Yeni Üyelik
13.
Bölüm

🍇12. Bölüm🍇

@busbckr

Keyifli okumalar...

🍇

12. Bölüm

Bölüm Şarkısı: Sezen Aksu- Ben de Yoluma Giderim

İnsanların değişmesi için bazen aylara, bazen yıllara bazen ise sadece bir ana gerek vardır. Yıllar içinde inşa ettiğimiz benliğimizin değişmesi öyle kolay değildir. Bazen zaman, bazen ise durumun büyük olması gerekir değişim için.

Melek, tamamen değişmeye çok kararlıydı ancak yufka yüreği sanki onun bedeninin dışında bir emir komuta zincirindeydi. Asla söz dinlemiyor asla verdiği bir karara sadık kalmıyordu. Önce Filiz'e karşı yumuşamıştı sonra da Yiğit'e karşı. Bunun için kendine çok kızgın olsa da bu kadar ısrar karşısında direnemiyordu işte. Şimdi Yiğit'le aynı arabada evlerine giderken kendini hiç rahat hissetmemesinin sebebi de verdiği kararlara uymamış olmanın verdiği mahcubiyetti.

"Yarın dersin kaçta başlıyor?" diye sordu Yiğit. Ses tonu sohbet havasındaydı ancak Melek sohbet havasında olmadığından ses tonu da öyle olmadı.

Gayet düz bir tonlamayla "Dokuzda." diye cevapladı sorusunu. Öylesine sorduğunu düşündüğü için cevaplamıştı. Ardından gelecek teklifi bilse cevap vermezdi mesela...

"Tamam, benim de dokuz buçukta. Beraber gideriz."

Melek'in kaşları havalandı. "Teşekkürler ama gerek yok. Kendim giderim. Sen yarım saat daha uyu" dedi dilinin ucuna gelen tüm alaylı laf dokundurmalarını yutarak. Kavga etmek değil, mesafeyi biraz olsun korumak istiyordu sadece.

"Melek yapma Allah aşkına. Tamam haklısın. Özür dilerim. Hata ettim. Hatta direkt eşeklik ettim yani. Bundan sonra beraber gidelim. Minibüs durağında inersin sen, kimse de görmemiş olur böylece."

Yiğit konuşurken gözleri yol ile Melek arasında gidip geliyordu. Ancak Melek'in yüzünde en ufak bir ifade göremiyordu. Bingöl'deki kızla şu an yanında oturan kız arasında dünya kadar fark vardı. Ve bu eserin sanatçısı bizzat kendisiydi.

Zaten yeni bir çevreye taşınan ve yalnız olan kıza ekstra külfet olmuştu.

Melek "Gerek yok dedim ya. Hem ben çözüm buldum. Sen takma beni. Başından kararlaştırdığımız gibi herkes kendi hayatına baksın. Ev ile ilgili konuları beraber hallederiz o kadar" diyerek konuyu kendisi için kapattı. Boşa çabaladığının farkındaydı içten içe. Şimdi Yiğit, bu söylediklerine tamam dese bile okulda da evde de beraberlerdi. Melis gibi oldukça cana yakın ortak bir arkadaşları vardı. İşin kötüsü Melis, Yiğit'in sevdiği kız, Melek de sahte karısıydı. İki yıl, başta kısa bir süre gibi gelmişti ancak sadece bir günde yaşadıklarına bakınca yedi yüz küsur gün vardı önlerinde...

Dershanenin son üç ayında kaydolan Ömer Faruk'la bile çok fazla anısı varken Yiğit'le geçireceği zaman bunun sekiz katıydı. Tamam, Yiğit, herkesin kendine âşık olması gerektiğine inanan ve bu uğurda zorbalık yapan biri değildi Ömer Faruk'un aksine ama yine de Yiğit de pek zaman geçirilecek biri değildi.

"Nasıl bir çözüm buldun?" diye sordu Yiğit inanmadığını her harfinde belli ederek. Melek omuz silkti. "Rengi sarı." dedi sadece. Yiğit'in anlaması için çok bir zaman geçmedi. "Taksi mi? Delirdin mi? Ne kadar yazar git gel haberin var mı?" dedi gülerek. Melek ne kadar sakin ve uysal görünse de çılgın bir yanı da yok değildi.

