@busbckr
|
Yeni bölümle ben geldim🌿 Bölümleri bölmek çok zor ama kitapta bir bölüm biraz uzun olduğu için bölmem gerekiyor. Siz bu halini nasıl buldunuz merak ediyorum Size iyi okumalar. 🍇 Melek'in bu keskin tavrı hem diğerlerini hem de bilhassa Yiğit'i şaşırtmıştı. Neden arkadaş olamayız? Sorusuna makale yazarak cevap vermişti. Bunun üzerine de kimse bir şey demedi. Ancak o an hepsi ikisi arasında, konuşulandan fazlası olduğunu bir şekilde hissetti. Düşünmedi bazısı belki ama bilinçaltına bu bilgi yerleşti. Melis ise bu ihtimalin oldukça kuvvetli olduğunu düşünen iki kişiden biriydi. Diğer kişi elbette Asil'di. Yiğit'in Melek'e attığı kaçamak bakışları, en yakınları olarak fark ettikleri gibi Melek'in kati suretle Yiğit'e bakmaması, baktığı nadir anlarda da nefretini esirgememesi en güçlü argümanlarıydı. "Burada mıydınız? Her yerde sizi arıyorum." Diyerek bir kız bu gerginliğin üstüne köze dökülen su gibi iyi gelmişti. Melis "Arkadaşlarla oturuyorduk ya sen de gel." Dedi ve ardından masadakilere baktı. "Sorun olmaz değil mi? Çisem bizim arkadaşımız." Dedi. Melek, Mehmet ve Filiz için masaya bir kişinin daha oturması sorunlar listesinde son sırada bile olmadığından üçü de başını iki yana sallayıp yarım yamalak gülümseyerek cevap vermişti. Çisem pozitif bir enerjiyle tebessüm ederek "Birinci sınıf mısınız? Çok yeni yüzler." Dedi. Mehmet "Evet, birinci sınıfız." Diye kızların yerine de cevap verdi. İkisi de konuşacak gibi durmuyordu çünkü. Melek masanın altında sinirle ayağını sallıyor Yiğit gözlerini Mehmet'ten ve Mehmet'in durmadan baktığı Melek'ten alamıyordu. Açıkça yazıyordu kıza. Her şeyi bilen Melek Hanım acaba bunu da görebiliyor muydu? Psikoloji okumakla övünüyordu ya az evvel! Dünyadan bir haberdi oysa! Bir şey görmeyen de asıl kendisiydi! "Ay ne kadar cici görünüyorlar. Kıyamam." Dedi Çisem anaç bir tavırla. Asil kahkaha atarken Melis de gülümsemişti. "İkinci dönemde dirsekleriniz, ikinci sınıfta da ruhunuz çürüyecek. Abla tavsiyesi." Deyince Filiz ve Mehmet de güldü. Ancak Melek ve Yiğit ne onu duyuyordu ne de rol yapacak kadar kendilerindeydiler. "Mehmet notlar yanında mı?" diye sordu birden bire. Hepsi gülmeyi kesip Melek'e odaklandı. Mehmet şaşırsa da "E-evet?" dedi. "Dosya tutuyorum." Melek başıyla onayladı. "Bana verir misin şimdi? Ders başlamadan fotokopi çektireyim." dediğinde Mehmet başıyla onayladı. Melis, Melek'i anlıyor ama birden uzaklaşmasını istemiyordu. "Acelesi ne sonra çektirirsin. Sınavlara var daha." Dedi yumuşak bir sesle. Melek asla Yiğit'e bakmıyordu. Melis'e anlayış beklediğini rica eden bir bakış attı. "Benim bugünden ruhum çürümeye başladı. İkinci seneye çürüyecek bir ruh kalmasını istiyorsam planlı çalışmalıyım." Dedi ve masadan kalktı. Yiğit, ona yeniden rica edecek olan Melis'e engel oldu. "Bırak çalışsın. Herkes senin gibi dahi değil." Buradaki amacı Melis'i övmek ve Melek'e ısrar etmesine engel olmaktı. Başarılı olmuştu da ancak Melek'i küçümseyip, hakaret bile sayılabilecek bir üslup takındığının farkında değildi. Melis ona uyaran bir bakış atarken Asil dirseğiyle yan tarafına vurmuştu. Melek hiçbir cevap vermeden diğerlerine baş selamı vererek masadan uzaklaşırken "Geliyor musun Mehmet?" diye sordu sadece. Mehmet de arkada kalan Filiz'e yüzünü kırıştırarak baktı. 'Elimden bir şey gelmiyor' gibi bir şey demek istemişti. Ne diyeceğini bilemiyordu çünkü. Filiz de onların ardından ayaklanırken masadakilere "Daha sonra görüşürüz. İyi günler." Diyerek toplandı ve fakülteye onların peşinden girdi. Tüm bu tartışmalar onun yüzünden çıkmıştı. Şimdi Melek ona ne dese hakkıydı... Melek ve Mehmet fotokopileri çektirirken bu konuda ya da herhangi bir konuda tek kelime konuşmadılar. Melek sinirden dudaklarını kemiriyordu. Şöyle geri gitse ve tam karın boşluğuna yan bir tekme atsa... Yiğit geriye savrulsa ve bir de ağaca çarpsa... Böcekle böcek olmaya gerek yoktu. Mehmet'e notlarını geri verirken "Ne kadar minnettar olduğumu ifade etmeye kelimelerim yetmiyor inan bana, çok çok çok teşekkür ederim. Resmen bir senemi kurtardın." Dedi. Mehmet ise başını iki yana sallayıp "Saçmalama! Zaten