Yeni Üyelik
16.
Bölüm

🍇15. Bölüm🍇

@busbckr

Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın aşklar...

Keyifli okumalar...

🍇

15. BÖLÜM

Okuldan çıktıktan sonra eve gitmek yerine biraz market alışverişi yapmak istemişti Melek. Arabadayken de arabanın Bluetooth'una bağlanarak Zümrüt'ü aradı. Kızlarla konuşmasından sonra aramak aklında vardı ama Yiğit yüzünden büyük endişeler taşıdığı için aramayı unutmuştu.

Bu yüzden görüntülü değil de direkt sesli aramayla aradı. Telefon ikinci çalışında açıldığında karşıdan Zümrüt'ün tarazlı sesi "Alo" dedi.

Melek'in kaşları çatılırken "Sen ağladın mı?" diye sormuştu. Karşıdan birkaç saniye ses gelmeyince Melek "Zümrüt?" diyerek yeniden seslendi.

Zümrüt "Buradayım. Ağlamadım. Üşütmüşüm biraz." diye cevap verince Melek'in kaşları düzeldi. "Neden hastalandın? Daha kış tam gelmedi bile." diye sordu şefkatle. Zümrüt oldukça hassas bir bünyeye sahipti. Yaz kış fark etmeksizin hastalanırdı. Bu yüzden Melek inanmıştı bu yalanlarına

"O yüzden hastalandım ya zaten. Belirsizlik... Hava bir soğuk, bir sıcak... O yüzden hastalandım." dedi Zümrüt yalanına devam ederek. Belki de yalan bile değildi. Hastalık hastalıktı sonuçta... Aşk hastası olmadığını söylememişti ki...

"Kendine dikkat et Zümi. Buradayken aklım sende kalmasın. Zaten aklımda çok şey var..."

Zümrüt'ün sessiz gözyaşlarını göremedi Melek. "Aklın kalmasın ne bende ne de burada. Hepimiz çok iyiyiz. Her şey eskisi gibi" dediğinde Melek bu kez inanmasa da ses etmedi. Nasıl olsa neler olduğu bir yerde patlak verirdi.

"Tamam canım. Grup görüşmelerimize de lütfen teşrif et. Bal gözlerini özledim."

Kızlar bazen bal göz derlerken bazen de kurt bakışlı diyorlardı Zümrüt'e. Zümrüt ise iki hitaba da kızıyordu. Çünkü rüyalarında bir tek Yavuz onu öyle çağırıyordu. Çünkü bu furyayı ilk kez Yavuz başlatmıştı ve bir daha da dememişti. Zümrüt de diğerlerinin o şekilde seslenmesini bu yüzden istemiyordu. Onlar, utandığından naz yaptığını düşünse de gerçekler öyle değildi.

Zümrüt de bu uyarıya "Denerim. Pek müsait olduğum zamanlarda görüşmüyorsunuz da." dedi laf dokundurarak. Müsait olmama nedeni de ağlıyor olmasıydı. Şiş gözlerle telefonu açamıyordu.

"Sen ara o zaman Zümi. Bunu da ben mi söyleyeyim?" Melek'in gülerek söylediklerine Zümrüt de gülerek yanıt verdi. "Sen evlisin artık, evli kadınlar zırt pırt aranmaz."

Melek gözlerini devirdi. "Saat dörtten sonra arayabilirsiniz canım. Öncesinde okuldayım çünkü. Haliyle kurduğun cümleyi şöyle düzeltiyorum "Öğrenci olanlar zırt pırt aranmaz. Okulda olmadıkları zaman aranır."

Zümrüt içten bir şekilde kahkaha attı. "Hâlâ karakola düşmemiş olmanız bile mucize. Biz ne komplo teorileri üretmiştik ama! Neyse, tebrikler gayet iyi gidiyorsunuz!"

"Aslında bakarsan siz, şöyle işinin ehli cinayet işlerine bakan bir avukat arayışına girin. Tahrik, taksir ne varsa cezamı falan indirsin. Çünkü Yiğit ile yaşayan ya hapislik ya tımarhanelik olur. Şu an neresi daha konforlu olur diye düşünme aşamasındayım. Hapse daha yakınım ama..."

Zümrüt "Aman ha sakın! Sen yine de konuşarak halletmeye çalış. Sen Meral, Gazel ve Yeliz'e aynı anda katlanmış insansın. Onlara kıyasla ne kadar kötü olabilir ki?" diye sordu. İyi ki aramıştı Melek. Biraz olsun o boğucu 'varoluşsal pişmanlık' hissini unutmuştu.

