Yeni Üyelik
17.
Bölüm

🍇16. Bölüm🍇

@busbckr

Keyifli okumalar canlarım. Yorumlarınızı eksik etmeyin. Yıldıza bastıysanız başlayabilirsiniz💫💫💫

🍇

 

16. BÖLÜM

Gözlerini araladığında odasının kapısının önündeydi. Karşısındaki duvara baktı. Duvarda asılı olan saatin bire geldiğini gördü. Bir saatten fazla bir süredir burada yatıyor olmalıydı. Her yanı ağrırken elinde hissettiği sızlamayla eline baktı. Elinin üstündeki kızarıklık çok açık bir şekilde yanık iziydi. Elini nasıl yaktığını hatırlamıyordu, düşündü? En son su kaynatıyordu. Papatya çayı içecekti. Sonrası yoktu... Muhtemelen o sırada panik atak krizi geçirmeye başlamıştı. Elini de o an yakmış olmalıydı.

"Sadece hayaldi." dedi kendi kendini teskin etmeye çalışarak. Ancak korkusu yeniden baş göstermeye başlamıştı. Yine de gidip içeriyi kontrol etmek zorundaydı. Kriz anında neler yapmıştı bilmiyordu çünkü. Yangın çıkartmış olabilirdi mesela...

Ayaklandı ve bu kez hiçbir işe yaramayacağını bilse de şarkının devamını mırıldanmaya başladı.

"Bir zamanlar güzel bir kız yaşarmış..." kapının kilidini açıp salona bakındı. "Bir zalimi görmüş ona aldanmış. Ooo lelli. İpekten ince kirpikleri gülermiş hep bebekler gibi. Bir zamanlar güzel bir kız yaşarmış. O lelli" Mutfağa girdi ve etrafa bakındı.

Çaydanlık ocağın üstüne yan düşmüştü. Ocağın yanına gidip gazı kapattı ve pencereyi açtı.

Yere çömeldi ve eline baktı. "Pamuk gibi beyaz elleri, sepetinde kır çiçekleri gözyaşıyla solmuş, mazide kalmış." derken eli bu kez ter yüzünden sızlayan boynuna gitmişti. Eli boynuna değdiğinde ise çok daha büyük bir sızı kendini gösterdi. Acısına rağmen gülümsedi.

"Kaybolmuş şapkası, gözleri nemli... Yollarda eskimiş mor entarisi ooo Lelli. Kaybolmuş şapkası gözleri nemli, denizler ağlarmış o günden beri..."

Gözlerinden akan tuzlu sıvı yanaklarını da sızlatmıştı. Kim bilir ne çok ağlamıştı yanakları tuzdan tahriş olmuştu. Şarkının son kısmını da söyleyerek şarkıya veda etti. Çünkü bir daha asla bu şarkıyı söylemeyecekti.

"Gel zaman, git zaman kalbinde sızı... Zalimin sevdası mahvetmiş kızı... Kaybolmuş şapkası, gözleri nemli, denizler ağlarmış o günden beri... ooo lelli..."

Şarkıyı bitirdikten sonra bir süre öylece orada oturmaya devam etti. Yiğit'e güvenip onunla yola çıkmak hataydı. Yiğit, 6 yaşındaki Yiğit değildi. Beraber oyunlar oynadığı, onun için böğürtlen toplayan nazik çocuk değildi artık. O Yiğit'i elbette unutmuştu ama yıllar sonra karşısına çıktığında, tüm yaptıklarına, tavırlarına rağmen onun, o Yiğit olduğunu biliyordu. İçinde buna güvenen, inanan bir nokta olduğunu, bugün o noktayı kaybedince anlamıştı. O Yiğit yoktu. Bu bambaşka bir Yiğit'ti. Hatta Yiğit bile değildi. Emre'ydi...

Ve Melek, ne pahasına olursa olsun bunu onun yanına bırakmayacaktı. Bundan sonra onunla, onun uydurduğu oyunu kendi kurallarıyla oynayacaktı. Tamamen adil ve meşru bir şekilde hem de.

Bu gece onu ikinci bir krizden koruyan şey Yiğit'e duyduğu kin olacaktı.

Oturduğu yerden kalkıp önce çaydanlığı ocağın üstünden kaldırdı ve kuru bir bezi çekmeceden çıkarıp ocağı kuruttu. Mutfağı toparlayıp yere akan suyu da temizledi. İlk anda korku yüzünden duymadığı acı hissini bu kez de öfke engelliyordu.

