Yeni Üyelik
11.
Bölüm

🍇10. Bölüm🍇

@busbckr

Yeni bölümle geldim. Bölümleri kısa tutuyorum ama sık aralıklarla gelecek merak etmeyin. Yorumlarınızı ve oylarınızı bekliyorum.
Sosyal medya üzerinden bana ulaşabilirsiniz. İsterseniz buradan da takip ederek bildirimlerden haberdar olabilirsiniz.

İNSTGRAM: Busbckr/ Busras.typwriter

X: Busrastypwriter

Tiktok: Busras.typwriter

Telegram: Cherrange sohbet grubu

🍇

Günün ilk ışıkları belirirken Melek gözlerini araladı. Odası Doğu Cephesine baktığı için Güneş, direkt olarak gözlerine vurmuştu. Zaten yerini garipsediği için huzursuz olan uykusu bu ışıkla bölünmeye dünden razıydı. Etrafına bakarken esnedi. Tamamen yabancı bir yerdeydi. Sanki başka birinin yatak odasında uyumuş gibi garipsemişti bu durumu. Kendi odasının genç kız temasının tam tersi olarak bu oda krem ve kahve tonlarındaydı. Avangart yatak odası takımı ise kesinlikle tarzı değildi. Üstelik odaya ilk girdiğinde güllerden sonra onu en çok şaşırtan yatak örtüsü olmuştu. Melek gelinliğinin bile o örtüden daha sade olduğuna yemin edebilirdi. Halkoyuna açsa yüzde yüz 'Benziyor' cevabı bile çıkardı.

Sabah ayazı yataktan çıkmasını ertelemesine sebep oluyordu. Ekim ayının ortalarını geçmişlerdi. Artık kış kendini gösterdi demek yanlış olmazdı. Yine de gün içinde hava nispeten daha sıcak olduğu için kalın şeyler de giyinilmiyordu.

On metreye yakın bir mesafe ötede Yiğit'in uyuduğunu bilmek garip geliyordu. İki gece yan yana yatmış olsalar da... Şimdi yan yana olmasalar da bu evde baş başa olacaklardı.

Yataktan bir çırpıda kalkıp dolabın önüne geçti. Bir anda kalkmasa hayatta kalkamazdı çünkü. Kendine siyah, askılı ve dizlerinin altında biten bir likralı bir elbise ve üstüne kısa kot ceket çıkardı.

Burada onun için, tarzına yakın elbiseler de konulmuştu ancak Melek şimdilik bunlara dokunmayı düşünmüyordu.

Valizinden kalın topuklu, deri bilek botunu da çıkardı. Yatağını toplayıp kıyafetlerini giydikten sonra botlarını da alıp odasından çıktı. Botları ayakkabılığa bırakıp mutfağa geçti.

Çay suyunu koyup dolaba baktı. Elbette dolap da doldurulmuştu. Melek kahvaltılıkları çıkarıp peynirleri doğradı. Zeytinleri tabağa aldı. Reçellerden küçük tabaklara boşalttı. Doldurduktan sonra böğürtlen reçelinden dolu bir kaşık almayı ihmal etmedi. Sonra o kaşığı lavaboya attı. Salam çıkarıp iki kişiye yetecek kadar sosis ve patates kızarttı.. Bir de yumurta kırdı. Normalde haşlanmış yumurta daha çok severdi ancak Yiğit'in hangi kıvamda sevdiğini bilmediğinden bugünlük kırmıştı. Tahin ve pekmez de bulmuştu ama onları artık bugünlük çıkarmadı ama balı görünce dolaptaki yoğurdun kaymağını da alarak ikisini aynı tabağa koydu.

Kahvaltı Melek'in en favori öğünüydü. O yüzden kahvaltısına özenirdi ama diğer öğünlerde ekmek arası peynir bile yese sorun değildi. Birkaç istisna dışında her yemeği de severdi.

Kahvaltıyı hazırladıktan sonra çayını da demledi. İki kişi olduklarından yeniden su koymadı çaydanlığa onlara yeterliydi çay.