"Yani çok yakınlar elbette. İşte sürekli Yeliz, Gazel ve Meral'e aynı anda maruz kaldığını düşün. Sinirleri aşırı hızlı yıpratan bir süreç" diye cevap verdi Melek. Şimdi YelGazMer üçlüsünü de hafife almamak lazımdı. Düşman başına...

"Şimdi seni de Yiğit'e sormak lazım. Böyle tek taraflı dinleyip hüküm verilmez..." diyen kuzenine teessüf edercesine damak şaklattı.

"Nıç nıç nıç çok yazık! Bizim telefonlarımıza çıkma ama Yiğit'i sormak, onunla konuşmak iste! Gidip bir köşede otur ve on dakika kadar bu sözlerinden dolayı utan lütfen. Ben Yiğit'e ne yapmış olabilirim? Sanki beni tanımıyorsunuz?"

Zümrüt yeniden kahkaha attı. "Seni bildiğim için söylüyorum zaten. Sen iyisin de sana iyi olana iyisin Melek. Hiç tanımadığına iyisin, uzaktan akrabaya, bakkala, manava iyisin. Sen birini terslediğin zaman ben o kişi ne yapmış olursa olsun ona acıyorum kuzum."

"Aaa!" diye çığlık attı Melek. "Üstüme iyilik sağlık! Kız ben kime ne yaptım da böyle diyorsun?" diye sorduğunda gerçekten düşünüyordu ama öyle cazgır ve şer saçan bir halini hatırlamıyordu.

"Bir şey yapmıyorsun. Üç beş laf söylüyorsun. O laflar o kadar doğru ve acı oluyor ki karşındaki altından kalkamayıp, kendisinin iğrenç biri olduğuna inanıyor. Sonra onu umursamıyorsun, görmezden geliyorsun. O zaman insan diyor ki keşke tekme tokat girişseydi."

Melek duraksadı. Evet, böyle yaptığı birkaç kişi vardı ama kimseye hakaret edip iftira da atıyor değildi. Neden bu o kadar kötü olsun ki? Hem Zümrüt, bunun nasıl hissettirdiğini nereden biliyordu ki?

"Sana da mı yaptım?" diye sorduğunda Zümrüt iç çekti. "Başka birine yaptın. Gözümün önünde." dedi.

Melek anladı. Yavuz'a yapmıştı ama Zümrüt onun yerine tüm bu saydıklarını hissetmişti.

Yavuz'un çok fazla ısrar ettiği ve sürekli karşısına çıktığı bir dönem vardı. Ortaokul yıllarında... Melek o zaman Yavuz'u güzelce uyarmıştı. Ancak anlaşılan herkes güzel bulmamıştı...

Melek "Bu da benim işte... Yapacak bir şey yok" dediğinde Zümrüt tebessüm etti Melek görmese de... "Öyle... Umarım Yiğit'le didişmeye devam edersin ama bu yüzünü hiç göstermek zorunda kalmazsın." dediğinde Melek bu duaya 'âmin' demişti. Çünkü Yiğit gerçekten Melek'in tavırlı halini henüz görmemişti. Bu gördükleri sadece fragmandı.

İki kuzen sohbetlerini sonlandırdıktan sonra Melek evlerine yakın bir yerde olan market zincirlerinden birine girdi ve evin erzakını aldı. Hazır yemeklerden de almayı ihmal etmedi tabi. Her gün yemek yapacak gücü bulamıyordu kendinde. Dışarıdan söyledikleri de bazen çok kötü geliyordu. Bu yüzden yine kendi yorumunu katabileceği donmuş gıdalardan aldı. Sebze ve soslardan da alıp alışverişini sonlandırdı.

Bugün enerjisi her şeye rağmen yerindeydi. Akşama güzel bir yemek hazırlamak istiyordu. Yiğit de dışarı çıkmamanın iyi yanlarını böylece görmüş olurdu. Dışarıda asla tadamayacağı lezzetleri bu akşam yemekte tatmış olacaktı. Bu yüzden eve geldiğinde hiç vakit kaybetmeden banyoya girip, dışarının kirinden arındıktan sonra kıyafetlerini değiştirip mutfağa geçti. İşe, perde pilavı için bademleri sıcak suya koymakla başladı. Onlar iyice yumuşadıktan sonra kabuklarını soyacaktı.

Daha sonra aslında Elazığ'a ait olan ama çok fazla yapıp yedikleri bir yemek olan Harput Köfte için kıymayı derin bir kaba aldı ve bulgur ile baharatları da koyup yoğurmaya başladı. Normalde kalabalık oldukları için çok uzun sürede çok fazla yaptıkları için hep zor gelirdi ancak bu defa iki kişilerdi o yüzden az porsiyon yapacağından zorlanacağını düşünmüyordu. Yine de Yiğit'in daha önce bu yemeği yemediğine ve yiyince çok seveceğine emin olduğu için bir kişilik fazla yaptı.