"Bana ne? Bileğimin hakkıyla kazandım ben o parayı. İmza atarak..." deyince Yiğit çok yüksek sesli bir kahkaha attı. "Var ya senin içinde kesinlikle bir şeytan yaşıyor. İntikama bak! Bayıldım."

Melek'in dudağının bir kenarı yukarı kıvrıldı. "Herkesin içinde bir şeytan yaşar. Benim içimdeki şeytan çok baskılandı. Şimdi de tutamıyorum." dedi ancak içindeki savaşı bir kendi bilirdi. Vicdanının o şeytanla nasıl savaştığını, yapmaması için yalvarırken, yaptıktan sonra o şeytanın yerine mahcup oluşunu...

Evet, dışarıdan gemileri yakmış gibi görünebilirdi ancak içeride hala demir atmış duruyordu o gemiler...

Yanan aslında ciğeriydi, onlar gemi sanıyordu.

Yiğit "Korkmalı mıyım?" diye sordu şakayla. Melek dudaklarını büktü 'Bilmem' dercesine. "Tedbiri elden bırakma sen yine de..."

Yiğit bir an Melek ile daha normal şartlarda tanışsa onunla çok iyi anlaşabileceğini düşündü. Çok yakın arkadaş olabilirlerdi ama bu durumda, bir evlilik cüzdanları varken, oldukça garip olurdu bu. Aynı zamanda tehlikeli...

"Dikkat edeceğim." dedi ciddi olmaya çalıştığı ama gülmemek için direndiği bir ifadeyle. Melek de başıyla onayladı. Muhakkak o da dikkat edecekti.

Eve geldiklerinde Melek aldıklarını odasına bırakıp hızlıca sofrayı hazırladı ve köfteleri mikrodalga fırında ısıtıp masaya servis açtı. Aldığı içeceklerden de masaya bırakıp odasında olan Yiğit'e seslendi.

Beraber yedikleri ilk akşam yemeği oldukça sessiz geçmişti. Melek kendi iç muhasebesine odaklanmışken Yiğit de Melek'in dalgın olduğunu fark edince konuşmak istememişti. Konuşurken onu rahatsız edip etmediğini kestiremiyordu tabi bir de.

"Acı sosu uzatır mısın?" diye sordu Yiğit Melek'in daldığı yerde kaybolduğunu düşünerek. Melek yavaşça Yiğit'e baktığında Yiğit sorusunu yinelemesi gerektiğini anladı ve ikinci kez "Acı sosu uzatır mısın?" diye sordu. Melek hafifçe başını sallayıp acı sosun olduğu minik sos kutusunu Yiğit'e uzattı.

Yiğit Melek'in canının neye sıkıldığını tam olarak anlamadığı için şansını denemek adına "Derslerinde yardıma ihtiyacın var mı?" diye sordu. Melek başını iki yana sallarken "Yok, hallediyorum." diye cevapladı.

Yiğit yeni bir soru soracakken Melek masadan kalktı. "Doydum ben." Masadan kendi tabağını ve çöpe gidecekleri alıp mutfağa geçti. Çöpleri çöpe boşaltırken tabak, bardak ve çatalını makineye yerleştirdi. Daha sonra da "İyi geceler. Biraz ders çalışıp uyuyacağım ben." diyerek odasının kapısını açınca Yiğit "Benim odamı kullan istersen, ben hemen uyumam." diye atıldı birden bire ancak Melek öyle kapsamlı bir çalışma yapmayı düşünmediğinden bu teklifi de reddetti. "Yok, üstten bir okuyacağım zaten. Bugün biraz yoruldum."

Yiğit başıyla onayladığında Melek odaya girmişti bile. O an bizzat konuşmaktan çok, işaret ve mimiklerle iletişim kurduklarını fark etti. Bu durum dünün sabahında Melek'e arkasını dönüp evden çıkmasıyla birlikte başlamıştı. Yiğit kendini savunurken 'Ben bir şey demedim, sen çok şey dedin' demişti ama şimdi fark ediyordu ki birinin kalbini kırmak, kızdırmak veya kışkırtmak için konuşmaya gerek bile yoktu. Bazen bir bakış ya da bakmayış bile çok etkili olabiliyordu. Ki öyle de olmuştu zaten...