Geçip salonda oturdu ama sonra Yiğit'in dersi olmama ihtimali aklına geldi boşuna beklemese miydi? Yine de bekledi çünkü onun dersine de daha vardı. Çayın altını en küçük ocak gözünde en kısık ayarda açınca Yiğit'in kapısı açıldı. Yiğit Melek'i salonda görünce "Günaydın" Diyerek bir cevap beklemeden yatak odasına girdi.

Kapanan kapıya bakan Melek şaşkınca "Günaydın" Diye mırıldandı arkasından.

"Ne oldu şimdi?" diye sordu kendi kendine. Çünkü Yiğit'in tüm gece düşünüp fazla samimiyet kurduklarını ve bu samimiyetin iyi olmadığına karar verdiğini bilmiyordu. Yiğit'in araya bundan sonra mesafe koyma kararını da bilmediği gibi...

Melek masaya geçip oturduğunda Yiğit birkaç dakika sonra odasından siyah kot ve beyaz tişörtle çıkmıştı. Elinde de siyah bir ceket tutuyordu. Yeniden kendi odasına geçip telefonunu ve defterini aldıktan sonra dış kapıya yönelince Melek "Kahvaltı yapmayacak mısın?" diye sordu. Garip davranışlarına anlam veremiyordu. Dün onu okula bırakmayı teklif eden kişi bu Yiğit miydi?

"Ben kahvaltı yapmam." Dedi ters bir sesle. Melek ise o kadar şaşkındı ki nasıl bir tepki vermesi gerektiğini bilmiyordu.

Melek "Hazırladım ama." Dedi alttan almaya devam ederek. Sabah mahmurluğu diye kendini ikna etmeye çalışıyordu.

"Sorsaydın söylerdim Melek! Hazırladın diye yemek zorunda mıyım?" diye terslediğinde Melek ayağa kalktı.

"Kendi sıran gelince hazırlamamak için mi böyle söylüyorsun?" diye sordu. Yiğit'in kaşları çatıldı. "Ne? Saçmalama!" diye çıkıştığında ise Melek tekrar oturup arkasına yaslandı ve dümdüz bir ifade ve sert bir sesle "İyi, çünkü ben her gün tam teşekküllü kahvaltı yaparım. Her gün hazırlayacağım yemek, yememek sana kalmış ama ben istiyorum." Diye buyurdu. Öyleyse böyle! Melek'in bu kadar fedakârlıktan sonra bir şeyden daha feragat etmeye niyeti yoktu.

Yiğit ağzının içinden bir şeyler geveleyip dışarı çıktıktan sonra kapıyı, ardından sertçe kapattı.

"Hamam böceği!" diye bağırdı ardından. "Danaburnu!" diye de ekledi. "Çok meraklıyım senin meymenetsiz suratına. İnsanlıktan nasibini almamışsın daha sen! Evlenmek senin neyine?"

Gidip çayını getirdi ve oturup bir güzel kahvaltısını yaptı. Dersi 11.'deydi ve saat daha 8.00'di. Bir keyif çayı daha içtikten sonra sofrayı topladı, kahvaltılıkları dolaba yerleştirip bulaşıkları makineye attı. Çantasını ve telefonunu alıp botlarını giydi ve evden çıktı. Kapıyı kilitledi ve navigasyonu açıp Metro istasyonunu aramaya başladı.

İyi ki Yiğit'in ipiyle kuyuya ineceğini düşünecek kadar aptal değildi de tedbirini almıştı.

İstasyonu bulduğunda not uygulamasını açıp adımları tek tek uygulamak suretiyle Metroya bindi. Bir saate yakın bir süre sonra Mamak istasyonuna ulaşmıştı. Metrodan inince dün Yiğit'le gittiği durağa gidip minibüs beklemeye başladı.

Yaklaşık on dakika sonra gelen minibüse bindi. O kadar sinirliydi ki! Yiğit onu bırakmadığı için değil, Yiğit onu beklentiye soktuğu için! Kendine de kızgındı ona bu kadar kolay güvendiği için... Bu oyuna, Melek'i kurtarmak için değil kendini kurtarmak için girmişti ve sözleşme bile Yiğit okulunu bitirdiğinde bitiyordu. 'Ah salak kafam!' diye dövünmek istiyordu ancak toplu taşımada olduğu için bunu yapamadı.