not tutuyorum. Sadece seninle de paylaştım? Sanki ne yaptım? Onu okuyup ezberleyecek olan yine sensin." Diye karşılık verdi. O sırada Melek'in telefonu çaldı. Melek "Pardon." Diyerek ceketinin cebinden telefonunu notlarının el verdiği hızda çıkardı. Ekranda yazan isim, çağrıyı meşgule atmasıyla silindi. Melek "Olsun, yine de bu notlar olmasa ezberleyecek bir şey de olmayacaktı. Ama söz ben de senin için not tutarım günü gelirse." Diye gecikmeli olarak cevap verdi Mehmet'e. Mehmet tam konuşacaktı ki yine Melek'in telefonu çaldı. Arayan yine aynı olunca sonuç da aynı oldu. "Aç istersen, önemli gibi?" Mehmet'e başını iki yana sallayarak cevap verdi. "Önem kelimesiyle zıt anlama sahip olacak biri. İnan bana..." Mehmet güldü. Melek'in tersi pisti, Melek'le ters düşmemeliydi insan... Beraber sınıfa giderlerken Melek "Bu notları ve çantamı sınıfın sol en arka sırasına koyar mısın?" diyerek elindekileri Mehmet'e uzattı. Mehmet "Ama-" dediyse de Melek dinlenmedi. "Lütfen. Yalnız oturmak istiyorum." Çaresiz başıyla onayladı Mehmet de Melek'i. "Ben bir lavaboya gidip geleyim." Dedikten sonra Mehmet'ten ayrıldı ve koridorun sonundaki lavaboya doğru yürümeye başladı. Herkesin dersi başlamış olmalıydı ki koridorlar boştu. Kendini bir anda bir yere çekilirken bulunca bağırmaya çalıştı ama bir el ağzını kapattı. Yiğit'in yüzünü görene kadar aklı çıkmıştı. "Manyak mısın sen?" diye bağırdı. "Sessiz ol!" dedi Yiğit de öfkeyle! "Tamam! Bir daha kaçırılırsam sessiz olurum! Çok mantıklı!" Yiğit gözlerini yumarak sakin kalmaya çalıştı. "Abartma! Seni kaçırmadım!" Melek ise öfkeyle nefesini dışarı bıraktı. "Tam olarak amacın neydi peki?" diye sordu öfkeli bir sakinlikle. "İşte tek yapman gereken telefonumu açıp bunu sormaktı." Dedi Yiğit de. "Senin de yapman gereken telefonunu açmadığım için eve gidene kadar beklemekti. Hem kimse bilmeyecek diyorsun hem saçma sapan davranıyorsun!" Yiğit Melek'in üstüne doğru yürüyünce Melek geriledi. Kendini kapı ile Yiğit arasında bulduğunda ise çoktan kapana kısılmıştı. Yiğit "En azından ona buna seni tanıdığımı söylemiyorum. Çocukluk arkadaşıyız demiyorum." Dedi adeta tıslayarak. Melek Yiğit'i göğsünden hızla iterek uzaklaştırdı. "Birincisi ona buna değil arkadaşıma söyledim. İkincisi, bunu ona söylediğimde Necmi Dede hastaneye bile yatmamıştı. Haliyle geleceği göremediğimden evleneceğimizi bilemiyordum." Diye tıslayarak cevap verince Yiğit sinirle saçlarını geriye doğru taradı. "En ufak bir hata daha istemiyorum Melek!" dedi parmağını sallayarak. Melek Yiğit'in parmağını tutup sertçe indirdi. "Sakın bir daha bana bu üslupla ve parmağını sallayarak konuşma. Aramızdaki ilişki, hiyerarşik değil, sen benim üstüm, ben senin astın değilim. İkincisi olursa doktora parmağının nasıl kırıldığını anlatıyor olursun. Ve hata meselesine gelirsek... İkimizi bu malzeme odasına tıkan sensin. Ama gerçekten çocukluğumdan tanıdığım ve evleneceğimi bile bilmediğim birini arkadaşıma söylediğim için hata yapan benim, öyle mi? Yiğit senin bu sözleşmeli evlilikten beklentin neydi bilmiyorum ama iş sözleşmesi imzalamadık. Patron değilsin sen. Tavırlarına dikkat et!" dedikten sonra kapıyı açıp çıktı ve ardından sert bir şekilde kapattı. Önce lavaboya ardından da sınıfına gitti. Özgür olacağım derken kendini neye tutsak ettiğini yeni yeni görüyordu. Annesinin her zaman dediği gibi yalanlar insanları kurtarmaz ancak tutsak ederdi. O anlaşmayı kabul ederken de keşke bu nasihati aklına gelseydi. Onurlu bir dik duruş ve kaybedişi şu an tercih ederdi. Sınıftan girdiğinde Filiz ile göz göze gelince bakışlarını başka yöne çevirdi. İnsanlara biraz taviz verince yerini şaşırıp hadlerini aşıyorlardı. Kuzenleri ve arkadaşlarının bu tespiti çok doğruydu; Melek kesinlikle insanlarla arasındaki mesafeyi ayarlayamayıp hep kaybediyordu. Tüm ders boyunca odaklanmakta zorluk çekse de çabaladı ve detaylı ve hızlı bir şekilde not aldı. Eve gidince temize çekerdi. Zaten ancak ders çalışırken akıl sağlığını koruyabilirdi o evde. Bunu, bugün çok net anlamıştı. Ders bittiğinde hızla toparlandı. Eve gidiş yolu meşakkatliydi. Evin içi daha da