Sabaha kadar ne korkudan, ne öfkeden ne de şu an duymadığı ama var olduğunu bildiği acıdan uyuyamayacağını biliyordu. Bu yüzden hiç denemedi bile.

Yiğit'in odasına girip kapının arkasındaki süpürgeyi aldı ve evi süpürmeye başladı. Dışarıdaki gürültünün, zihnindeki gürültüyü bastırması iyi gelmişti. Ancak sonunda evi iki kez süpürmek de yeterli olmuştu. Yiğit'in kullandığı banyoya gidip kova ve viledayı aldı. İçine su doldurup biraz da çamaşır suyu koydu. Hamamböcekleri ölsün diye...

Ağlamak istemiyordu ama gözyaşları parkeye damlıyordu. Melek siliyordu birkaç saniye sonra bir başka damla, kendini yere iz bırakırken buluyordu. Yerleri de sildi Melek ama yine yetmedi. Sabah olmadı...

Bu kez suyunu değiştirdi ve bir bez alıp camları silmeye başladı. En ufak bir lekeyle dakikalarca uğraşsa da camlar da en sonunda temizlendi ama yine sabah olmadı.

Tozları aldı. Tekrar evi süpürdü. Tekrar camlara başladığı sırada sabah ezanının okunduğunu duydu. İşte sonunda sabah oluyordu. En karanlık gecelerin bile sabahı olduğu doğruydu.

Son camı sileceği zaman zil çaldı. Yiğit gelmiş olmalıydı. Melek'in kaşları çatılmıştı. Anahtarı yok muydu? Bir de utanmadan kapı mı çalıyordu? "Dalga mı geçiyorsun?" diye söylenerek elindeki bezi kovaya atıp sert adımlarla kapıya doğru yürüdü. Kapıyı açtığı an bağırmaya o kadar hazırdı ki karşısında gördüğü yüzlerle bu bağırışı içine kaçıp tuhaf bir ses çıkarmasına sebep olmuştu.

Melek oğlunun elinden tutan kadına şaşkın bir şekilde bakarak "Gülay Abla?" diye sordu. Burada tam olarak neler oluyordu?

Sürpriz görünümlü bir baskın yapmaya çalışan Gülay ise ne kapının bu kadar çabuk açılmasını bekliyordu ne de Melek'i karşısında darmadağın ve yara bere içinde görmeyi.

Gülüşü yüzünde solan kadın "Melek?" diye hayretle soludu. "Yavrum ne bu halin?" diye sorarken bir boynundaki tırnak izine bir kafasındaki şişliğe bakıyordu.

Melek'in yanık eli farkında olmadan boynuna giderken bu yarayı fark eden Gülay da korkuyla çığlık attı.

Melek hemen Gülay'ı içeri çekip kapıyı kapattı.

Gülay "Kız eline ne oldu? Ne bu halin? Yiğit nerede?" diye soru yağmuruna başladığında, aklında felaket senaryoları dönüyordu.

Melek kadının yüz ifadesinden ne düşündüğünü çok rahat bir şekilde anlayabiliyordu.

"Geç abla içeri bağırma. Bir şey olduğu yok. Sakin ol. Ufak bir kaza." dediğinde Gülay inanmadığını vurgulayarak Melek'e sertçe baktı. Melek düzeltti. "Kâbus gördüm, uyandım. Evde yalnız olduğum için de uyuyamadım bir daha. Öyle uyku sersemi olduğum için kahve yapayım dedim elim yandı. Mutfak falan da battı diye temizlik yapmaya başladım. Korkumu geçirince dedim hazır Yiğit de evde yok tüm evi temizleyeyim. Öyle."

"Başın? Boynun?" diye sordu Gülay. Hâlâ aklındaki soru işaretleri cevaplarını bulabilmiş değildi. O hâlâ Yiğit'in yaptığından, Melek'in de söylemeye çekindiğinden şüpheleniyordu.

"Boynumu pencerenin pervazına sürttüm bezimi yıkarken başımı da bilmiyorum, kâbus görürken yatak başlığına vurdum sanırım."

Melek'in yaşadığı krizden dolayı sanki ruhu çekilmişti. Bu yüzden oldukça sakin ve ciddi duruyordu.

