Yeni Üyelik
19.
Bölüm

🍇18. Bölüm🍇

@busbckr

Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın kuzular. Sizi seviyorum ve diğer bölüm görüşmek üzere günleri sayıyorum...

🍇

 

18. BÖLÜM

Eve geldiklerinde Melek, Yiğit'in arabayı park etmesini beklemeden indi ve apartmana girdi. Asansör en üst katta olduğu için aşağı inene kadar Yiğit de yanına gelmişti.

Yiğit "Benden nefret ettiğini çok belli ediyorsun." deyince Melek Yiğit'e kaşlarını kaldırarak baktı. "Senden nefret etmem için elinden geleni ardına koymadığın için insanlar garipsemiyordur." dedi alayla. Melek'in her dediğine bir cevap vermesi ve Yiğit'i susturması Yiğit'i daha çok kızdırıyor, daha çok kamçılıyordu. Bu durumda Yiğit yeni bir atak yapıyor, Melek o atağı da başarıyla karşılıyordu. Bu süreç sürekli tekrarlanıyordu ve bir çıkmaza dönüşüyordu.

"Ayrıca ego demişken... Lafını söyleyip kaçtın ama sen benden daha egolusun." dedi Yiğit, asansör zemin kata ulaştığında. Asansörün kapısı açılırken Melek boğazından güler gibi bir ses çıkardı. "Yiğit, sözlükte egonun tanımını açıp bakarsan eş anlam olarak 'Yiğit Emre Karasu' yazdığını görürsün hâlâ burada benim daha egolu olduğumu söylüyorsun. Komiksin gerçekten."

Asansöre bindiler. Yiğit Melek'e şaşkınlıkla baktı. "Sen kendinin farkında değilsin herhalde. Dışarıdan umursamaz dursan da üstündeki ilginin farkındasın Melek. Ve bu seni tatmin ediyor. Üstten bakıyorsun insanlara."

Melek şaşkınlıkla asansörü durdurdu. Aslında Yiğit'in söyledikleri tamamen kendi özelindeki şeylerdi. Melek'in onun ilgisini fark ettiğini, ona üstten baktığını kast ediyordu ama bunun kendisi dahi farkında değildi.

"Ne? Ben mi üstten bakıyorum? Ben mi insanların ilgisiyle tatmin oluyorum?" diye sordu. Şaşkınlık sadece sesine değil, bakışlarına, hâl ve hareketlerine de sirayet etmişti. Elini kolunu nereye koyacağını bilmiyordu.

"Evet. O çocuğun ağzının içine düştüğünü, aynı anda hem kör hem de sağır olmayan herkes anlar ama sen anlamadın mı? Yeme beni!"

Yiğit, Melek'in öfkesini görmesine rağmen geri adım atmadı. Melek'in, Mehmet denen o çocuğun ilgisini fark etmemiş olması imkânsızdı. Çocuk resmen sadece Melek'le doğru dürüst bir iletişim kuruyor, sadece o varmış gibi davranıyordu.

"Uydurma Yiğit! Hem Mehmet'in bana baktığını görebilmen için öncelikle bakışlarını Melis'ten çekmen gerekirdi. Kişi kendinden bilir işi dedikleri tam olarak bu işte."

"Ne?" dedi Yiğit hayretle. Konu niye ve nasıl Melis'e gelmişti. "Melis ne alaka?" diye sordu öfkeyle.

"Mehmet ne alâkaysa o alâka! Ayrıca Mehmet bakıyorsa bakar, seni hiç alakadar etmez. Evli olduğumuzu biliyor değil sonuçta. Ama sen evli olduğumuzu bildiğin halde Melis'e bakmaya devam edebiliyorsun."

Yiğit, Melek'e doğru yürüdü. Melek de geriye adım atınca zaten küçük olan asansörde hemen ayna duvara yaslanmıştı. Yiğit, Melek'i aynayla arasına alıp aralarında çok az bir mesafe bıraktı ve yüzünü yüzüne yanaştırarak "Biz bunları en başta konuştuk ya Melek... Kendi hayatımızı yaşayacaktık. Benim kime baktığım seni hiç ilgilendirmez." diye fısıldadığında dudaklarının ısısı, Melek'in dudaklarına vurdu. Son cümleye kadar bu yakınlıktan şuurunu yitirmiş olsa da son cümle kendine gelmesini sağladı. Duvardan doğrulduğunda göğsü, Yiğit'in göğsüne çarptı. Yiğit bir an neye uğradığını şaşırsa da Melek asıl hamlesini bedeniyle değil sözleriyle yapmıştı.