Okulun ön kapısına yakın olan durağa geldiklerinde minibüsten indi ve kampüse girdi. Bundan sonra Melek de ona taviz vermeyecekti. Evde de iki yabancı olmak mı? Harika fikir!

"Melek?"

Adının seslenilmesiyle ardına döndüğünde Filiz'i gördü. Tüm siniri bir anda uçup gitmiş yüzü gülmeye başlamıştı. Filiz'e sıkıca sarıldı. Yanındaki çocuğu tanımıyordu.

"Ya! Bir gittin pir gittin. Bir daha dönmeyeceksin sandım." Dediğinde birbirlerinden ayrıldılar.

Melek "Bir ara ben de öyle sandım." Dedi gülerek. Ciddi ciddi dönememe ihtimali vardı çünkü.

Filiz yanındaki çocuğa bakıp Melek'e döndü "A tanıştırayım Mehmet. Bizim sınıfta. Sen yokken sağ olsun bana yoldaşlık etti." Dediğinde Melek gülümseyip elini uzattı. "Melek." Mehmet mesafeli ama samimi bir tebessümle elini tutunca tokalaştılar. Mehmet, uzun boylu zayıf ve kızıl saçlı soluk beyaz tenli biriydi.

Mehmet "Memnun oldum." Dedi kibarca. Melek de gülümseyerek başını salladı. "Ben de."

Mehmet aslında Melek'i okulun ilk günü fark etmiş o günden beri de onlara yakın olmak için bir fırsat kollamıştı. Melek'in gelmediği bir gün Filiz'in yanı boşken oraya oturup oturamayacağını sorunca ve olumlu cevap alınca da Filiz'le arkadaşlık kurmaya başlamışlardı ama ne var ki Melek o günden sonra da gelmemişti. Okulun ilk zamanları okul bırakma olaylarının çok sık yaşandığını bildiğinden endişelenmiş ve Filiz'in ağzını aramıştı. İşte o an aslında Filiz'e yakalanmıştı ancak Filiz anladığını çaktırmayarak Melek'in döneceğini söylemişti. Ne var ki bir süre Melek'ten Filiz de haber alamamıştı ve o da endişelenmeye başlamıştı ama şimdi Melek geri dönmüştü. O yüzden ikisi de rahatlamıştı.

Filiz, en başta Mehmet'in hislerinden Melek'e bahsedip bahsetmemesi gerektiğinden emin değildi ama Mehmet ona da bir şey söylememişti, dolayısıyla yanlış anlama da olabilirdi. Hiç ortalığı bulandırmaya gerek yoktu. Bu yüzden söylememekte karar kıldı.

"Ne oldu ya öyle? Devamsızlıktan kalacaksın neredeyse. İki haftan kafadan gitti. Daha dönem başı üstelik"

Melek omuz silkti. "Anlatırım sonra. Geldi geçti. Artık buradayım ya!" Diyerek kollarını iki yanına açtığında Filiz yine sarıldı. "Ooo sana ne dedikodular anlatacağım! Neler kaçırdın, neler?" Diyerek koluna girince Melek gülüp yürümeye başladı. Mehmet, bir adım arkadan onları takip ederken Filiz anlatmaya başladı.

Sınıfa gidene kadar iki haftada okulda olan kavgaları, sevgili olanları, öğretmenlerin tavırlarını anlattı durdu.

"İşte bak şu cam tarafının en arkasındaki hilal bıyıklı çocukla ortada, üçüncü sırada oturan mavi saçlı kız. Pazartesi el ele geldiler, whatsapp grubunda cilveleştiler falan. Çarşamba ikisi de gruptan çıktı. İnstagram'dan birbirlerini engellemişler falan."

Melek başını iki yana salladı. Şu an başka kimseye gülecek, alay edecek durumda değildi. On günde evlenmişti. Dahası var mıydı? Üstelik okulun en popüleriyle! Ne saçma işti bu ya!

Kendini teenage bir lise dizisinde hissediyordu.