Yeni bir soru sormasın diye "Asıl sen ne iş? Ne oldu sabahın bu saati? Kötü bir şey yok inşallah." diyerek atak yapınca Gülay bakışlarını kısıp genç kızı süzdü.

"Samet Enişten arabasını değiştirecekti. Düzce'de bir araba bakmaya geldi, gelmişken bizi de buraya bıraktı. Düzce'de bir asker arkadaşında kalacak bir gece. Biz de size misafir olmaya geldik oğlumla." dediğinde sesindeki şüpheye rağmen gülümsemeye çalışmıştı.

Melek pek tabi, bunun bir misafirlik ziyaretinden ziyade denetim olduğunun farkındaydı. Yine de anlamazdan gelip gülümsedi. Yiğit'i ispiyonlamak da bir seçenekti ama intikamını almadan onu bırakmayacaktı. Melek hiçbir zaman 'Küstüm, oynamıyorum' kaprisi yapan bir çocuk olmamıştı ama birçok çocuğu ağlatmıştı. Yiğit de ağlayacaktı daha... Yalvaracaktı!

Melek "Hoş geldiniz. Ne iyi etmişsiniz!" diyerek genişçe gülümsedi. Ağrıyan tüm kaslarına inat, gülümsemeye devam edecekti. Bu evlilik her halükârda Yiğit yüzünden bitecekti. Gerek numaradan gerekse de gerçekten...

"Hoş bulduk kuzum da Yiğit nerede? Deminden beri bekliyorum söylersin diye ama..."

Hızlı bir yalan...

"Sınav haftamız yaklaştı ya Gülay Abla-"

"Hala... Gülay Hala diyeceksin artık bana. Halan oldum."

Yılların Gülay Ablası nasıl hala olurdu bir anda? Melek yine de inatlaşmadı. "Gülay hala... İşte Sınavlara çalışmak için grup kurmuşlar da Yiğit bu gece oraya gitti."

İşin doğrusu Yiğit'in şu an nerede olduğunu Melek de bilmiyordu ve Yiğit'in telefonunda engelli olduğundan ulaşamazdı da...

"Seni evde yalnız mı bıraktı yani? Sen de beraber gitseydin ya kızım? Aynı bölümü okumuyor musunuz?" diye sorduğunda Melek güldü. Ancak bu gülüş de zoraki bir gülüştü.

"Gülay Abl-" Gülay'ın bakışlarını görünce düzeltti Melek "Gülay Hala, biz aynı bölümde olsak da farklı sınıflardayız. O üçüncü sınıf, ben daha birinci sınıfım. Hem ben gitsem yalnızca ona ayak bağı olurdum. Yarın bir gün de ben gider arkadaşlarımla yatılı çalışırım. Olabilir."

Bunu sırf Gülay Abla Bingöl'dekilere yetiştirsin diye söylemişti. Yiğit'in gitmesini sorun etmezlerdi ama Melek'in başka evlerde sabahlamasından hoşnut kalmayacaklardı. Eline ne kadar fırsat geçerse onu kullanacaktı Melek. Canı sıkıldıkça sebep olanların da canını sıkacaktı.

Gülay Abla'nın yüzü değişse de bir yorum yapmamıştı. Eğer kendi yeğeni yaparsa kızcağız da inat olarak yapardı tabi. Melek de sorun yokmuş gibi davranmaya çalışsa da şişen gözlerinden ve uykusuz kalmasından sorun olduğunu belli ediyordu aslında. Acaba Yiğit'in gittiği yerlerde kızlar da vardı da ondan mı bu kadar üzülmüştü bu kız? Gülay'ın aklındaki soru şimdi de buydu.

Ya da kavga etmişlerdi ve Yiğit bu kızı dövüp gitmişti. Bu da felaket olan bir başka ihtimaldi. Bu düşünce sadece bir ihtimal olarak bile olsa zihnine düşünce tepesi attı. Kemiklerini kırana kadar döverdi eğer öyleyse! Hapse attırır her hafta gider bir de orada döverdi!

Ancak böyle bir şey varsa Melek onu neden korusun ki? Tehdit mi etmişti?

Yiğit? Yok artık canım! Yiğit'i de az çok tanıyordu. Öyle bir çocuk değildi. Az terelelliydi ama o kadar! Yapmazdı!

"Doğru diyorsun kızım. Öğrencisiniz sonuçta. Her şey eğitim için..." dedi düşüncelerini başını sallamak suretiyle dağıtarak.