🍇

Sabah erkenden kalkan Melek yine kahvaltıyı özenle hazırlamış ve kahvaltısını yapmaya başlamıştı. Yiğit'i beklemek gibi bir hatayı sadece bir kez yapardı. Ancak Yiğit bu kez daha erken uyanarak Melek'in kahvaltısına eşlik etmişti. Yine başlatmaya çalıştığı sohbetler Melek'in soğuk duvarların çarpıp dağılmışsa da Yiğit pes etmiş değildi.

Melek'in mutsuz olmasını istemiyordu. Melek mutsuz olunca o da mutlu olamayacağını biliyordu. Aynı evin bireylerinden biri mutsuzsa diğerleri mutlu olmazdı çünkü... Bunu çok net olarak tecrübe etmişti.

Melek önceki gün dediği gibi yapmış ve yine bir taksi çağırarak okuluna gitmişti. Arabası olana kadar böyleydi. Onu Yiğit'e mecbur bırakanlara kestiği ceza, bizzat onların tehdidiydi.

Geçen iki güne nispeten daha normal ve sakin geçen bir okul gününün ardından erkenden eve dönen Melek, bu kez kollarını akşam yemeği için sıvamıştı. Dışarıdan yemek onun için normalde büyük zevkse de bu nadiren yaptığı içindi. İki gün art arda dışarıdan yiyince ev yemeklerini özlemişti.

Hızlıca, yoğurtlu köfte yapmak için önce bulgurları ıslattı. Ardından dolaptan çıkardığı tavuk bagetlerini soslayıp yanına da patates dilimledikten sonra fırına verdi. İki kişi oldukları için az porsiyon yapıyordu. Dolaptaki hazır turşulardan da bir tabak çıkarıp kenara koydu. Daha sonra biraz un ve tuz eklediği bulgurlarını yoğurup yuvarladı ve kaynayan suya attı. Bir yandan da sarımsaklı yoğurdunu hazırlamıştı. Yiğit'e ne zaman geleceğini soran bir mesaj atıp, yarım saat sonra eritip kızdırmak için küçük bir tavaya koyduğu tereyağını ocağa koydu ve birer tutam pul biber ve nane üstüne ekledi.

Mutfağa girip yemek yapmak o kadar iyi gelmişti ki, Melek sadece bir saatliğine de olsa tüm dertlerini unutmuştu. Yemek yemekten çok yemek yapmayı seviyordu. Çok fazla yapmıyor olmasının tek sebebi de yemek yaparken çıkan bulaşıklardı...

Yemek yapmayı sevdiği kadar temizlikten nefret ediyordu. Eskiden, Melek yemekleri yaparken Meral temizlik yapardı. Ve ne büyük bir lüks olduğunu şu an daha iyi anlıyordu. Bir hafta sonra temizlik sırası ona gelince tam olarak anlayacaktı tabi...

Yiğit'e de dediği gibi evde yabancı birinin dolanmasını ve sağı solu mecburen kurcalayacak olmasını sevmiyordu ve bunun yerine temizliği bizzat kendinin yapmasını tercih ediyordu.

Yiğit'in geldiğinin işareti olan anahtarın kilidi döndürme sesi Melek'in ocağı yakması için bir işaretti. Diğer yemekleri tabaklayıp sofraya getirdiğinde yağ erimişti. Yağı yanık sevdiğinden biraz daha bekledi. Hafifçe kararan yağın altını kapattıktan sonra yoğurtlu köftenin üstüne cıslatarak döktü.

Bu ses, Yiğit'in de iştahını kabartıp üstünü değiştirmeden sadece elini yüzünü yıkayarak sofraya oturmasını sağlamıştı.

Yiğit yemeklere sabırsız bir istekle bakarken "Harika görünüyorlar. Ellerine sağlık şimdiden" dedi. Gözlerindeki ifade, karnının açlığı hakkında çok net bilgiler veriyordu. Melek gülümsedi. Hiçbir konuda övünmeyi sevmese de yemekleriyle övünmeyi çok severdi. Eğer Toprak Abi bu bölümü okumasaydı ve Melek'in yolu hiç psikolojiyle karşılaşmasaydı kesinlikle gastronomi ya da aşçılık okurdu.