"Aynen... Söylediğin gibi kendi hayatlarımızı yaşayacağız. Bu yüzden kimin bana baktığı, benim kime baktığım hatta benim kimin elini tutup kimi öptüğüm de seni ilgilendirmez. O yüzden bir daha sakın, ne beni ne de arkadaşlarımı böyle saçma durumlara sokma!"

Yiğit, Melek'in sözleri üzerine saçmaladığını anlamıştı. Anlamıştı anlamasına ama hiç işine gelmiyordu. O an sözleşmeyi imzalarken pratikte böyle bir duruma düşeceğini hiç düşünememişti. Hep kendi menfaatini kollamış, kendini ve özgürlüğünü koruma altına almıştı. Ancak şimdi görüyordu ki karşısında biri daha vardı ve kendisi için sağladığı konfor alanından aslında o da faydalanıyordu.

Tamam, mantıklıydı. Adildi de ama hiç içine sinmiyordu. Bir yere kadar her şeye tamamsa da Melek, onun karısıydı.

Yiğit hayatı boyunca olmadığı kadar bencil bir adama dönüştüğünü o an fark etti. Saçmaladığını görüyor ama kabul etmek istemiyordu. Melis'i seviyordu değil mi? Kesinlikle! Ama neden onun hayatını bir kez olsun kısıtlama isteği duymamışken Melek'i herkesten gizlemek istiyordu ki?

Üstelik onun aksine kendisi Melek'in hiç umurunda değildi. Hatta mümkün olsa bugün ondan boşanıp, Yiğit hiç hayatına girmemiş gibi devam edebilirdi sanki.

Sahi imkânı olsa Yiğit de bugün boşanmak ister miydi? Boşansalar, Melek hiç olmamış gibi davranabilir miydi? Emin olamadı Yiğit. Ve bu belirsizlik onu öfkelendirdi.

Bu sebeple Melek'in gözlerine öfkeyle bakarak parmağını kaldırdı ve "Kendi hayatımıza bakacaksak biraz uzak durmayı yeğlerim ama sen sürekli burnumun dibinde bitiyorsun." dedi.

Yiğit'in bu kendini beğenmiş hallerinden de dengesizliğinden de gına gelmişti Melek'e.

"Sen mi söylüyorsun bunu Yiğit? Gelip oturduğumuz masaya, üstelik tam yanıma oturan sensin, kafeden çıktığımda beni takip edip rezillik çıkararak, zorla arabana bindiren de sensin ama senin burnunun dibinde biten benim. Öyle mi? O nasıl oluyor ya? Bir anlat bana!" diyerek Yiğit'in, kendisine kalkan işaret parmağına elinin tersiyle vurup itti ve kendi işaret parmağını Yiğit'in göğsünün sağ üst kısmına iki kez vurdu.

"Bir daha bu kadar dibime girme ayrıca. Bu aralar sözleşmeyi pek takmıyorsun ama o sözleşmeyi ciddiye alman gerektiğini çok yakında öğreneceksin Emre'cim." diyerek asansörü yeniden çalıştırdı.

Yiğit, Melek'in sözlerini sorgulayacaktı, gözlerinin etkisinden çıkar çıkmaz!

Asansör, katlarına geldiğinde ilk inen Melek oldu. Yiğit ise allak bullak bir halde Melek'in ardından çıkıp onu takip etmişti. Birkaç haftada bu kadar dağılmışken iki sene boyunca nasıl tek parça kalmayı başaracağını bilmiyordu. Melek tehlikeli bir kızdı. Güzel ve karizmatikti. Bu yüzden oldukça dikkat çekiciydi. Yiğit kendine, bu oyuna gelmemesi gerektiğini sürekli hatırlatmak zorundaydı.

Melek anahtarla kapıyı açmaya çalışırken kapı içeriden açılınca boşluğa düştü. Yiğit refleksle kolundan tutup çekti ve diğer eliyle de belini tuttu.

Gülay ve Emirhan bu tabloya şaşkınlıkla bakarken Yiğit ve Melek aslında onlardan daha şaşkındı.