meşakkatliydi. Sıraların arasından geçerken adımlarını seri tuttu. Filiz'in ona baktığını görebiliyordu. Ona karşı inanılmaz büyük bir öfke beslediğinden onunla bugün konuşmayı düşünmüyordu. Bu yüzden "Melek ben-" diyerek önüne atlayan kızın yanından geçerken "Şimdi değil. Hatta bir süre değil Filiz." Dedi ve Mehmet'e hayırlı akşamlar dileyip sınıftan çıktı. Adımları hızlı, bakışları sertti. Yiğit onu çıkarken görmüştü ama Melek etrafına bakmadığı için onu görmemişti. Şöyle de denebilir, onu görmemek için etrafına bakmamıştı. Yiğit ile olan anlaşmalarını biliyordu. Birbirlerini tanımıyormuş gibi yapacaklardı ama ne yapabilirdi? Bu anlaşmadan çok önce onu tanıdığını birine söylemişti. Öfkesini yine de anlayabiliyordu ama o ukala tavrı... Yüzüne bakmayışı, küçümseyen ses tonu... Çocuk değildi Melek, aptal hiç değildi. Madem kast ettiği, tanımamaktan da öte görmezden gelmekti... Gelirdi... Minibüs beklerken atıştırmaya başlayan yağmura alayla güldü. "Bir sen eksiktin. Geç kalmıştın!" Ve yağmur, bu sitemi artarak karşılamıştı. Melek gözlerini yumup durağın çatısının altına iyice geçti. Yağmur yüzünden durak bir hayli kalabalık oldu ve Melek durağın iç tarafında durduğu için minibüs geldiğinde, o binemeden dolup gitti. İkinci minibüste de aynısı olunca Melek ıslanmak pahasına öne doğru geldi ve önde beklemeye başladı. Durağın önünde minibüs değilse de Yiğit'in siyah Audi'si durdu. Camı indirip Melek'e baktığında Melek ona hala bakmamaya direniyordu. Bu yüzden seslenmek durumunda kaldı. "Melek!" Melek, Yiğit'e bakarken "Pardon?" dedi. "Tanışıyor muyuz?" Duraktaki insanlar Melek ve Yiğit'i merakla izlerken Yiğit gözlerini devirdi. "Of Melek ya! Bin işte! Bindiğinde söz kavga etmeye devam ederiz." Melek ise "Devam et." Dedi sakince ve minibüsün geleceği yöne doğru bakmaya başladı. "Melek! Şımarıklığın sırası değil, yağmur şiddetleniyor git gide. Hasta olacaksın!" diyen Yiğit'in de artık sabrı taşmak üzereydi. Melek eğildi "Görmezden gelme işini okul sınırları içinde tutmayalım, olur mu? Dışarıda da öyle yapmaya devam et." Dedikten sonra tekrar doğruldu. "Ben ne yaptım şimdi ya? Sen laf soktun, sen alay ettin benimle! Ben ağzımı bile açmadım!" dediğinde Melek'in ayakları sinirden titremeye başladı ancak Yiğit susmadı. "Yok görmüyor, yok bakmıyor, yok fazlalık! Bunlar senin lafların! Ben ne dedim? Hiçbir şey! Sence şu an bu tavrı takınması gereken kişi sen misin?" Melek ani bir hızla eğildi ve dirseklerini cama koyup içeri doğru eğildi. Çok önemli bir sır verirmiş gibi olan tavrı ve sesi, Yiğit'i meraka sürükledi. "Biliyor musun Yiğit? Ya da Emre... Her neysen artık? Ben küfretmeyi biliyorum." Bu cümleden ne çıkarması gerektiğini anlayamayan Yiğit "Efendim?" diye sordu. Melek onaylarcasına gözlerini yumdu ve "Çok iyi küfürler biliyorum hem de. Hiç ettiğimi görmemiş olman, hiçbir zaman görmeyeceğin anlamına gelmesin. Şimdi ağzımdan çıkacak ilk küfrü duymak istemiyorsan, bas git!" diye konuştu tane tane. Tonlama ve vurgularla kamufle olmuş bir tehditti aslında bu. Melek yeniden geri çekilince Yiğit bu kez gaza basıp gitti. Yiğit'in arkasından hızla gelen araba da yağmurdan dolayı biriken suları Melek'in yüzüne sıçratınca Melek yüksek sesle çığlık attı. "Ağğhhh! İt oğlu it! Senin altındaki arabayı!" Öfkeyle titreyen elleri, ceketinin cebindeki telefonunu güçlükle çıkardı. Aynı öfkeli titreme rehberine girene kadar sürdü ve sonunda o ismi buldu. 'Dedişko' gerçi şu an hiçbir tatlı yanı kalmadığından bu isim de derhal değişmeliydi ama... Biraz beklesin şu an. Melek o isme tıklayıp aramaya başladı. Telefon üçüncü kez çalana dek Melek'in öfkesi üç kez katlanmıştı. "Alo?" diyen yaşlı adamın sesi yaşından dolayı tarazlı ama arayan kişinin kimliğinden dolayı da meraklıydı. "Bana en kısa zamanda bir araba alacaksınız." Dedi Melek selam sabah vermeden. "Anlamadım. Ne diyorsun sen Melek? Alo?" dedi Yaşlı adam hatların karıştığını sanarak. Babası, dedesinin elinden telefonu aldı. "Ne oldu Melek?" diye sordu soğuk bir sesle. Yaptıklarını hala sindirebilmiş değildi. "En kısa zamanda iyi bir araba istiyorum baba. Madem paranızla tehdit ederek