha toparlayamadım. Neyse ki bu sene iyi geçti sınav."

 

Üst kattaki kilere ellerindekileri bıraktıklarında Şenay Yengesi odasından çıkıyordu.

 

"Melek, gülüm hoş geldiniz. Biz hafta sonu bekliyorduk sizi." Diyerek Melek'e yaklaşan Şenay Hanım, genç kıza sıkıca sarıldı. "Kızım kemiklerin sayılıyor. Ben sana kilo al demedim mi?" diye payladı Melek'i. Geçen ay çarşıya çıktıklarında Melek'in dershane çıkışına denk gelmişlerdi de görebilmişti Melek'i o zamandan da beter haldeydi.

 

"Yüzüm kaşık kadar kalmış değil mi? Evet valla yenge, senin yemeklerini yiyemedim ya hep ondan." Şenay Hanım gülerek Melek'i kendine çekip sarıldı. Bu sırada poposuna da bir şaplak indirmeyi ihmal etmedi tabi.

 

"Maymuncuk seni!" derken kendinden uzaklaştırmış yanaklarını sıkıyordu.

 

Sonra kızına döndü Şenay Hanım "Aynur Halan aradı, yükleri ağırmış. Yardıma gidiverin kızım. Yazık." Dediğinde kızlar ikiletmeden merdivenlere yöneldi. Aynur Halaları aslında onlara çok da uzak değildi, yürüme mesafesiyle on dakikalık uzaklıktaydı evleri. Ancak yük çok olunca elbette bir metrelik yol bile çileydi.

 

Halalarını karşılamak için yola düşen kızlar sohbete başlamışlardı.

 

"Kaç ay oldu ya seni görmeyeli? Size geldiğimde bile dershanedeydin. Neyse, iyi geçmişse değdi bu kadar hasrete."

 

Melek gözlerini büyüttü. "Hiç sorma! Küfür konusunda çığır aştım. Bu yıl benim en yaratıcı yılımdı sanırım. Tabi küfür konusunda."

 

Gazel inanamadı. Melek ve küfür etmek! Mümkün değildi.

 

"Sen?"

 

"Tamam, herhalde insan içinde etmedim. Ya kendi kendimeyken ya da zihnimden ama sonuçta küfür üretiyordum."

 

Gazel güldü. "Senden uzak kaldık baya... Biraz takıl benimle bak nasıl güzel küfrediyorsun. Enişten sağ olsun baya pratik yaptırıyor bana. Daima gelişiyorum."

Melek de kahkaha attı.

 

"İlişkiniz toksik mi romantik mi karar veremiyorum. Şöyle diyeyim bazen Leyla ve Mecnun izlenimi veriyorsunuz bazen de İtilmiş ile Kakılmış. Garip. İyi örnek de sizsiniz kötü örnek de"

 

Gazel sevgilisini düşününce yüzünde mutlu bir ifade belirdi. "İnanır mısın kavga etmemizin sebebi ilişkimize heyecan katmak bence. Onunla kavga etmeyi, ona nazlanmayı çok seviyorum. O anları düşününce bile gülümsüyorsam bunun sebebi bir ilişkide tartışmalara da gerek olmasıdır. Sen biraz ketumsun. Bir ilişkin olsa ne demek istediğimi anlardın."

 

Melek omuz silkti. "Âşık olmadım ki... Sırf bir ilişkim olsun diye ilişkim olsa yine de seni anlamazdım bence. Yani tamam hoşlandığım kişiler oldu ama ne bileyim duygularım çok yoğun değildi hiçbir zaman. Mesela gözlerimi kapattığımda, bir şarkı dinlediğimde ve 'O' dediklerinde hiçbiri aklıma gelmedi ki benim. Yeliz'in Bulut'a baktığı gibi ya da senin Mustafa'ya baktığın gibi bakmadım kimseye."

 

"Sen yine de Yeliz'in yanında böyle bir cümle kurma çünkü ölümüne inkâr modu açık. Ölüm derken de bizim ölümümüz yani..."

 

Melek'in bundan hiç şüphesi yoktu.

 

"Bak yıllar geçti. Hâlâ aynı noktadayız. Bu nasıl bir kin ya? Filler bu kadar kindar değildir. Parmak kadar çocuktun o zaman..."

 

Gazel, öyle düşünmüyordu. Mevzubahis abisi olsa da haklının yanındaydı her zaman.

 

"Hiç katılmıyorum sana. Parmak kadar çocuk da olsa âşıktı. Bulut, bir tane çıt kırıldım sinsi için kızı rencide etmişti."

 

Melek gözlerini devirdi. "Yalnız bulut o zaman 10-11 yaşındaydı en çok."

Gazel omuz silkti. "Beyni yeterince gelişmişti. Gerçi bir beyninin olduğu konusunda şüphelerim var ama neyse. Ben 11 yaşındayken gayet olgun ve aklı başındaydım."

 

Melek alayla kahkaha attı. "Gazel sen hâlâ olgun ve aklı başında değilsin balım."

 

Gazel tam yeni bir atak yapacaktı ki onlara doğru gelen üçlüyü görünce konuşma süresini doğru kullanmak adına başka bir cümle kurdu.

 

"Şşşt çaktırma iti an çomağı hazırla demişler. Belayı çok çağırdık." Diye fısıldayınca Melek başını karşısına çevirdi. Karşıdan onlara doğru gelen üç kişiden ikisini gayet iyi tanıyordu. Bulut ve Yavuz...

 

Bu hiç iyi olmamıştı zira Yavuz ile karşılaşmak onu oldukça geriyordu. Hele ki birazdan Zümrüt'ün de burada olma ihtimali her saniye artarken... Üçüncü kişinin yüzüne dikkatle baktı. Esasen tanımamıştı ama bir şekilde tanıdık da geliyordu... Köyden uzun zamandır görmediği biri miydi?

 

"Nereye?" diye sordu Bulut ters bir tavırla. Hayır, yani böyle erkeklik tasladığında korkmadıklarını bilerek böyle yapması da biraz komik duruyordu üstünde...