Melek bu sözün ironisine güldü.

"Her şey eğitim için tabi. Yoksa hayatta evlenmezdik Gülay Hala. Sen ne diyorsun? Evlenmezsek nasıl okuyacaktık?"

Gülay bunun üstüne omuz silkti. Yiğit yeğeniydi. Melek'te Yiğit'ten üstündü yeri geldiğinde. Ellerinde büyümüştü. Melek'ten daha iyisini de Yiğit bulamazdı ama Gülay işin doğrusu bu evliliği istemeyenlerdendi. Hem çok küçüklerdi hem birbirlerini tanımıyorlardı. Sevmiyorlardı. Öte yandan diğer yeğeni Yavuz'un gönlü vardı Melek'te. Beşik Kertmesi eskiden çok mühim bir mesele olabilirdi ama çağ değişmişti. İlla ki evlenmelerine gerek yoktu. Ancak bir karar verilmişti ve bir şekilde çocuklara da kabul ettirilmişti. Gülay da onlara bu saatten sonra mutluluk diliyordu. Abisinin emaneti İpek Yengesinin hatırı için bu evi bulup tutmuştu. İçini döşemiş temizletmişti. Süsleyip püslemişti hatta. Şimdi de sırf yengesinin hatırı için denetime gelmiş, söyledikleri yalanlara inanmış gibi yapacaktı. Sırf biraz daha sıkışıp birbirlerine yanaşsınlar diye ama asla ummadığı bir halde bulmuştu onları. Hatta Yiğit'i bulamamıştı bile!

Melek çay suyunu koyarken Gülay "Boş ver çayı şimdi. Gel şu yaralarına bakalım. Eline krem sürelim hatta. O kesin su toplar." diyerek kızı mutfaktan zorla çekiştirdiğinde Emirhan koltuğa kıvrılmış uyuyordu. "Ben iyiyim Gülay Abla, şu çocuğun üstüne bir şey örtelim bence." diyen Melek'e "Hala yavrum hala!" dedi tek sorun buymuş gibi. "Üstünde mont var bir şey olmaz. Sabah sabah seni de korkuttuk herhalde. Kusura bakma artık kızım."

'Yok' dedi Melek içinden. 'İyi ki geldin, çok iyi denk getirdin. Haklıydım, şimdi yüzde yüz haklıyım.'

Ama Melek "Olur mu hiç öyle şey Gülay Halacım. Asla, başımızın üstünde yerin var." dedi bunun yerine.

Gülay, kendi eliyle koyduğu için biliyordu ecza dolabının yerini. Bu yüzden hiçbir yere sapmadan Yiğit'in kullandığı banyoya girdi. Duvarda asılı olan yanıklara iyi geldiğini bildiği kremi, bir sargı bezi ve bant aldı. Salona döndüklerinde Melek'i zorla oturtup elini kremledi ve sardı.

"Ah kızım ah! Nasıl sakarlık bu!"

Sakarlık olduğuna inanası gelmiyordu ama öbür türlüsü de felaket olurdu. Hele boynunda tırnak izi olduğunu bağıran yaranın sebebinin pencere olması hiç inanılası değildi.

Yiğit bir gelsin de anlardı elbet.

Gülay'ın işi bittiğinde Melek yeniden ayaklandı. "Dur boynuna da bakalım." dediğinde Melek başını iki yana salladı. "Acımıyor bile boş ver."

Aslında acıyordu ama acıtan o kadar şeyin yanında, onunla ilgilenmek saçmaydı Melek'e göre.

Bu yüzden Gülay'a "Sen Emirhan'a bak. Montunu çıkar, Yiğ- Çalışma odasına al. Ben üstüne örteceği bir şey getireyim." derken az daha Yiğit'in orada uyuduğunu ağzından kaçıracaktı. Hayır, aynı odada uyumadıkları şok olacakları bir şey değildi ama bu üçkâğıtçı ve baskıcı tayfa aynı odada uyumadıklarını bahane edip yeniden tehdit edebilirlerdi. Ağızlarına laf vermek istemiyordu.

Bu yüzden odasına girip bir battaniye aldı ve Yiğit'in odasına önden girdi. Görünürde bir problem yoktu. Zaten çalışma odası ve misafir odası bir arada olarak düzenlendiği için burayı kullanıyor olmaları çok doğaldı. Melek zaten temizlik yaparken de yatağı iyice topladığı için bir sorun yok gibi duruyordu.