evlendirdiniz... Benim hayatım bir okul harcından ibaret olacak kadar değersiz değil." Melek tam olarak aklını kaybetmişti ve buna hakkı olduğunu düşünüyordu. Haklıydı, hakkı vardı. "Bir araba parası kadar mı değerin var peki?" diye sordu Gürkan Bey kızını ne duruma soktuklarını görüyor, bir kez değil bin kez daha pişman oluyordu. Bu yüzden Melek'in haberi olmasa da aslında Bingöl'de de kızılca kıyametler kopuyordu. "Hayır, önce bir arabayla başlayalım. Aklıma geldikçe söylerim." Dedi alayla gülerek. Ancak yağmurun gizlediği gözyaşları vardı ve bunu sadece kendisi biliyordu. "Almazsak?" dedi Gürkan Bey de Melek'in tavrından dolayı rahatsız olduğu için. Yoksa bir araba alırdı elbette, sorun bile değildi. "Almazsanız bir şey olmaz. Cehennemin dibinde tuttuğunuz eve en yakın caddeye çıkar otostop çekerim. O dangalağın arabasına binmektense, o arabasında rahatça okula gelirken ben metrolarda sürünmektense otostop çekerim baba." "Melek!" diye adını adeta haykırdı Gürkan Bey, adına yakışır davranan kızı sanki yok olmuş, yerine daima sorun çıkaran, sorun çıkarmaktan keyif alan bir kız gelmişti. İşin kötüsü anlıyor, hak bile veriyordu ama olmazdı. Kızını geri kazanmak zorundaydı. "Ne var baba?" dedi Melek de bağırarak. Duraktaki herkes ona garip bakışlar atınca duraktan uzaklaştı ve konuşmaya devam etti. "Kendine gel! Ne demek otostop çekmek? Sen böyle biri misin kızım?" diye sordu sesindeki acıyı gizleyemeden. Melek de ağlıyordu. Sinirliydi, üzgündü ama en kötüsü hayal kırıklığına uğramış olmasıydı. "Her şeye tamam dedim ben baba! Üniversitede istediğim yerde okumak için her şeyi kabul ettim. Gıkım çıkmadı. Giymemi istemediklerini giymedim, gitmemi istemediğin yerlere gitmedim. Arkadaşlarım toplanıp eğlenirken, sen izin vermedin diye ben Meral'in matematik ödevine yardım ettim. Onun yerine resim çizdim. O evde yalnız kalmasın diye yanında durup yemeğini yaptım. Çıkmadım gezmedim bile doğru dürüst. Okul çıkışı yarım saat- bir saatten ibaretti sosyal hayatım. Ama bu kadarını istemek zorunda mıydınız? Ben bıktım tamam mı artık? Dayanamıyorum buna. Her zaman ideal, örnek evlat olmaktan çok yoruldum. Bencil olmak istiyorum artık. Telefonu kapattıktan sonra 'Oh iyi yaptım' diyebilmek istiyorum. Gerçekten otostop çekebilecek kadar güçlü ve kararlı olmak istiyorum. Baba ben kendi hatalarımı yapmak istiyorum." Artık gözyaşları yağmuru geçmiş, hıçkırıkları da sesini defalarca kez kesmişti. Gürkan Bey de ağlıyordu artık. İşin kötüsü kızına yaptıkları bu kötülüğü şu an o söyleyince fark ediyordu. "Yiğit ne yaptı sana?" diye sordu. Öğrendiği an boşan diyecekti ama Melek sinirle kahkaha attı. "Hâlâ Yiğit diyorsunuz. Siz yaptınız baba! Yiğit bana ne yapabilir? Yiğit kim? Bana ne yaptıysanız siz yaptınız!" Başka bir şey söylemesine fırsat vermeden telefonu kapattı. Bir hayâl kurmuş, o hayâle ulaşmak için ömründen bir yıl feragat etmişti. O hayâle ulaştığını sanırken ailesi, fare kapanı kurup hayalini o kapana tuzak olarak koymuştu. Bunu affedemiyordu. Bunu yediremiyordu. Sinir krizi geçirmek üzereydi ve hatta geçiriyordu. Yeniden durağa döndü. Yağmurun altında olmak pahasına neredeyse yol üstünde bekledi. Gelen minibüse bu kez o da diğerleri gibi agresif bir hamle yaptı ve bu kez binebildi. Bu dünyada insanın hak kazanması yetmiyordu, hakkını almak için yırtıcı bir hayvan gibi davranması da gerekiyordu. Bunu ailesi tarafından tuzağa düşürülünce çok daha iyi anlamıştı. Hakkını almak için hayvan olması gerekiyorsa, olacaktı. Çünkü artık kimsenin düşüncelerini önemsemiyordu. Bencillikse bencillik, çirkeflikse çirkeflik! Artık en öne kendisini ve kendi isteklerini koyacaktı. Kimseye de hakkını öylece vermeyecekti tabi... O savaşmak zorundaysa diğerleri de hakkını savaşarak alacaktı. Kirpi demişti değil mi Yiğit? Bu saatten sonra dikenlerini esirgemeyecekti. Bir böğürtlen gibi olacak, onun tatlı yanını görmek isteyenler önce dikenlere katlanacaktı. Parmakları kanayacaktı, canları yanacaktı. Kolay olmak, kolay ölmekti. Kolayca ölmeyecekti. Kendine söz verdi bu kez. Eve geldiğinde hava kararmıştı. Salonun ışığı yanmıyordu ve Yiğit'in odasının