 

"Felekten bir gün çalmaya." Dedi Gazel de aynı Melek gibi düşündüğünden. Herkes hatta yabancı kişi bile Gazel'in sözlerine gülerken Bulut ters bir bakış attı.

 

Melek, Bulut'a gözlerini devirdi ve sırf bu konuşma hemen kapansın ve herkes yoluna baksın diye cevap verdi. Zira bir baş selamı verdikten sonra Yavuz'a katiyen bakmaması biraz da ayıp oluyordu. Daha fazla ayıp etmek istemiyordu. Bakmak da istemiyordu. Gözlerinde gördüğü beklenti hoşuna gitmiyordu işte...

 

"Aynur Halamları karşılamaya gidiyoruz. Yükü varmış."

 

Bulut başıyla onayladığında kızlar kendi yoluna dönmüştü ki Gazel, kendine yakışan bir şeyi yaptı ve "Ben sanki bu çocuğu bir yerden tanıyorum. Kim bu?" diye sordu.

 

Melek şaşkınlıkla kuzenine baktı. Böyle bir patavatsızlık yapmamıştı aslında... Sadece Melek'in saçma hayal gücüydü. Ancak Bulut'un ters bakışlarına bakınca böyle bir şeyin yaşandığını kabul etmek zorunda kaldı.

 

Yavuz "Bizim Yiğit işte. Ahmet amcamın oğlu." Diye açıkladı. Melek'in şaşkın bakışları da Yiğit'in yüzüne çevrildi. İnanamıyordu kendine... Yiğit'i tanıyamamıştı resmen... Gerçi kendisinin suçu değildi. 4 yaşındayken görmüştü en son. 15 sene geçmişti aradan, dile kolay. O çocukluk arkadaşından ziyade bir yabancıydı...

 

Bakışlarını çok fazla tutmadı bu yabancının üstünde. Ancak Gazel, bildikleri Gazel'di... Elbette yabancı falan dinlemiyordu.

 

"Aaa Yiğit Emre mi bu? Maşallah nasıl da büyümüş! Parmak kadar bir şeydin sen, kara kuru çirkindin de... Baya adam olmuşsun."

 

Bulut kardeşine öfkeden büyümüş gözlerle bakarak uyardığını düşünürken Yiğit şaşkın, Melek ve Yavuz ise zor durumdaydı çünkü kahkaha atmalarına ramak kalmıştı. Zaten pek de başarılı olamıyorlardı.

 

"Çocuklar!" diye seslenen Aynur Hanım, bu anlamsız durumu sonlandırınca Melek halasına doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı. Okyanusta önüne can simidi düşmüştü sanki. Öyle bir kurtuluş... Melek, halasının elindeki çuvala uzanmak istediğinde Aynur Halası elini geri çekti. "Sen niye taşıyormuşsun kızım? Biz erkek adamız diyerek evde iş yapmaktan kaçan delikanlılarımız var burada. Gelin buraya eşek herifler!" diyen halası kızlara göz kırpınca Kızlar da birbirine bakıp kıkırdamaya başladı.

 

"Yav tamam hala, taşırız da niye eşek herif olduk şimdi?" diye sordu Bulut. Yavuz da başını sallayarak kankasının sorusunu destekledi.

"Çünkü şuncacık kız sizden önce atılıyor elimdekini almaya! Evlenecek yaşa geldiniz ama hâlâ anlayış sıfır! Sizi alacak kızlara yazık vallahi..."

Kızlar hâlâ kıkır kıkır gülerken delikanlılar sessiz kaldı. Belli ki Aynur Halaları tersinden kalkmıştı.

 

"Düşün hadi önüme, Sıpalar!" Bulut sabır çekerken halasının diğer elindekileri de aldı. Yavuz da Zümrüt'ün elindekileri alırken elleri çok ufacık temas etmişti. Bu teması Yavuz fark etmezken Zümrüt, sanki eceline yaklaşmıştı o an. Melek tüm bu süreci en net gören, hatta tek gören kişiydi. Yavuz'u bir insan olarak severdi ancak Zümrüt'ün bu hallerini gördükçe ona olan öfkesi artıyordu. Nasıl görmezdi bu kızın gözlerindeki aşkı? Aynı sınıfta okumuşlardı senelerce, bir insan nasıl fark edemezdi bu aşkı? Anlam veremiyordu.

 

"Yavuz!" diye seslendi o an Gazel, dünyadan bihaberdi... Yavuz ona çevirdi üzgün bakışlarını. Melek, yüzüne dahi bakmıyordu.

 

"Eve gidince kızları çağırsana. Çeşmede oturacağız biraz..."

 

Yavuz başıyla onaylarken Aynur Halanın gazabı kızlara da sıçradı.

 

"Kız düşün önüme, eve gidelim. Çeşme meşme yok!"

 

Gazel itiraz etti. "Ya niye?"

 

Melek de başıyla onayladı bu soruyu.

 

"Ayıp kızım!" diyerek abartılı bir ifade takındı Aynur Hanım. "Genç kızsınız! Evlilik çağınız da gelmiş zaten. Laf söz olur? Çeşme başında oturmak, koca arıyoruz demek!" dediğinde Gazel'in cevabını bilen Zümrüt ve Melek gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı.

 

Gazel "E tamam, biz de zaten koca arıyoruz?" diye karşılık verdiğinde büyük bir kahkaha tufanı koptu. Yalnız Aynur Hanım ve Bulut gülmüyorlardı.

 

"Gazel seni ayağımın altına alacağım şimdi! İyice şımardın ha sen!"

 

Gazel abisinin taklidini yaptı. "Babamın tek kızıyım. Tabi ki şımarırım." Diyerek nispet yapınca Bulut bulaşmamaya karar verdi. Sosyal Medya'da kadın düşmanı olarak damgalanmak için fazla yakışıklı ve fazlaca bekârdı... Nikâhı bilemezdi ama sabırda keramet vardı.