Yiğit öncelikle yoğurtlu köfteden bir kaşık aldı. "Çok severim." dedi ağzına atmadan önce. Ağzına aldığı köfteleri çiğnerken gözleri kapanmıştı. Beğendiğini belli eden sesler çıkarırken Melek'in gözlerinin önüne Yavuz ve Bulut'un çocuklukları geldi. Tam olarak onlar da böyleydiler... Gerçi hala böyleydiler...

Genlerin şakası yoktu. Farklı bir kültür çevresinde yetişmiş Karasu yine de soyadının hakkını veriyordu. Gerek jest ve mimikler olsun, gerek hal ve tavırlar, gerekse de yakışıklılık...

"Aşırı iyi olmuş." dedi sonunda ağzındakini yuttuğunda. "Çok uzun zamandır da yemiyormuşum. Onu fark ettim." Melek de hazırlarken bunu düşünmüştü. Çok severdi ama uzun zamandır yemiyordu.

"Afiyet olsun." dedi sadece tebessüm ederek. Yiğit o sırada bagetinden bir parça kesip ağzına attı. Aynı şekilde beğeni dolu mırıltılar çıkardı.

"Dışarıda yediklerimden bile daha iyi." dedi. Melek Yiğit'in beğenmesine değilse de bunu dile getirmesine şaşırıyordu. Bir kulp takacağını düşünmüştü. O yüzden ne tepki vermesi gerektiğini de bilememişti. Baya beklenmedik olmuştu açıkçası. Sabahtan beri savunma cümleleri düşünüyordu, karşı atak provaları yapıyordu. Böyle olunca apışıp kalmıştı.

"Özel tarifim. Başka hiç kimsenin elinden yiyemezsin bunu." dedi biraz düşündükten sonra. Yiğit'in tek kaşı havalandı.

"Oldukça iddialı bir cümle oldu bu yalnız." dediğinde Melek güldü. "En iyisi demiyorum ki. Sadece başka bir yerde yiyemezsin diyorum. Tamamen kendi uydurduğum bir tarif."

Yiğit ikinci parçasını da kesip ağzına attı ve içindeki tatları ayırt etmeye çalıştı.

"Çok fazla tat var içinde. Bazıları harmanlanmış ama bazıları kendini aradan sıyırmış. Sarımsak, kekik, biberiye ve renginden anladığım kadarıyla köri var. Ama diğer tatları ayırt edemedim."

Melek başıyla onayladı. "Çok normal. Krema da var içinde. Her şeyi ayırt edemezsin. Zaten bunu yapmaya çalışma, kafayı yersin. Çok fazla tarifim var, ömrümüz ve süremiz vefa ederse denersin... Her birinde bunu yapmaya kalkarsan yemekten zevk alamazsın."

Yiğit "İşte böyle güzel şeylerden bahset bana. Neler yapıyorsun mesela?" diye sordu bir tane havuç turşusu yerken.

Melek de yoğurtlu köftesinden bir kaşık aldı ve yemeden önce Yiğit'e cevap verdi. "İsim vermiyorum. Nedendir bilinmez isim vermenin kötü şans olduğuna inanırım. Tariflerime isim verdiğimde çalınacakmış gibi hissediyorum."

Yiğit'in kaşları çatıldı. "Ne garip düşünce!" Melek de omuz silkerek karşılık verdi. "Sadece yemek değil batıl inançlarda da kendime has tariflerim var. Elbette sana söylemeyeceğim ama duysan şok olacağın batıl inançlarım vardır. Öyle ayna kırıldı, merdiven altından geçme gibi şeyler değil. Daha marjinal inançlar."

"Çok merak ettim." dedi Yiğit ciddi bir merakla. Melek gülerek başını iki yana salladı. "Söylemem asla, kendim bile kendimle dalga geçiyorum, sen hayatta pas geçmezsin."

Yiğit güldü. Aralarındaki mevcut ilişkinin ondaki karşılığı buydu demek. 'Dalga geçersin' Eh haksız da sayılmazdı tabi.

Yiğit "Hiç de öyle biri gibi durmuyorsun." dediğinde Melek "Nasıl biri gibi duruyorum?" diye sordu.