kapısının altından da ışık yayılmıyordu. Bu saatte uyumadığına emindi. Demek ki hala eve gelmemişti. Önemsemeden odasına gidip banyoda elini yüzünü yıkadı, üstünü değiştirdi. Notlarını ve boş kâğıtlar alıp Yiğit'in odasına geçti. Bugün aldığı notları temiz bir şekilde başka kâğıda aktardı ve Mehmet'in verdiği notları düzenli bir şekilde dosyaladı. Sonra da kendine su kaynatıp bir paket instant kahveyi bardağa boşalttı. Suyu da doldurup odasına döndüğünde kapının açıldığını duydu. Yiğit gelmişti. Başını kaldırıp bakmasa da odanın kapısının önüne kadar gelip ona bakan Yiğit'i göz ucuyla gördü. Sonra Yiğit önce banyoya sonra da yatak odasına muhtemelen üstünü değiştirmek için gitti. Melek odağını derste tutmak için ekstra çaba harcıyordu. Yiğit yeniden odaya geldiğinde Melek'in önüne tek kelime etmeden iki kâğıt bıraktı. Melek de elindeki dosyayı bırakıp kâğıdı bir ucundan tutup kaldırdı. 'Boşanma protokolü.' Yiğit "İleride ne olur ne olmaz, şimdiden imzalayalım." Dediğinde Melek kalemliğinden mavi bir tükenmez kalem çıkardı ve iki kâğıdı da imzaladıktan sonra masanın diğer tarafına ittirdi ve çalışmaya kaldığı yerden devam etti. Melek'in bu umursamaz ve teklemeyen tavrı Yiğit'in zoruna gidiyor ama ağzını açıp tek kelime edemiyordu. Kâğıtları kendisi getirmişken 'Neden hemen imzaladın?' diye sorgulayamazdı çünkü. Kendisi de kendini anlayamıyor ve bu daha da öfkelenmesine sebep oluyordu. İmzalamazsa da sorun çıkaracakken imzalamış olması neden gururunu zedeliyordu anlamıyordu. En başından boşanma üzerine kurulan bir evlilikti bu. Ayrıca bugün hiçbir şey yapmamışken neden Melek'in bu nefretine nail olduğu da anlamadığı bir diğer konuydu. Ancak Melek kesinlikle onunla konuşacak gibi değildi. En azından bu gecelik... Bu yüzden mutfağa geçti. Dolabı açınca aklında bir zil çaldı. "Yemek yapmadın mı? Açım ben ve senin sıra-" derken kapı çaldı. Yiğit kapıyı açmaya giderken Melek de alayla gülümseyerek "Bugünkü tavrından sonra bir de sana elimle yemek yapacaktım öyle mi? Çok beklersin!" diye mırıldandı. Yiğit diafondan "Kim o?" diye sorunca "Hamburger siparişiniz!" diye karşılık verdi zili çalan ses. O an Melek'in sipariş verdiğini anladı. Eğer Yiğit sipariş verebiliyorsa, Melek de hayli hayli verirdi tabi ki... Siparişleri alan Yiğit, Melek'inkileri karton poşette bırakıp kendi hamburger, patates ve içeceğini alıp salonda oturmaya başladı. "Bir dahakine aklında bulunsun ben turşu koydurmuyorum." Diye seslendi içerden ters bir sesle. Melek alayla gözlerini devirip sessizce mırıldandı. "E tabi senin cacığın güzel olur! Hıyar!" Yiğit'e hakaret edip sövdükçe içi rahatlıyordu. Ancak elbette bunu sesli yapmıyordu. Bu öküz gidip ona dava bile açardı! Melek ders çalışma işini fazla uzatmadan Yiğit'in odasından çıktı ve öncelikle kendi odasına gidip elindeki notları bıraktı. Yiğit çaktırmamaya çalışsa da tüm dikkati Melek'teydi. Oysa buraya ilk geldikleri gün odalarına çekilene kadar geçen sürede ne kadar iyi anlaşıyorlardı. En başta Yiğit hata ettiğini kabul etti. Kahvaltı hazırlayan kızı bir azarlamadığı kalmıştı. Sonra onu götürmeyi kendi teklif etse de onu arkasında bırakıp gitmişti. Ondan sonra okulda takındığı tavır derken Melek, onun yaratmaya çalıştığı mesafeyi ondan daha iyi yaratmıştı. Ve şimdi yüzüne bile bakmıyordu. Olmak istediği durum buydu ama bu durumdan aslında hiç de memnun olmamıştı. Melek'in keyfi gayet yerinde görünüyordu oysa. Birileriyle mesajlaşıyor, gülüyor, ders çalışabiliyordu. Oysa Yiğit sıkıntıdan patlamak üzereydi. Melek, odasından çıkıp mutfağa geçtiğinde de evde yalnızmış gibi davranıyordu. Göz ucuyla bile Yiğit'e bakmıyordu. Melek daha önce kaynatıp soğuttuğu suyla kendine bir detoks içeceği hazırladı ve matarasını alıp odasına girdi. Bir şeyler izlemek istiyordu ancak o an aklına laptopunu köyde unuttuğu geldi. Bu kez kendi kendine sağlam bir azar çekip bir süre sonra sakinleşince de zaten çoktan eskimiş olan laptoptan vazgeçip derin bir nefes aldı ve babasını aradı. Telefon ilk çağrı bitmeden açılınca Melek selam bile vermeden "Laptop da istiyorum. Benimki orada kalmış. Meral alsın onu." Dedi. Gürkan