 

Aynur Hanım genç delikanlıları da alıp uzaklaşırken kızların rotası köyün çeşmesi olmuştu. Aslında evlerine birkaç yüz metre uzaklıktaydı ancak ıssız bir yerdeydi. Eskiden buradan evlere su taşınırmış ve çamaşırlar haftanın belirli bir günü genç kızlar tarafından burada yıkanırmış. Köydeki kızların çoğunun burada aşk yaşadıkları ve burada başlayan aşklar da evlilikle sonuçlandığı için halası öyle bir şey söylemişti.

 

Elbette şu an da kısmen öyle şeyler yaşanıyordu ama bizim kızların gitme amacı daha çok dedikodu yapmak, vakit geçirmek için mükemmel bir yer olmasından kaynaklanıyordu.

 

Üç kuzen çeşmeye vardıklarında Zümrüt ve Melek biraz hasret giderdi. Çok geçmeden ikizler yani Yeliz ve Yasemin de aralarına katıldı. Melek karakter olarak birbirinden tamamen farklı olan iki kardeşle de çok iyi anlaşıyordu. Gerçi herkes ikisiyle de iyi anlaşıyordu sadece ikisi birbiriyle anlaşamıyordu genelde.

 

"Biz akıllılık ettik okumayarak. Hele şunun tipine bak! Şaftı kaymış!" diyerek kötü adam kahkahası atan Yeliz'e Melek küçümseyerek baktı.

 

"Biz ona emeğin izleri diyoruz Yeliz'ciğim. Siz 'armut piş ağzıma düş'çüler pek anlamazsınız gerçi."

 

Yasemin, çakması için elini Melek'e uzattı. Ve çak yaptılar.

 

"Hayır yani, okuduğunuzda ne olacak sanıyorsunuz ki? Dışarıdaki işsizlerin çoğu üniversite mezunu. Tahsilli işsiz yani" diyerek Yeliz'e destek veren Gazel'e Melek ters bir bakış attı.

 

"Bence sen hiç konuşma. Okumamak en azından Yeliz'in ve Zümrüt'ün kendi kararı. Sen sevgilin yüzünden bıraktın okulu."

 

"Haklılar kanka valla, seni savunamayacağım." Diyerek Yeliz de aradan çekilince Gazel biraz mahcup olsa da burnundan kıl aldırmadı.

 

"Yoo zaten benim de gönlüm yoktu." Diyerek pasif bir savunma yaptı.

 

"Hata yaptın Gazel, sadece kabul et. Parlak olmasa da ışığı olan bir öğrenciydin. Zorlasan lisede toparlardın." Dedi Yasemin dostane bir tavırla. Ancak bu konuyu konuşmak istemiyordu Gazel. İçini kemiren bu konuda gaza gelmek istemiyordu. Çünkü Mustafa yakın çevresinde gördüğü birkaç yanlış örnek yüzünden yanlış buluyordu lise ve üniversite hayatını. Gazel de sevdiğinden tamam diyordu. Hata ettiğini bile bile... Ancak hiçbir zaman sesli kabul etmemişti.

 

"Ay tamam boş verin bizim rahat hayatımızı. Başka şeylerden konuşalım." Diyerek olaya bambaşka bir boyut kazandıran Yeliz konuyu başka bir yere taşıdı.

 

"Dedikodu!" dedi Melek elini şaklatarak. "Yeni gelinden konuşalım mı?" diye de devam etti.

 

Zümrüt "Ay Melek! Ben gördüm kızı." Dedi oldukça abartılı bir beğeniyle. Amaç Gazel'i kızdırmaktı. Çünkü aşk eskise de rekabet bakiydi... "Bir içim su..."

 

Yasemin "Ama şimdi amcam da yakışıklı" Diye devam ettirdi Zümrüt'ün oyununu. Gazel gözlerini devirdi. Mustafa'sı hem daha genç hem daha yakışıklıydı...

 

"E tabi canım. Enver Abi de maşallah... Bırak köyü, tüm Bingöl'de nam salmıştı." Dedi Melek. Mütevazı olamayacakları bir konu vardı ki her iki ailenin de genleri muazzamdı ve kızları güzel erkekleri de yakışıklıydı. Ancak karizma denen bir gerçek vardı ki Enver'de ve Toprak'ta bol miktarda bulunuyordu. Enver gençliğini hızlı yaşamış, bir çift zümrüt gözün kafesine girmişti. Toprak ise karizmasını da alıp denizaşırı yerlere sözde ilim irfan için gitmişti...

 

Gazel konuya "Ama kız sanki biraz fena..." diyerek girdi. Yeliz kankasına katılıyordu bu noktada. "Orası öyle... Gariban amcam da biraz saf tabi..."

 

"Ay sanki siz ikiniz az fenasınız! Şam şeytanları! Herkes kadar gözü açık işte. Kusur değil bu!" diyen Yasemin yeni gelini savundu. Adalet terazisi biraz hassastı Yasemin'in ve haksız bir ithamda bulunulmasından rahatsız olmuştu.

 

"Aa bak aklımdan çıktı. Boş verin Elif'i" diyen Gazel aldığı bakışlarla yanlış anlaşıldığını fark etti. "Ya saçmalamayın kıskanmıyorum tabi ki kızı! Allah mutlu mesut etsin. Daha önemli bir dedikodu var şu an ondan dedim." Diye kendini açıkladı ters ters konuşarak.

 

Ona bakan meraklı gözlerden Yeliz' e ait olanlara çevirdi bakışlarını. "Yiğit Emre gelmiş!" dediğinde Zümrüt "Aa o çocuk Yiğit miydi?" diye sordu. Çok inceleyememişti ama yabancı olduğundan dikkatini çekmişti elbette.

 

Gazel başıyla onayladı Zümrüt'ü ve gözler ikizlere çevrildi.

 

Yeliz "Hıı dün gece geldiler. İpek Yengem de burada." Dedi memnuniyetsiz bir ifadeyle. "Yiğit de bir suratsız bir şey olmuş ki sorma! Sanki kraliyet Veliaht'ı! Sen de burada doğdun 6 yaşına kadar burada yaşadın yani! Bir kendini beğenmiş ki sormayın! Ağzından zorla bir selam alıyoruz."