"Bilmem, gerçekçi? Biraz keskin hatların var bence."

Melek güldü. Çünkü komikti. Melek'i başka biri tanımlasa bu cümlenin tam tersini kurardı kesinlikle. Çünkü Melek, standardın çok çok üstünde yumuşak huylu bir karakterdi ama Yiğit ile tanıştıkları ilk andan beri hep bir mesafe, negatiflik ve kavga vardı aralarında. Melek, Yiğit'i ilk gördüğü an gıcık olmuştu mesela...

Bu yüzden onun böyle düşünmesi normaldi ama yine de komikti.

"Gerçekçiyimdir normalde. Aldığım kararlar, yüzde yetmiş mantığımın, yüzde otuz duygularımın eseridir. Ancak bazı noktalarda inanç devreye giriyor. Sadece dini inançtan bahsetmiyorum. Uzaylılara inanırım mesela, enerji, çakra, burçlar yani aslında genel olarak astrolojiye kısmen inanıyorum. Mantık dışı şeyler bunlar, inançla alakalı. Kanıtlanabilir değil yani... Büyü, nazar falan filan işte böyle şeylere de inanırım."

Yiğit şaşırmıştı çünkü o kesinlikle Melek'in tam tersiydi.

"Bense tamamen duygularımla karar veririm ve buna rağmen saydığın hiçbir şeye de inanmıyorum. Saçmalık sadece..."

"Doğada açıklanamayan çok fazla şey olmuş, olmaya devam ediyor. Bunların bir açıklaması olmalı. Yani evrenin öylesine bir düzene sahip olduğunu düşünmüyorum. Neyin nerede durduğu, nereye gittiği gibi... Bunun etkileri de bence var. Evren çok büyük ve çok fazla karadelik var. Ve bizim evrendeki konumumuz bir kum tanesi kadar bile değil. Tüm evren bizim için kurulmamıştır bence..."

"Ne yani? Başka insanlar da mı başka gezegenlerde yaşıyor? Niye o kadar araştırmadan sonra bir şey bulunmadı?"

Melek gözlerini devirdi. "İnsan demiyorum ama insan da olabilir tabi. Bu evrendeki tek galaksi Samanyolu değil, biliyorsun değil mi? Araştırdıkları çevrede bulamamış olabilirler. Ulaşamıyor olabilirler ya da... Çok ütopik ama belki de buldular ama söylemiyorlar. Şöyle düşün biz başka gezegenleri araştırırken yani canlı var mı diye hep kendi yaşam koşullarımıza göre kıyaslıyoruz. Marsta su olmadığı için yaşam yok, ya da oksijen yok vs. Belki marsta yaşayan canlı bizim gözle göremeyeceğimiz kadar küçük ve ne suya ne de oksijene ihtiyacı yok."

Yiğit ve Melek ilk defa doğru dürüst bir sohbet ediyorlardı ve bu sohbet şaşırtıcı bir şekilde bilimsel bir sohbetti.

"Güneş mesela, dünya için yaşam kaynağı ve sekiz hatta Plüton'u da sayarsak dokuz gezegenden de büyük. Yani evrendeki diğer şeyler de bizim için olabilir."

"Bu çok narsist bir düşünce. O kadar da önemli değiliz evren için. Büyük patlama sırasında güneşten koparak bir konum bulmuş ateş toplarından biriyiz aslında. Hem güneş bir yıldız ama en büyük yıldız bile değil."

Yiğit Melek'in sinirlenmesini keyifle izledi. Yiğit'in bu kadar düz bakması, düşünmemesi onu kızdırıyordu. Sadece bu konuda değil, Yiğit genel olarak böyle biriydi.

"Niye kızdın ki şimdi? Ne dedim ben?" diye sordu sakince. Kasten böyle davranıyordu.

"Çünkü düşünmüyorsun. Sana koca evren diyorum, sen ise güneş dünya için diyorsun. Ayrıca Güneş de sadece dünya için değil. Merkür, Venüs sonra Dünya geliyor, Mars, Jüpiter diye gidiyor. Dokuzuncu olarak ekstradan saydığın Plüton da var. Güneş bunların hepsi için de var. Şok olacağın bir bilgi daha vereyim sana Dünya aralarındaki en büyük gezegen de değil, daha büyükleri var. Sana bakılırsa bütün bunlar dekor diye duruyor evrende."