Bey artık pes etmişti. "Tamam." Dedi kısaca. Melek bu tavrına rağmen diretmeden kabul eden babasına, yani aslında elindeki telefona şaşkınlıkla baktı. "Arabayı da hallediyorum. Hafta sonu gelmeden noter işin bitmiş olur." Melek şaşkınlığını yansıtmadı telefonun öteki tarafındaki babasına aynı onun gibi irdelemeden "Tamam." Dedi. "Laptopu da sendeki kredi kartıyla alırsın. Limiti yüksek o kartın." Dedi sakince. Kızının mutsuzluğundaki en büyük payın sahibi olduklarını bildiklerinden ona karşı mahcuplardı. Ve ne derse desin kabul edilecekti bu saatten sonra. Boşanma isteği bile. Babalarının gazına gelmişler ve İpek Hanım'ın çaresizce ettiği ricalar yüzünden bu oyuna ortak olmuşlardı ancak söz konusu şey evleri, arabaları ya da mal mülk değildi. Evlatlarıydı. Canlarıydı. Melek "Tamam, ben alırım onu." Dediğinde diyecek başka bir şey bulamamıştı. Bu yüzden "İyi akşamlar." Diyerek telefonu kapattı. Yiğit, Melek'in içeride biriyle konuştuğunu anlayınca televizyonun sesini kısıp kulak kabartmıştı ama anlayamamıştı ne dediğini. Bu yüzden daha çok meraklanmış, içine bir sıkıntı yerleşmişti. Birkaç saniye sonra ise yaptığı ve düşündüğü şeyin anlamsızlığı ve gereksizliğini idrak edince kendi kendine söylenip televizyonun sesini açmıştı. "Sana ne lan? Kimle konuşursa konuşsun! Seni ne ilgilendiriyor acaba?" Melek ise aslında göründüğü kadar sakin, çizdiği imaj gibi umursamaz değildi. Hâlâ Yiğit'in bugünkü tavrını sindirememiş, üstüne eve dönerken çektiği çile, sinirlerini daha çok gerince iş başka bir yere taşınmıştı. Bu kadar uzakta bir ev tutmalarının sebebinin okula beraber gitmelerini sağlamak olduğunu anlamıştı Melek ama onu, neden Yiğit'e mecbur bıraktıklarını anlamıyordu. Aralarında sorun çıkacağını ve Melek'in gurur yapıp Yiğit'in arabasına binmeyeceği günlerin olacağını düşünememişler miydi, umursamamışlar mıydı? Film izleyemeyeceğini anladığında uyumaya karar verdi. Yiğit de kendi odasına geçti ve bu gün yaşadıklarını sindirmeye çalıştı. Dün geceki düşünceleriyle bu geceki düşünceleri arasında 180 derece fark vardı. Dün, Melek ile arasına koymaya karar verirken bu geceki konusu arayı düzeltmekti. Ancak Melek'in bu günkü tavrına bakarak rahatlıkla söyleyebilirdi ki işi hiç kolay değildi. Ertesi gün Melek aynı şekilde kalkmış hazırlanmış ve kahvaltıyı hazırlamıştı. Dün de dediği gibi iki kişilik... Bu kez Yiğit'i beklemeden kahvaltısını yapmaya başlamıştı. İkinci bardak çayını bitirirken Yiğit'in odasının kapısı açıldı. Melek duymazdan geldi ve elindeki telefondan bakışlarını çekmeden kahvaltısını yapmaya devam etti. Ancak Yiğit dünün aksine öylece çıkıp gitmemiş, lavabodan çıktıktan sonra sofraya oturmuştu. İşte bu Melek için doyduğunun işaretiydi. Ayağa kalktı. "Böyle mi olacağız yani?" diye sordu Yiğit isyan edercesine. Melek ise tepkisiz bir şekilde "Nasıl?" diye sordu. Yiğit "Aynı evde birbirimizin yüzüne bakamayacak mıyız?" diye sorunca, Yiğit'e çok ince bir alayla gülümsedi. "Bakmalı mıyız? Sözleşmede öyle bir madde mi vardı?" Yiğit, 'Yapma' der gibi baktı. "Dün ne olduysa oldu Melek, arkamızda bırakalım işte." "Tamam." Dedi Melek gülüp başını iki yana sallarken. "Bundan sonra gecesinden bana ertesi günkü ruh halini mesaj at ona göre davranayım. Sen iyiysen iyiyiz, kötüysen kötüyüz bundan sonra." Yiğit bir şey diyemedi. Bunun yerine Melek'e öylece dümdüz baktı. Melek "Kahvaltılıkları kaldırıp bulaşıkları makineye atarsın." Dediğinde Yiğit ağzını açacak olduysa da Melek söyleyeceklerini ağzına tıktı. "Sözleşmede böyle bir maddemiz vardı ya... Yemek benimse temizlik senin..." dedikten sonra çantasını ve telefonunu alıp evden çıktı. "Sen doydun mu diyecektim." Diye mırıldandı Yiğit Melek'in ardından. "Tamam, üstüne gelmeden yavaşça alalım bakalım gönlünü..." Melek bugün okula gitmek için o kadar çile çekmek yerine taksiye binmişti. Nasıl olsa harcayacağı parayı sonuna kadar hak etmişti. Dün aklına neden taksi tutmak gelmemişti bilmiyordu. Kabullenilmiş çaresizlik halinde olduğunu düşündü. Okula da artık ilk zamanlardaki hevesiyle gelemiyordu. Neden bu kadar kolay kazıklandığını anlayamıyordu. İnsanlara