"Hoş... Geldiniz kuzular?" dedi Gülay şaşkın bir neşeyle. Yiğit donuk bir ifadeyle "Hoş bulduk" derken Melek gülümsemişti. "Hoş bulduk Gülay Hala."

Gülay, ikiliyi birbirine bu kadar yakın görünce aslında ne kadar yakıştıklarını da fark etmişti. Melek'i, Yavuz'la da yakıştırırdı aslında ama şimdi bu görüntüyü gördükten sonra bir elmanın iki yarısı deyiminin can bulduğunu düşünmüştü. "Dolaptaki yemekleri ısıtıp sofrayı hazırladım. Maşallah Melek'ime! Döktürmüş yine. Hadi hemen elinizi yüzünüzü yıkayın da gelin." dedi beğeniyle çifti süzerken.

Melek, Yiğit'in o yemeği yemeyi hak etmediğini düşünse de Gülay Hala yüzünden sesini çıkarmadı. Melek odasına giderken Yiğit salondaki ortak banyoya yönelmişti.

"Ne yapıyorsunuz?" diye sordu Gülay şaşkınlıkla. Melek ve Yiğit önce Gülay'a ardından da birbirine bakmışlardı. Yiğit gayet doğal bir tavırla "Daha hızlı olur diye..." dedi. Melek de "Evet... Daha hızlı olur." diyerek onu onayladı. Gülay ikisinin ardından gözlerini kısıp kıs kıs güldü. "Bunlar daha süt kuzusu süt! Kıyamam ya..."

"Kim kuzu anne?" diye sordu Emirhan annesinin neye bu kadar sevindiğine anlam veremeyerek.

Gülay oğlunun sorusunu "Melek Ablanla Yiğit Abin oğlum. Kuzular gibi çok tatlılar." diye cevapladı. Emirhan aslında hiçbir şey anlamamıştı.

"Kuzu bebek değil mi? İkisi de deve kadar." diye sordu bu kez küçük çocuk.

Gülay da oğlunun sözlerine güldü. "Haklısın oğlum. Kuzu sensin. Hadi sofraya bakalım." diyerek oğlunun poposuna vurup masaya yönlendirdi.

"Ben kuzu değilim anne." dedi Emirhan büyümüş ve küçülmüş bir tavırla. "Ben Hulk'um." Gülay oğluna çaktırmadan gözlerini devirdi. Nesil değiştikçe iyice baş edilemez oluyorlardı. "Tamam oğlum. Hulk ol ama lütfen uslu bir Hulk ol ve yemeğini ye." dedi ve Harput köftesini kâselere doldurmaya başladı.

Yiğit ve Melek aynı anda lavabodan ve odadan çıkınca göz göze geldiler. Gülay burada olduğu için bir şey çaktırmamak adına gülümsediler.

Sofraya da yan yana oturdular. Çünkü Gülay'ın kurduğu sofra düzenine göre yan yana oturmak zorundaydılar.

"E halasının paşası anlat bakalım. Nasılsın neler yapıyorsun? Evinin direği olmak nasıl bir duygu?" diyerek Yiğit'e ekmek sepetini uzatan Gülay'ın mesaisi başlamıştı. E tabi ki Melek ve Yiğit'in de.

Yiğit cevap verecekken Emirhan "Anne hani senin paşan bendim?" diyerek lafa atlayınca herkes güldü. Gülay oğlunu şöyle okkalı bir şekilde öpüp "Sensin tabi paşam. Sen annesin paşasısın o da halasının paşası. Yerleriniz tamamen ayrı." diyerek oğlunun gönlünü aldı ve cevap için Yiğit'e döndü tekrar.

"İyi olmaya çalışıyorum işte hala. Ne yapayım? Ayrıca gördüğün gibi bu evin direği değil olsa olsa çıtası falan olurum. Daha küçük bir ev bulamadınız mı? Kümes falan baksaydınız!"

Yiğit'in cevabına gülmemek için direnen Melek bir parça ekmek koparıp ağzına attı. Ancak Gülay hiç böyle bir çabaya girmeden kahkahayı bastı.

"Oğlum size iyilik yaptık biz. Öğrencisiniz! Büyük evin derdi de büyük olur! Hem onu nasıl temizleyecektiniz? İki kişiye gayet uygun bir ev burası. Yeni bina, site içi, etrafı da ferah. Trafik sesi de yok. Ders çalışmaya da uygun oh mis!" dedi gülmeye devam ederek. Melek'in kaşları imalı bir şekilde havalandı.