Yiğit güldü. "Tamam da bana ne? Ben Dünya'da yaşıyorum. Güneş de beni ısıtıyor diye önemli diyelim... Gerisini niye dert edineyim ki?"

Melek dudaklarını birbirine bastırdı ve yapay bir şekilde tebessüm etti. "Dert edinme Yiğit tabi ama saçma diyorsun benim düşünceme. Bence bu evrende sen bile yer bulduysan çok daha fazla türde canlı da yer bulmuştur. Hadi hiç yoktan diyelim başka boyutlarda, paralel evrendeki bizler yaşıyor olabiliriz."

Yiğit düşündü. Bu fikir hoşuna gitmişti. Gülümseyerek "Bence bu biraz fantastik bir bakış açısı ama hoşuma gitti. Düşünsene paralel bir evrende sevdiğim kişiyle evli olabilirim." dediğinde Melek bir an cevap veremedi. Sevdiği kişinin Melis olduğunu bildiği için mi bu kadar tuhaf hissetmişti bilmiyordu ama çabuk toparlandı.

"Kesinlikle! Şu an başka evrendeki ben ne kadar mutludur kim bilir? Bense burada sevmediğim biriyle aynı hayatı paylaşıyorum. Daha iyi bir boyutta olabilirdim bence ya..."

Yiğit konunun yeni bir tartışmaya döneceğini anlayınca başka bir tez attı ortaya.

"Ya aslında her paralel evreni yaşıyorsak?" diye sordu. Melek'in kaşları anlamsızlıkla çatıldı. "Nasıl yani?"

"Yani aslında her evrende yaşayan bizsek ve sadece zamansal farklılıklar varsa?"

Melek'in aklı daha çok karışmıştı. "Nasıl yani?"

Yiğit iyice eğildi ve açıklamaya başladı. "Bak şimdi. Bir düşün evren çok büyük ve milyarlarca galaksi var. Ve farklı boyutlar olduğunu söylüyoruz. Ya bu boyutlar aslında üst üsteyse ve aslında her paralel evren sadece bir andan ibaretse? Her bir boyut, farklı bir zamanımızı ifade ediyorsa yani?"

Melek gülmeye başladı. "Hani Dünya ve güneşten başka bir şey derdin değildi? Hemen nasıl da teoriler uyduruyorsun ama güzel teori, beğendim. Akıllıca!"

Yiğit gözlerini devirerek arkasına yaslandı. Doymuştu. "Hâlâ derdim değil ama evrenin bu kadar büyük olması senin kafanı karıştırmış, sadece sana eşlik ediyorum."

Melek de çoktan doymuştu ve Yiğit gibi arkasına yaslandı. "Karışıklık sanılanın aksine iyidir. Mesela odan karışıksa odanı toplarken belki de uzun zamandır aradığın bir şeyi bulabilirsin, ya da hiç düşünmediğin, görmediğin şeyler... O yüzden aklın karışması iyi bir şey. Aklımı toparlarken kendimi buluyorum, bazen aradığım ama bulamadığım soruların cevapları karşıma çıkıyor. Sana da tavsiye ederim. Hayata hep aynı noktadan bakarsam, sadece düz yolda yürürsen, hayatın siyah ve beyazdan ibaret olursa yaşamın anlamını bulamazsın, hayatı bir yemek olarak düşünürsek her duygu ve olay bir aromadır diyebiliriz. Bence sen çok düzsün, çok netsin diyemem ama keskin hatlara sahip olan aslında sensin."

Yiğit yarım ağız gülümsedi. Melek onun da aklını karıştırmıştı işte... Tek başına aklı karışık olan olmak ona yetmiyordu anlaşılan!

"Beni ne kadar iyi tanımışsın öyle bu kadar kısa bir sürede!" dedi alayla. Melek güldü. "Bu şaşırılacak bir şey değil. Bak mesela" diyerek yoğurtlu köftenin yoğurdundan aldı. Ve Yiğit'e de yemesi için işarete etti. Yiğit de yoğurttan biraz yiyince "Ne var bunun içinde?" diye sordu.