Battaniyeyi bırakıp sofrayı hazırlamak için mutfağa döndü. Artık sabah olmuştu. Kara gece hiç yaşanmamış gibi geri çekilmişti.

Sofrayı her zamanki özeniyle hazırladı ve okul için hazırlanmak üzere odasına geçti.

Beyaz, ince ipten örülmüş V yaka bir kazak ve İspanyol paça mavi bir Jean giyip boynunu da yaptığı makyajla kapatmaya çalıştı. Çok başarılı olamayınca siyah bir fular takarak kapatmayı denedi. Daha iyiydi...

Yüzünü de hafifçe toparlayıp, renk kattı ve odasından çıktı. Ellerini sargısına dikkat ederek yıkayıp haşlanmış olan yumurtaları soydu.

Yumurtaları koyduğu tabakları sofraya getirirken kapı kilidinin sesini duydu. Elindekileri masaya bırakıp yüzündeki alaylı gülümsemeyle tam kapının karşısına dikildi.

Yiğit de Melek uyanmadan odasına geçme planları yaptığı için ekstra sessiz olarak içeri girmeye çalışıyordu.

Bu yüzden kapıyı araladığında karşısında ona alayla bakan Melek'i görünce yerinde sıçramıştı.

"Melek?" diye sordu şaşkın ama daha çok çekingen bir şekilde. Melek'in gülümsemesi büyüdü. "Hoş geldin." dedi hiçbir şey yokmuş, Yiğit anlaşmayı ihlâl etmemiş gibi bir neşeyle. Hatta bu neşe baya fazlaydı. Yiğit ayakkabılarını çıkarıp içeri girerken korkmaya başlamıştı. Bu gülüşün altında kesin bir şey vardı ama hayırlısı! Yiğit "Hoş buldum da..." diyerek etrafa bakındı. Keskin nişancı falan tutmuş olamazdı değil mi? "Sen iyi misin?" diye sordu neler olduğunu anlamaya çalışarak.

"İyi ne kelime? Muhteşemim." dediği an Yiğit'in odasının kapısı açıldı ve karşısında halasını gören Yiğit dondu kaldı. Onun burada ne işi vardı?

Yiğit "Hala?" dediğinde duruma bir anlam vermeye çalışıyordu.

"Yiğit Emre? Oğlum neredesin sen? Ben size sürpriz yapayım dedim ama senin yüzünden sürprizim güzel olmadı." diyerek yanına gelip kollarını boynuna doladı.

Yiğit'in gözleri ona alayla bakmaya devam eden Melek'e takıldı. Ne demişti halasına? Nasıl bir cevap vermesi gerekiyordu?

"Hala ben-" demeye çalışırken Melek pot kırmasına izin vermeyerek sözünü kesti. Gözünün korkmuş olması yeterliydi.

"Bu grup çalışmaları böyle Gülay Hala... Bazen sabaha kadar sürüyor bazen günlerce eve gidemiyorsun."

"Aman grup çalışmasını boş ver oğlum. Senin karın var, otur karınla bir grup ol çalış. İkiniz için de daha iyi olur." diyen Gülay Hanım ise bu çalışmaları tehlikeli bulmuştu. Melek gidip günlerce başkalarının yanında mı kalacaktı? Hayatta olmazdı ama Yiğit giderse kimse Melek'e engel de olamazdı. Biliyordu, hak da verirdi. Ancak desteklemezdi. Bu aralarının açılmasına sebep olabilecek tehlikeli bir durumdu Gülay'a göre.

"Halacım, gerekliydi." diyebildi sadece Melek burnundan nefes vererek gülüp, gülüşünü elinin tersiyle kapatarak saklamaya çalıştı.

O kadar gerekliydi ki gitmese kıyamet kopabilirdi. Gitmişti ve bu kez de Melek'in kıyameti kopmuştu.

Bu gülüş Yiğit'in gözünden kaçmadı. Melek o kadar farklı görünüyordu ki tam olarak ne olduğunu anlayamadı. Tavırları, mimikleri, ses tonu, bakışları hepsi farklıydı. Ve bunun aralarında çok büyük sorun olacağını görebiliyordu. Muhtemelen Melek'in sakin kalmasının sebebi halasının burada olmasıydı. İlk yalnız kaldıkları an Melek kesinlikle Yiğit'in burnundan getirecekti.