"Okula bir dünya uzak ayrıca..." dediğinde Gülay sahte bir üzüntüyle tebessüm etti. "Eh bir kusuru olacaktı illa... Onun için de dedik Yiğit'in arabası var zaten diye ama bu eşek sıpası artık sana ne yaptıysa binmemişsin onun arabasına."

Evet, Gülay atağa geçmişti. Melek bu hücumu başarılı bir şekilde Taç'a çıkardı. Düz ve tereddütsüz bir tonla "Yiğit'in şoförlüğüne güvenemedim. Kötü sürücü çünkü" dediğinde Yiğit'in gözleri irice açıldı. "Ben mi kötü sürüyorum?" diye sorunca Melek başıyla onayladı. "Bir ara hatırlat sana öğreteyim." diye de ekstradan kışkırttı.

Sırf onu kızdırmak için böyle konuşuyordu yoksa Yiğit'in sürüşünde bir kusur görememişti. Zaten pek de arabasına binmemişti.

Gülay, Melek'in zeki bir kız olduğunu zaten biliyordu. Asıl meselenin bu olmadığını elbette anlamıştı ama Melek'ten bir sonuç alamayacağı belliydi. Pes etmedi, başka bir konuyu açtı.

"Yüzüklerinizi neden takmıyorsunuz?" diye sorarak atağını sürdürdü. Yiğit "Aksesuar sevmiyorum." diye cevaplayınca Melek de "Yiğit takmıyorsa ben de takmam." diye cevap verdi. Nasıl ki dün gece Melek'in bahane olarak sunduğu durum gerçekleşmişti ve Melek bu durumla tek başına başa çıkmaya çalışmıştı şimdi de Yiğit'e oynayacaktı. Altından kalkabiliyorsa kalksın ve halasını ikna etsin bakalım.

Yiğit ise Melek'in neden üstüne oynadığına ilk başta anlam verememişti ama sonra dün gece eve gelmemesinin intikamı olduğunu anlamıştı. Görürsün derken kastettiği şeyin bu olduğunu sanıyordu. Gülümsedi. "Bu devirde kim yüzük takıyor ki zaten?" dedi halasına gayet rahat bir şekilde.

Gülay ise bambaşka bir oyun kuruyordu. "Aa öyle deme oğlum. Öğrencisiniz daha kimse bilmez evli olduğunuzu. Sen hadi neyse de Melek'e çok talip çıkar. Benden demesi. Bir içim su maşallah. Bingöl'deyken de görücü gelmeye başladığında on beş yaşını doldurmamıştı. Sonra canınız sıkılmasın."

Yiğit bir tepki vermemek için elindeki çatalı sıktı. Melek ise sessiz kaldı. Çünkü daha az bir zaman önce bunun tartışmasını oldukça gereksiz bir şekilde yapmışlardı.

"Yok." dedi Yiğit çenesi kasılsa da dişlerini göstere göstere güldü. "Kimse benim karıma o gözle bakamaz. Yemez..."

Gülay, hoşnut bir şekilde gülerek başını aşağı yukarı sallarken dudaklarını da bükmüştü. Melek ise hayretle Yiğit'e baktı. "Ne yaparsın?" diye sordu gözlerini kısarak. Bu sorunun cevabını gerçekten merak ediyordu. Çünkü kendisi karısı olduğu gerçeğinin bilinmesini o kadar istemiyordu ki sözleşmeye eklettiği ikinci madde bu olmuştu.

Yiğit ise hem kendi tepkisine hem de Melek'in sorusuna şaşırmıştı. Ne demek ne yapardı? Ayrıca gerçekten... Ne yapardı?

Boğazını temizledi. "Öyle bir şeyle karşılaşırsak görürsün karıcım." dedi alaylı bir tavırla. Ancak bu yaptığı tamamen bir kaçıştı. Cevabını veremeyeceği bir şey olduğunda konuyu başka bir yöne çekiyor ve Melek'i öfkelendirerek bunu fark etmesini engelliyordu. Bu kez de karıcım diyerek Melek'in algılarını bozmuştu.