 

Yasemin de ikizini "Her zaman elindeki telefona gömülüyor ve sadece mesajlaşıp oyun oynuyor. Suratsız!" sözleriyle destekledi.

 

"Doğru..." dedi Gazel bir şeyler fark etmiş gibi. "Bize de hiç selam vermedi, sormadı bizi..."

 

Zümrüt yorumsuz kalırken Melek alayla güldü. "Saf mısınız siz? Ne bekliyorsunuz ki? 15 sene gelmemiş, aramamış sormamış ve belli ki zorla, sırf amcasının düğünü diye getirilmiş. Siz niye bu kadar abartıyorsunuz ki onu?" dediğinde aslında en az diğerleri kadar kırgındı Yiğit'e... Çocuktu, pek fazla anıya da sahip değildi ama Yiğit'in olduğu anılar hep güzeldi. Şimdi o anıların hepsi kirlenmişti. Ve bu kez kir böğürtlen lekesi gibi tatlı sebeplerden değil, vefasızlıktandı...

 

"Yani şimdi orası öyle, onu da anlıyorum. Babası öldü. Ve bizi, daha doğrusu dedemi suçluyor. Onları terk ettiğimizi ve oraya sürgün edildiklerine inandırmış kendini." Diyen Yasemin'in empati kodları devreye girmişti yine.

 

"Çok saçma." Dedi Zümrüt. "Babası da istemiş gitmeyi. Sanki Necmi Dede öldürdü kendi oğlunu! Tövbe estağfurullah ya!"

 

Kızlar bir süre sessiz kaldılar. Nasıl düşünmeleri gerektiğini de şaşırmışlardı. Sonra Yasemin bu konudan da uzaklaşacak bir cümle kurdu.

 

"Tercihler ne zaman açılacak? Nereyi yazmayı düşünüyorsun?"

 

Sorunun muhatabı olan Melek omuz silkti. "Psikoloji yazacağım elbette. Özel Berceste Üniversitesini istiyorum ama bakalım, Yüzde elli burslu kazansam yine iyi."

 

"Hayalindeki üniversite değil miydi? Ankara'daydı?" diye sordu Yeliz. Anlam veremedikleri bir hevesi vardı Ankara'ya ve psikolojiye dair...

 

"Psikoloji okumak ilk hayalim. Ankara ikinci. Nasip artık bakalım..."

 

Yasemin "İpek Yengemler de orada. Hiç sıkıntı çekmezsin hem." Dediğinde Melek abartıyla gözlerini büyütüp başını iki yana salladı.

 

"Saçmalama kız! Tanımıyorum etmiyorum. Hem oğlunu görmedin mi? Ne kadar uyuz!"

 

Yeliz "Yok be İpek Yengem aşırı şeker bir kadın. Zaten hep telefonda konuşuyorduk. Yiğit yüzünden gelmiyordu o da." Diye savundu İpek Yengesini. Herkesin uyuzluğu kendineydi sonuçta.

 

"Olsun, yine de gitmem. Hem ben tanıdık hiç kimse olsun istemiyorum. Özgür ve kimseye hesap vermediğim bir üniversite hayatım olsun istiyorum."

 

"Bizim uslu kızımız, ihtiyarların medar-ı iftiharı Melek'imize bak sen! Neler yapacakmışsın özgür olup?" diye sordu Gazel imayla. Melek kuzeninin kendine takılmasına izin verdi. Başını geriye atıp gökyüzüne baktı. Hava açıktı ve mavinin en güzel tonuydu. Gökyüzü özgürlüğün sembolüydü Melek için... Engelsiz, açık ve boşluktu...

 

"Uçacağım... Bir şeyi isterken sadece isteyeceğim, başkası ne düşünür demeyeceğim mesela... Bu güne kadar ailem için yaşadım, bu günden sonra kendim için yaşayacağım." Dedi dürüstçe.

 

Kızlar bir şey diyemedi. Melek'in herkesin gözdesi olurken ödediği bedeller olduğunu ilk kez o an anlamışlardı çünkü. Herkes kendi seçimlerini yaparken Melek hayatını, değer verdiği insanların seçimleriyle sürdürüyordu. Bundaki en büyük etken Melek'in karakteriydi çünkü kimseyi kırmak istemiyordu. Hayır demeyi öğrenememişti bir türlü.

 

Bu huyu yakın gelecekte başına çok büyük bir dert açacaktı ancak Melek artık öyle olmadığı konusunda çok emindi, şimdilik...

 

"Git kız, bizim yerimize de dağıt!" dedi Yasemin omuzunu sıkarak. Melek ise ona bakıp tebessüm etti.

 

"Dağıtmak, özgürlük demek değil. Eğer dağıtmak isteyip de dağıtamıyor olsaydım özgürlük olabilirdi ama ben bir şeyleri dağıtmak istemiyorum. Sadece bir şey isterken, bir adım atarken herkes adına düşünmediğim bir hayat istiyorum. O yüzden kesinlikle bir tanıdık istemiyorum."

 

Zümrüt, Bir kolunu Melek'in boynuna dolayıp kendine çekti ve sarıldı. "Birtanem sorun burada ya da orada olman değil ki... Sensin. Sen fazla yufka yüreklisin ve muhtemelen yeni çevre edinirken de öyle olacaksın." Dedi açıkça. Bunları Melek'e söyleme nedeni fark etmesini istemesiydi. Çünkü hatanın ne olduğunu görmeden düzeltemezdi.

 

"Katılıyorum." Dedi Yeliz. "Mesela enayi gibi her işe el atma. Çok akıllı ve becerikli olduğunu biliyoruz ama bunu herkesin bilmesine gerek yok. Birileri seni çatır çutur yargılarken sen kalpleri kırılacak diye susma. Notlarını sağa sola dağıtma ya da... En önemlisi her yüzüne güleni kendine dost sanma." Diye de devam etti.