Halasından ayrıldığında salona doğru yöneldi. Bakışlarını Melek'ten alamıyordu. Melek ise ona oldukça sevecen ve neşeyle bakıyordu. İşin doğrusu birazcık tırsıyordu gelirken ama şimdi altına yapacak kadar çok korkuyordu. Melek'in bu hali çok garipti.

Yiğit, yatak odasına üstünü değiştirmek için girdiğinde Gülay Hala da gözlem yapma mesaisine başlamıştı. Ufak bir planı daha vardı. Yiğit'in sofraya gelmesini bekliyordu.

Sonunda Yiğit odadan çıktığında Melek'e baktı. "Melek gülüm, benim bugün biraz çarşıda işim var da acaba arabanı bana ödünç verebilir misin? Yiğit'le gidersiniz okula." diye sordu. İşi olduğu doğruydu. Arabanın, Emirhan ile birlikte olduğu için işini kolaylaştıracağı da doğruydu ama taksi gibi bir seçeneği de varken kasten bunu sormuştu.

Yiğit de bu sorunun cevabını halası kadar merak ediyordu. Melek ise çayını yudumlarken genişçe tebessüm etti. "Elbette halacım. Lafı bile olmaz." dedi. Yiğit'in kaşları hafifçe havalanırken halası anlamasın diye o da tebessüm etmişti.

Melek, Yiğit'in çayını doldururken Yiğit, Melek'in sargılı elini gördü. Kaşları çatılırken "Eline ne oldu?" diye sordu. Melek başını kaldırmadan gözlerini Yiğit'e çevirdi. "Kaza... Kahvem döküldü." dedi basitçe. Sonra oldukça soğuk bir cevap verdiğini fark edip gülümsedi. "Sakarlık işte."

Yiğit'in kaşları düzelmeden Melek'in yüzünü inceledi. Melek de incelendiğinin farkındalığıyla gergince saçlarını kulağının ardına sıkıştırdı. Bu kez de şakağındaki moraramaya başlamış olan kızarıklık ortaya çıkınca Yiğit'in eli istemsizce oraya dokundu. "Başın peki?" diye sorduğunda Melek titreyen ellerindeki çaydanlıkları masaya zorlukla bırakıp elini Yiğit'in elinin üstüne koydu. Çaktırmadan Yiğit'in elini de uzaklaştırmıştı.

"Yatarken vurdum sanırım. Hatırlamıyorum." dedi. Bu temas ve soru Melek'in içini ve elini titretirken Gülay'ın da içine su serpmişti. Yiğit'in öyle biri olmadığını bilse de şüphe ekilmişti bir kere düşüncelerine ama Yiğit bir şey yapmamıştı. Melek doğru söylüyordu, kazaydı sadece.

"Baya sakarmış bizim kız. Boynunu da yaralamış." Dedi Gülay Hala gerçeği öğrenmenin rahatlığıyla.

Yiğit ve Melek göz göze geldiklerinde Yiğit'in gözlerinde artık ciddi bir endişe vardı. Onun aksine Melek, oldukça ruhsuzdu.

Yiğit'in eli Melek'in fularına giderken Melek Yiğit'in elini tuttu. "Önemli bir şey değil, boş ver." dedi. Yiğit, Melek'in elini tutan eliyle bir an duraksadı. Kalbinde inanılmaz büyük bir çarpıntı başlamıştı. Ancak bu çarpıntı bile endişesini unutturmadı ve fularının ucunu tutup indirdiğinde gözleri irice açıldı.

"Kim yaptı bunları Melek?" diye sordu sertçe. Melek bu endişeye sadece güldü. "Kim yapacak Yiğit? Kaza işte. Ben yaptım." diyerek alaylı ve umursamaz bir cevap verdi. Çok da yalan sayılmazdı. Melek yapmıştı. Sebep olanı sorsa sensin diyebilirdi belki...