Gülay'ın ise keyfi çok yerindeydi. Rol yaptıklarını görüyordu ancak onların görmediği bir şey vardı ki bacanın altında kıvılcımlar parlamaya başlamıştı bile. Büyük bir yangının o bacayı sarması an meselesiydi.

Babasıyla Hamit Amcası haklı çıkmıştı. Melek ve Yiğit birbirleri için biçilmiş kaftanlardı. Yavuz'un da bir an önce Melek'i unutup hayatının aşkını bulması için dua etti. Her şeyin hayırlısı demişlerdi ve bugün buradaysalar hayırlısı buydu demek ki...

Emirhan çatalını tabağa atınca masadaki tüm gözler ona çevrildi. "Ben eve gideceğim." dedi sinirle. Üçlü şaşkınlıkla küçük çocuğa bakarken Emirhan dudaklarını bükmüştü bile.

"Annecim ne oldu?" diye sordu Gülay anlamsızca oğluna bakarken. Bir anda ne olmuş olabilirdi?

Emirhan omuz silkince Melek "Bebeğim, sorun yemek mi?" diye sordu. Bir çocuk derdini söylemiyorsa ona örnekler sunarak derdini söyletmeyi Toprak'tan öğrenmişti Melek. Ve hep işe yarayan bu taktik yine işe yaramıştı.

"Konuşma benimle, ben sana küstüm!" dedi annesinin arkasına saklanırken.

Melek şaşkınca Yiğit'e baktı. O da şaşkındı. Melek sorunu çözmek için önce sorunun ne olduğunu anlamalıydı.

"Benimle küstün mü? Ama neden? Ben ne yapmış olabilirim ki sana?" diye sordu.

Emirhan hiç uğraştırmadan derdini açıkladı. "Sen sözünü tutmadın Melek. Küsüm sana!"

"Hangi sözümü tutmadım?" diye sorarken bir yandan da düşünüyordu.

Emirhan saklandığı yerden çıktı. "Bana dedin ki ben büyüyünce benim karım olacaktın. Bu çocuğun karısı olmuşsun."

Masada şok dalgası yaratan bu sözler, bir süre kimseden ses çıkmamasına sebep oldu. Gülay gülmemek için kendini zor tutarken "Yiğit, inşallah az önceki tehdit dolu sözlerin oğlum için de geçerli değildir?" diye sordu. Melek dudaklarını birbirine bastırıp Emirhan'a cevap vermek için kendini hazırladı. "Hmm. Şimdi o mesele şöyle oldu Emirhan'cığım. Bu çocuk çok ağladı onunla evleneyim diye. Baktım ki üzüntüden hastalanacak, İpek Yengen var ya... Tanıyor musun onu?" diye sorduğunda Emirhan başıyla onayladı. "İşte İpek Yengenin oğlu bu abi. Eğer hastalansaydı İpek Yenge de çok üzülecekti. Ben de onun karısı olmayı kabul ettim." dedikten sonra eğilip elini ağzına perde yaptı. Sanki Yiğit'ten gizli bir şey söylüyormuş gibi.

"Ama bu abiyi sonra kandırıp yollayacağım. O zaman sen büyümüş ve çok yakışıklı olmuş olursan belki seninle evlenirim ama söz vermiyorum." dediğinde Emirhan annesine baktı. "Anne ben ondan daha yakışıklıyım mı?" diye sorduğunda Yiğit gülerek gözlerini devirdi.

Üstüne "Benden yakışıklı olsan ne? Daha cümle kuramıyorsun oğlum?" diyerek çocukla çocuk olunca Melek, Yiğit'i dirseğiyle dürterek uyardı.

Emirhan mızmızlandı. "Seni babama söyleyeceğim. Sana bir yumruk atacak, sen çatıya uçacaksın."

Gülay oğlunu sakinleştirmeye çalışırken Melek "Ah keşke öyle bir şey yapsa!" diye mırıldandı ağzının içinden. Ve elbette hemen yanı başında oturan Yiğit bunu duydu.

Melek'e bakıp otuz iki dişi görünecek şekilde güldüğünde Melek ona yüz çevirdi. Dün gecenin intikamını alınca gösterecekti ona gülmeyi!

🍇

Sosyal Medya:

İnstagram: Busras.typwriter/Busbckr

Twitter: Busrastypwriter

Tiktok: Busras.typwriter

 

Loading...
0%