Köftelerden misket kadar parçalar koparıp tekerlek formunda yuvarlarken işinin ortasında kalkıp köftenin salçasını kavurup suyunu koydu ve kaynamaya bıraktı. Bu yemek çorba formunda olduğundan Melek aşırı derece de çok seviyordu. Çorba, mantı, güveç gibi suyu bol yemekler her daim favorisiydi

Köfteleri kaynayan suya atıp pişmelerini beklerken bademleri kabuklarından ayırıp perde pilavın içini hazırladı ve pişmeye bıraktı. Sonra da hamurunu yoğurup, tereyağını sürdüğü kek kalıbına bademleri yapıştırdı ve hamuru açıp içine serdi. Pilavın da altını kapatıp kalıba boşalttıktan sonra onu da fırına verip mezelerini yapmaya başladı. Ocakta közlediği patlıcanlardan söğürtme yaptıktan sonra haydari ve düz bir de salata yaptı. Saatlerini alan bu hazırlık Yiğit'e karşı arada ne geçerse geçsin gösterdiği iyi niyetti.

Sorunlarını ve dertlerini anlatacak kadar güvenmiyordu ona. Ayrıca ona muhtaç olduğu izlenimine kapılmasını da istemiyordu ama öte yandan haklıydı. Melek'in psikolojik sorunları yüzünden hayatı kısıtlanmıştı. Ancak o imzayı atmak onun seçimiydi. Melek değil, Yiğit anlayış göstermek zorundaydı. Tolere edilebilecek bir şey olsa hiç yazılmazdı o saçma madde ama yazıldığına göre bir mecburiyeti vardı. Yiğit bunu anlamak zorundaydı.

Yiğit henüz gelmemişken bir tane de diğer çocuklar puding yerken Melek'in ve diğerlerinin puding niyetine yediği Haside tatlısından yaptı. Pekmezle yapılan ve çikolatalı puding gibi görünen bir tatlıydı. Küçükken pek sevmezdi ama büyüdükçe ya alışmıştı ya da damak tadı değişmişti, ayıla bayıla yemeye başlamıştı. Bazen dilimli bazen de kâsede yeniyordu, Melek çocukluğundaki gibi kâsede yapmıştı.

Sofrayı hazırladığında saat sekize geliyordu ancak Yiğit'ten bir haber yoktu. Yemekler buz gibi oldu, saat dokuza dayandı hala haber yoktu. Aradı bu yüzden Melek. Yiğit aramayı meşgule atınca Melek'in içinde bir çekilme oldu. Kalbi atışlarını hızlandırdı.

Dördüncü araması da meşgule dönerken Melek tam beşinci aramayı yapıyordu ki mesaj geldi.

*Arayıp durma. Bu akşam eve gelmeyeceğim. Daha mantıklı bir hayat yaşayalım olur mu?*

Mesaj Yiğit'tendi ve içeriği gerçekten Melek'i ani bir cinnete sürüklemişti. Bu yüzden ses kaydı attı.

"Yine saçmalamaya başladın Yiğit! Sonucunu kaldıramayacağın şeyler yapıyorsun!" dedi ve mesajın mavi tik olmasını bekledi.

Mesaj mavi tık oldu. Sonra Yiğit'in profil resmi gitti. Resmen engellemişti. Sinirden gülmeye başladı Melek. Kahkahalarla gülmeye...

Dakikalar sürdü, belki on dakika o şekilde ara sıra iç çekerek güldü. Saat dokuzu geçti Yiğit gelmedi. Melek kalkıp sofrayı topladı. Bulaşıkları makineye dizdi. Oysa bunları yapmak da sözleşmeye göre Yiğit'in işiydi. Saat onu da geçti. On buçuk oldu. Melek'in endişeli bakışları durmadan saate dönüp sonra kaçıyordu.

"Kendime papatya çayı yapıp içerim. Sonra da uyurum. Bunun hesabını da sana yarın sorarım ama Yiğit Efendi!" diye söylenerek yeniden mutfağa geçti. Çaydanlığa bir bardağa yakın su koyup ocağın altını açtı. Kulağına sesler geliyordu. Gözlerini yumdu ve şarkı mırıldanmaya başladı.