Sıralar üç kişilik olduğu için Mehmet, Filiz ve Melek beraber oturmuştu. Ders arasında sınıfta kalmayı seçmişler, ders bitince de kantinden çay alıp bahçeye çıkmışlardı. Bahçedeki masalardan birine oturup sohbet etmeye başladılar.

"Sen nereden geldin Mehmet?" diye sordu Melek ilgili bir şekilde. Mehmet oldukça iyi birine benziyordu. Kanı ısınmıştı. Ancak aklından asla Mehmet'in duygularına benzer şeyler geçmiyordu. Teknik olarak sahte de olsa evliydi. Elbette 'Bu kişi' dediği biri olursa ona şans verirdi ama onun dışında erkek arkadaş düşünmüyordu. İki sene zaten, çabuk geçerdi.

"Aslen Muşluyuz ama Balıkesir'de doğdum büyüdüm." Diye cevap verdi.

"Aa bizim oralardansın. Bingöllüyüm ben de. Ama hem aslen hem de doğma büyüme."

"Evet, Filiz söylemişti ama Türk'e bile benzemiyorsun, bırak doğuyu." Melek bunu çok sık duyuyordu. Ve elbette genetik bir açıklaması vardı.

"Babaannem Boşnak göçmeni ama dedem de aslen Bingöllü olmasına rağmen sarışın ve mavi gözlü. Yani aslında bilinenin aksine doğuda da sarışınlık ve renkli gözlülük genleri var." Diye açıkladı.

"Çok iyi." Dedi. Kesinlikle Melek çok çok iyiydi. Her açıdan. Uzaktan güzeldi ama yakından muhteşemdi.

Filiz "Melek biliyor musun Mehmet, okulu tam burslu kazanmış." Diye bir bilgi düşünce Melek'in kaşları beğeniyle havalanmıştı. "Harika. Ders çalışma gruplarımızın demirbaşı olmaya hak kazandın öyleyse Mehmet. Bu başarından dolayı seni kutluyorum." Dediğinde Mehmet kahkaha attı. "Ah çok teşekkür ederim. Beni onurlandırdınız. Bu ödülü hak etmiş olduğum için çok mutluyum." Melek de kahkahasına aynı şekilde kahkaha ile karşılık verdi. Filiz, Mehmet'e yardım edecekti. Ara ara Mehmet'i övüp Melek'in gözüne sokmak suretiyle fark etmesini sağlamak öncelikli planıydı. Çünkü Mehmet gayet yakışıklı ve iyi bir çocuktu. Zekiydi de... Melek'ten de belli ki baya hoşlanıyordu... Sevaptı en başta ancak bu planlar dünyadan bir haber bir yakın arkadaşın planlarıydı ve plan olmaktan öteye geçemeyeceklerdi.

"Melek!"

Melek omuzunda hissettiği elle arkasını dönüp elin sahibine bakınca dondu kaldı. "Melis?" dedi şaşkınlıkla ayağı kalkerken. Onun birkaç adım arkasındaki Yiğit ve başka bir çocuğu da görünce çaktırmamaya çalıştı.

Melis ona sıkıca sarılırken aynı şekilde karşılık verdi. Geri çekildiklerinde Melis Melek'i süzerek "Kızım sen nerelerdesin ya?" diye sordu şaşkınlıkla. O kadar imkânsız gelirdi ki bazı şeyler insan fark dâhi edemezdi. Mesela Melek ve Yiğit'in aynı zamanda ortadan kaybolmaları, ikisinin de Bingöl'e gitmesi ve Yiğit'in dedesi ile Melek'in sevdiği, dedesi gibi gördüğü birinin hastalanmış olması...

Ve şimdi aynı anda dönmeleri... Melis bunları fark edemedi. Filiz gibi...

"Öyle gidince dönemedim bir türlü." Dedi Melek gülümsemeye çalışırken. Melis, Yiğit ve Asil'e döndü ve "Melek benim oda arkadaşım." Dedi. Yiğit'in olayı anlamayan şaşkın bakışları bu kez bu tesadüfe şaşkınlıkla bakıyordu. Bu ne biçim bir tesadüftü ya?