"Yoğurt, tuz, sarımsak..." dedi Yiğit olağan bir şekilde. Melek başıyla onayladı. "Kesinlikle. Yoğurt, tuz ve sarımsak... Ne fazla ne eksik tam olarak bu... Bunu bilmek zor muydu?" diye sorunca Yiğit başını iki yana salladı. "Değil."

Melek işaret parmağıyla Yiğit'i gösterip parmaklarını şaklattı. "Hıh! İşte sen de tam olarak bu yoğurtsun. Tahmin edilmesi kolay, çünkü bariz ve az katkılı. Bir parça da tavuk ye." dediğinde Yiğit tavuğu yerken "Anladım ne demek istediğini. Sen de bu tavuksun. İçinde keskin tatlar da var ama tam olarak ne olduğu bilinmeyen." diyerek Melek'in söyleyeceklerini tahmin etti.

Melek başıyla onaylarken "Evet ama eksik! Evet, baskın tatlar var ama tam olarak içinde neler var bilemiyorsun yine de o bir tavuk ve kimliğini kaybetmiş değil. Yani çeşitlenince kimliğini kaybetmiyor insan. Daha lezzetli oluyor. Bu konuda birçok örnek verebilirim aslında ama ne demek istediğimi anladığını düşünüyorum. Bizler sırlarla dolu bir zaman içinde yaşayan canlılarız, perspektifin ne kadar geniş olursa o kadar çok detay görürsün. Sen olaya dünyanın içinden bakarsan mesela sadece ülkeleri görürsün. Ama Samanyolu galaksisinden bakarsan... Gezegenleri görürsün gibi... Ben herkesle anlaşabilirim Yiğit ama seninle anlaşamıyoruz bir türlü bunun sebebi senin sınırların. Ve ben sınırlarına dâhil olmadığım hiç kimseyi sınırlarıma alamam."

Yiğit Melek'i çok iyi anlamıştı. Söylemeye çalıştığı şey aralarına inşa edilen duvarı Melek yükseltmişse de taşları Yiğit ona vermişti. O yüzden şimdi o duvarın taşlarını bizzat Yiğit'in sökmesi gerekiyordu.

"Edebiyat da okuyabilirmişsin..." diyen Yiğit'in sesi içine kaçmıştı. Melek'in açık olmadan bu kadar açık olması ürpertmişti onu.

"Gayet yüksek bir puan aldım. Tabi okuyabilirdim ama psikoloji varken şansına küstü o biraz."

Aslında hiç edebiyat okumak istememişti Melek... Kitap okumayı seviyor olsa da çok seçiciydi bu konuda. Edebiyat okurken, Divan edebiyatı olsun, Fecri Ati olsun, Milli edebiyat olsun birçok alanda bilgi edinmesi gerekiyordu ama Melek kesinlikle bunlara ilgi duymuyordu. Ama psikoloji öyle değildi. Her bir alanına her bir zerresine ilgiliydi.

Psikoloji romanlarını da çok severdi...

"O kadar hayran olunacak bir bölüm mü emin olamadım... Mezun olacağım günü iple çekiyorum." dedi Yiğit, o gün geldiğinde Melis'e tekrar soracaktı... Çünkü Melis şu an kati surette reddediyordu onu...

"Bu kadar sevmiyorsan neden seçtin? Bir de sıfır burs... Dünyanın parası..."

Yiğit aptal aptal gülümseyince Melek cevabı anladı ama Yiğit "Arkadaşlarım yüzünden." deyince emin oldu.

Bu yüzden konuyu dallandırıp budaklandırmak yerine sofrayı Yiğit'e bırakıp odasına çekildi. Onu ilgilendiren bir durum değildi ama yine de bir şekilde garipti. Yiğit'i kocası olarak görmese bile bir noktada bu gerçek aklına geliyordu ve bu durum biraz rahatsız ediyordu onu. Melis konusu da öyleydi işte...

Bazı meseleler hassastı ve kaçınabildiği kadar kaçınmalıydı...

🍇

İnstagram: Busbckr/Busras.typwriter

Twitter(X): Busrastypwriter

Tiktok: Busras.typwrite

Loading...
0%