 

Gazel de "İmza mühür kaşe" diyerek onayladığını belli etti.... Yasemin omuz silkti. "Kusura bakma orti bu kez kızlar haklı."

 

Melek'in yüzü asılmıştı. Ancak söylediklerinde gerçekten haklılardı. Yine de Melek için çok da sorun olmuyordu aslında bu yaptıkları. Olaya 'Ne olacak ki?' diye bakıyordu. Ne yazık ki insanlar Melek kadar temiz düşünmüyorlardı. Hem onu kullanıp hem de onun ardından 'Enayi' diye konuşuyorlardı. Melek'in kulağına gelmişti böyle söylentiler ama çok kulak asmamıştı. Kızların kızdığı nokta da tam olarak buydu. Eğer bir karar aldıysa bunu en doğru düzgün şekilde uygulamalıydı.

 

"Neyse kızlar boş verin okulu, beni. Düğünde ne giyeceksiniz?" diye soran Melek bu konuyu daha sonra detaylıca düşünmek için kapattı. Kızlar haklılardı. Değişim içten başlardı.

 

Melek'in köyde geçirdiği günler hasretini dindirmeye başlamıştı. Özlediği her şeyi birer birer yapıyordu ki bunların en başında, tam zamanı olan böğürtlenleri toplamak ve ellerine batan dikenlere rağmen o lezzettin hazzına varmak geliyordu. Sonra toplanılan böğürtlenlerin birazı dondurulurken çoğunluğu reçel oluyordu. Melek'in böğürtlenden daha fazla sevdiği bir şey varsa o da böğürtlen reçeliydi. Ve iyi haber; reçeli yemenin mevsimi yoktu.

 

Tabi aynı zamanda düğün hazırlıkları da tam gaz devam ediyordu. Kız tarafı, zaten iki taraf da Bingöllü olduğu için nişan yapmaya gerek görmemişti. Bunun yerine büyük bir kına organize etmişlerdi.

 

Kına, köy meydanında yapılmış kadınlar ve erkekler bir tente ile birbirlerinden ayrılmışlardı. Normalde erkekler kınaya katılmayacaklardı ancak yine de çok fazla erkek geldiği için artık bir tente ile kadınlar ve erkekleri ayırmayı uygun bulmuşlardı. Kadınlar da böylece rahatça oynayabilmişti. Genç kızlar ve delikanlıların birbirlerini görmesi tentenin kalkmasına sebep olan çocukların koşturmasına bağlı olmuştu. Yine çocukların koşturduğu anlardan birinde tente havalanınca Melek, Yeliz ve Zümrüt'ün arasında halay çekiyordu. Tente havalanınca Bulut ve Yavuz'un aralarına Yiğit'i almış olduğunu gördü ve halayla resmen cebelleşen Yiğit'in o saçma hallerine güldü. Yiğit başını kaldırdığı an tente yeniden kapandığı için göz göze gelemediler. Tam o anda halay müziği değişince yeni halaya uyum sağlamaya çalışan Melek de Yiğit'i unuttu. Yiğit ise zorla kaldırıldığı halaydan bu değişimle kaçmayı başarmıştı.

 

Herkes kınada çok eğlenmiş, eğlendiği kadar da yorulmuştu. Herkes düğüne takati kalmadığını düşünüyordu ancak ara verdikleri bir gün toparlanmalarına yeterli gelmişti ve kınadaki gibi kadınlar ve erkekler ayrı olmayacağından kızların abileriyle başları ciddi anlamda belaya girmişti. Tabi Melek'in de kuzeniyle...

 

"Gazel sırtın açık diyorum! O tül hiçbir şeyi kapatmıyor! Yelek, ceket bir şey giyeceksin üstüne!" dedi Bulut inatla.

 

"Giymiyorum ya!" diyerek diretti Gazel ve hatta işi yokuşa sürdü. "Tülü de almıyorum üstüme. Açık kalsın!" diye de blöf yaptı. Çünkü Abisine posta koyan bu delikanlı kızın gerçek yüzü farklıydı. Zira sevgilisiyle ancak tül şartıyla giyebileceğine dair bir anlaşma yapmıştı ve o seviyeye gelene kadar da ayrılığın kıyısından dönülmüştü.

 

Bulut da "O zaman otur bizi bekle evde! Hatta bir kıyak da benden evde tek başına otururken üstündekini de çıkar!" diyerek blöfüne resti çekince işler iyice kızıştı. Melek ve Meral, Bulut'a görünmeden geçebileceklerini umarlarken Bulut "Boncuklar?" diye seslendi psikopat katil gülümsemesiyle "Nereye böyle? Hazırlanmamışsınız daha?" diye sordu gülümseyerek. Ancak herkes bu gülümsemenin sahte ve de tehlikeli olduğunu biliyordu.

 

"Hazırız." dedi Melek yakalandığı için dik durmaya karar vermişti. Babası karışmazken Bulut'a ne oluyordu acaba?

 

"Hani nerede hazırsın minik kuzu? Eteğinin kalanı yok?" diye soran Bulut'un dikkati dağılınca Gazel tülünü de alıp aradan sıvıştı ve koşar adım aşağı indi.

 

"GAZEL!" diye bağırsa da arkasından Gazel durmadı.

 

Bulut dikkatini elindeki iki minik kuzuya verdi.

 

"Hadi gidin bir çorap morap giyin." Diyerek uzlaşma taraftarıymış gibi bir imaj çizince Meral "Üff Bulut Abi, sen Toprak Abi değilsin. Lütfen kendin ol biraz!" diyerek Melek'i ve Bulut'u arkasında bırakıp havalı bir şekilde merdivenleri inince Melek kardeşine arkadan baktı ve beğeniyle dudaklarını büktü. "Ergen ama haklı. Ayrıca sen önce bir böğrünü kapat! Bağırsaklarına kadar görüyoruz buradan! Havalı değil kıro görünüyorsun çünkü." dedikten sonra topuklularını tıkırdatarak merdivenleri Meral'in ardından inmeye başladı.