"Dört tırnak izi var burada Melek? Bunu ne yapmış olabilir Allah aşkına?" derken artık endişesi yanına öfkeyi de arkadaş etmişti. Ancak Yiğit hayatına girdiğinden beri öfke Melek'in yakın bir arkadaşı olmuştu. Bu yüzden Yiğit'in öfkesi ona tesir etmedi. "Pencere pervazı yaptı. Gidip yumruklayacak mısın camları? Sen benim karımı çizdin ben de senin camlarını dökeyim falan mı diyeceksin? Neye kızdın bu kadar?" diye sorarken gülüyordu. Gülay da bir şey anlamadığı için o da güldü. "Karısını kolluyor sözde! Oğlum kim senin karını neden dövsün?" diye sorduğunda Yiğit cevap vermedi. Pencere pervazı böyle bir yara verir miydi? Daha önce hiç görmediğinden emin olamadı.

"Üstünden kamyon geçmiş sanki? Tüm sakarlıklarını bir gecede mi yaptın?" diye sorduğunda Melek cevap vermeye tenezzül dahi etmedi. Yoksa bardağındaki çayı Yiğit'in yüzüne fırlatarak son bir sakarlık daha yapabilirdi.

Onun yerine Gülay "Kâbus görünce uyuyamamış geri. Uyku sersemi olur öyle sakarlıklar." diye cevap verdi.

Yiğit "Tamam da pencere pervazıyla ne işi varmış?" diye sordu. Melek'in cevap vermeyeceğini anlayınca halasını kendine muhatap seçmişti.

"Kız uyuyamayınca evi temizleyeyim bari demiş."

Yiğit kuşkulu gözlerle Melek'e baktı. Temizlik sırası Yiğit'teydi neden Melek yapmıştı?

"Biz artık çıkalım abla. Sen bozulacakları dolaba koyup diğerlerine karışma. Yiğit sonra yapar. Okula geç kaldık da..." diyen Melek konunun bir an önce kapanmasını istiyordu.

"Aa olur mu kızım? Toparlarım ben her yeri. Siz geç kalmayın çıkın çabuk." dediğinde Melek minnetle gülümsedi. Yiğit ve Melek kabanlarını giyinince, Melek çantasındaki araba anahtarını Gülay'a verdi.

"Sağ ol gülüm." diyerek öpücük atan kadına gülümsedi Melek. Gülay'ı, oldukça çok severdi. Günün birinde kocasının halası olacağı aklına gelmezdi. Yavuz'a rağmen...

Gülay'ın pencereden bakma ihtimaline karşı gayet normal bir şekilde Yiğit'in arabasına bindi Melek.

Bu an, Yiğit'in bir tepki beklediği andı ancak Melek ağzını açıp tek kelime dahi etmemişti, edecek gibi de görünmüyordu. Arabayı çalıştırıp siteden çıktıktan beş dakika sonra Melek "Beni burada indirir misin?" diyerek ilk kez konuştu. Yiğit şaşkınlıkla baktı Melek'e. "Neden?" diye sorarken durmamıştı elbette.

"Yiğit indirsene beni? Metroyla gideceğim okula." dediği an Yiğit sağa çekti. "Melek saçmalıyorsun şu anda. Aynı yere gidiyoruz. Yolumuz aynı. Gidelim işte." dedi sert bir sesle. Aslında Melek'in sessizliği, sesini yükseltmesine sebep oluyordu. İnsanın sesi en çok korktuğunda ve acı çektiğinde çıkardı. Yiğit şu an içten içe korkuyordu ama farkında değildi.

Melek kemerini açıp arabadan indi ve kapıyı kapatmadan "Aynı yere gidenler her zaman aynı yoldan gitmezler. Ulaşmak istediğimiz yer aynı olsa da yollarımız farklı seninle Yiğit, her ne kadar yola beraber çıkmış olsak da" dedi. Yiğit, öyle şaşkındı ki tek kelime edemedi. Bunun üzerine Melek kapıyı normal bir şekilde kapatıp sakince yolun karşısına geçip istasyona doğru yürümeye başladı. Yiğit ise arkasından bakakalmıştı. Yiğit o an ne kadar büyük bir hata yaptığını anlamıştı. Sırf iş inada bindirildiği için gelmemişti aslında ve bu gece bir yere gittiği de yoktu. Sahilde boş boş oturmuştu ve sırf Melek'in aramalarına karşı koyamadığı ve gitmek için bahane aradığını fark ettiği için onu engellemişti ancak inadı bir felakete sebep olmuştu. Ve bu felaket yakında kendi başında da patlayacaktı. Bu çok açıktı.

🍇

Sosyal Medya:

İnstagram: Busras.typwriter/Busbckr

Twitter: Busrastypwriter

Tiktok: Busras.typwriter

 

Loading...
0%