"Bir zamanlar güzel bir kız yaşarmış... Saçlarını rüzgâr okşar tararmış... Ooo lelli... İpekten ince kirpikleri, gülermiş hep bebekler gibi, bir zamanlar güzel bir kız yaşarmış. Ooo lelli... Pamuk gibi beyaz elleri, sepetinde kır çiçekleri saçlarını rüzgâr okşar tararmış...*"

Duyduğu sesle yerinde sıçrarken "Kim var orada?" diye içeri seslendi. Aslında kimse yoktu. Korkuyordu ve yanlış duymuştu. Kendine bunu inandırması gerekiyordu. Ancak bu kez daha güçlü bir ses gelmişti. Bir camın parçalanma sesi gibi. Kalbi, göğüs kafesini parçalarcasına atarken ensesi yanmaya başladı. Tekrar aynı sesi duyduğunda kulakları çınladı ve kulaklarına hava doldu.

Melek bu kez çığlık atıp kulaklarını kapatmak isterken eli çaydanlığa değdi ve çaydanlık elinin üstüne devrildi.

Ancak hissettiği korku yüzünden bu acıyı hissedemedi bile Melek, bunun yerine yere çömelip sıkıca kulaklarını kapattı. "Lütfen gelme, lütfen gelme, lütfen gelme..." diye sayıklarken şarkıyı mırıldanmaya çalıştı. İyi gelecekti... Gelmek zorundaydı.

"Şapkası kırmızı gözleri mavi... Üstünden düş-düşmezmiş mor bir entari " fısıldayarak söylediği şarkı hiçbir işe yaramıyordu. "O lelli... Şapkası kırmızı gözleri mavi... Yokmuş bir benzeri yokmuş emsali..."

Salondan bir şeyleri karıştırma ve camların kırılma sesleri geldikçe Melek şarkıyı daha hızlı mırıldanmaya ve yerinde sallanmaya başlamıştı. Gözlerini açmaya korksa da gözlerini aralama dürtüsüne bir süre sonra karşı koyamamıştı. Başını kaldırdığı an onunla göz göze geldi.

Yüzünde, burnunun üstüne kadar gelen bir maske ve kaşlarını kapatan siyah bir şapka vardı. Şapkanın üstüne de siyah hırkasının kapüşonunu takmıştı. Bu oydu, aynı kişiydi.

11 yaşındayken, yani bundan 8 sene önce evlerine giren hırsızdı. Uzun boylu ve geniş omuzlu... Bakışları tamamen siyah mıydı emin değildi ama o kadar derinlerdi ki sadece siyah olarak hatırlıyordu. Bugün de bakışlarında aynı karanlık vardı. Yüzünü görmese de gözlerinden ona alayla gülümsediğini anladığı adam bir adım atıp mutfağın içine girdiğinde Melek ayaklandı ve ellerini öne uzatıp "Yalvarırım git." dedi. Artık bilincini tamamen yitirmiş, gördüklerinin halüsinasyon olduğunu idrak edemeyecek durumu gelmişti. Şu an Melek tekrar 11 yaşındaydı.

"İstediğini alabilirsin. Her şeyi al ama git..." Ve bunlar da 11 yaşındaki Melek'in cümleleriydi. Ancak hırsızın gitmeye pek bir niyeti yoktu. Adımlarını ağır ağır atmaya devem ederken bakışlarındaki ifade bir an olsun değişmemişti.

Melek yeniden yüksek sesli bir çığlık attı. Ancak aslında sesi hiç çıkmadı. Gözlerini bir an yumup açtığında ise hırsız tam önünde durmuştu. Hırsızı göğsünden ittiğinde gerileyen hırsız kahkaha attı. Melek mutfaktan kaçarken dış kapıya koşmak istemişti ama hırsızı bir anda o kapının önünde görünce yatak odasına doğru koştu. Kapıyı kapatıp kilitledikten sonra derin bir nefes verip arkasına döndüğünde karşısında gördüğü hırsızla elini ağzına götürüp yüksek sesle bağırdı. Ancak hırsız bir anda boğazına yapışınca nefesi de sesi de kesilmişti. Hırsızın elini boğazından çekmeye çalıştı ancak gücü yetmiyordu. Tırnaklarını eline geçirdi ve dört tırnak elini çizdi. Alttan tekme atmaya çalışıyor ancak nefesi tükendiği için pek fazla da hareket edemiyordu. Artık bitsin istedi. Yaşamak için elinden geleni yapmıştı çünkü. Gözleri kapanırken en son hissettiği şey yere çarpan başındaki yoğun ağrı olmuştu.

🍇

Sosyal Medya:

İnstagram: Busras.typwriter/Busbckr

Twitter: Busrastypwriter

Tiktok: Busras.typwriter

 

Loading...
0%