 

Melek ne kadar karşısındakini kırmamaya odaklıysa Meral sanki onun yerine de konuşuyordu. İki kardeş arasındaki dobralık paylaşımı yüzde doksan sekiz Meral, yüzde iki Melek'teydi. Belki Melek'in payı o kadar bile değildi. Tabi Melek'in de bazı konularda özellikle kırıcı olduğu oluyordu ama bu durum tamamen istisnaydı. Çünkü kimse kırılmadıkça hislerinden vazgeçmiyordu.

 

Bahçeye indiğinde herkesin orada toplandığını gördü. Kızlar sabah kuaförden döndükten sonra kıyafetlerini giyinmek için evlere dağılmışlardı.

 

Melek eflatun, dizlerine kadar uzanan uçuş uçuş tül eteği olan kalın askılı bir elbise giymişti. Elbisenin kalın askılarından bileğine kadar uzanan, mor inci boncuk işlemeli ince bir tül vardı. Kombinini krem rengi bir platform topukla tamamlamıştı. Bir de ayakkabısıyla aynı renk ve deriden bir çantası vardı ancak çantayı pek yanında taşımayı düşünmüyordu. Saçlarını maşalayıp tepeden sıkıca toplamış, elbisesinin renk tonlarında canlı bir makyaj yapmıştı.

 

Gazel'in mürdüm rengi, boyundan dolamalı uzun şifon elbisesinin sırt dekoltesi vardı ve hem Mustafa hem de Bulut bunu sorun ediyordu. Ancak Gökhan Bey, diğer kızların içinde kızının gönlü kırılmasın diye hoşuna gitmese de ses etmiyordu. Heves etmişti bir kere kızı... Gazel de saç seçimini tepeden sıkı bir topuzdan yana kullanmış ve nude tonlarında sade bir makyaj yapmıştı.

 

Meral, risksiz asil bir renk seçmişti. Elbette o renk siyahtı. Tek kollu, göğsünden eteğin başladığı yere kadar pul işlemeli, eteğinin önü kısa arkası biraz daha uzun bir elbise tercih etmişti ki ön tarafın kısalığı Bulut'u gerecek seviyedeydi. Ne yazık ki Bulut'un gerginlik seviyesi Meral'in ilgilendiği bir konu değildi. Bu sade elbise seçiminin aksine makyajı ise koyu tonlarda, yaşını en az beş yaş büyüten ağır bir makyajdı. Kızlar ne kadar uyarsa da Meral böyle olmasını istemişti. Herkesin zevki de kendineydi en nihayetinde...

 

Yasemin ve Yeliz de gelince kızlar kendi arabalarına doğru yürüdüler. İkizler aynı elbisenin iki farklı rengini giyinmişlerdi. Kayık yaka, balon kollu tül abiye, yere sürtünecek kadar uzundu ancak yırtmacı üst bacaklarını gösterecek kadar derindi. Yeliz elbisesinin rengini tozpembeden yana kullanırken Yasemin'in seçimi kiremit rengi olmuştu. Yavuz'un somurtan yüzü onların evde de gürültülü anların yaşandığına işaretti. Ancak kızların keyfi oldukça yerindeydi. Sonuçta amcaları evleniyordu. Elbette istediklerini giyebilirlerdi.

 

Arabayı elbisesi en uygun olan kişi yani Melek kullanacağı için topuklularını çıkartıp sporlarını giydi. Ayaklarındaki rahatlama yüzüne de gülümseme olarak yansımıştı.

 

Günlerdir olduğu gibi bugün de Yiğit'le birbirlerini görmezden gelmişlerdi. Ancak işin aslı şuydu ki Yiğit gerçekten görmüyor, Melek de o öyle yaptığı için görmezden geliyordu. Yiğit gerçekten hepsi için tuhaf biriydi ve kasten kendini uzak tutuyordu. Geçen bir haftada bir kez olsun kızlara tek kelam etmemiş ve hatta doğru dürüst bakmamıştı. İkizler bile kuzenleri olmasına rağmen bir şeyler konuşmamıştı Yiğit'le. Birkaç denemenin ardından bir sonuç alamayacaklarını fark edince de boş vermişlerdi. Yiğit şimdiye kadar yoktu ve eksikliğini hissetmiyorlardı şimdi de yokmuş gibi davrandıklarında bir sorun çıkmazdı.

 

"Ay Allah'ım çıldıracağım!" dedi Gazel dayanamayarak. "Ne acayip bir çocuk! Gözlerini telefonundan bir türlü ayırmıyor. Kesin sevgilisi var."

 

Yeliz ise "Bence de... Sürekli bir kızla mesajlaşıyor. Geçen gözüm bir takıldı öyle, tamamen tesadüf..."dediğinde hiç kimse inanmadı tesadüf olduğuna ancak yorum da yapmadılar. "Bal Göz diye biriyle mesajlaşıyor. İnsan kimi bal göz diye kaydeder? Elbette sevgilisini!" dedi dâhiymiş gibi. Çok zor bir bağıntıymış gibi kendisiyle de övünüyordu.

 

Gazel düşünceli bir sesle "Ben öyle kaydetmedim? Ama güzel fikirmiş. Şey yazayım ben de kahve göz." Dediğinde kızlar kahkahaya boğuldu. Melek arabayı kullanırken yanına Yasemin oturmuştu. Ön koltuğu o kapmıştı diyelim... Arkada ise Gazel, Yeliz ve Meral vardı. Bu köyde kafa yapısı olarak birbirine en çok benzeyen üç insan...

 

"Zümrüt'ü almıyorum o zaman. Emin misiniz? Direkt salona mı gelecekler?" diye sordu arkaya bakarak. Gazel konuşmuştu Zümrüt'le çünkü.

 

Gazel "Öyle dedi. Saçını beğenmemiş, yeniden yaptıracakmış." Diye yanıtladı, Melek'i.

 

"Ya aslında ben de çok beğenmedim saçımı ama boş ver, biraz daha kalamazdım o sıcakta orada." Diyen Yasemin saçlarını maşalayıp salaş bir şekilde yana doğru ördürtmüştü. Yeliz ise saçlarını dalgalı bırakıp önden bir örgü ile taç yaptırmıştı.