bu kadar kolay güvenmesi de anlam veremediği bir başka konuydu tabi. En kısa zamanda bu konu üzerinde de çalışmalıydı. Şüpheci bir paranoyak olmak değildi niyeti ama yine de az biraz şüphe, göz çıkarmazdı. Sınıfa girince yeniden en arka sıraya geçti. Odaklanmak burada normalden daha zordu ancak yapacak bir şey yoktu. Gidip başkasının yanına oturmaktan da güvenliydi şimdilik. Notlarını çantasından çıkarıp düzenledi ve kendine bir de boş kâğıt çıkarıp katlayarak hazırladı. O an yanı başında beliren gölge dikkatini dağıttı. Başını kaldırdığında Filiz'i görünce gözlerini yumup derin bir nefes aldı. "Kalbini kırdırmaya çok meraklı olabilirsin ama ben kalp kırınca mutlu olmuyorum. Zaman istedim senden Filiz." "Kalbimi kırdırmaktan hoşlanmıyorum ama hak ettim Melek. O yüzden kalbimi kırsan da sorun değil. Ödeşmiş oluruz." Melek'in kaşları havalandı. "Ödeşmek? Birbirimize borç para vermedik Filiz. Sen benim sana verdiğim sırrı açık ettin. Bunun bedeli kalbinin kırılması değil." Filiz başıyla onayladı. "Biliyorum. İstiyorsan sana en büyük sırrımı söylerim ve sen de istediğine söyleyebilirsin." Dedi. Melek gülecek gibi olduysa da gözlerini devirerek bu ifadesini gizledi. Bunun yerine "İstemiyorum." Dedi Melek düz bir şekilde. "Ben kasten kimsenin sırrını açık etmem." Bu yüzdendir ki yıllarca Zümrüt'ün acı çekişini seyretmekle yetinmişti. "Ama ben seninle olan arkadaşlığımın bitmesini istemiyorum. Melek yemin ederim bir anlık gafletti. Hemen pişman oldum. Senin Melis'i bana söylemeni öyle öğrenince bir anlık gaza geldim. Kendimi savunmuyorum. Sakın yanlış anlama! Sadece söylüyorum işte. Bunun ikincisi asla olmayacak" Aynı fikirdeydi Melek. İkincisi olmayacaktı çünkü Filiz'e bir daha öyle kolay güvenmeyecekti ancak yine de lanet ettiği yumuşak kalbi üzülmüştü ona. Bu yüzden kıyamadı. "Peki." Diyerek samimi bir şekilde gülümsedi. Oysa daha demin büyük kararlar almıştı! Kendine göz devirdi. Resmen hayâl kırıklığıydı! "Ancak tekrar eskisi gibi olmamız biraz zor. Zaman alabilir." Filiz genişçe güldü. "Ben o zamanı kısaltmak için elimden ne gelirse yapmaya hazırım." Dedikten sonra "Hadi sıramıza gidelim." diyerek Melek'in çantasını aldı. O sırada hoca sınıfa girince Melek "Artık diğer derse." Dedi. Filiz buruk bir gülümsemeyle onu onaylayıp sırasına, Mehmet'in yanına geri döndü. En azından küçük de olsa bir adım atabilmişlerdi. Melek'in hâlâ çok kızgın ve kızgın olduğundan daha çok kırgın olduğunu biliyordu. Aralarındaki arkadaşlığı tamir etmenin zor ve uzun olacağını da tabi ki... Ancak ona değer diye düşünüyor, aralarının kendi hatası ile bozulmasını kabul edemiyordu. Normalde asla yapmayacağı bir şeyi yapmıştı. Hala anlayamıyordu neden yaptığını da... Bu yüzden Melek'i sonuna kadar haklı buluyor ama onunla olan arkadaşlığından da vazgeçemiyordu. O ders öylece biterken Melek diğer ders için çantasını getirip eski yerine koydu. Yine istemediği bir şeyleri yaparken vicdanına da kendine de Yiğit'e bahsettiği o yaratıcı küfürleri ediyordu. Ders arasında sınıfta öylece oturmuşlardı. Yine Yiğit'le karşılaşmak istemiyordu çünkü. Filiz ve Mehmet de o kalınca gitmemişlerdi bir yere ve onunla sohbet etmeye çalışmışlardı. Ancak Melek daha çok Mehmet'le muhatap oluyordu. Filiz bu durumu fark etse de ses etmedi. O da Yiğit'le benzer düşüncelere sahipti. Yavaş yavaş... Öğleden sonra Melek'in dersi olmadığı için okuldan çıkarken Filiz ve Mehmet'i ekmişti. Fakülteden çıkıp kampüsün kapısına doğru yürürken adının tanıdık bir ses tarafından seslenilmesiyle durdu. Bu ses kesinlikle Yiğit'ten başkasına ait değildi. "Melek!" Melek durdu ve bıkkın bir şekilde Yiğit'in, yanına gelmesini bekledi. "Dersin bitti mi?" diye sordu Yiğit, sanki panikle yetişmeye çalışmamış gibi bir umursamazlıkla. Bir de hızlı soluk alıp vermese başarılı sayılır gibiydi. Melek başıyla onayladı. "Bitti." Yiğit yalan söyledi. "Benim de dersim yok. Bekle beraber gidelim eve." "Eve gitmiyorum." Diyerek net ve kesin bir cevap vermesine rağmen Yiğit kurcalamaya devam etti. "Ne demek eve gitmiyorum? Nereye gideceksin peki? Evi de mi terk ediyorsun? Bu kadarı da abartılı-" Elbette