"Oda arkadaşındım. Artık maalesef değilim." Dedi Melek de üzülmüş gibi bir tavır takınarak. Gerçi gerçekten üzülmüştü. Bu tavır takınmaktan çok davranmaktı. "Bir akrabamızın evinde kalıyorum artık." Diye Yiğit'le bağlantılı bir başka yalan daha söyledi.

Hayatının hiçbir döneminde bu kadar çok ve bu kadar koordine yalan söylememişti.

Melis bu habere oldukça üzülmüştü. "Yaa neden?"

Melek gülümsemeye çalıştı. "Babamın içi öyle rahat edecekmiş." Dedi gözlerini devirerek. Bu göz devirme gerçekti işte. Her şey babası, dedeleri, annesi ve İpek teyzenin başının altından çıkmıştı. Bir de rahmetli Ahmet amca!

"Bizim yurt baya güvenliydi ya. Çok üzüldüm." Dedi Melis. Sonra "Aman neyse aynı bölümdeyiz zaten. İstediğimiz gibi görüşürüz." Dedi gülerek. Ardından "Oturabilir miyiz?" diye sorunca hem Melek, hem Yiğit hem de Filiz şaşırmıştı. Asil ve Mehmet henüz ne olduğunu idrak edememişti.

"Ta-tabi." Dedi Melek eliyle masayı göstererek. Aklı o kadar doluydu ki Melis detayını tamamen unutmuştu. Unutunca da olacağı buydu yani...

Diğer masalardan sandalye takviyesi yapan üçlü de masaya yerleşince masada tuhaf bir hava olmuştu. Melek katiyen Yiğit'e bakmıyor, Asil bu kızı kesinlikle bir yerden tanıdığını biliyor ve nereden olduğunu çıkarmaya çalışıyor, Mehmet, Asil'in Melek'e olan bakışlarından rahatsız bir şekilde surat asıyordu. Yiğit umursamaz bir şekilde telefonuyla ilgilenirken Filiz ve Melis neşeyle gülümsüyorlardı.

"Okuldan baya uzak kaldın. Nasıl toplamayı düşünüyorsun?" diye sordu Melis bir konuşma başlatmak niyetiyle.

"Ben tüm notları tuttum. Melek'e veririm. Kapatır çabucak." Diye araya girdi Mehmet. Melek'le konuşmak için bir dinlediği dersi beş dinlemişti. Şimdi bir Playboy'a kaptıracak değildi. Playboy'dan kastı kesinlikle Asil'di, hemen yanında oturan kişinin Melek'in kocası olması ise çok büyük bir ironiydi tabi.

Mehmet'in sesini duyan Yiğit telefondan başını kaldırıp göz ucuyla kızıl çocuğa baktı. 'Lavuk!' dedi içinden. 'Kız tavlamak için notlarını kullanıyor. Ne bayat numara ama!'

Melek ise Mehmet'e gülümsedi. Aslında kara kara kimden not isteyebileceğini düşünüyordu. Filiz tek seçeneğiydi ama yanlış anlaşılmak da istemiyordu. Hem not tutan bir tip olmama ihtimali de vardı ki Melek'in bu durumda bir b planı da yoktu. Mehmet, Hızır gibi yetişmişti.

Melis, "İyi bari ama istersen bizim birinci sınıf notları da duruyor. Gerçi birkaç hocanız farklı diye biliyorum ama olsun yani ders aynı sonuçta." Dediğinde Melek minnetle gülümsedi ve teşekkür etti.

"Ben oda arkadaşı olduğunuzu bilmiyordum." Dedi Filiz Melek'e imayla bakarak. Ancak Melek gözlerini kaçırdı. Kasten söylememişti. Çünkü biliyordu ki bu bilgiden haberdar olsa sürekli konuşmaları için baskı yapacaktı. Melek, Filiz'i kırmak istemiyor, ilk senesinden popüler bir çevre edinme hevesini de anlıyordu ancak onun ne böyle bir arzusu vardı ne de Yiğit ile aynı ortamda durmak istiyordu. Baskı görürse arkadaşlıklarını da bitirirdi. Bu yüzden boşuna kimseyi üzmek araya mesafe koymak da istemedi.