 

"Bence güzel görünüyor. Neyi beğenmedin?" diye soran Melek göz ucuyla yeniden bakmıştı saçlarına. Yasemin dudak büktü. "Ne bileyim özensiz geldi."

 

"Yo bence oldukça uğraşılmış duruyor." Dediğinde Meral arkadan müdahale etti. "Uğraşılmış durmuyor. Uğraşıldı zaten abla. Herkesin işi bir buçuk saat maksimum sürdü, Yasemin Abla'yı iki buçuk saat ben bekledim ya!"

 

Kızlar yine güldü. Meral de söylenmeye devam etti. "Hâlâ içime sinmedi diyor. Valla orada Zümrüt Abla gibi bozdursaydın bizzat ellerimle bozardım."

 

Yeliz, Meral'e çak yapması için elini uzatsa da Melek kardeşini uyardı. "Saygılı ol kız! Alırım ayağımın altına seni!"

 

Meral umursamazca omuz silkti. Şu hayattaki forsunun önündeki tek engel ablasıydı! Oysa şu an hepsinden seksi görünüyordu! Ancak yine ablası onu azarlayarak en küçük olduğunu hepsine hatırlatmıştı! Bu kızda ciddi bir kıskançlık olduğundan şüpheleniyordu!

 

Salona geldiklerinde henüz kimse gelmemişti. Gelin ve damat bile... Kızlar fotoğraf çektirirken erkekler kendi aralarında sohbet ediyorlardı. Melek'in gözü, selfie çektikleri bir an erkeklerin olduğu tarafa kayınca bir köşede gülerek telefonla konuşan Yiğit'le göz göze geldi. Diğerlerinden biraz daha geride durmuş, bir eli takım elbisesinin pantolonunun cebinde birkaç adım ilerleyip geri dönerken Melek'le göz göze gelmiş olması o an Yiğit için aslında pek de bir anlam ifade etmiyordu. Ya da ifade ettiği anlamı, Yiğit anlayamıyordu. Çünkü hissettiği aidiyetin bir açıklamasını bulamazdı Yiğit, aramazdı da...

 

Melek ise göz göze geldikleri an içini saran merak duygusuna öfkelendi. Neyi, neden merak ediyordu? Yiğit, çocukluğunda anımsadığı kişi değildi işte.

 

Zaten tam olarak hatırlıyor da değildi ama anımsadığı iyi hisler artık yok olmuştu. Zaman, aralarına açık denizler koymuş, köprüleri yıkmıştı.

 

Yiğit de bakışlarını başka yöne çevirdi ve konuşmasına devam etti. Şu an burada bulunmak istemiyordu ve bu düğün biter bitmez yapacağı ilk şey uçağa binip gitmek olacaktı ki çoktan biletini almıştı. Annesi kalmaya devam etmek istiyorsa da keyfi bilirdi. Yiğit'in aklı fikri Ankara'da, arkadaşlarında, özellikle de Melis'teydi.

 

Başka birinin var olduğunu zaten hepsi anlıyordu ancak onların sandığı gibi değildi hiçbir şey...

 

Yiğit'in yüzünden gülücükler saçtıran bu kız, aslında Yiğit'in sevgisine karşılık bulamadığı biriydi.

 

"Abi ben anlamıyorum ya!" diye isyan etti Bulut kapıdan giren Zümrüt'ü görünce. Kızlar da Bulut'un sesiyle birlikte fotoğraf çekinmeye ara verip Zümrüt'e baktılar.

 

Zümrüt yeşili elbisesi adına ve ela gözlerine vurgu yapar gibiydi. Halter yaka, balık model elbise aslında oldukça şık ve usturupluydu ancak Zümrüt'ün uzun boyu ve kıvrımlı hatları elbiseyi, olduğundan daha göze gelir gösteriyordu.

 

Ancak hiçbir şeyden haberi olmayan Zümrüt alık alık bakıp "Ne oldu? Neyi anlamıyorsun?" diye sorduğunda Melek eliyle Zümrüt'ü yanlarına çağırıp "Gel Zümi gel, muhatap olma şunlarla." Dedi bıkkın bir tonla. Zümrüt, Melek'in dediğini yapıp başka bir şey sormadan yanlarına yürüdü ve tam olarak yanlarına varınca "Ne diyor bu?" diye sordu göz kırparak. Ancak kızlar bir cevap vermeden Yavuz "Ama oha ya!" diye bağırdı. Kızlar hayretle Yavuz'a bakarken Yavuz telaşlı adımlarla yanlarına geldi ve Zümrüt'ün aklını başından sıyırıp alacak o hareketi yaptı. Ceketini çıkarıp Zümrüt'ün sırtına attı.

 

"Fermuarını çekmeyi unutmuşsun, sırtın görünüyordu." Dedi azarlar bir ifadeyle. Bu sözlerine kızlar gülerken Zümrüt gözlerini kırpıştırmaktan başka bir tepki veremedi.

 

Birkaç saniye sonra ise "Fermuarı yok ki elbisenin." Dedi safça. Kızlar daha çok gülerken göz kırpıştırma sırası Yavuz'a geçmişti.

 

"Nasıl?" diye sordu. Zümrüt cevap verecek kadar kendine gelememişti zira ceketi omuzlarına koyan elleri hâlâ omuzlarının üstünde, ceketi bırakmış değillerdi ve bu yakınlık Zümrüt'e akıl tutulması yaşatıyordu. O anda her şeyden habersizce sırf patavatsızlık yapmak için konuşan Yeliz olaya dâhil oldu.

 

Neyse ki...

 

"Dikmemişler abi, unutmuşlar herhalde..." dediğinde Gazel ile kafa kafaya vermiş daha çok gülüyorlardı. Bulut da yanlarına geldiğinde "O zaman sen eline al iğne ipliği dik orayı Yeliz Hanım!" diyerek kız ittifakına karşı dostunun yanında durdu. Yavuz sonunda ceketi Zümrüt'ün omzuna bırakıp geri çekildi ve ellerini kumaş pantolonunun ceplerine koydu.