ki yine yanlış anlamış ve her şeyi birbirine katmıştı. "İşim var Yiğit!" diyen Melek de öfkesini dindirmeye çalışıyordu. Hiç şüphesiz ki ikisi de psikolojik açıdan iyi durumda değildi. Yeni bir düzene alışmak, yeni kimlikler edinmek ve yabancı bir karşı cinsle sürekli beraber olmak ikisine de ağır sorumluluklar yüklemişti ve haliyle de bu, üstlerinde büyük bir baskı oluşturmuştu. "İşim var. Sen nereye gidiyorsan git." Dedikten sonra Yiğit'e arkasını dönüp yoluna devam etti. Yine bir taksi çevirdi ve taksiciye en yakın alışveriş merkezine gitmek istediğini söyledi. Ankara'yı bilmeyen biri için en iyi seçenek eğer durumu müsaitse taksiydi kesinlikle. Çünkü ekstra olarak rehber görevi de görebiliyorlardı. Büyük bir alışveriş merkezinin önünde durduklarında Melek alışveriş merkezinin adına baktı. 'Anatolium' Bingöl'de bu kadar büyük bir alışveriş merkezi yoktu, kaldı ki Bingöl'de sadece bir tane alışveriş merkezi vardı... Kıyaslama yapmaya gerek yoktu. Bingöl, ne yazık ki daha büyük şehir olamamıştı. Olurdu inşallah ileride... Bir süre sadece AVM'yi gezdi. Sonra aradığı teknoloji mağazasını bulunca gezisine ara verip içeri girdi ve laptoplara bakmaya başladı. Sonunda gerek görünüş olarak gerek nitelik olarak beğendiği bir laptopu sepetine attı. Bir Mouse ve kulaklık da aldı kendine ve teknoloji mağazasından çıktı. Yemek katına gelince gözüne kestirdiği bir köfteciden köfte ve tatlı aldı. Daha sonra markete inip biraz abur cubur ile içecek de aldıktan sonra yükü ağırlaştığı için internetten en yakın taksi durağını bulup bir taksi çağırmadan önce son olarak kendine bir tane de kahve söyledi. Elindeki karton bardakla aşırı şekerli kahvesini içmeye çalışırken aynı zamanda poşetleri de taşımaya çalışıyordu. O an asla beklemediği bir şey oldu ve Yiğit karşısında belirdi. "Alışveriş yapacağını söylesen ben getirirdim seni." Dedi gülümseyerek ancak Melek'in taviz vermeye niyeti yoktu bu dengesize. "Gelmeni istesem, nereye gittiğimi sana mutlaka söylerdim. Neden takip ettin beni?" Yiğit dudak büktü. "Takip etmedim. Tamamen tesadüf." Elbette bu bir yalandı. "Eminim öyledir." Dedi Melek yanından geçmeye çalışırken. Yiğit geçmesine engel oldu ve kötü bakışlarını görmezden gelerek zorla elindeki poşetleri aldı. Melek de kahve dökülmesin diye uğraşırken poşetleri gerektiği gibi koruyamadı. Melek "Ne yapıyorsun?" diye soruca "Eşime yardımcı oluyorum." Diye cevap verdi Yiğit gülerek. Aslında şaka yapıyordu ancak şakanın hiç sırası değildi. "Ya tamam, aynı eve gidiyoruz işte. Yardım edeyim, en azından kahveni içene kadar." Melek yarısı içilmiş kahveyi hemen yanındaki çöp tenekesine attı. Zaten fazla şekerden bayılacaktı. Bir daha da bu kahveyi sipariş etmezdi. "Bitti kahvem. Ver poşetleri. Taksim geldi." Dediğinde Yiğit gözlerini büyüttü. "Ben buradayken taksiye mi bineceksin yani?" diye sorunca Melek, ayağına gelen bu pası muhteşem bir gole çevirdi. "On dakika sonra fikrini değiştirme ihtimali olan biri olmasaydın taksi çağırmazdım ama şansa bak ki öyle birisin." Yiğit'in afallayışından faydalanarak yanından geçip çıkışa giderken de taksicinin geldiğini haber veren arama zil sesini duydu. Adımlarını hızlandırdı, tam taksiye kavuşmuştu ki Yiğit önüne geçip taksiciye para vererek gönderdi onu. Melek, ona patlamaya hazır bir bomba gibi bakarken de arabanın anahtarını uzattı. "Madem güvenmiyorsun al arabanın anahtarı sende kalsın. Çok itiyorsan da on dakika sonra beni geride bırakabilirsin ama bu yükle, ben buradayken seni taksiyle göndermem." Melek anahtarı çekip aldı ve poşetleri yere bıraktı. Onun da yemeği vardı içinde biraz da o taşısın, ne olacaktı ki? Yiğit gülerek yerdeki poşetleri alırken "Ama gitmeden bir kahve içelim mi? Kokusu burnuma geldi, canım çekti." Dediğinde Melek'in sinirleri bozulduğu için güldü. Asla başka bir sebeple değil! "Çok tatlıydı başka bir şey sipariş et bence." Dediğinde Yiğit de rahatlayıp gülümsedi. "Tatlı şeyleri severim ben." Melek gözlerini devirip "Sende eksik olduğundandır... Sevimsiz." Diye mırıldandı ama gülümsemesi hala dudaklarındaydı... 🍇 Nasıldı bölüm? Atışmaları çok şeker değil mi?
|
0% |