"Konusu geçmedi." Dedi Melek de gülümseyerek. Ancak Filiz kırılmıştı ve kendini kandırılmış gibi hissediyordu. Başıyla onayladı ancak bu kırgınlık aralarında sorun olacak bir hata yapmasına sebep oldu. Filiz, Melek'in ihanet olarak adlandırdığı hareketine karşılık olarak Yiğit'e döndü ve "Bu arada Emre, ben senin Bingöllü olduğunu bilmiyordum. Melek çocukluk arkadaşı olduğunuzu söyleyince çok şaşırdım." Dedi.

Melek gözlerini yumdu ve sakin kalmaya çalıştı. Filiz'in bu yaptığı öfkeyle yapılmış bir hamleydi. Melek, bunun farkındaydı ancak bu hamle Melek'in hiçbir zaman Filiz'e yüzde yüz güvenmemesine ve arkadaşlıkları devam ettiği müddetçe asla bir seviyenin üstüne çıkamamasına sebep olacaktı. Masada ani bir şaşkınlık hüküm sürerken herkes Melek ve Yiğit'e bakıyordu.

"Ne?" dedi Melis elini ağzına koyarak. "Siz çocukluk arkadaşı mıydınız?" diye sorduğunda ise Melek ve Yiğit göz göze geldiler ve aynı anda "Hayır!" diye inkâr ettiler.

Filiz ise o an yaptığı hatayı fark etmişti. Yiğit Emre, Melek'i tanımıyordu ki aslında?

"Değiliz." Dedi Melek bekletmeden. "Filiz beni tam anlamamış. Çocukken gördüm en son Yiğit'i. Ailesiyle yakınız ama Yiğit'i tanımıyorum." Diye devam ettiğinde soğukkanlılığından ödün vermemiş, gözlerini de Yiğit'in gözlerine dikmişti.

"Ah!" dedi Melis o anlık farkındalıkla. "İkiniz de aynı anda Bingöl'e gidip aynı anda döndünüz. Senin deden, senin de deden gibi olan kişi hastaydı yani aynı kişi."

Melis'in bir dedektif edasında kurduğu bağlantı inkâr edilebilecek gibi değildi. İnkâr, şüpheyi daha çok üstlerine çekeceğinden ve Yiğit inkâr edecek gibi olduğundan Melek ondan önce davrandı.

"Aynen. Ancak yanlış düşüncelere kapılmanızı istemem. Orada da Yiğit'le karşılaşmadık. Yani eminim o da en az sizin kadar şaşkındır."

Yiğit, Melek'e oldukça öfkeliydi ve Melek bu öfkenin farkındaydı. Nasıl arkadaşına böyle bir şeyi söylerdi? Yakalanabilirlerdi! Neyse ki iyi kıvırmıştı.

Melis, heyecanla "İnanamıyorum! Tesadüfe bakar mısınız?" diye sordu masadakilere hitaben. Filiz şu an inanılmaz mahcuptu ve korkuyordu. Muhtemelen Melek buna baya kızacaktı. Arkadaşlıklarının bitmesi bile mümkündü.

"Kader bence." Dedi Asil de gülerek. "Ayrıca tanıdım seni. Sen kantindeki Kung Fu yapan Zeyna'sın değil mi?" deyince Melek utançtan kızardı. Tüm herkes mi kantindeydi o an ya?

"Ne Kung Fu'su?" diye sordu Melis merakla. Melek'e baktığında Melek dudak büküp omuz silkti. Hiçbir fikri yoktu, olaya ilişkin değilse bile hayata ilişkin! Neden bu okulu bu kadar istemişti ve neden o Yiğit denen danaburnu ile aynı okulda okuyordu? Ve neden bu böceğin en çirkin hali olan çocukla evliydi?

"Kantinde Burçin'i bir silkeledi ki sorma Melis! Görsen, Melek'e altın bir madalya verirdin" Asil'in gülerek söylediği cümle diğerleri için bir anlam ifade etmiyorsa da Melis'i baya keyiflendirmişti.