 

"Çok yerinde bir öneri oldu. Senin bu çözüm odaklı zekâna hastayım kardeşim!" dedi Bulut'u takdir dolu bakışlarla gazlayarak.

 

"Daha yerinde bir önerim var." Dedi Yasemin de genişçe gülümseyerek. Bulut ve Yavuz ona alaylı bir merakla bakınca gülümsemesi genişledi Yasemin'in. "İşinize bakın, haddiniz olmayan şeylere burnunuzu sokmayın mesela."

 

Kızlar hep bir ağızdan zafer nidaları atarken Zümrüt artık daha çok kendindeydi. Yine de bu gece uyuyamayacağı kadar çok adrenalin ve endorfin hormonu salgılamıştı.

 

"Babam görür." Dedi Bulut sinirle yerine dönerken. "Yarın öbür gün kızı koca istiyorum diye ortaya düştüğünde en çok ben güleceğim ona!"

 

Yavuz da ardından giderken aynı hazımsızlığa sahipti. "Çok şımarttılar bunları çok! Toprak abi olsa böyle olmazdı bunlar!"

 

Yiğit olaydan o kadar bağımsızdı ki yüzündeki gülümseme ile Bulut ve Yavuz'un yanına geldiğinde yüzlerinde gördüğü sinire bir anlam verememişti. Bu yüzden başka bir şeye yordu. "Düğünler çok sıkıcı değil mi?" diye sordu sanki onlarla aynı hisleri paylaşıyormuş gibi bir anlayışla.

 

Sorduğu soru Anya ise aldığı cevap Konya'ydı...

 

"Çok can sıkıcı hem de!"

 

Düğün tüm eğlencesiyle devam ederken kızlar da bir an olsun oturmak bilmemişti. Ayakkabıları ayaklarını incittiğinde ise sporlarını giyip eğlenmeye devam etmişlerdi. Kızların yüzünün güldüğü kadar erkeklerin yüzlerinin asıldığı bir düğün olmuştu. Resmen babalarına büyüler yapılmıştı. Yoksa bu kıyafetleri normalde rüyalarında bile görememeleri gerekiyordu bu kızların! Resmen güç birliği yapmışlar, duygu sömürüsü, isyan çıkarma girişimleri derken izinleri kapmışlardı. Yoksa başka türlü bu kıyafetlere vize çıkması mümkün değildi.

 

Babalarına sormuşlarsa da 'Sizin haddinize değil, karışmayın' minvalinde bir cevapla uzaklaştırılmışlardı. O yüzden düğün boyunca kös kös oturarak kızları kollamışlardı. Lanet olasıca düğüne gelen erkekler hiç de az değildi ne yazık ki! Hangi birine tehditkâr bakışlar atacaklarını da şaşırmışlardı artık!

 

Düğünün sonlarına doğru Melek, makyajını kontrol etmek için tuvalete gitti. Gözaltlarını kapatıcıyla düzelttikten sonra çıktığında ise duyduğu seslerle duvarın arkasında duraksadı. Birileri tartışıyordu.

 

"Gel dedin geldim işte anne! Yeter artık düğün de bitti zaten." Diyordu bir erkek sesi. Bu sese aşina olmasa da kime ait olduğunu içten içe biliyordu.

 

"Oğlum yabanilik yapma! Senin ailen, arkadaşların onlar!" diye kızan kadının sesini tanıyınca ilk konuşan erkek sesi hakkındaki düşünceleri de netleşti.

 

"Değil anne! Bizi gönderen onlardı, şu an da ailemiz değiller! Kabul etmiyorum ben! Babamın arkasında durup sahip çıkmadılar, çakallara yem ettiler. Unutma bunları. Arkadaş konusuna gelince tanımadığım insanlar... Arkadaş değil. Küçükken iki üç sene beraber koşturduğum insanlar, arkadaş olmuyorlar."

 

Melek sinirlenmişti. Ne biçim bir insandı bu çocuk? Madem öyle neden gelmişti?

 

"Yiğit Emre! Bin defa dedim sana! Kimse kimseyi bir yere göndermedi, baban ve ben tercih ettik gitmeyi."

 

"Kimse talep etmediği için anne... Her neyse lütfen, kavga etmeyelim. Sana dedim zaten, kalmak istiyorsan kal. Karışmıyorum. Ama sen de bana karışma. Burada bu insanların arasında boğuluyorum."

 

Melek öfkeden sık nefesler almaya başladı. Sadece boğulmuyor, onları da boğuyordu bu çocuk. Bir an önce defolup gitmeliydi. Şu an ilk kez onunla aynı fikirdeydi.

 

"Deden, amcan, yengenler, kuzenlerin çok üzülecek." Dedi İpek Hanım son kez çaresizce. Oğlunun bu fikirlere nasıl kapıldığı hakkında bir fikri yoktu. Babasının ölümünün ardından sessizliğe boğulduğu birkaç haftanın ardından böyle bir tavırla karşılaştığında da çok şaşırmıştı. Kati suretle Bingöl'e gitmek istemiyor, Bingöl'den misafirler geldiğinde ise bir şeyler bahane edip evden çıkıyordu. Yavuz'la on beş yaşlarındayken karşılaşmıştı. Birkaç saat geçirdikten sonra- ki bu da annesinin zoruyla olmuştu- arkadaşlarının yanına gitmişti.

 

Ne var ki aynı muameleyi kuzenleri ona göstermiyordu. Her türlü yabani tavrına rağmen...

 

Melek, İpek Hanım'ın adım seslerini duyunca duvarına ardından çıkıp Yiğit'in yüzüne bakmadan önünden kasırga gibi geçti. Geçerken de sivri topuğunu Yiğit'in ayağına batırmaktan hiç gocunmadı.

 

Yiğit ardından söylenip hakaret ederken de duymazdan geldi. Kötü söz sahibinindi ne de olsa...

 

🍇🍇🍇🍇🍇🍇🍇

Loading...
0%