"Ellerine sağlık. Sebebini sormuyorum. Kesin hak etmiştir." Dedi. Bu kızı gittikçe daha çok seviyordu.

"Ama çok iyi bir şey değil mi Emre? Üstelik bizim aksimize sana Yiğit diyor. Baksana bir hatırlamıyor musun gerçekten?" diye sorduğunda Yiğit bakmaya bile tenezzül etmeden "Hatırlamıyorum." Dedi. Bu tavırları Melek'i daha da kinlendirdi.

"E o seni hatırlıyor! Üstelik senden daha küçükmüş belli ki? Kaç yaşındaydın o zaman?" diyerek Melek'e döndüğünde Melek sakin kalmaya ve herhangi bir nefret tohumu saçmamaya çalıştı.

"Hatırlamadım. Geçtiğimiz yaz amcasının düğününde görmüştüm." Dedi ve "En son üç dört yaşlarındaydım sanırım. Emin değilim. Hatırlamam çok da mümkün değil zaten." Derken o kadar umursamaz görünüyordu ki. Yiğit bu tavrına da ayrıca sinir olmuştu. Ne beklediğini biri kazara sorsa, cevap bile veremezdi oysaki...

"E sen görmedin mi hiç Melek'i? Görmemen çok garip." Derken kızın güzelliğine atıfta bulunuyorduysa da Melek bunu anlamadı. Onun yerine Yiğit'ten önce cevap verdi, kendi üslubuyla tabi...

"Görmedi. Görmek ve bakmak farklı yeteneklerdir. Bazı insanlar ikisine de sahip, bazıları ikisine de sahip değil bazıları ise sadece birine sahip... Yiğit yani Emre'de yalnıza biri vardı. Sadece beni değil birçok şeyi görmedi."

Ona gösterilen ilgiyi, oraya uyum sağlasın diye gösterilen çabayı, ona duyulan sevgiyi... Melek'i görmemiş... Çok değildi.

Melek'in sözlerinin üzerine masada soğuk rüzgârlar esmeye başlarken Melis ve Asil göz göze geldiler. Asil kaşlarını kaldırırken Melis de dudaklarını birbirine bastırmıştı. Melek'ten Yiğit'e karşı negatif bir elektrik akımı vardı.

"Hiç tanımadığın biri için kurulacak iddialı cümleler bunlar." Dedi Yiğit de meydan okuyan bir sesle. Gözlerini Melek'in üstüne dikmiş oldukça mesafeli bakıyordu. Melek, sabahtan alışkındı buna zaten. Dudakları alayla hafifçe kıvrıldı bu yüzden. "İddialıyım." Dedi ve çevresine baktı. "O yüzden buradayım ve bu bölümü okuyorum. Bir insanı görerek de analiz edebilmeli bence bir psikolog."

Yiğit dudaklarını büküp başıyla onayladı. "Sağlamalarını da yap o zaman. Matematik dersinden hatırlarsın. Her denklemin, her problemin mutlaka bir sağlaması da olur ya... Bizde de öyle."

Melek başıyla onayladı. "Çoktan sağlama aşamasına geçtim. Şimdilik sonuçta bir hata görünmüyor." Dedi.

Asil, ortamın giderek daha çok gerildiğini fark edince Melek'e "Emre biraz dalgın biridir. Etrafından kopuktur yani. Sen neden tanıdığında gelip bir selam vermedin ki? Sonuçta memleketinden çok uzakta tanıdık birini bulmuşsun" dedi.

Emre'nin de bu kıza neden bu kadar ters davrandığını ve görmezden geldiğini anlamlandıramıyordu bir türlü.

"Hatıralarından çıkarıldığım, hatıralarımdan çıkardığım birinin hayatında olmamın bir anlamı yoktu çünkü. Tanıdık da değildi o yüzden. Hem bilirsiniz... Ne demişler? Eksikliği hissedilmeyen birinin varlığı fazlalıktır. Birbirimizin hayatına fazlalık yapmanın bir anlamı yoktu. Yani sırf ortak tanıdıklarımız, bir geçmişimiz var diye arkadaş olmamıza gerek yok."

🍇

Loading...
0%